Hayalet Dünya [Hayalet Serisi...

Από kayciayca

132K 12.1K 3.2K

#1 15.03.2017 Akça ve Pars, artık avlanılması gereken birer hedeftir. İhtiyarlar, şimdiden bir araya gelmiş i... Περισσότερα

1. Bölüm 'G. Kore'
Yeni Kapak Oylaması
Yılbaşı Çekilişi
Karakter Seçimleri :)
2. Bölüm 'Hayalet Dünya'
Hazır mısınız?
3. Bölüm 'Arayış'
4. Bölüm 'Ortak İye Meclisi'
5. Bölüm 'Dokkaebi'
6. Bölüm 'Rüya'
Fantastik Roman
7. Bölüm 'Özgürlük'
8. Bölüm 'Kasa Obake'
9. Bölüm 'Tongdosa'
10. Bölüm 'Kilin'
11. Bölüm 'Dolunay'
12. Bölüm 'Morçi'
13. Bölüm 'Geçmiş'
14. Bölüm 'Kamçı'
15. Bölüm 'Astana'
16. Bölüm 'Tatil'
18. Bölüm 'Niyet'
19. Bölüm 'Soura'
20. Bölüm 'Zehir'
21. Bölüm 'Mücadele'
22. Bölüm 'Soruşturma'
23. Bölüm 'Hikaye'
24. Bölüm 'Öfke'
25. Bölüm 'Cüce'
26. Bölüm 'Köprü'
27. Bölüm 'Çöl'
28. Bölüm 'Avcılar'
29. Bölüm 'Savaş ve Ölüm'
30. Bölüm 'Dönüş'
31. Bölüm 'Hak'
32. Bölüm 'Oturum'
33. Bölüm 'Sorular'
34. Bölüm 'Oğlum'
35. Bölüm 'Torun'
36. Bölüm 'Teklif'
37. Bölüm 'Hırsız'
38. Bölüm'Vicdan'
39. Bölüm'Kan'
40. Bölüm 'Yalan'
41. Bölüm 'Kayrak'
42. Bölüm 'Kayıp'
43. Bölüm 'Hüzün'
44. Bölüm 'Son'
Ek Bölüm

17. Bölüm 'Al Bozkurt'

2.6K 279 89
Από kayciayca

Selamünaleyküm,

Bölüm hazır, en az 5,5 - 6 sayfa. Yani şu ana kadarki en uzun bölüm. :) Daha önce bitirip koyacaktım ama amcamlar misafirliğe geldi ve tamamlamak için ilk fırsatta odaya kaçtım. İnşallah beğenirsiniz. Yorumlarınızı eksik etmeyin. ;)

_________


Berkut kendine hakim olmaya çalışarak derin nefes alışverişleri yapıyordu. Balaban ve Joon, Berkut'u ortalarına almış, kanepede oturuyordu. Pars'ın boğazına yapışmasından sonra alelacele ayırıp, zorla oturtmuşlardı. Joon kavgalardan korkardı ve Balaban da biliyordu ki Kara Bozkurt'un sakin kalmaktan vazgeçmesi halinde pek hoş şeyler olmazdı. Geçen sefer bu olasılığı düşünmeden harekete geçmesi kendi ahmaklığıydı. Sonuçta Kara Ejderler, ejder kanı arasındaki en tehlikeli ve ölümcül olanıydı ve kuşkusuz en gizemli olanı.

Pars ve Akça ise hemen karşılarındaki kanepeye oturmuştu. Pars sükunetini koruyor ve Berkut'un tepkisini kaile almadığını açıkça ifade ediyordu ki bu hali Berkut'u daha da deli ediyordu. Akça ise diken üstünde oturuyordu. Olan biteni hızlıca anlatmış ve sonra sessizliğe gömülmüştü. Garip şekilde mahçup ve utanmış hissediyordu ama utanılacak bir şey yapmamıştı. Tamam, ailesinin onayını almadan evlenmek doğru bir şey değildi. Fakat olağanüstü şartlar altındaydılar ve ömürlerinin süresini kendileri de bilmiyordu. Bu sıkıntılı hayatın içinde bir parça mutluluk Akça'nın da haklıydı. Ayrıca evli olmadan aynı evi paylaşması daha mı hoş olurdu? Zaten Berkut'u susturan da bu son düşüncesini dillendirmesi olmuştu. Elbette durumu hala kabullenemiyordu.

