Aşiret Paket

By icheisseniss

1.8M 107K 56.6K

Bir gerçek ailem klişesi. Düzgün yazılmış, saçma olmayan bir biyolojik ailem kitabı arıyorsanız, hoş geldiniz... More

1
DUYURU
2-karakter Tanıtımı-
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
FİNAL

33

21.4K 1.4K 1.2K
By icheisseniss

Müziği döngüye almanız ya da spotiden açıp döngüde dinlemeniz önerilir.

Yorum sınırınız 700 ancak randomları kabul etmiyorum.

Manga: Işıkları Söndürseler bile

Kaan Tangöze: Bekle dedi gitti

Duman: Anlayamadın ya-

Rota- iyi uykular peder

<>

Hepinize merhaba arkadaşşaklar, boktan bir güne daha selamlar vererek Atakan'ın arabasında, zorlukla oturuyordum. Zorlukla kelimesinden kasıt, kesinlikle kendimi camdan sallandırmamak için kendimi zor tutuyor olmamdı.

"Atakan, zaten seninle gelmiş olmam bana yeterince büyük bir işkenceyken, bana bir iyilik yap ve şu şarkıyı kapat!" dedim sabrımın son demlerini tüketirken. Babamın zoruyla, düğüne Atakan ile gitmem yetmiyormuş gibi, Atakan dengbej açmış, emanemaneman diye beynimi cima eyliyordu.

Pekala. Bugün aile buluşması olduğunu düşünüyorduk keza olacaktı da ancak son anda çıkan saçma bir düğün haberi ile birlikte düğüne gitmeye karar vermiştik. Üzerimde siktiri boktan bir beyaz elbise vardı. Neymiş efendim, Dinçsoyların kızı peri gibi görünmeliymiş! Ya anne, peri değil iblis gibi duruyorum şu an, diye haykırsam da annem dinlememişti beni.

Gülmemek için dudaklarını üst üste bastırdı. Sinirden mini elbisemi aşağı çeke çeke yerimde kuduruyordum. Ne Selim ne Beko ne de abilerim yanımdaydı ve çok sıkılıyordum!

"Atakan!" diye bağırdım yeniden. 

Göz devirdi. "Yolda da kavga mı edeceğiz Selin?" diye sordu. Derin bir nefes aldım. "Her hareketin benimle tartışmaya odaklıyken ne yapmamızı bekliyordun Atakan?" dedim adının üstüne bastırarak.

Dişlerini sıktığı, çene hatlarının daha fazla keskinleşmesinden belliydi. Çizik olan kaşları çatılmaya başlamıştı bile. Susacak ve konu burada kapanacak zannederken, elini direksiyona vurdu hızla. "Sen söyle! Ne yapmamı bekliyorsun? Tartışmak dışında seninle konuşabiliyor muyum ben!?" 

Kurduğu cümleyle birlikte resmen dumura uğramıştım. Benimle konuşmak için mi tartışma çıkarıyordu?

"Anlamadım ya da algılayamadım ben galiba. Bana berbat ötesi davranmanın nedeni benimle konuşmak istemen ve konuşamaman mıydı Atakan?" Saçma bir koruma cümlesiydi ancak burada bulunduğum süre boyunca Atakan'ın aslında çok duygusal bir adam olduğunu fark etmiştim bu yüzden dinledim.

Alayla güldü. "Sana berbat ötesi davrandım çünkü güvenemedim, yapamadım bunu Selin. Yemin ediyorum o kadar çok denedim ki, her deneyişimde aklıma Fulya tarafından kullanılmam geldi."

"Güvendim o kıza, güvenmekle kalmadım her şeyimi teslim ettim. Kartlarımı, arkadaşlarımı, her şeyimi ama beni kullandığını bilmiyordum! 17 yıl boyunca sömürüldüm ben Selin! Ne yapacaktım? Canımı yakan bir süreçten çıkıp diğerinin ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmeden ona mı atlayacaktım!?"

Bu defa ben sessiz kalamadım. "Bana bu denli kötü davranmana sebep değildi Atakan! Geldiğim ilk gün beni fırlattın!" ancak anlıyordum. Kullanılmanın ne demek olduğunu biliyordum, anlıyordum. Gururuma yediremiyordum sadece bana olan davranışlarını.

