Aşiret Paket

By icheisseniss

1.8M 108K 56.9K

Bir gerçek ailem klişesi. Düzgün yazılmış, saçma olmayan bir biyolojik ailem kitabı arıyorsanız, hoş geldiniz... More

1
DUYURU
2-karakter Tanıtımı-
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
FİNAL

34

23.2K 1.3K 1.2K
By icheisseniss

Sea 

Bol bol yorum istiyorum, olm ne zorluklarla yazdım ben buraları hiç haberiniz olmayanze.

Neyse aakaslar mantık hatası gorurseniz bana yazin da degistirek zaten Asiret Paket'i duzenlemeye alacagim, cok cringe yerler var amk.

YORUM ATMAYİ UNUTMAYİN HER BİRİNİZİN EN AZ OTUZ YORUMU OLMASİ LAZİM CUNKU ALTİ BİN BES YUZ KELİME VAR BURADA.

Opdum sg olun. 

Atakan's Pov

Yavaş ve tempolu bir şekilde akmakta olan serumdaki sudan gözlerimi ayırmadım ve izlemeye devam ettim. Tam 12 saattir yaptığım gibi.

Annem kazadan beri duraksamadan dolu olan gözleriyle yanıma yaklaştı. "Oğluşum, hadi bak abinler senin için aldılar en sevdiğin çorba bu." deyip kaşığı ağzımın önüne getirmişti. Tepki vermedim. Acaba Selin acıkmış mıydı?

Aklıma doluşan anlarla birlikte vücudum titremeye başladı. Her bir uzvum ayrı ayrı zangır zangır titriyordum. Yine kriz geçiriyordum ama bu iyiydi çünkü kazadan beri geçirdiğim her krizde Selin'in dahil olduğu anılar canlanıyordu gözümün önünde.

"Akif! Doruk! Doktor çağırın n'olur, oğlum kendine gel!" diye çığlık atan annemin sesleri yavaşça kendisini yankıya bırakmış, ben de konağımızın bir köşesine gelmiştim.

"Abi, ben diyorum ki Atakan'a da mı alsak?" diye sordu Selin. Gözlerim doldu ve uzun kollu hastane elbisemle gözlerimi sildim.

Cihan abim Selin'e baktı ve gülümsedi. "Yine kıyamadın değil mi ona?" diye sordu gülüşlerinin arasından.

Selin göz devirdi. "Ne alakası var? Bokunda boğulsun ama... Bütün kardeşlere istedik, ona istemezsek olmaz." diye gözlerini kaçırarak sonlandırdı cümlesini.

Cihan abim yüksek bir kahkaha attı ve kafasını kendine çekip sarıldı ona. Keşke ben de sarılma fırsatını kaçırmasaydım.

Anılarla dolu olan koridordan ilerlemeye başladım. Açtığım her kapı, bir başka anıma açılıyordu. İlerledim, ilerledim ve koridorun sonunda ve en ortada duran kapıya yaklaştım. Kendime bile kabul ettiremediğim anımdı o. Bugün kabul etmenin tam zamanıydı ha?

Çıplak ayaklarımla ilerledim ve titreyen ellerimle kapının kolunu aşağı indirip açtım. Birkaç saniye kapının önünde duraksadım ve gözlerimi sıkıca yumup derin bir nefes aldım. 

"Abi, yardım et abi!" diye uykusunda ağlayan cılız bir ses duyduğumda yerimde duraksamıştım önce. Kaşlarımı çattım ve evimizin koridorunda ilerledim, Selin'in kapısının önüne geldiğimde sesin kaynağını bulmuştum. Umursamadan gidecektim, "Acıyor!" diye ağlamasını duymasaydım. 

Gözlerimi sıkıca yumdum ve yanına ilerledim. Uyuyordu. Uyurken mi ağlıyordu? Galiba kötü bir rüya görüyordu. 

Hızla yanına ilerledim ve yavaşça yatağının kenarına oturdum. "Selin," diye fısıldadım önce ancak tepki vermemiş, kasılan suratı da aynı şekilde duruyordu. Elimi saçlarına uzatacakken durdum. Hak ediyor muydum ona dokunmayı? 

Kendi iç muhakememe devam ederken Selin yeniden acıyla inlemişti. "Acıyor," sesini duyduğumda yüzümü yüzüne yaklaştırdım ve alnını sıkıca öptüm. 'Bu Dinçsoylarda seni kabullendim demektir' düşüncesini aklımdan silip attım ve dudaklarım alnındayken elimi saçlarına koyup okşamaya başladım. 

Yüzü rahatlarken, acı dolu inlemeleri kesilmişti. Bittiğini sandım ve ayaklanacaktım ki, yataktan destek almak üzere koyduğum elimi kavramıştı. "Gitme." diye fısıldadı önce. Beni Doruk sandığını düşündüm. "Atakan korkuyorum, beni bırakma." diye fısıldadı. Yerime çakılı kaldım.

Gözlerim dolarken, yatağına doğru ilerledim ve köşesine oturdum ancak orada oturmamı istememişti. Beni yatağında istemediğini anlayıp sandalye getirmeye kalkacakken yana kaydı ve yatağında bana yer açtı. Titreyen vücudumla yatağın altına girdim ve bana sokuldu yavaşça. "Yorganın altına gir, soğuk." diye fısıldadı ancak ateş gibi yanıyordum, haberi yoktu.

Hiçbir şeyi düşünmemeye çalıştım ancak olmuyordu. Farkındaydı. "Sadece bu geceliğine abi kardeş olsak olur mu?" diye fısıldadı dolu gözleriyle. 

Kafamı salladım. Çok isterdim bunu, bir anlığına her şeyi unutmayı.

kolumu boynunun altından geçirdim ve onu kendime çekip saçlarının üstünü sıkıca öptüm. "Ne gördün rüyanda?" diye sordum şefkatle.

Başını daha çok yasladı göğsüme. "Konuşmak... İstemiyorum." diye konuştu kesik kesik.

Elimi sarı saçlarının üstünde gezdirdim. "Anlattıkça rahatlarsın, hadi abim, anlat bana ben de sana yardımcı olayım." diye fısıldadım.

"Ben... Hiç kimsemin kalmadığını gördüm. Sizi kaybettiğimi, Doruk abimin öz kız kardeşi için bana arkasını döndüğünü," diye konuştu ağlayışlarının arasından.

Dudağımı ısırdım sertçe ve kafasını göğsüme gömdüm. "Seni bırakmazlar." diye kendimden emin bir şekilde konuştum. "Peki sen, neden böyle düşünüyorsun? Ne yaşadın da bu kadar güvensiz kaldın onlara?" diye fısıldadım.

Cevap vermedi, ben de sormadım. Uzun bir süre öylece durduk ve birbirimizin nefes seslerini dinledik. Odaya güneş yavaş yavaş vurmaya başlayınca yavaşça kalktım ancak Selin'in sesiyle durdum.

"Sabah... Yeniden benden nefret ediyormuş gibi mi bakacaksın?" diye sordu yutkunarak.

Arkamı dönmedim, bir cevap vermedim, senden nefret etmiyorum kendimden ediyorum diyemedim, kardeşim olmanı istiyorum diyemedim, seni abilerimle gördükçe kıskanıyordum diyemedim, yanımda ol diyemedim, yaralarını sarayım, yaralarımı sar diyemedim. En çok da seni seviyorum diyemedim diye pişmanlığımı yaşadım.

<>

Eroğlu, adımlarını sertçe basarak koridorları inletiyordu. Ardında üç korumasıyla birlikte, hızlı adımlarla belki de koşarak sevdiği kızın bulunduğu odayı arıyordu.

Üstündeki siyah gömleğin yakasını çekiştirdi ve koşarak danışmanın önüne geldi. "Selin Dinçsoy nerede kalıyor?" diye sordu sertçe. 

Kadın ona bakan genç adama baktı ve derince nefes aldı. Bugün bu kız için gelen belki de yüzüncü kişiydi. "Nerede kalıyor dedim sana!" diye sesini yükseltti çocuk. Düşünecek ne vardı? Direkt nerede kaldığına bakacaktı.

"Hastanemizin dokuzuncu katı Dinçsoylar için ayrılmış ancak izninizin olması-"

"Sikerler izni." diye tısladı ve hızla asansöre doğru adımladı. Attığı her adım içine kor gibi düşüyordu, onu delicesine yakıyordu.