"Çok gergin bir ortam." dedi, Joon. "Ne kadar böyle devam edecek?"

"Gerektiği kadar." diye cevapladı, Berkut.

Balaban gergin bir gülümsemeyle ellerini çırpıp ayağa kalktı. "Evet, artık kavga kotamızı doldurduk. Birbirinize yedirdiğiniz laflardan sonra midenize yer kaldıysa şayet kahvaltı edelim. Öğlen olmadan Joon'u Madagaskar'a postalamamız gerekiyor."

Joon korkarak sordu. "Postalamak kelimesini mecazi kullanmadın, değil mi?" Balaban sırıtınca Joon'un yüzü acı ve sıkıntıyla buruştu. Onu gerçekten de Afrika'ya kargolayarak mı göndereceklerdi? Hayatta kalırsa şanslıydı.

"Merak etme, hava deliğin elbette olacak ve seninle ilgilenip, yeme içmenle ilgilenecek bir uçuş görevlisi adamım olacak."

"Kaçmak ne kadar zormuş."

"O zaman kahvaltıya." dedi, Akça. Gülümseyerek kalktı. "Sonra havalimanına gideriz."

"Siz gelmiyorsunuz." dedi, Berkut.

"Baba! Sırf sinirlisin diye zor koşma."

"Sinirli olmamla ilgisi yok. Her yerde sizi arıyorlar. Avcılar çoktan Kore'ye ulaştı bile. Buraya gelmeleri de çok zaman almayacaktır. Joon meselesini halledip, sizi nereye götüreceğimizi kararlaştırmamız lazım."

"Kaçmaya devam." dedi, Pars. Sesi usanmış çıkmıştı. Git gide artık bu işin böyle olmayacağından emin oluyordu. Ailesini düşünde en son gördüğünde babasının söylediği söz aklından çıkmıyordu.

"Kaçmak hiçbir şeyin çözümü olmaz."

"Şimdilik daha iyi bir yolu yok." dedi, Berkut.

Oysa vardı. Pars, kafasında şekillenen şeyleri Akça'ya anlatmasa da olgunlaşması halinde harekete geçmekten geri durmayacaktı. Zira bazen gözü karar olmak gerekiyordu. Her şey doğru zamanlamayla ilgiliydi.

Babasının itiraz üzerine Akça, süngüsü düşmüş bir şekilde geri oturdu. Durduk yere kalabalık yapmaya gerek yoktu. Joon ile burada vedalaşır, babası ve amcasının dönüşü beklerdi. Hem bir süre Pars ile yalnız kalmak iyi olacaktı.

Kahvaltı sonrası sıra vedalaşmaya geldiğinde Joon hüzünlenmişti. Kısa sürede bu iki ejdere alışmıştı. Bilhassa uzun süren yalnızlık ve gizlenmenin sonucunda adam akıllı iletişim kurduğu tek canlı bu ikisi olunca, bağ kurması da kolaylaşmıştı.

"Joon sizi özleyecek, muhakkak tüm bunlar bittiğinde beni ziyarete gelin."

"İnşallah, Joon." dedi, Akça. "Biz de seni özleyeceğiz."

"Kendi adına konuş." dedi, Pars.

"Zaten ben de seni özlemeyeceğim huysuz ejder."

Balaban ve Berkut gülmelerine hakim olmaya çalışsa da gizleyemediler. Pars her zamanki gibi onları görmezden gelmeyi seçmişti.

Veda sonrası Berkut ve Balaban, görünmez olmuş Joon ile birlikte odadan çıktı ve havalimanına doğru yola çıktı.

Geride kalan Akça ise sıkılmış bir şekilde kendini koltuğa bıraktı. "Tek bir gün için otel iyiydi ama şimdi sıkılmaya başladım. Zavallı Joon'u şimdi daha iyi anlıyorum. Beş yıl boyunca nasıl orada yaşamış ki?"

"Öğrenmek istemiyorum." diye cevapladı, Pars. "Haydi çıkıyoruz."

"Nereye?"

"Gerçekten babanı dinleyip burada oturacak mısın?"

Akça başını hafifçe eğip, gülümsedi. "Kwan Wook haklıymış, kurallarla aran yok, değil mi? Oysa seni ilk tanıdığımda kuralcı bir hava veriyordun."