"Güvenemedim! Benim canım yandığı gibi kardeşleriminki de yanmasın istedim! Bilmiyorsun, kullanılmanın, aptal yerine konmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun! Ama yaşadığım müddetçe bilmeyeceksin de zaten."

Ellerimle koltuğun köşelerine sıkıca tutundum. "Atakan, tamam, sonra konuşalım bunları şimdi yavaşla, korkutuyorsun beni." dedim yolumuza bakarken. Araç hızını artırırken, köşede bulunan tutacaklara sıkı sıkıya yapışmıştım.

Beni korkuttuğunu gerçekten anlamış olmalı ki, el freniyle bir şeyler yapmış ve frenlemeye çalışmıştı. Araba hızından bir şey kaybetmezken kaşlarım çatıldı. "Niye yavaşlamıyorsun?" diye sordum. "Sonra dalga geçersin Atakan, n'olur şimdi yavaşla." dedim yalvarırcasına.

Bana cevap vermedi ve araba ile ilgilenmeye devam etti. "Sikerler!" diye fısıldadıktan sonra hem yola bakıyor hem de bana dönüyordu. "Beni iyi dinle." dedi ve önüne döndükten sonra yeniden bana baktı. Pürdikkat onu dinliyordum. "Birazdan, arabayı köşedeki bariyerlere sürteceğim ve hızını bir nebze de olsa azaltacağım. Sen de atlay-"

"Hayır, saçmalama!" dedim hızla. Onu kaybetmeyi göze alamazdım. Yeni kazanmışken, şimdi onu kaybedemezdim.

"Selin, en fazla kolun kırılır-" Ne sanıyordu beni? Kendimi düşündüğümü falan mı düşünüyordu? Hayır, ben onu düşünüyordum, düşünecektim. Son anlarımızı gerçek bir abi kardeş gibi yaşadığımızı hissederek; ona gerçek bir kız kardeş gibi davranarak tüketecektim.

"Başlarım kırılacak koluma! Sen ne olacaksın? Atakan," dedim dolu gözlerimle. "Bir şey olacaksa ikimize de olacak. Seni yalnız bırakamam!" Ben, senden vazgeçmem, ışıkları söndürseler bile. Bütün ışıklarım sonsuza dek sönecek olsa bile, onu yeniden yalnızlığa mahkum etmeyecektim.

"Saçmalama! Öleceksin diyorum kızım neyi anlamıyorsun! Atlayacaksı-"

"Sen de öleceksin! Ben bu arabadan sağ salim inersem ama abime zarar gelirse yaşayamam! Başka bir şey düşün Atakan, ölmemizi istemiyorum!" dedim dolu gözlerimden birkaç yaş firar ederken.

Bakışları kısa bir anlığına bana dönmüştü. "Bana abi dedin... Onca şeye rağmen bana abi dedin." dedi sayıklarcasına. Keşke ona zıt gitmek yerine yanında olmaya çalışsaydım. Ben ona zıt gitmiyor olsaydım, bana güvenmesi daha çabuk olurdu. Geçirdiğimiz zaman da fazla olurdu ya.

El freninde bulunan elinin üstüne elimi koydum. "Abimsin diye abi dedim. Öleceksek bundan sonra sana trip atmamın ne manası kalır ki?"  diye sordum dolu gözlerimle.

"Ölmeni istemiyorum." dedi kafasını sağa sola sallarken. Ve şimdi her şeyi fark ettiğimiz, hani şu filmlerde geçen flashback anıydı. Ailemle olan tüm anılarım gözlerimin önünden geçiyordu.

Tebessüm ettim belki de son tebessümüm olduğunu düşünerek. "Ölmemizi istemiyorum." 

"Babamı ara." dedi sesi titrerken. Kafamı hızla salladım ve aradım babamı. Şarjım yüzde on kalmıştı. Keşke dedim, keşke çıkmadan önce siktiri boktan bir oyuna bu kadar zaman ayıracağıma, telefonu şarj etseydim.

Hızla babamı aradım önce. Amcamlar ve babamlar birlikte geniş bir araçta geliyorlardı. Babamla birlikte katılacağımız ilk düğün olacaktı. Dedemi kıskanan amcalarımla halay çekeceğim ilk düğün, annemle birlikte farklı aşiretten kadınları çatlatacağım ilk düğün, yengelerimle takılan takılara bakarak dedikodu yapacağımız ilk düğün olacaktı. Kuzenlerimle mutfaktan pasta aşıracağım ilk düğün. Abi dediğim adamlarla karşılıklı oyun oynayacağım ilk düğün. Kardeşlerimi başka kızlardan kıskanacağım ilk düğün olacaktı. Sonum olacağını bilemezdim.