Elleri stresten titreye titreye girdi asansörün kapısının açılmasını bekledi. Kapı açılınca karşılaştığı manzara, beklediğinin oldukça aksiydi. O an anlamıştı ki, Zemheroğulları ölüyordu. Her biri teker teker birer köşeye çekilmiş, onlar için ayrılmış onca oda varken koridordaki camın önünde kendilerine işkence çektiriyorlardı. İlk defa Nasuh Ağayı böylesine aciz görüyordu. İlk defa Dinçsoy erkeklerini bu denli berbat bir durumda görüyordu. Her birinin saçı sakalı birbirine karışmış, ağlamaktan gözlerindeki kızarıklıklar gözaltı torbalarını süslüyordu.

Kendinden emin birkaç adım attı ve birazdan onlar gibi çökeceğini bilmeden camın önüne geldi. Güzel sevgilisini cihazlara bağlı bir şekilde görünce yıkıldı. Dizleri titredi. Gözleri doldu. Ellerini, parmaklarını kıracak şekilde duvarlara tutunmak için kullandı ancak duvar bile onun ayakta durmasına destek olamıyordu. "Sarışınım." diye titrek bir sesle fısıldadı ve aynı anda gözünden bir damla yaş yere düştü.

Akif's Pov

Donmuş bir şekilde karşımdaki camı izliyordum yalnızca. Yapacak başka bir şeyim var mıydı, her şeyim cihazlara bağlı bir şekilde nefes alırken? 

Dolu gözlerimi elimin tersiyle sildim ve midemin ağrısını görmezden gelerek camın önünde durmaya devam ettim. Tamı tamına üç gündür kızım yoktu. Kızımın sesi, kokusu, canlılığı olmadan üç günü geçirmiştik. Daha doğrusu geçirmeye çalışmıştık ancak biz, Selin'in aslında bizim yapıtaşımız olduğunu anlamıştık. Aramızda geçmeyen on yedi yıl olması önemli değildi, o bizimle birlikte kaldığı bu bir belki de bir buçuk ayda bütün on yedi yılı silip atmıştı.

Ve şimdi hepimiz yarı ölüydük. Eşim bu üç gündür kimsenin yüzüne bakmıyor, kimseden destek kabul etmiyordu. Öyle ya, benim de durumum ondan pek farklı değildi. Hatta sadece biz de değildik bu şekilde yardım kabul etmeyen; Selin bütün aileye o kadar hissettirmişti ki hepimize ayrı ayrı 'en çok seni seviyorum' duygusunu, şimdi onun yokluğundayken üzülen yalnızca bizmişiz gibi geliyordu.

Kardeşlerim Selin'i kendi kızları gibi seviyorlar, çocuklarıysa bir o kadar kardeş olarak görüyordu Selin'i. Bunu tamı tamına üç gündür zorlasak da gitmemelerinden anlamıştım. Aynı şekilde onlar da bizi dinlenmemiz için eve göndermeye çalışmıştı ancak kızım buradayken ben nasıl başka bir yere gidebilirdim ki? 

Keşke varlığını öğrenmeseydik. Yokluğunun bu denli canımızı yakacağını bilemezdik.

Gözyaşlarım yeniden yanaklarıma akın ederken, gözlerimi biricik kızımdan ayırdım ve sırtımı cama yasladım. 

Herkesin durumu berbattı. Her biri bulunduğumuz katın bir köşesinde oturuyordu. Sadece oturuyordu. Ne kimse ağzını açıp konuşuyor ne de telefonla ilgileniyordu. Herkes işlerini bırakmış Selin'in uyanmasını bekliyordu. Bu arada Atakan uyanmış ve etrafı birbirine katmıştı, demek ki kazadan önce birbirlerini kabullenmişlerdi. Bir suçu olmamasına rağmen kendini suçluyor, uyanık kaldığı her an kendine zarar vermek için vakit kolluyordu. Berkcan da yıkılmıştı Selin'in uyanmaması üzerine. Oğlum durmadan ağlıyor, saat başı hıçkırık seslerini duyuyorduk ve en kötüsü ise elimden hiçbir şeyin gelmemesiydi. Ben, Akif Dinçsoy, yeraltının en önde gelen ismi, Dinçsoy şirketlerinin bir dönem yöneticiliğini yapmış ben, elimden hiçbir şey gelmeden yalnızca ağlayarak bekliyordum. 

Çınar'ı aradı bakışlarım. Küçük oğlumun da Berkcan'dan bir farkı yoktu ancak o, sessizliğini koruyordu. Ağlayınca bizden en uzak neresi varsa oraya kaçıyor, elinde Selin'in t-shirtü ile kendini yıkıyordu. Üç gündür dershaneye de gitmiyordu. Bu durum benim için önemli değildi, oğlumu en iyi özel okullarda okutabilirdim ancak Selin'in ilk geldiği zamanlarda okuduğu liseyi söylemesi üzerine Çınar o liseyi hedefleyip ablası gibi olmak için çalışmaya başlamıştı. Hepimiz şaşırmıştık çünkü Çınar ders çalışmazdı.

Köşede sinmiş Doruk'a ilişti gözlerim. Onun da bizden bir farkı yoktu ve ağlaya ağlaya gözlerinin altında mor halkalar meydana gelmişti çünkü üç gündür bir dakika bile kapatmamıştı gözlerini. Bora, yanına gittiği her an onu hızla yanından kovuyordu hatta bazen sesini bile çıkartmıyor ve onun yanında durmasını önemsemiyordu. İkisinin ilişkisini kabullenmem yaklaşık yarım yılımı alsa da kabullenmiştim ve şimdi onları bu şekilde görmek üzülmeme neden oluyordu ancak karışmadım.

Babam telefonunu kapattı ve yanımıza, ben ve kardeşlerim, adımladı. Yanıma ulaştığında durdu ve elini omzuma koyup sıvazladı sertçe. 

"Ne olmuş bavo?" diye sordum. 

Cevaplandırmadan önce sıkıntılı bir nefes almıştı. "Musa," dedi ve bakışları köşede oturan büyük oğluma çarptıktan sonra bize döndü.

"Ne olmuş Musa'ya?" diye sordu Korkut. Şüphesiz benden sonra kendini en çok mahvedenlerden biriydi o da.

"Kan çıkarmış oğul, kan. Gidip tüm aşiretleri tehdit etmiş, torunum uyanmazsa hepsinin evlatlarını teker teker öldüreceğini söylemiş." deyip sakallarını sıvazladı.

Kaşlarımı çattım. "Feyhanoğullarını tehdit etmeye gitmemiş miydi zaten?"

"Keşke yalnız tehdit etme olaydı. Gidip oğullarının kafasına silah dayamış." dedi ve sinirle kafasını salladı. "Madem dayadın o silahı, sıkıp dağıtacaktın tüm ailenin beynini de." dedi kendi kendine kızarcasına konuşarak. Bir süre kendisine kızdıktan sonra kararlılıkla bize baktı. "Selin uyandıktan sonra, bu işin içinde kim varsa hepsinin çocuklarını istiyorum sizden."

"Bavo, evlat acısı başkadı-" diyecekken sertçe sözüm bölündü.

"Onlar senin evlatlarına acıdılar mı amca!" diye bağırdı Fırat. Gözlerimi yumdum ve derince nefes aldım. 

Seyit hızla geldi ve karşımıza geçti. "Hepsini geberteceğim ben dede, hiç şüphen kalmaya." diye hırsla konuştu. 

Civan bana baktı. "Ağabey, biliyorum acın vardır ama bizim de acımız var; yeğenimin kanını yerde koyarsam anam gelip yüzüme tükürsün." 

"Hepsini karşınıza alacaksınız." diye konuştum ancak artık ne kendimdeydim ne de düzgün düşünebiliyordum.

Babam acıyla karışık tebessüm etti ve elini sırtıma koydu. "Varsın onlar karşımızda olsun, biz bize yeteriz oğul." 

<>

Musa, cama dayanmış zorlukla ayakta duran çocuğun yanına ilerledi ve hemen yanında durup camın içindeki kardeşini izlemeye başladı. 

"Burası Dinçsoyların katı, iznin olmadan giremezsin." dedi Musa lakin sesinde hiç tehdit tonu yoktu. Hoş, olsa da Poyraz anlamazdı ya.

Poyraz sertçe yutkundu sevgilisini izlerken ve elini kaldırıp camdan sevdiği kıza dokunurmuşçasına sürüklemeye başladı hafifçe. "Kim kıydı ona?" diye sordu zorlukla konuşurken. Çocukluğunun aşkını bu şekilde gördükçe mahvolmakla kalmıyor, eziliyordu bu ağırlık altında.