Pars muzipçe gülümsedi. "Kuralların mantık dışı olanına uymama gibi bir sorunum var."

"Sanırım mantıksız kurallar çok fazla?" dedi imalı bir şekilde.

"Öyle gibi."

Akça ve Pars bir günün ardında ilk defa otelin dışına çıktı. Gökyüzü bulutsuzdu ve güneş tüm ihtişamıyla parıldıyordu. Astana tüm güzelliğiyle bir inci gibiydi. İnsanlar tatilin ve yaz mevsiminin tadını çıkartıyordu.

İlk gittikleri yer Astana şehrinin simgesi olan Bayterek Kulesiydi. Geceleyin otellerinden bile bu güzelliği görebilmişti. Efsanevi Hüma kuşunun ziyaret ettiğine inanılan Hayat Ağacını simgeleyen kulenin toplam uzunluğu 105 metreydi ve başkentin; Almatı'dan Astana'ya taşındığı yılda inşa edilmişti. Kulenin en tepesindeki altın top, hayatın başlangıcını temsil eden bir yumurtaydı. Güzel ayrıntılardan biri de 97. katında bir gözlemevi olması ve 97. katın, Astana'nın başkent ilan edildiği 1997 yılını simgelemesiydi.

Akça ve Pars, havanın güzel olmasından da yararlanarak yürüyerek buraya kadar gelmişlerdi. Zaten kaldıkları otel ile burası arasında 1,5 km vardı. Buraya varmak yarım saatlerini bile almamıştı. Bir süre kulede oyalanıp, Astana'nın güzelliğini izleyip, bir iki fotoğraf çektiler. Sanki balayına çıkmış, turistik amaçlı buraya gelmiş sıradan bir çift gibi hissediyorlardı. Birkaç saat boyunca bu şekilde hissetmek ve diğer her şeyi unutmaya karar vermişlerdi.

Kule ziyareti bittikten sonra tekrar yürümeye başladılar. Kulenin hemen karşısında Kazakistan'ın Başkanlık Sarayı tüm ihtişamıyla yükseliyordu. Resmi ismi Ak Orda Başkanlık Sarayıydı. Ak Orda, Cengiz Han'ın ölümünden sonra kurulmuş bir hanlıktı. Sarayın merkezinde yer alan turkuvaz renkli kubbesi aklına havaalanındaki kubbeyi getirmişti. Turkuvaz, Türklere özel bir renkti ve Kazakistan'nın bayrağı da turkuvaz idi. Bu yüzden bu renge bürünmüş bir çok yapı görmek mümkündü. Sarayın solunda ise İşim Nehri geçiyordu ki bu nehrin varlığı, saraya daha bir güzellik katıyordu.

Nehrin hemen karşısında da Hoşgörü ve Barış Sarayı vardı. Lakin Akça, buranın üçgen bir piramit şeklinde inşa edilmesini garipsemişti. Bu mimari tarzı Türk-İslam coğrafyasına çok zıttı. Hatta Arap-İslam coğrafyası için bile yabancıydı. Sonuçta piramitler, antik Mısır döneminde kalma o dönemin inançlarını yansıtan bir mimariydi. Onlardan sonra bunu sık sık kullananlar batı ülkeleri olmuştu ki bunun ardında yatan nedenlerle ilgili de sayısız söylenti vardı. Maalesef aynı şekilde inşa edilen benzer yapılar Türkiye'de de vardı. Örneğin Antalya, AKM'de cam piramit vardı.

Bölgenin daha başka Bağımsızlık Sarayı, Kazakistan Ulusal Müzesi, Nur Astana Camii ve Hazret Sultan Camii vardı. Akça gezebildikleri her yeri gezip, en sona müzeyi bırakma kararı alarak; halkın da bağımsızlık simgelerinden biri olarak gördüğü Hazret Sultan camisine gittiler.

Hazret Sultan Camii, kaldıkları otel ve Han Çadırı başta olmak üzere bir çok yapıyı inşa eden Türkiye kökenli bir inşat firması tarafından yapılmıştı ve ülkenin en büyük camisi olma özelliğini taşıyordu. Başta çiniler olmak üzere bir neredeyse tüm malzemeleri Türkiye'den tedarik etmişlerdi. Bir çok iyi sanatçı ile çalışarak caminin içi süslenmişti. Zaten dıştan görüntüsü bile insanı kendine hayran bırakan on kubbeli, beyazın hakim olduğu camide sadece ibadet yapılmıyordu; sosyal tesisleri de içinde barındırıyor ve dini eğitim dışında bir çok alanda hizmet veriyordu.