Telefon üçüncü çalışta açmıştı. Hiç vakit geçirmeden, neşeli konuşması duyuldu hattın ucundan. "Atakan'ı öldürmemi mi isteyeceksin yine benden may dauhdır?" diye sordu. Dolu gözlerimle tebessüm ettim zorlukla.

Atakan'ın bakışları üstüme dönerken, babamın sesiyle birlikte bir damla daha düşmüştü gözlerimden. "Baba." dedim sesim titreyerek.

Sesimi duymasıyla birlikte Bahadır abiye bağırmıştı şarkıyı kısması adına. Müzik sesi kesilirken konuştu. "Selin, bir şey mi oldu kızım?" diye sordu.

Atakan konuşmayı devralmıştı benden. "Frenlerimiz tutmuyor, baba. Depo dolu ve araba durmadan hızlanıyor. Ben... Özür dilerim baba, keşke seni dinleseydim." diye ardı ardına konuştu. Gözlerinde gerçek bir pişmanlık vardı lakin... Son pişmanlığımız neye yarardı?

Önce uzun bir sessizlik, ardından gelen karmaşa sesleri.

"Atakan saçmalama oğlum! Neredesiniz!? Geliyoruz, yavaşlatabiliriz bir şekilde sizi! Bahadır, arabayı çevir geriye!" diye bağırış sesleri geliyordu. 

Dudaklarımı üst üste bastırdım. "Gerçek babaların nasıl olduğunu bana öğrettiğin için teşekkürler baba. Annemi de, seni de çok seviyorum." dedim ve telefonu kapattım. Konuşmamız gereken tek kişi onlar değildi.

"Kimi arıyorsun?" diye sordu bana dönüp. "Musa abimi." dedim sadece.

Telefon her zamanki gibi tek çalışta açılmıştı. "Biricik kızım," dedi alo demek yerine. Gülümsedim, aynı zamanda bir yaş daha aktı gözümden.

Tam konuşacaktım ki telefonun elimden yere düşmesi bir olmuştu. Telefonu almaya uğraşmadım ve gözlerimi sıkıca yumdum. "Daha fazla kontrol edemiyorum, gittiği yere kadar götüreceğim ama ellerini yüzüne siper et." Araba, sanki rüzgarda savruluyormuş gibi hareket ediyordu ve biz korkunç bir fırtınada savrulan küçük yaprak parçalarıydık.

Hızla emniyet kemerimi kontrol ettim ve Atakan'a döndüm. O da kısa bir anlığına bana dönmüştü, zamanımızın sonuna gelmiştik ha? "Seni seviyorum kardeşim." diye fısıldadı çarpmadan kısa bir süre önce. Bilincim açık iken duyduğum tek şey, abimin son sözleri olmuştu.

 Beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan abilerim şimdi, karanlığın içerisine gömülürken de yanımda olacaklar mıydı?

Korkuyorum abi, yanımda ol.

<>

Atakan, yavaşça yerinde kıpırdanmaya başladı. Eli, alnında biriken kana giderken yavaşça gözünün önüne getirdi ve baktı. Neler yaşadığını hatırladığı anda hızla kafasını kaldırmış ve etrafına bakmıştı. Selin, koltuk ile torpidonun arasında sıkışmış, üstüne üstlük camlarla bezeliydi her yanı.

Ona doğru elini uzatmaya çalıştı ancak hemen düşmüştü eli.

Bağırmak istedi. Yardım çağırmak istedi. Hatta ağlamak istedi. Lakin hiçbirini yapamadı ve donakalmış gibi sadece izledi. Yavaşça kapısını açmaya çalıştı, kapıyı biraz daha zorladığında açılmıştı. Kendini dışarı attığı anda yere düşerken, onun da bilinci bozuk bir saat gibi duraksamıştı.