Musa, sorduğu soruyu görmezden geldi. "Kimsin?" diye sordu cevabını bilmesine rağmen. 

Genç adamın bakışları, ona bakmakta olan kara gözlere ilişti ve hemen ardından etrafında ona bakmakta olan Dinçsoy ailesine. Her biri nasıl bu şekilde perişan olabilmişledi? Demek ki haklarında söylenen her şey doğruydu. 

"Poyraz Eroğlu." dedi önce ancak yeterli gelmediğini düşündü. Konuşmaya devam edecekken Musa elini kaldırıp susturmuştu onu. Tüm ailenin içinde sevgili olduğunu söylerse hoş olmazdı. Poyraz için.

"Onu görebilir miyim?" diye sordu kendinden beklenmeyecek bir saflıkla. Bu kız, bütün ayarları ile oynuyordu ve Eroğlu, bunları bile bile ona izin veriyor, hatta ona yardımcı oluyordu.

Musa derin bir iç çekti kardeşine bakarak. "Henüz hiçbirimiz onun yanına gidemedik." diye konuştu kısık bir sesle.

Poyraz kaşlarını çattı. "Neden?"

Musa acıyla tebessüm etti. "Cesaret edemedik çünkü." dedi ve arkasını dönüp geldiği yere yeniden oturup odadaki kardeşini izlemeye başladı. Her şeye gücü yeterdi lakin kız kardeşini cihazlara bağlı bir şekilde görüp cevap veremeyeceğini bile bile onunla konuşmaya gücü yetemezdi. Bayılırdı, düşerdi belki de akli yetisini kaybederdi ancak yapamazdı.

Saatler geçti, Eroğlu Dinçsoyların bütün üyeleriyle tanıştı, Dilek Hanım biraz da olsa sakinleşti ve Doruk ile Selin hakkında konuşmaya başladı hatta ve hatta bu anılara birlikte gülmeye başladılar. Yavaş yavaş diğer aile üyeleri de bu sohbete dahil oldular. Küçük kızın sadece anıları bile onları güldürmeye yetiyorken, onu kaybetmeleri ne denli bir travma bırakırdı onlarda?

Onlar gülüşerek konuşmaya devam ederken, asansörün kapısı açıldı ve içeri hızla  bedenler girmeye başladı. Hıçkırık sesleri bütün koridoru yakıp geçiyordu. Gülüşen aileyi gördüklerinde durdular.

"Arkadaşım nerede?" diye fısıldadı Eda, ondan daha beter ağlayan ikizinin elini sıkı sıkıya kavramışken. 

Doruk derince yutkundu ve karşıdaki odayı işaret etti. Bu bile, Eda ve Yiğit'in annesinin bayılmasına yetmişti. Beyza Hanım hızla bir odaya alınırken, Eda doktor ile içeri girmek adına konuşmalarına başlamıştı ve birazdan Selin'in yanına girecekti. Izdırap gib geçen bu günlerin ardından sonunda biri cesaret etmişti ve hepsi biliyordu ki, Eda'dan sonra teker teker odaya girecekler, belki de odadan hiç çıkmayacaklardı.

Eda's Pov

Çoğu zaman hayatımdan dolayı şükreden bir kız olmuştum çünkü hayatım gerçekten harikaydı. Beni seven anne ve baba, harika biz ikiz, ne yaparsak yapalım arkamızda kapı gibi duran bir abi ve başarılarıyla beni kendine hayran bırakmış bir kız kardeş. Biyolojik olmasa da benim manevi kız kardeşim, ailemin manevi kızı. Ancak şimdi yoktu. Ne sesi, ne bedeni, ne de o güzel mavi gözlerinden eser yoktu ortada. Şen sesini duyamıyorduk.

Gözlerimdeki yaşlar delicesine yanaklarıma hücum ederken ellerim titreye titreye kapının kolunu kavradım ve açtım. İçeri girdiğim gibi vücudumun ağırlığını taşıyamayıp dizlerimin üstüne çökmüştüm. Birkaç saniye boyunca nefesimi düzene soktum ve kardeşimin yanına adımlayıp köşedeki tekli koltuğu yatağının dibine çektim ancak oturmadım, önce yüzünü izledim. Sargılı yüzünü, şişmiş yüzünü, normalde güzelliğiyle bütün okulu peşinden koşturan kızın bu hale gelmesini acıyla izledim. Kim bilir kardeşim ne kadar acı çekmişti o esnada.

Sakinleşmek adına sertçe dudaklarımı ısırdım ve koltuğa oturdum. "Ben geldim kardeşim." diye fısıldadım önce. Damla damla gözyaşlarım yanaklarımı çoktan ıslatmaya başlamıştı bile. "Bu şizofren niye kendi kendine konuşuyor, ben uyanık mıyım diyeceksin şimdi, ben seni tanırım." dedim ve acıyla gülüp burnumu çektim. "İnternette araştırdım, bizi duyabiliyor olma olasılığın varmış, ben de tüm olasılıkları kullanayım dedim." 

Elimi, cihazlara dolanmış olan parmağının üstüne götürdüm ve dokunmadan önce titrekçe nefes aldım. Çok zordu. 

"Beni ölümden kurtardığın günü hatırlıyor musun balkız?" diye sordum onun en nefret ettiği lakabı kullanarak. Belki her zamanki gibi buna sinirlenip bana kızardı ha?

Dudaklarımı sıkıca üst üste bastırdım ve dudağımın üstündeki gözyaşlarımı yaladım. "Sen her zaman hayatımda önemli bir yere sahiptin ama o olaydan sonra..."derince nefesledim. Konuşmaya, hatırlamaya gücüm yetmiyordu ama kardeşimin hayata tutunası için nedenlere ihtiyacı vardı. Kendini zorlaması için, benim ona mecbur olduğumu bilmesi lazımdı. 

Ben sana mecburum, bilemezsin'

Burnumu çektim ve Selin'in eline dokundum yavaşça. "Bir erkek yüzünden intihar etmenin ne kadar aptalca olduğunu söyleyip, düşmek üzere olduğum o çukurdan, uyuşturucu bataklığından beni kurtardığın için teşekkür ederim balkız. Bunu çevremdekilere söylemeyip beni küçük düşürmemek adına bin bir takla attığın için de." dedim ve yeniden burnumu çekip omuz silktim.  

Hareketsiz duran eline doğru eğildim ve gözyaşlarımdan ötürü ıslak olan dudaklarımı önemsemeden sıkı bir öpücük kondurdum ve ayaklandım. 

Yiğit's Pov

Yaşarken ölmek mümkün müydü?

Arkadaşımın kaza yaptığı ve komada olduğu haberini aldığım andan beri nefes alamıyordum. Hastaneye gelene kadar geçen süre boyunca, Selin'in hayatımda kapladığı yerin büyüklüğünün gerçekliğini daha iyi kavramıştım.

O benim yalnızca arkadaşım değildi. Aynı zamanda dostum, kız kardeşim hatta belki de ikizimdi. Kardeş olmak için kan bağına gerek yoktu. Biz zaten kardeştik.

Gözlerimi sıkıca yumdum ve arkadaşımın cansızmışçasına uzandığı yatağın yanındaki koltuğa attım kendimi.

"Nasıl geldin bu hale?" diye fısıldadım acıyla. "Canın çok yanıyor mu?" sanki cevap verebilirmiş gibi acizce sormuştum sorumu ancak ben de ne yapacağımı bilmiyordum ki.

Ellerimi kucağımda birleştirdim ve üzerimdeki bakışları önemsemeden Selin'e döndüm. "Eda... Seninle konuşmamı istedi. Uyanmana neden olabilirmiş bizim konuşmalarımız. Çok saçma değil mi?" diye burun kıvırdım sonda.