"Aşık oldum." dedi, Akça. "Burası çok güzel."

"Kazak Türklerinin gururlandığı kadar var." dedi, Pars.

Camiyi gezip, öğle vakti gelmediği için iki rekat şükür ve mescit namazı kıldıktan sonra müzeye gittiler.

Kazakistan Ulusal Müzesi, sıradanlıktan uzak bir mimariye sahip olsa da şu ana kadar gördüğü yapılarla karşılaştırınca basit kaçmıştı. Çevre düzenlemesi sade ve düzenliydi. İçeride ne cevherler olduğunu görmek için içeri sabırsızlıkla girişe koşturan Akça, müzeyi kapı duvar görünce keyfi kaçtı.

"Kapalı? Neden?" dedi, çocuk gibi mızırdanarak.

Pars, kapıda yazan çalışma saatine baktı. Kiril alfabesiyle yazıldığı için Akça okuyamamıştı ama Pars bu alfabeye vakıftı.

"Pazartesi günleri kapalıymış."

"He, demek ondan çevrede hiç insan yok." dedi. "Ee, ne yapacağız? Görmeyi çok istiyordum. Acaba yarın olduğunda babam gelmemize izin verir mi?"

"Bence çok umutlanma."

Akça oflayarak müzenin çevresini dolanmaya başladı. Pars ise geldiğinden beri ulaşamadığı Kwan Wook'u tekrar aradı. Belki bir umut telefonu açardı ama telefon hala kapalıydı. İşin garip yanı Hayalet Dünya'sındaki işletme de cevap vermiyordu. Ailesini tanımadığı için onlara nasıl ulaşacağını bilmiyordu. Durum git gide canını sıkmış, Wook için endişelenmeye başlamıştı. Avcılar eğer Kore'ye gittiyse ki Berkut gittiklerini söylüyordu, o zaman ilk iş onun mekanını basmış olabilirlerdi.

Telefonu cebine koyup etrafına bakındı. Akça'yı göremiyordu.

"Akça? Gidiyoruz."

Genç kadından hala ses seda yoktu. Pars hızlı adımlarla müzenin etrafını turlamaya başladı. İlerledikçe karısının kokusu keskinleşiyordu.

"Akça!"

"Efendim?"

Akça bir ağacın altında gölgeleniyordu. Çimene oturmuş, bacaklarını uzatarak sırtını ağaca yaslamıştı. Pars tebessüm etti. Kesin ağacın altında kendinden geçmişti. Sıcak hava ve bunca yürüyüşten sonra başka bir şey beklemiyordu.

"Yoruldum." dedi, Akça.

Pars isabetli tahmininden memnun bir şekilde karısına yaklaştı. Birkaç metre kalmıştı ki içgüdüleri Pars'ı uyardı. Hemen ardına döndü ve havada şaklayan kırbacı yakaladı. Kumral saçlı genç kızın ela gözlerini gülümsüyordu.

Akça'nın uyuşukluğu bir anda kaybolmuştu. Genç kadın hemen yerinden kalktı ve pençelerini serbest bıraktı.

"Sen Aldacı olmalısın?" dedi, Pars sakin bir tonda. "Hakkında çok şey duydum."

"Ve sen de kurt adam soyunun Kara Ejderi olmalısın. Ben de senin hakkında çok şey işittim. Maalesef çok hoş şeyler değil."

Pars yarım ağız sırıttı. "Seninkilerin de aşağı kalır bir yanı yok." dedi ve ani bir hamleyle pençesini kırbaca indirip, ikiye böldü.

Aldacı ikiye bölünen kırbacına yarı şaşkınlık yarı öfkeyle baktı. Bu kırbaç özel bir malzemeden yapılmaydı ve basit bir pençe indirmesiyle parçalanacak bir şey değildi. Bir bıçakla bile çok zor kesilirdi. Elbette karşısında bir ejder vardı. Onların soylarının mensuplarından daha güçlü ve özel yeteneklere sahip olduğunu duymuş ve şimdi de ilk elden tanık olmuştu.