Peki hangisinin durumu daha kötüydü? Arafta volta atıp ölüme direnen Selin Dinçsoy'un mu? Yoksa onun ölümü üzerine, yaşamaya devam ederse intihara sürüklenecek olan Atakan Dinçsoy'un mu? Belki de şimdiden krizler geçirmeye başlayan Dilek Dinçsoy idi durumu en kötü olan. Ya da kalbinde hissettiği ağrıdan dolayı eli kalbinde, kuzenlerinin eğlenmelerini acıyla izleyen Selim Dinçsoy? Kaza sesini duyup ani frenle duran Musa Dinçsoy'un çaresizliği de olabilirdi. Hayır, hayır, kesinlikle Akif Dinçsoy'un durumu en kötü olanıydı. Biricik prensesi, ağlayarak ona veda etmişti. Sahi ya, nasıl bir vedaydı bu?

Ambulansın siren sesleri sokakları inletip geçerken, kara haber daha şimdiden Antep'i kasıp kavurmaya başlamıştı bile. Ailenin gözbebeği Selin Dinçsoy ve avukat oğulları Atakan Dinçsoy, kaza yapmıştı! Durumları felfenaydı! 

Ölü gibi duran bedenleri bulan acil tıp teknisyenleri zorlukla da olsa küçük Dinçsoy'u yerinden çıkarıp direkt sedyeye taşımışlardı fazla hareket ettirmeden. Atakan Dinçsoy'u da aynı şekilde sedyeye taşımışlardı.

"Durumu nedir?" diye sordu kısa saçlı genç kadın beyazları koyu kırmızıya boyanmış kızı izlerken.

Adam küçük kızın nabzını ölçerken konuştu. "Nabız düşük, daha hızlı daha hızlı! Böyle giderse hastaneye yetişemeden morga teslim edeceğiz!" diye bağırdı ambulans şoförüne. Nasıl bu denli rahat konuşmuştu? Bu cümlenin Dilek Dinçsoy'u kahredeceğini bilmiyor muydu?

"Kalp atışları yavaşlıyor, dayan kızım, biraz daha dayan yetiştik!" diye telkin ediyordu küçük Dinçsoy'u sarışın kadın.

"Adamın durumu nasıl!?" diye bağırdı aynı kadın. Yanıtı gecikmemişti. "Stabil! Ufak bir sarsıntı geçiriyor." dedi genç stajyer. İlk günündeydi, stresliydi, gece boyunca zor bir görev almamak için dua etmesine rağmen, almış olduğu ilk görev ölmek üzere olan genç bir kızdı.

Hastaneye vardıklarında her şey hızlı gelişmişti. Hastanenin önündeki sayısı onu aşkın siyah araçlara bakmış ancak incelemeye fırsat bulmadan sedyeyi hızla indirmişlerdi. İçeri girdiklerinde de durum farklı değildi, anlaşılan bu küçük kız büyük bir ailenin önemli bir üyesiydi. 

Önemli ya, Zemheroğulları kızlarının canı için bütün servetlerini verirlerdi.

"Ameliyathaneyi hazırlayın! İç kanama olabilir, nabzı oldukça düşük beklemeden ameliyata almamız gerek!" diye bağırmıştı Cihan'ın arkadaşı Asya.

Bunlar olurken, küçük Dinçsoy dışarıda neler yaşandığını duyamayacak kadar acizdi kendinden. Dedim ya, Arafta dolaşıyordu; savaşmayı bıraktığı an, gözlerini sonsuza kadar yumacaktı bir daha açmamak üzere. Ancak savaşçıydı küçük Dinçsoy, öyle değil mi? Birazdan sonsuza değin gözlerini yumacak olan bir savaşçı. Abisinin savaşçı kızı, babasının küçük prensesi.

"Kızım!" diye çığlık çığlığa ağlayan Dilek hanımın hıçkırıkları, köşede çöküp hıçkıra hıçkıra ağlayan Doruk'un ağlayışlarına karışıyor; Dinçsoy erkekleri kendilerini teker teker kaybediyorlardı. Selim, çoktan büyük bir kriz geçirmiş, sakinleştirici sayesinde derin bir uykuya dalmıştı.

İkizi eve geldiği ilk andan beri hissetmişti onu ancak şimdi kaybediyordu. Ellerinin arasından kayıp gidiyordu lakin Selim Dinçsoy, hiçbir şey yapamıyordu. Bağırışlarının arasında hastaneyi birbirine katınca zorlukla zapt edilmişti. Sakinleştirici vurmuşlardı lakin diğer yarısı soğukları içerisindeyken o nasıl sakin olacaktı? Hiç gerçek ikiz gibi davranmamışlardı bile. İkisi de ikiz nasıl olur bilmiyordu, birbirlerine nasıl davranacaklarını bilmiyorlardı ve şimdi daha öğrenmeden kaybedeceklerdi birbirlerini. 