"Bütün ilklerimde yanımdaydın be kızım, hangi birinden başlayayım ki?" omuz silktim. "Cinsel yönelimimden emin olduğumda çevredeki tepkilerden deli gibi korkarken herkesten önce sen anladın, yanımda durdun, kimseye ihtiyacım olmadığını ve yanımda olduğunu söyledin, çevredeki tepkilerden korudun beni." dedim ve gözümde biriken yaşları sildim. "Orta sona giderken hep sen psikolojik destek verdin bana, sen olmasaydın bu kadar iyi bir lisede de okuyamazdım. Eda ile tartıştığımızda hep taraf tutmadan aramızı düzelttin. İlk sevgilimi sen ayarladın. İlk kez senin yanındayken rahatça hıçkıra hıçkıra ağlayabildim, ilk kez senin yanındayken kahkahalarla gülebildim." dedim ve farkındalıkla ve gözlerimden akan yaşlarla Selin'in elini kavradım. "Gitme Selin, yalvarırım gitme, hayatımdaki en temel insanlardan birisin, sen olmadan nasıl ayakta duracağım ben?" dedim ve hıçkırdım. "Keşke senin yerine ben olsaydım bu durumda." dedim ve yeniden hıçkırdım. "N'olur uyan Selin, sana yine ihtiyacım var!

Bir süre hıçkıra hıçkıra ağlamış, artık kalkmam gerektiğine emin olunca zaten beni bekleyen kalabalığa girmiştim.

Çınar's Pov

"Abla," diye fısıldadım ağlayışlarımın arasından. "Ne hale gelmiş yüzün?" dedim ve hıçkırarak da olsa koltuğa yerleşip ablamın elini sıkıca kavradım. Gidecekmiş gibi. Bir daha tutamayacakmışım gibi.

Burnumu çektim. "Abla, doktorlar uyanmayacağını söylüyor ama sen uyanacaksın biliyorum ben! Nasıl doktor olmuş bunlar? Sen olsaydın birlikte onlara zorbalık yapardık." dedim ve konuşamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. 

"Uyan abla! Ölmeni istemiyorum. İlk defa gerçekten harika bir ablaya sahip olduğuma emin olmuşken, sevildiğime emin olmuşken gitmeni istemiyorum hem," dedim ve burnumu çektim yeniden. "Hem bana sinema sözün vardı hani? Senin için söz hani senetti? Sözünü tutmadan sana bir şey olursa seni affetmem bak." dedim ve ağlayışlarım yerini iç çekişlere bırakana kadar devam ettim.

"Ben... Benim hiç iyi bir lise gibi hayalim yoktu biliyor musun?" diye sordum cevap beklemeden. "Sen gelince bir de İstanbul'u o kadar sevince geri dönersin diye düşündüm," dedim ve gözümdeki yaşları sildim. "Seninle birlikte İstanbul'a gitmek için o liseyi kazanmam gerektiğini düşündüm abla. Sensiz çok büyük boşluktayım ve hiçbir şey yapamıyorum, derslerim düşerse bana kızmazsın değil mi?" burnumu çekerek sordum biricik ablama. Bir daha hiç cevap vermeyecekti ki o bana. 

Gözlerimi sıkıca yumdum ve hızlı adımlarla kapıya yöneldim.

Dilek's Pov

Kızım ölüyordu.

Elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Israrla arayan annemin telefonunu açtım ve telefonu kulağıma koydum. "Anne yeter! Benim acım zaten bana yetiyor, buraya gelmeniz bir şey değiştirmeyecek!" diye sinirle konuştum. Artık ağlayamıyordum bile. 

Önce hattın ucunda sessizlik oluştu ardından annem konuştu. "Kizum, canın yanay biliyrum ama nedeyum daha cormediğım torunum kaza geçiriy, ha sen soyle ben nasi durayım? Zaten ha babanı da zor tutayrum ayağı kaldırmış bütün Gumuşhane'yu." diye söylendi.

Ağrıyan başımı sıktım. "Bekleyin anne, kızım uyanınca biz geleceğiz ziyaretinize." dedim kendimden emin bir şekilde. Uyanacaktı benim kızım. Güçlüydü, annesine çekmişti, ailesine çekmişti.

"Bekliyruz kizum bekliyruz, hatimler okutturdu baban sayamadık bile sayısını. Hadi, selam söyleyesun bizim uşaklara, Allah yardımcımız olsun." dedi ve telefonu kapattı. O sırada Akif yanıma gelmişti.

"Karıcığım." dedi güçsüz bir ses ile. Ne halde gelmiştik biz böyle? Ailemiz paramparça oluyordu ve ne buna dur diyebiliyorduk ne de elimizden bir şey geliyordu. 

Dünya'nın bütün malları bile sizin olsaydı, küçük nedenler sonunuz olabiliyordu. Tıpkı benim küçük kızım gibi. 

Ayaklandım. "Çınar çıktı mı?" diye sordum koridora bakarken.

Yanıma geldi ve bana sıkıca sarıldı. Normalde Akif bana sarıldığında içinde bulunduğum zaman algısını bile unutur duruma gelirdim ama olmuyordu. Unutamıyordum. Kızım olmadan aldığım tek nefes bile eziyet gibi geliyordu. "Girecek misin?" diye fısıldadı. Yalnızca kafamı sallayarak cevap verdim.

Adımlarımı kızımın odasına ilerlettim ancak attığım her bir adım, karnıma kramplar girmesine neden olacak kadar sancılıydı. Nasıl sınanıyorduk biz? Bu nasıl bir sınavdı? Bunca yıllık hayatımda birçok acı tatmış olsam da, evlat acısının bir başka olduğunu da en kötü şekilde tecrübe etmiştim.

Kapının önüne geldiğimde ailemizden oluşan kalabalığa bakarken gözlerim doldu. Annem hızla beni kendine çekti. " Dê derbas bibe, em ê van rojên dijwar derbas bikı. (Geçecek, bu zor günleri atlatacağız.) " dedi ağlayarak zorlukla. Kafamı salladım ama ne kadar inanıyordum ben buna?

Gözlerimi sıkıca yumdum ve kapıyı açıp içeri girdim. Odadan çıkan herkesin teker teker kendini kaybetme nedenlerini anlıyordum. Kızımı peri gibi görmek istediğim için beyazlar içinde yolladığım düğünden, kanlar içerisinde bana geri dönmüştü ve şimdi ise güzel yüzünün geldiği hal, bana dayanılmaz bir acı veriyordu.

Vücudum titreye titreye koltuğa oturdum ama önce örtüyü biraz daha çektim kızımın üstüne. Benim bile üşüdüğüm odada kim bilir o ne kadar üşümüştü. Elimi kızımın elinin üstüne koydum ve sıkıca öptüm, şu son günlerde kokusuna hasret kalmıştım, konuşmalarına, evin içerisinde kahkahalarla koşmalarına hasret kalmıştım. Yalnızca ben değil, tüm ailemin durumu aynıydı. Selin Dinçsoy, hayatımıza aniden girmişti ve şimdi çıkacak olma düşüncesi bile kendimi kaybetmeme neden oluyordu.

Gözyaşlarımı sertçe sildim ve gülümsemeye çalıştım zorlukla. "Kızım," dedim sonunu uzatarak. "Annen geldi bak, yalnız değilsin. Sakın kendini yalnız hissedeyim deme," dedim ve acıyla hıçkırdıktan sonra devam ettim. "Terlikle peşine veririm bak." diye konuştum zorlukla. Sesim kesildi, zorlukla fısıldadım. "17 yıl yoktun zaten, bir 17 yıl daha yokluğunla sınama bizi. Dayanamayız buna," dedim ve kafamı salladım hızla. " Benim kızım güçlüdür, kuvvetlidir, hem nasıl yere sermiştin sen Bahadır'ı hatırlıyor musun?" dedim acılı bir tebessümle. 

"Biz kim olduğumuzu unuttuk senin yokluğunda, sen unutma Selinim." dedim ve ayaklandım. Gözüm kararırken elimi hızla duvara attım ve temkinli adımlarla dışarı çıkıp kendimi kan kardeşim olmasa da, can kardeşim olan kadınların kollarının arasına attım.

"Ben de Selin'i göreceğim." diyen Eroğullarının müstakbel ağasıyla birlikte baygın bakışlarım ona doğru döndü. Bizim cevap vermemize kalmadan Adil konuşmuştu, "Burada kalmana bir şey demedik diye sınırlarını aşma Eroğlu, Selin uyansın görürsün." dedi sert bir şekilde.

Poyraz alayla güldü ama gözlerindeki acı barizdi. Bu kadar çok mu seviyordu kızımı? 

"Senden önce ben vardım Dinçsoy, Selin uyanınca da görürüm şimdi de göreceğim." diye konuştu.

Adil ona cevap verecekken bağırış sesi ile birlikte hepimizin bakışları aynı yöne dönmüştü. "Yeter! Kardeşim içeride belki can çekişiyor ama siz sabahtan beri kavga ediyorsunuz! Bizim acımız bize yetiyor, defolun başka yere!" diye hastane koridorunu inletmişti Atakan'ın bağırışı.