"Şimdi sana yeni bir kırbaç almamız gerekiyor." dedi, bir erkek sesi.

Azrail yavaş adımlarla Pars'a doğru yürüdü. Kısa bir an gözleri Akça ile buluşsa da asıl tehdit olarak gördüğü Pars idi.

"Ben Azrail, tanıştığımıza memnun oldum. Bir ejder kanı ile tanışmak büyük bir şereftir."

"En azından medeni davranmasını bilen bir avcısın." dedi Pars. Aldacı'yı başıyla işaret etti. "Şuradakinin aksine."

Aldacı sırıttı. "Medeni olduğumu hiç iddia etmedim ve olmakla ilgili bir derdim yok. Senin de olmasın."

"Aldacı, çoğu avcıdan biraz farklı bir terbiye görmüştür."

"Aslında hiç terbiye görmediğimi söylüyor." dedi, genç kız gülerek.

Akça belli belirsiz gülümsedi. Eğer kendilerini öldürmekle görevli olmasalardı bu kızla iyi anlaşabileceğini düşündü.

"Konuyu dağıtmayalım," dedi Azrail. "Bizimle gelmenizi rica etmek zorundayım."

"Ne gerekçeyle?" dedi, Akça.

Aldacı o zaman Akça'ya baktı. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Yaptığı işten zevk alan birine benziyordu. "Güney Elf ve Baykal Bozkurt'un öldürülmesi. Ayrıca listeye bir de Yara Siren'in kaçırılıp, hapsedilmesini eklemek durumundayız."

Pars başını salladı. "Kaç kere anlatmak zorundayız? Baykal Bozkurt'un öldürülmesi tamamen nefs-i müdafaaydı. Güney Elf de cadılarla ve şeytanlarla işbirliği yapan sapkın bir iyeydi. Onu öldürmekten başka çarem yoktu."

"Gerçekten yok muydu?" dedi, Aldacı. "Baykal'ı anlayabilirim; Başkurt olarak oldukça güçlü bir iye ama Güney Elf, ne kadar pisliğe batarsa batsın senin karşında hiçbir şansı olmayan zayıf bir gençti. Bana kalırsa onu öldürmek istedin. Çünkü yaptıkları seni öfkelendirmişti ve intikam istiyordun. Eşin için belki de?"

Pars duygularını yüzüne yansıtmamaktaki ustalığını kullanırken diğer yandan içten içe kızın haklı olduğunu ama daha önemlisi duygu ve düşüncelerini bu denli isabetli söylemesinin şaşkınlığını yaşıyordu.

"İnkar ediyor musun?"

"Kabul etmek için bir neden görmüyorum."

"Boşa inkar etme." dedi, Azrail. "Aldacı'nın karşısındakinin düşüncelerini anlama kabiliyeti vardır. Yapılan eylemin altında yatan nedenlerini tespit etmekte ustadır. Şimdi adil yargılanma için bizimle gelin."

"Hiç sanmıyorum." dedi Pars.

"Adaletten kaçamazsın." dedi, Aldacı.

Akça sinirli bir şekilde güldü. "Sizden ve İhtiyarlardan gelecek bir adalet yok. Ejder kanı olduğu için öldürülen masumların hakkını ödediğinizde sözlerinize itibar ederiz."

Azrail artık gerilmeye başlamıştı. Üzerindeki ince, terletmeyen özel montu çıkarttı. Sırtına konuşlandırdığı kısa kılıcını çekip savurunca birden kılıç uzadı. "O zaman başka çaremiz yok, zor kullanacağız ya da öleceksiniz."

İlk saldırı Azrail'den geldi; Pars'a savurduğu kılıcı vızıldayarak Kara Bozkurt'un yanından geçip gitti. Pars kaçınmakta geç kalsaydı kafasını delip geçebilirdi.

Aldacı ise doğruca Akça'ya saldırdı. Azrail'in aksine iki hançer kullanmayı seviyordu. Hilal şeklinde hançerin gümüş kabzasının üzerinde ölüm meleği kabartısı vardı. Hançerlerin antika özelliği taşıdığını Akça'nın eğitimsiz gözleri bile anlıyordu.