Doruk güçsüzdü, hissizdi, ölüyordu lakin en çok da pişmandı. Bora'dan pişmandı, kendinden pişmandı, kız kardeşine yaşattığı şeylerden pişmandı. Geri dönseydi de onu da alıp çok sevdiği şehre geri dönselerdi. Mahallelerine dönüp, kendilerine ait olduğunu bilmediği erik ağacından erik çalmaya çalışsaydı. 

Nasuh Dinçsoy ve Halise Dinçsoy, haberi aldıkları gibi düğünü terk edip hastaneye koşarken, Halise Hanımın ağıtları Antep'i inletiyordu. Nasuh Ağa bu defa susturmuyordu Halise Hanımı. Vakit ağıt vaktiydi çünkü. Torunları ölüyordu, paramparça oluyorlardı.

Civan, Yekta ve Korkut Dinçsoy, kızlarının acısını çekiyorlardı. Onlar da ağlıyordu, tıpkı abileri gibi. Hayatlarına girip monoton hayatlarını güzelleştiren küçük kızın önemini daha bir fark ediyorlardı şimdi. Hem daha Korkut'un en sevdiği amcası olduğunu söyleyecekti küçük Dinçsoy. Ya da Civan'ın gelini olacaktı. Yekta ile birlikte, diğer iki amcasına zorbalık yapacaktı belki de.

Musa Dinçsoy; susuyordu, oturuyordu, hiçbir şey yapmadan yalnızca bekliyordu. Bağırması gerekmiyor muydu? Ağlaması, bağırması ve ortalığı birbirine katması gerekmiyor muydu? Musa Dinçsoy, kızına bir şey olursa kendini de onunla birlikte gömecekti. Duygularını teker teker toprağın altına koyup, üstünü kendi elleriyle kapatacaktı. Kızının anılarının olduğu yerlerden bir daha geçmeyecek, en sevdiği spor olan boks ile ilgili ne varsa kaçacaktı. Ölecekti ve katili de kızım diye sevdiği kardeşi olacaktı. 

Berkcan Dinçsoy, her zamanki duygusallığında değildi. Bu defa biliyordu ablasını kaybetmek üzere olduğunu. Elindeki telefondan, çekmiş olduğu bütün videoları izlerken, kendini bir köşeye koymuş yalnızca ağlıyordu. Rojhat ve Kerim'in desteklerini umarsızca elinin tersiyle itiyordu. Ablası yaşam mücadelesi veriyordu! Nasıl sakinleşebilirdi ki?!

Barlas ve Cenk Dinçsoy... Cenk Dinçsoy pişmandı. Kardeşi ile daha fazla vakit geçiremediği için, onu kırdığı için, onu ağlattığı için, canın yanmasına sebebiyet verdiği için pişmandı.

Barlas Dinçsoy, ölüyordu. Ruhu, kardeşinin ruhu ile birlikte arafta geziyordu sanki. Hıçkırdı ve yalpalayarak, ona destek olmaya çalışan ancak durumu onunla aynı olan kuzenlerini umursamadan ayaklandı ve zaten kendi kendini mahveden adamın önünde durdu. 

"Senin yüzünden!" diye bağırdı. Bağırışı hem çaresizlik hem öfkeyi barındırıyordu. Hayır, hayır, saf bir çaresizlik vardı çünkü suçsuz olmasına rağmen Doruk Can'ı suçlamaya çalışması, en büyük çaresizlik örneğiydi.

Ne Doruk umursadı, ne de Barlas durdu. "İğrenç bir adamsın! Yalancı, pislik, berbat bir adamsın!" Doruk bunları bilmiyor muydu? Biliyordu. Ölmek üzere olan kız kardeşinden duymuştu zaten bunları.

Bora, Barlas'ın yanına gitti ve sarıldı ona destek olmak istermişçesine. O da berbat bir haldeydi ama Barlas bunu umursamıyordu çünkü ondan da iğreniyordu. Hızla itti onu kendinden. "Senden de nefret ediyorum, abi olmayı hak etmeyecek kadar iğrenç insanlarsınız siz!" dedi ve Resul'ün de yardımıyla yeniden köşesine geçti ve ağlayışlarına devam etti.