Gözlerim diğer sarışınımı aradı. Herkes kavga ederken ben ayaklandım ve oğlumu aramaya başladım tüm koridorda ama yoktu. Adımlarım hızlandı çünkü ne yapacağı belli değildi, Selin'in yokluğu hepimizden çok onu etkilemişti.

Koşarcasına adımlarımla ilerlerken, bir yandan gözyaşlarımı silmekle uğraşıyordum. Yangın merdivenlerinin önünden geçecekken gelen hıçkırık sesiyle duraksadım ve kendimi direkt merdivenlerin olduğu yere attım. 

Selim, elinde sımsıkı bir şekilde bir defter tutuyor, merdivenin son basamağından aşağı bakıyordu. 

"Oğlum!" diye bağırıp onu kendime çektim direkt. Kollarımı sardım ve sanki daha fazla sarabilecekmişim gibi sarıldım ona. "Ne yapıyordun oğlum burda, Selin'in acısı yetmedi bir de ben mi acı yaşatayım dedin oğlum!?" diye ağlamalarımın arasından konuşuyordum.

Sesli bir şekilde ağlamaya başlamıştı. Hıçkırıklarının arasından konuştu. "Dayanamıyorum anne, dayanamıyorum! Günlüğünü buldum evde, neler neler yazmış baksana! Anne, ona bir şey olursa ben de," dedi ama konuşmasına izin vermedim ve sarmaladım onu hızla. Saçlarını okşamaya başladım şefkatle ve kendimden beklemediğim bir metanetle konuştum. "İyi olacak, uyanacak. Sen ikizini tanımıyor musun nasıl güçlüdür o?" gözlerimi sıkıca yumdum.

On beş dakikanın ardından Selim'i bir odada uyutmuş, şimdi de elimde günlükle oturuyordum ama açmıyordum. Açamıyordum. Tek başıma okumaya cesaret edemezdim. Kafamı kaldırdım, Akif'in yanına gitmeye karar vermişken, o sanki hissetmiş gibi yanıma gelmişti.

Konuşmadı. Konuşmadım. Günlüğü eline uzattım okuması adına, hiçbir şey sormadan aldı ve sayfalarını teker teker karıştırıp bir sayfada durdu.

"Sevgili günlük,

Pekala, biliyorum çok klasik bir giriş ama klişeye sormuşlar neden klişesin diye, çok tutuyorum da ondan demiş," 

Bu cümleyi okuduktan sonra ikimiz de istemsiz bir şekilde gülmüştük.

"Neyse işte, bugün konağın korumasının sırtını yere indirdim. Alkış seslerini duyabiliyorum, tenks tenks tenks. 

Ama biliyor musun günlük? Hoşuma giden şey, korumanın sırtını yere indirmek değil, Akif Bey ve Dilek Hanımın bana o bakışlarla bakmalarıydı galiba. Nasıl bakıyorlar diye sorma, ben de bilmiyorum. Bu aile mevzularında pek bir şey bilmediğimi en iyi sen biliyorsun zaten. Abime kardeş olmak dışında hiç rolüm olmadı *omuz silken emoji*

Neyse işte sadece bunlar olmadı, bugün aşırı eğlendim! Barlas, Selim, Berkcan ve Çınar ile birlikte amcamızın olan bir kebapçıya gittik. Üstüne üstlük dedem olduğunu bilmediğim adamla karşılıklı halay çektik! 

Barlas'ın bana olan davranışlarını çok seviyorum, biliyor musun? Sanki incinecekmişim gibi hep tetikte davranıyor. Daha ikinci günümüz birlikte geçirdiğimiz ama hayatımdaki birçok uzun zamanlı insandan daha samimi geliyor bana. Belki de sevilmeyi istediğimdendir, bilemiyorum.

İnsanlar dışarıdan bana baktıklarında güçlü bir kız gördüklerini söylüyorlar. Değilim, günlük, hem de hiç değilim. Dışarıdan gelen en ufak ilgiye açık olan aciz bir kız çocuğuyum, neden benden çok şey bekliyorlar anlamıyorum.

Akif bugünün bittiğini başka bir sayfaya geçerek gösterdi. O sırada gözyaşlarım her zamanki gibi akmaktaydı.

"Selam günlük,

Bugün pek eğlence yok. Kendime bir itirafta bulunmaya geldim.

Keşke Dinçsoylarla birlikte büyüseydim.

Dilek Hanıma anne demek çok zor, Akif Beye baba demek çok zor, hak ettiğini bilmeme rağmen Barlas'a abi demek çok zor, Berkcan ve Çınar'a nasıl davranmalıyım? Ya onları kırarsam? Selim'e nasıl davranacağımı bilememek çok zor! Atakan ve Cenk'i anlıyor olmak hepsinden daha zor!

Selim, benim ikizim ama ona nasıl davranacağımı bilmiyorum, sanki yeni tanıştığım biriymiş gibi çekiniyorum ama onun hissettiği her şeyi ayrıntısına kadar hissedebiliyorum. Bana baktığında kalp atışlarının hızının artığını hissedebiliyorum, ona değil de Barlas'a daha fazla ilgi gösterdiğimde kırıldığını anlıyorum ama yemin ederim ki isteyerek olmuyor. Ben nasıl davranacağımı, ne yapacağımı bilemiyorum ki. Öyle bir karanlıktayım ki, ışığım dediğim abim de benden o kadar uzakta ki, kaybolduğumu bile yeni yeni fark ediyorum.

Ama bildiğim tek bir şey varsa, bu kısa zamanda hepsine ayrı ayrı alışıyor olmam çok korkunç. Onlara alışamam, abimin yanına geri döneceğim. 

Çınar bugün yanıma gelip onu çalıştırmamı istedi. Buna tabii ki çok sevindim ama çalıştırdığım esnada hep elim ayağım birbirine karıştı. Evet, fark etmedi çünkü duygularımı mizah ile örtmeye çalışıyorum. Acınası durumdayım, kurtaranım yok, kimsenin yanıma yaklaşmasına izin bile vermiyorum.

"Bir başka güne geçiyorum," dedi Akif, yalnızca kafamı salladım ve başımı omzuna dayadım destek almak istercesine.

"Bugün Bora'ya abi dedim ama yanlış yapmış gibi hissediyorum.

Direkt girdim ama içimi kemiren bu düşünceyi bir yere yazmam gerekiyor çünkü kendimi kötü hissediyorum. 

Önce Barlas abime abi demem gerekiyordu ancak Bora'ya söyledim. Pekala, yanlışlıkla ve ağzımdan kaçan bir anda söyledim çünkü!

Yeni bir adam geldi ve diğerlerinin aksine bana sarıldı. Bana. Sarıldı. Ne hakla iznim olmadan bana temas eder? Tamam bunları geçelim, nasıl Bora'ya el kaldırmaya cüret eder? O an, o kadar sinirlenmiştim ki kendimi tutamadım ve direkt kendimi önüne attım, adam direkt bana sarıldı.

"Selam günlük,

Bugün kendimi iğrenç hissediyorum. İlk defa bu denli kendimi kaybettim ve büyük bir hata yaptım. Kendimden büyük bir adama el kaldırdım ben günlük... Keşke el kaldırmakla kalsaydım, ben Atakan'a yumruk attım. Berbat bir insanım.

Onu anlıyor olmama rağmen, tüm güvensizliklerini en iyi şekilde anlıyor olmama rağmen nasıl olur da sinir anında kurduğu cümlelere karşı böyle ani bir tepki verebildim?

Ben artık ben olmaktan çıktım günlük, artık abim de yanımda yok ve yalnız başımayım ama galiba Barlas abim yanımda... Ve tabii Bora da, Cihan da ve biliyor musun Selim de yanımda. İlk defa bu kadar uzun süreli konuştuk, ona en iyi şekilde ikiz olmaya çalışacağım çünkü bunu hak ediyor! 

Ay bir de unutmadan, artık annemle babam var! Ne diyor bu aptal kız diyeceksin, biliyorum biliyorum ama Dilek Hanım ve Akif Bey yok artık, anne ve babam var. 

Bir yerden kaybederken başka yerden kazanıyorum ama umarım Cenk'i de kazanırım. Acılarına ortak olmayı istiyorum, yalnız başına kalması hoşuma gitmiyor.