Aldacı hançerlerini savurduğunda Akça, genç avcının daha fazla yaklaşmasına izin vermesinin kendi çıkarına olmadığını düşündü. Pars gibi bir savaşçı değildi. Fakat yeteneklerini geliştirmişti. İçindeki kurdu serbest bırakınca havayı kullanıp basit ama etkili hava topları fırlattı.

Darbenin etkisiyle geriye savrulan Aldacı yere kapaklandı. "İyiymiş!" dedi, heyecanla. "Daha neler saklıyorsunuz?"

Çevik bir şekilde yerinden kalktı ve doğruca kıza koştu. Akça, aynı saldırıyla karşılık verse de Aldacı için artık şaşırtma özelliğini kaybetmişti. Avcı hızlı ve çevik hareketlerle hava toplarından kurtuldu ve sonuncusunda yere eğilip kayarcasına ilerledi ve tekrar kalkıp Akça'nın suratına bir yumruk attı.

"Acıdı!" dedi, Akça burnunu tutarak.

Aldacı ikinci kez saldırdığında Akça eğilip kızın karnına tekme attı. Fakat Aldacı sağlam ve dayanıklıydı; Akça'nın bacağını tuttu ve çevirerek genç kadının yere düşmesine neden oldu. Akça hızla toparlanmaya çalışsa da Aldacı'nın hançeri boğazına dayandı ve avcı, kızı karnından iterek müzenin duvarına yapıştırdı.

"Yakın dövüşten kötüsün." dedi, avcı.

"Bugün fark ettim." dedi, Akça soluk soluğa. "En kısa sürede telafi edeceğim."

"Artık telafi edecek bir şey yok. Sen ve eşin bizimle geliyorsunuz. Yoksa boğazını keserim."

"Her şey adalet için." dedi Akça, kinayeyle.

"Elbette ki adalet için! Adalet olmadan düzen ve huzur olmaz. Güçlü zayıfı ezer, masuma zarar verir! Sizin gibi!"

"Masum kimseye zarar vermedik! Her güçlü, zalim değildir. Kaldı ki boğazıma hançer dayayan sensin; yeteri kadar güçlü olsam tam tersi bir durumda olurduk."

"Biz avcılar, sizin gibileri alt etmek için yetiştiriliriz."

"Keşke düzenin içindeki zalimleri de görüp adaleti sağlasaydınız. O zaman sözlerine inanırdım. Avcılar yozlaşmış bir kurum!"

Aldacı'nın sinirden yüzünde damarlar belirdi. "Avcılar kadim ve şerefli bir birliktir."

"Herkes gibi siz de insansınız. Yozlaşmaya açıksınız. Söyle bana avcı; cadıların özgürce etrafta dolanıp, kan ayinleri yaparak ejder öldürmelerine izin verenlere neden sesiniz çıkmaz? Onların, bu kuralları çiğnemelerini neden görmezsiniz?"

"Neden bahsediyorsun sen?"

"Bilmiyor musun?" Akça, avcının yüz hattını inceledi. Numara yapıyormuş gibi değildi, zaten yapması için de bir sebep yoktu. "Bilmiyorsun."

"Beni aydınlat."

"Sene başlarında Apollon Cadı Meclisinin liderleri beni kaçırdı. Ariel ve Lazar. Beni Soura Antik Kente götürüp, ayin yapmak istediler. Gençliklerini ejder kanına borçlularmış."

Aldacı, duyduğu şey karşısında şaşkınlığa uğradı. Çünkü biliyordu ki cadılar, kolay kolay iye alemine girip, onlardan birini kaçıramazdı. En azından avcıların ve meclislerin haberi olmadan değil. "Buna kanıtın var mı?"

"Pars ve ben ikisini de öldürdük ama cesetleri kalmamıştı. Lakin dövüşümüzün ardında kalan kan, orada bir şeyler olduğuna işarettir."

"Kan, tek başına kanıt olamaz. Bir çok sebeple kan akmış olabilir hatta bilerek oraya kan dökmüş bile olabilirsiniz."

Akça itiraz edecekti ki kızın haklı olduğuna kanaat getirdi. "Daha bitmedi. Turgut Bozkurt aracılığıyla avcıların Türkiye'ye girdiği haberini verdik. Kovalandıklarını, güvende olduğumuzu düşündüğümüz anda saldırdılar. Birileri onu korumasa, içeriden biri... nasıl rahatça dolaşırlar?"