"Ne oluyor Akif!?" diyen sert ses bütün koridoru inlettiğinde hepsinin gözlerinin odağı olmuştu Nasuh Ağa. Dışarıdaki sert görüntüsünün yanı sıra, Nasuh Dinçsoy ilk defa bu denli çaresiz hissediyordu kendini.

Akif Bey, kendini kaybetmişçesine dağınık bir durumdayken, babasının sesini duymak ona hiç mi hiç yardımcı olmamıştı. Sarsak adımlarla onun karşısına geçti ve dolu gözleriyle fısıldadı. 

"Ben kız babası olamıyormuşum baba." deyip dizlerinin üstüne düştü. Küçük kız, şimdiden ailesinin en büyük ve tek zaafıydı. Ailesini içten içe paramparça eden tek zaaf.

Nasuh Dinçsoy, oğluna destek olmak adına yere çöktü. Burnu düşse eğilip almayacak adam dizlerinin üstündeydi. Allah, onları da bu şekilde sınıyordu. Kurdukları küçük krallığın yıkılmasına minicik bir kız bile yeterdi.

 Adamlarına haber verip hastanenin bu katını yalnızca kendilerine ayırtmak için işlemlere başlamıştı. Elini oğlunun sırtına koyduğunda, durumu oğlunun hatta oğullarının durumundan pek de farklı değildi. Selin'i kaybetme düşüncesi, zihinlerinin içini küçük bir kurt misali kemiriyor ve kemirdiği her yeri bir daha düzelmeyecek şekilde tahrip ediyordu.

Cihan Dinçsoy'un bağırışı koridoru inletti. "Kardeşimin ameliyatına ben gireceğim!" ancak kırmızı gözlerinden, dağınık saçları ve açtığı kravatından bile belliydi dağıldığı. Ameliyathane çoktan hazırlanmış, küçük kız hazırlanıyordu ameliyata alınmak için. Cihan'ın sevmediği ancak iyi bir doktor olduğuna emin olduğu rakibi Alp Kayhan gelip elini koydu omzuna ve sıvazladı.

"Kardeşinin ameliyatına ben gireceğim, Cihan. Sen giremezsin bu halde." demişti. Nasıl böyle bir cümle kurabiliyordu? Görmüyor muydu Cihan'ın halini? Anlamıyor muydu onu? Bir başkasına nasıl emanet edecekti abisinin gülünü?

'ışığın gözlerimi alıyor abilerin gülüüü!'

"Hayır, hiç değilse orada olacağım!" dedi bağırırken.

Alp, Cihan'ı kendine çekti ve sıkıca sarıldı. "Yapma Cihan, elimden geleni yapacağım, senin ameliyata girmen durumu zorlaştırır." 

Doktor Bey gözlerini yumdu ve gözyaşının yanağına süzülmesine izin verdi. Stajyerler ve hemşireler birbirlerini dürtüyorlardı. Disiplinlik abidesi, duygusuz ve iki ayaklı beyin Cihan Dinçsoy, ağlıyordu. Başhekim olduğu zaman, yaşından dolayı onu ezmeye çalışanlar karşısında bile yıkılmayan adam, 17 yaşında küçük bir kız için ağlıyordu. 

Nasıl başhekim olmuştu bu adam bu genç yaşında? Cihan Dinçsoy, üstün zekalı tanısı konduğu için bu denli erkenden yerleşmişti tahtı olarak gördüğü en değerlisine. Ortaokul ve lisede sınıflar atlayarak geçmişti. Lakin şimdi, kız kardeşinin canı için hiç düşünmeden elindeki her şeyi verebilirdi.

'Bak bu son perde, oyun yok bundan sonra; ışık yok, hiçbir şey yok!' 

Önlerinden geçen sedye ile birlikte anlık olarak Dilek hanım, beyaz bir peri olması için giydirdiği lakin şimdi kırmızıya bürünmüş elbisenin içindeki kızına bakıp bayılırken, ilk defa numaradan değildi bayılması. Keşke kızı çıkıp gelseydi de dalga geçseydi onunla. O beyaz elbise onu peri yapacakken, nasıl birden kefeni olmuştu?