777

"Selam günlük,

Bugün ilçemiz için önemli olan bir maçı kazandım. Bütün ailem çok mutlu oldu! Anlatmayı unuttum, artık geniş bir ailem var. Neredeyse hiç yalnız olduğumu hissetmiyorum çünkü beni tek bir an bile yalnız bırakmıyorlar.

Her neyse buraları skipleyebilir miyiz pilis? 

Maçı kazandım ama önemli olan neydi biliyor musun? Kazandıktan hemen sonra ilk defa abime değil, babama koştum. Hoş artık bir abim var mı emin değilim ama o farklı bir konu ve başka bir sayfada buna değindim, şu an uğraşamam.

Babam benimle gurur duyuyor. Bu, kazandığım bütün ödüllerden bile daha değerliydi benim içi-" dedi ama kelimenin yarısında hıçkırarak ağlamaya başladı. Selim uyanmasın diye sessiz bir şekilde ama sarsılarak ağlıyordu. Defteri elinden aldım ve ben devam ettim okumaya.

"Annem bununla bütün Antep'e övünecek galiba ahah, belki birlikte övünebiliriz hem yakışıklı bir aşiret ağası bulabilirim bu şekilde.

Musa bana çok değer veriyor. Onun bana verdiği değere karşılık verememe düşüncesi beni çok korkutuyor ama vereceğim, vermeye çalışacağım sadece şu an korktuğum bir konu var.

Ben tehdit ediliyorum.

Keşke kendimle tehdit edilseydim ama beni ailemle tehdit ediyorlar. Özellikle Atakan üzerinde durulan bu tehditlerin gözümü korkutmak amacıyla olduğunu düşünsem de, gerçekse bütün hayatım boyunca kendimi suçlarım bunun için. Bu yüzden babam, Musa ya da dedem ile konuşmam lazım. Onlar bizi her koşulda korurlar. Ailemizin süpermenleri onlar galiba.

Bu ve bunun gibi birçok sayfada anlatmıştı kızım kendisini. Bugün onu anlamıştım. Daha iyi anlamıştım değil, ben ilk defa kızımı gerçek anlamda anlamıştım. Ve bir de tehdit olayları vardı. Babam ya da Akif ile konuşacağını söylemiş ve muhtemelen bu mevzu da arada kaynamıştı ama söyleseydi bile pek bir şeyin değişeceğini sanmıyorum çünkü düşmanlık bile şerefli bir şekilde yapılır ama bu, Feyhanoğullarının yaptığı şey şerefsizlikti. Benden evlatlarımı alacaklardı. Bir daha hiç dönmemek üzere.

Ama ben ne yapacağımı biliyordum, yalnızca kızımın uyanması kalmıştı geriye. Onlar karşılarına kimi aldıklarını bile bile bize hata yapmışlardı ve ben, kızım ile oğlumun acı çektiği her dakika için onların canına okuyacaktım. 

<>

Ve günler geçti, koca Antep Dinçsoyların haberiyle sarsıldı sarsıldı ve sonunda kalan tek şey, Zemheroğullarının harabesi oldu. Harabe yalnızca Dinçsoy ailesinin değildi, bütün Zemheroğulları aşireti koca bir harabeye dönmüştü. İnsanlar gülemiyordu, Dinçsoyların acısını kendi acılarıymış gibi yaşıyorlardı çünkü vefakarlardı, çünkü nankör değillerdi, çünkü Nasuh Dinçsoy onların her daim yanlarında olmuştu. Şimdi, yıkılmaz çınar denen adam parçalar halinde dağılmıştı.

Atakan Dinçsoy, oturduğu psikolog koltuğundan ayaklandı ve kapının çıkışına ilerledi. Doktor, arkasından bir daha buluşacaklarına dair bir şeyler zırvalasa da takmamıştı. Ne önemi vardı ki? Kardeşinin yaşamayacağı kesinleşirse o da kendini öldürecekti.

Kliniğin önünde onu bekleyen arabaya doğru ilerledi ve arabaya bindi. Abileri, onun yalnız başına araba sürmesine izin vermiyordu. Atakan arabadan korkmuyordu, arabaya binmek gibi bir travması çıkmamıştı ortaya. Hoş, daha fenası olmuş, yaşayan ölüye dönmüştü. Çok sevdiği ve zorluklarla başardığı işini bırakmak istemiş ancak ailesi izin vermemiş ve ona uzun süreli bir izin almışlardı. 

Arabayı süren şoförün bakışları genç Dinçsoyun üzerinde dolanıyordu durmadan. Eskiden onunla sohbet eden adam, artık yüzüne bile bakmıyordu. Haklıydı tabii, kız kardeşinin durumundan fena halde etkilenmişti.

Yaklaşık yarım saat sonra hastaneye geldiğinde direkt olarak arabadan indi ve hızlı adımlarla kardeşinin bulunduğu kata doğru ilerledi. İstisnasız her gün onun yanına geliyor, gün içinde ağzını bıçak açmayan Dinçsoy kardeşinin yanında papağana dönüşüyordu. Susmuyor, bazen kurduğu cümlelere Selin'in vereceği tepkileri düşünüp gülüyordu.

Koridorda Doruk, Musa ve Cenk'i görmesiyle yüzünü buruşturdu. Kardeşiyle beş dakika bile yalnız kalamayacak mıydı? 

Kendi içinden söylenmeye devam ederken, asansörün kapısı yeniden açıldı ve içinden Barlas, Onur, Konur, Adil, Caner ve Kaya indi. Atakan yeniden gözlerini devirmişti. 

Abisinin yanına ilerledi kaşları çatık bir şekilde. Hoş, her zamanki haliydi ya bu zaten. Musa, Atakan'ı görünce gülümsedi. "Biz de bu ne zaman gelecek diyorduk." deyip Doruk ile karşılıklı gülümsedi. Bu ikisinin arasından da su sızmıyordu, altından ne çıkacağını hayli merak ediyordu.

Atakan onları önemsemeyip Selin'in odasına ilerleyecekken Doruk onun kolundan tutmuştu. Doruk şefkatle gülümsedi ve dudaklarını üst üste bastırdı. "İçeride Selim var, rahatsız edilmek istemedi." dedi ve ardından devam etti. "Hem senin randevun varmış, yemek yiyip geldin değil mi?" diye sordu sonda sertleşen sesiyle.

Atakan sorusunu cevaplayacakken arkadan gelen sesler buna izin vermemişti. "Abilerin aslanına, aslanların abisine Civan amcamın kebapçıdan dürüm getirdim!" diye içeri Berkcan girmiş ve Atakan'a uzatmıştı elinde tuttuğu poşetleri.

Atakan yüzünü buruşturdu ve Berkcan'a baktı. "Sadece bana getirmişe benzemiyorsun." dedi ve kafasını salladı.

Berkcan uzun zaman sonra ilk defa gülüyordu. "E abi tabii sana getirmedim hepsini. Abimler sabahın köründen beri buradalar onlara da getirdim." 

Atakan'ın elindeki poşetler sertçe çekilince direkt sağına döndü. "Hoop! Alayım ben bunları abim, bilün mü açlıktan öldüm!" dedi Cenk ve poşetleri kavrayıp koltuklardan birine çöküp zevkle yemeğini yemeye başladı. Ne sikim dönüyordu burada? Neden herkes bu kadar neşeliydi?

"Neden bu kadar mutlusunuz! Selin içeride ve hala uyanmadı!" diye sertçe konuştu Atakan.

O sırada kapı açılmış, Selim hafif bir tebessümle onların yanına gelmişti. Yüzünün kırmızılığından belliydi ağladığı. "Hoş geldin abi," dedi tebessümü yerini korurken. Bakışları yemek yiyen Cenk'e dönünce hızla yanına ilerledi. "Lan abi, insan bi haber verir be!" deyip o da gömüldü.

Atakan nefretle onlara bakıyordu ama onun aksine Barlas gülümsüyordu. "Doktorla konuştuk bugün." dedi önce, ardından gözleri doldu ve elleriyle sildi. "Selin'in uyanacakmış, şu an yorgunluktan dolayı bu haldeymiş, hayati bir tehlikesi kalmamış!" demişti heyecanla. 

Atakan'ın bakışları direkt olarak abisine dönünce inanmazcasına baktı ona ama hepsi oldukça mutluydu. Doruk kollarını açtı ve Atakan hızla kollarının arasına girdi. "Sonunda," diye fısıldadı.

<>

Doruk, kız kardeşinin yanına gelmişti.

Gece saat üç buçuk olmasını önemsememiş, kendini berbat hissettiği için koşarak kardeşinin yanına ilerlemişti ve şimdi de odasında sessizce oturuyor, onu izliyordu.