"Yani demek istediğin..."

"İhtiyarlar ya da Avcılar Birliği hatta daha kötü ikisi birden sırf ejder kanını yok etmeleri için onların yaptıklarına göz yumuyorlar."

"Avcılar Birliği..."

"Biliyorum, törelerine bağlı, şerefli bir birlik. Önceden de söylemiştin. Belki başınızdaki adam? Onun da en az ihtiyarlar kadar yaşlı ve ejder kanına karşı olduğunu duydum. Altta bir şey olmaması üstte de her şeyin güllük gülistanlık olduğu manasına gelmez."

"Üstat Cedey..." Aldacı hızlıca düşündü. Ejderin söyledikleri mantıksız değildi ve olabilirdi. Sıkıntılı bir iç çekti. O adamı pek sevmediğibir gerçekti. "haklı olabilirsin."

"Haklıyım." diye ısrar etti, Akça. "Daha geçen seneye kadar annemi ölü bilen, insan aleminde yaşayan biriydim. Sırf öldürülmemden korktukları için ailem 18 yıl boyunca ayrı yaşadı. Bir anda bir annem, teyzem, amcam ve ağabeyim oldu. Bu aleme yabancı büyüdüm. Kim olduğumu öğrenince mi bir anda tehdit oluşturmaya başladım? Neden?"

"Ejderler güçlü ve soylu bir kandır ve tehlikeli oldukları bir gerçek. Lakin en az diğer insanlar ve iyeler kadar. Avcıların çoğunluğu sizin varlığınızla ilgili sorun yaşamaz. Benim bir sorunum yok." Aksine ejder kanlarının hikayelerini çocukken anne ve babasından defalarca dinlemiş, onlara hayranlık duymuştu. Çok kez bir ejder görmek istediğini ailesine söylerdi ama artık mümkün değil, cevabını alırdı.

"O zaman yardım et. Burada zulme uğrayan biziz, haksızlığa uğrayan biziz. Eğer bizi götürürsen sağ çıkacağımızı teminata verir misin? Yargılanmanın sonunu dahi göreceğimizden şüpheliyim. En azından Pars'ı kesin öldürecekler."

"Üç ejder bir araya gelmemeli." dedi Aldacı. Daha önce duyduğu bir cümleydi. Cedey Bey'den duymuştu. Derin bir nefes aldı. "Haklıysan korkarım sadece eşini değil seni de öldüreceklerdir."

Akça anlamamıştı. Genelde kara Ejderi öldürürlerdi ve böylece üçüncü ejder doğmazdı. Öyle denmişti. Neden onu öldüreceklerdi ki? Babası ölmesine izin vermezdi. Kimse Bozkurtların ayaklanmasını istemezdi. Pars maalesef korumasız ve kimsesiz olduğu için onu, kendisinden başka savunacak kimse yoktu.

Aldacı'nın bakışları Akça'nın karnına kaydı. "Al Ejderin doğmasını istemezler."

Akça'nın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Eli karnına gitti.

"Bilmiyor muydun?" Akça başını olumsuz bir şekilde salladı. "Hamilesin, Ak Bozkurt. Çocuğun olacak. Onu hissedebiliyorum, çok güçlü bir bebek."

Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

NARYA Από Suvoltaa

Λυκάνθρωπος

168K 17K 46
Savaş nedeniyle başka evrene gönderilen elli genç. Bu evrende hiç beklemedikleri bir türle karşı karşıya kalmak durumda kalırlarsa, ne olur? Kurtad...
Sevgili Kurdum Από

Λυκάνθρωπος

30.4K 1.6K 17
Işık Çelikel Bir fantastik yazar, iki öğretmenin tek kızıyım.Hayatım her zaman sakin geçti, hiç bir zaman huzurlu olmadığımı fark ettim. Onunla tanıs...
22K 4.2K 33
Wattys2019 Korku/Paranormal Kazananı Acıgöl'de yaşayan karanlık güçler, yıllardır köydeki insanların korkulu rüyası olmuştur. Gölün altında yaşayan C...
Kurtlar Şehri Από Kübra

Λυκάνθρωπος

66K 4K 11
Okul gezisi için hayvanat bahçesine giden Eşay; kendisini, tuhaf hisler içinde, devasa büyüklükte siyah kurtun karşısında bulur.