"Ben anladım biliyor musun kızım, herkesin yalan olduğunu anladım. Sana hepsinden daha çok değer verdiğimi anladım." deyip omuz silkmişti. Bunlar zaten bildiği şeylerdi ama unutmuştu. Bora'ya davranışları bazen Selin'e olanlardan daha baskın çıkıyordu ve biliyordu ki Selin sorguluyordu.

Derince nefeslendi. "Hadi be abiciğim, uyan artık ha? Bak ailenle de iyi anlaşmaya başladım. Musa'ya abi bile diyorum ben," deyip gülmüştü kendi kendine. "Kız kardeşimi kıskandığım adamların birden kardeşim olması ne komik." diye mırıldandı. "Onlar harika insanlar... Berkcan ve Çınar beni diğer abilerinden ayırmıyor, sadece onlar da değil, diğerleri de sanki hep onlarlaymışım gibi davranıyor. Özellikle Akif Amca ve Dilek Abla, öz çocuklarıymışım gibi davranıyorlar." 

"Annemler aradı geçenlerde." dedi ve sıkıntıyla nefes aldı. "Seni özlemişler." elini şakağına getirdi ve sertçe sıvazladı. "Babam kendini sana affettirebilmek için her şeyi yapacağını hatta sana yalvarabileceğini söyledi." dedi ve durdu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra devam etti. "Kaza yaptığını söyleyince Antep'e gelmek istediler, beni dinlemeyeceklerini söylediler ama bir şekilde durdurdum. Sen nasıl bir şeysin Selin? Elini veren kolunu kaptırıyor, nasıl herkesi kendine bu kadar hayran bırakabiliyorsun kızım?" kardeşinin elini tuttu ve kokulu bir öpücük bıraktıktan sonra elini yavaşça yatağa bıraktı. 

Oturduğu koltuğa yeniden yaslandı. "Ben değiştim kızım. Zorlukla da olsa, senin olmadığın bu günlerde birçok şeyin farkına vardım, Bora ile şu an ilişkimize ara verdik. Cihan değişti. Tepki bile vermiyor kimseye hatta yanımıza hiç gelmiyordu ama aramız artık çok daha iyi. Cenk değişti. Namaza bile başlamış, görünce kalp krizi geçirecektim. Musa abim değişti, sana gösterdiği şefkat yok artık gözlerinde. Ve Atakan değişti hem de çok değişti. Konuşmuyor, zorlamazsak yemek yemiyor, işe gitmiyor ve konu her senden açıldığında direkt sohbete dahil oluyor. Seni bekliyoruz küçük Dinçsoy, hepimiz seni bekliyoruz." dedi ve son kez yatakta cihazların arasında uzanan kıza bakıp derin bir iç çektikten sonra ayaklandı.

Acaba eve mi gitseydi yoksa Cihan ve Barlas'ı uyandırıp onu zorla kebapçıyı açmaya mı götürseydi? Şu son günlerde Korkut Amcası*nın yanında çalışmaya gidiyor ve kafasını dağıtıyordu. Ama Barlas uyanınca çok huysuz oluyordu, uyanırsa ebesini belleme olasılığı vardı. 

Kafasındaki düşüncelere güldü ve onları defetmek namına kafasını iki yana sallayıp kapı kolunu kavradı. Demirden kol, onun sıcaklığının aksine etrafa soğukluk yayıyordu. Kolu çevirdi ve çıkacağı an, duyduğu sesle yerinde çakılı kaldı.

"S-su." 

Hızla arkasını döndü ve kardeşine doğru koştu. Saniyeler içerisinde gözlerinde yaşlar birikmiş, çoktan aşağı akmaya başlamıştı bile. Komodinin altında bulunan mini buzdolabını açtı ve içinden su çıkartıp hızla bardağa doldurdu. Kardeşi henüz kendine tam gelememiş, gözleri gelen ışığa alışamadığı için yarı kapalı halde duruyordu.

Gözlerinden yaşlar akmakta olan Doruk, özenle bardağı kardeşinin ağzına yaklaştırdı. Selin, refleksle geri çekilmiş olsa da, kısa bir süre sonra kupkuru dudaklarına su ile can vermişti.

Selin'in gözleri tam anlamıyla açıldığında önce etrafına bakacaktı ki, ona sarılan bir çift kolla dumura uğramıştı. Doruk, kız kardeşinin kokusunu içine çekiyor, aynı zamanda saçlarını okşuyor ve ağlıyordu. "Sonunda uyandın, sonunda uyandın!" diye sayıklıyordu.

Doruk gülerek Selin'den ayrıldı ve telefonuna sarıldı hızla. "Onlara haber vermem lazım!" dedi gülüşlerinin arasından.

Önce Musa'yı aradı. İlk çalışta açmıştı telefonunu. O da uyumuyordu kazadan beri.

"Abi!" diye heyecanla girdi konuşmaya. "Selin uyandı! Selin uyandı!" kendi kurduğu cümleye inanamıyordu.

"Ne?" diye fısıldadı Musa ve hemen ardından telefonu kapatıp önündeki alkol şişesini bir kenara atıp hızla ayaklandı ve odasından koşarak çıktı. Kahkahalarla gülüyor, buna tezat olarak gözlerinden yaşlar akıyordu. 

Koridora gelince mutlulukla bağırdı. "Selin uyanmış! Kızım uyanmış!" bu zafer çığlığıydı. Dinçsoylar, bir aydır vermiş oldukları savaşı kazanmışlardı. 

Koşarak merdivenlerden indi ve anne babasının odasının önüne gelince annesi zaten kapıyı açmıştı. Uyku mahmurluğuyla şaşkınlıkla oğluna baktı. "Ne oluyor oğlum?" diye sordu. Musa'dan beklenmeyecek bir hareketti bu.

Musa cevap verecekken babasının da gelmesiyle birlikte ikisine de baktı önce dolu gözleriyle. "Uyanmış." diye fısıldadı az önceki bağırışlarının aksine.

Dilek Dinçsoy elini ağzının önüne kapatmıştı şaşkınlıktan. Hızla eşine döndü ve kocaman sarıldı. "Bitti Akif bitti! Kızım uyanmış!" 

<>

Konur, üstündeki yorganı tekmeleyerek ayaklanacakken karanlığın içerisindeki silüetin gözüne çarpmasıyla hızla duraksadı ve yorganını üstüne çekti. Uyuyormuş gibi yapması en iyiydi ama aşağıdan da sesler geliyordu.

Önündeki silüet aşağı eğilince sessiz bir küfür savurdu havaya. Silüet aynı hareketi bir kez daha yapınca dayanamamış ve köşedeki bibloyu eline alıp kavramıştı ama götü de yemiyordu. Yanında uyuyan Kaya'yı deşercesine dürttü ama Kaya ceset gibiydi ve tepki vermiyordu!

"İŞ başa düştü, Allah'ım yardım et." diye fısıldadı ve "Allah-ü Ekber!" diye çığlık atıp silüete doğru uçan tekme savurdu. "Allah Allah Allah Allah! Allah'ım yardım edenze!" diye bağırışlarının arasından silüete vururken, ışık açılmış ve Berkcan koşarak içeri girmişti.

Altındaki silüete baktı ve hızla kalktı. "Lan, lan ben senin ebeni sikmezsem bana da Cenk demesinle Konur! Ulan orospu, ulan orospu! Ağız tadıyla sabah namazımızı kılmayalım mı lan! Münafıkiyetini siktiğimin kaçma ebeni sikeceğim! Sabaha küfrederek başlatan her bir organizmanı sikim sikim sikeceğim Konur!" diye bağırıp Konur'un üstüne atladı Cenk ancak Berkcan'ın kurduğu cümle ile durmuştu. 

"Ablam uyanmış abi ablam! Kalkın da hastaneye gidelim, Barlas abim Musa abimi duyduğu gibi koşmuş hastaneye!"

Ve işte karışıklık.

<>

"Al bismillah, al kardeşlerin gülü şunu da ye, bak Selin senin vücudun biraz daha güçlenmesi lazım he gülüm, şunu da ye. Aaa bak Korkut amcam darılı vallahi de-"

"Ya Cihan abi bir dur, Civan amcamın kebaplarını ye güzelim hadi Barlas abisi kurban olsun kardeşine. Tamam güzelim bak ayranın da var, al şunu, Doruk ağğğbii! Ayran getir hele şurdan!" diye Cihan ve Barlas durmadan Doruk'a emirler veriyor ve Selin'i doyurmak adına kebap tıkıyorlardı ağzına.

Selin, kış için hazırlık yapan sincap misali yanakları dolu doluyken elini ağzının önüne getirdi ve kahkaha attı. Ağzındakileri çiğnedikten sonra Doruk abisine döndü. "Çalış köle!" deyip güldü ve Cihan abisine baktı. "Ay çok yorulmuşum uyurken biliyo musunuz? Doruk abi, çok özlemişsin he sen beni." dedi elindeki ayranı alırken.

Doruk, Selin'in söylediğine güldü. "Nereden anladın onu cadı?" diye sordu keyifle.

Selin omuz silkti. "Sana köle dedim ve hiçbir tepki vermedin aloo! Of siz çok sıktınız beni, istediğim her şeyi niye yapıyorsunuz siz?" diye sordu merakla.

Barlas göz devirmek istemese de göz devirmişti. "Hani büyük bir kaza atlattın, ödümüzü kopardın ya güzelim, belki ondandır." 

Selin güldü. "He doğru unutmuşum ben. Bu arada annemle, babamla ve Selimle konuşmadığımı onlara iletirseniz very sevinirim pilis." dedi ve yüzünü sinirlendiğini belli edercesine kırıştırdı.

Cihan kardeşinin yeni uyanmasına rağmen olan yüksek enerjisine gülerken sordu, "Niye küsmüşsün onlara? Geliyorlar işte yoldalar." 

"Günlüğümü okumuşlar abi günlüğümü! Ulan kendi günlüğümüze de güvenemeyeceksek kime güvenelim!?" diye hararetle konuştu.

"Yavrum sen nereden biliyorsun bunu?" diye merakla sordu Barlas.

Selin yüzünü buruşturdu. "Yanıma gelip konuşurken duydum abi, zaten ben anlamadım ki sizi, hepiniz şizofren gibi yanıma gelip konuşup konuşup gittiniz. Bir de ağlıyorsunuz, yav ölmek üzere olan birinin yanına gelip ağlamak hangi mantık?"

"Ölüm falan yok!" diye kesin bir dille araya girdi Doruk. "Ağzından bu kelimenin Ö'sünü bile duymak istemiyorum." dedi.

"Seni gidi seni, yokluğumda Musa abimle yakınlaşmışsın, sen, o, hayır olanze?" dedi tek gözünü ima ile kısıp sağ ve sol elinin işaret parmaklarını birleştirirken.

Barlas yüzünü buruştururken Doruk gözlerini şaşkınlıkla açmıştı. "Yuh Selin yuh! Yine moodundasın bakıyorum!" 

Selin önündeki dürümden ısırık alırken Cihan'a dönüp göz kırptı. "Arkadaşlar bir aydır uyuyorum, enerjimi dışarı atmam gerek bir şekil-"

Onu kesen şey, kapının sertçe açılmasıydı. "Kızım!" diye hızla içeri giren Musa, Selin'i sertçe kendine çekip sarılmıştı. Uzun zamandır dilediğince sarılamıyor, güzel sesini duyamıyordu ama şimdi ayaktaydı!

Selin de aynı şekilde kollarını sardı abisinin yapılı vücuduna. "Abim," diye sonunu uzatarak konuştu. "Buradayım, gitmiyorum bir yere." dedi gülümseyerek. İçeri giren bir diğer bedenle, hızla Musa'dan ayrılmış ve ikizine bakmıştı. Ona dolu gözlerle bakan ikizine.

Selim de Musa gibi hızla Selin'in yanına gelmiş ve ona sıkıca sarılmıştı. "Bundan sonra, bensiz hiçbir şey yapamayacaksın." diye fısıldamıştı kulağına. Selin güldü. "Sensiz bir şey yapmak isteyen kim?"

Onlar bir süre hasret giderdikten sonra kapı yine sert bir şekilde açılmış ve içeri gecelikleriyle bir Dilek Dinçsoy girmişti. "Annem!" diyerek kızına koşmuş ve ağlaya ağlaya sarılmıştı gül kızına. Saçlarını sertçe okşadı ve boynuna öpücükler kondurmaya devam ederken konuştu. "Güçlü kızım benim, güzel, güçlü kızım benim." 

Selin, ona gösterilen bu ilgiyi şaşkınlıkla izliyordu. Zorlukla konuştu. "Anne, çok açım yemek yiyeyim mi?" diye önündeki kebaplara vurgu yaptı. Ağlamak istemiyordu bu yüzden başka bir şey konuşması lazımdı.

Dilek Hanım ondan ayrılırken ve Selin rahat bir nefes almışken, içeri Akif Dinçsoy ve arkasında ördek sürüsü gibi gençler gelmişti. 

Akif Dinçsoy dolu gözleriyle kapıda kızını izledi önce. "Ay veri miss yu Allah çarpsın," diye konuşan Akif Bey ile birlikte, küçük Dinçsoy da gülmeye başlamış, aynı zamanda gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Özlemle babasına sarmıştı kollarını. "Çok canın yandı mı kızım?" diye sordu fısıldayarak Akif Bey. Selin burnunu çekti. "Acıdı, çok acıdı baba." diye küçük bir çocuk gibi acılarını şikayet etti babasına. Akif Dinçsoy, kardeşlerinin sesini duyduğunda son kez kızını öptü, "Baban halledecek, canını yaktıklarından daha çok yakacak onların canını." diye fısıldadı ve ayrıldı kızından.

"Oy ben nerelere gideem! Yegenim uyanmış, benim kebabımı yiyor, Oy Xode bu nasıl bir sevinçtir!" diye ağıtlar yakan Korkut Dinçsoy ve onu zorlukla susturmaya çalışan Civan Dinçsoy ile ikisine tiksinç bakışlar atan Yekta Dinçsoy ile eşleri girmişti içeri.

"Ay Civan abi, hele bırakasın da kocam sevincini yaşasın!" diye sitem etti Esra Dinçsoy.

Civan göz devirdi. "Jın bıram, ben demiyorum yaşamasın ama hele bak şuna!"

"Yegenim!" diye ileri atılıp Selin'e sarılan Korkut ile cümlesi yarıda kalmıştı. "Amcaların hası Korkut'um! Ne de çok özlemişim şu kebaplarını!" diye amcasını bir sağa bir de sola sallıyordu Selin.

"İlişkimiz bitti." diye konuşup kapıyı çarpıp çıkan ve hemen ardından geri girip Selin'e sarılan Civan Dinçsoy, muhtemelen Cihan tarafından psikoloji bölümüne transfer edilecekti.

<>



Bu kadar yeterli bu bölüm için çünkü canım çıktı! Benden bir ay boyunca bölüm beklemeyin çünkü asla asla yok bölüm.

Bir dahaki bölümde Cenk'e zorbalık yapıp, Halise nenemizin ağıtlarını dinleyecek ve Antep'in amına koyacağız! (bir ay sonra)

Ayrıca bölümde yer alan küçük bir ayrıntıdan anladığınız kadarıyla, kısa bir süre sonra Karadeniz maceramız başlayacak. Karadeniz hakkında beni bilgilendirmeniz gerekiyor acilen çünkü doğuluyum mk ben.

Karakterler hakkında düşünceleriniz

Cenk

Atakan

Musa

Doruk

Bora

Barlas

Selim

Dilek

Büyük kuzenler- Fırat, Aziz, Kadir, Seyit-

hHadi Allah'a emaned öpenzeeee

Continue Reading

You'll Also Like

235K 8.3K 54
DÜZENLENİYOR! -YENİDEN YAZILIYOR.- •••• Kalbinin duvarlarını hiç kimse için yıkma! Sana gerçekten gelecek kişi o duvarları aşmasını bilecektir. ~~~...
137K 5.6K 33
Güçlü olmaya ant içmiş bir kız, Defne Demir... Ve şairane ruhlu bir erkek, Rüzgar Karahan... Not: Bu kitap, gücün sadece erkeklere özgü olmadığını gö...
179K 12K 38
Reagan küçüklüğünden beri güçlerini kontrol edemiyor, bu güçlerle nasıl başa çıkacağını bilemiyordu. Birde bu yetmezmiş gibi gözlerini açtığında bir...
34.7K 2K 29
Yıllardan 2038 di aylardan Nisan . Gezegen adı:Barlik Krallık 25 yıl önce kurulmuştu. Kralımızın kayıp kızı 18 yıldır aranıyordu. En sonunda Krallık...