'Saka midur ane, kalk bi gören olcak!'

Esra Dinçsoy hızla bacısını kaldırmıştı yerden. Gelen hemşirelerin de yardımıyla başka bir odaya alınmış ve ona da sakinleştirici yapılmıştı. Feride Dinçsoy'un kafasında çınlıyordu biricik yeğeninin cümleleri,

'Yengelerin hassıı!'

Derince hıçkırıp yere çökerken, Songül Dinçsoy girmişti koluna hemen. Düşemezdi, düşemezlerdi. Onlar Dinçsoylar, Zemheroğulları aşiretiydiler.

"Durumu nasıl?" diye sordu Cihan zorlukla yutkunurken.

Alp kafasını salladı hafifçe. "Elimden geleni yapacağı-"

"Durumu nasıl diye sordum! Ne yapacaksın diye değil!" diye bağırdı.

"Kötü, Cihan! Beyin kanaması geçiriyor, yalnızca beyinde de değil, vücudunun birçok kısmında kanama var, kan kaybediyor, iç kanama geçirme olasılığı çok çok yüksek, nabzı düşük, ölmemek için sımsıkı tutunuyor! Ben, elimden gelen ne varsa yapıp kızınızı size sağ salim ulaştırmaya çalışacağı-"

"Alp Hocam, hasta da ameliyathane de hazır. Başlamak için Asya Hocam sizi bekliyor." dedi hemşire.

Cihan farkındalıkla kafasını sağa sola salladı ve aynı anda gözünden bir damla daha yaş düştü. "Tek başına ameliyat edemeyeceğin kadar kötü mü?" diye sordu. Normalde stajyerleri olsa da, yardıma gelen başka bir uzman olması onu germişti.

Alp yalnızca bakmakla yetinip ameliyathaneye doğru ilerlemeye başlamıştı. Koskoca bir aileyi, Antep'te isimlerini güçleriyle duyurmuş bir aileyi, bu denli mahveden kızı merak ediyordu. Kimdi bu kız? Dinçsoy erkeklerini bile hıçkıra hıçkıra ağlatacak, Nasuh Ağanın, burnu düşse almayacak Nasuh Ağanın dizlerinin üstüne çökmesine neden olan kız kimdi?

Dinçsoy erkekleri berbat bir durumdaydı. Dinçsoy kadınları berbat bir durumdaydı. Dinçsoylar, küçük kızın ardından yıkılmamış, paramparça olmuşlardı. Yalnızca Dinçsoylar değil, Zemheroğulları berbat bir durumdaydı.

Aşiretin ağaları toplanmış, darbe yapmak için değil, ağalarına destek olmak için toplanmış, hastaneye doğru yol almışlardı. Çıkar için değil, aile oldukları için; Nasuh Ağa, her zorluklarında bir baba misali onlara destek olduğu için, Selin Dinçsoy'u korumak adına yemin ettikleri için hastaneye geliyorlardı. Ellerinden ne geliyorsa yapacakları lakin bilmedikleri tek şey, Nasuh Ağanın zaten bütün servetini torunu için seferber ettiğiydi.

Bahadır, uzun koridor boyunca kırmızı gözlerle koştu ve yerde oturup duvarı izleyen Musa'nın önünde durdu. "Buldum abi! Feyhanoğulları, Atakan abinin arabasının frenlerini kesmiş-"

Musa'nın ayaklanışı bütün Antep'i ayağı kaldırmıştı. Kızının canına kast eden, kızına zarar veren, zarar vermeyi düşünen her kim varsa acı çektire çektire öldürecekti. Sırf kızı için bırakmaya çalıştığı işine, sırf kızı için geri dönüyordu.

Aşiret ağaları, Dinçsoyların bulunduğu koridora girince Musa Dinçsoy ilk defa bu kadar gür sesle bağırdı. "Bütün Antep'e haber salın! Musa Dinçsoy geri döndü deyin! Kızının kanını yerde komayacak deyin!" demiş ve hızla ona yol açan ağaların arasından çıkıp arabasına doğru ilerlemişti.

Çok kan akmıştı, o da kan akıtacaktı. Pişman olacaktı ama pişman edecekti de. Şimdi önemli olan onun vicdan muhakemesi değil, kızının intikamıydı. 

<>

Bir saat geçmiş, iki saat geçmiş, üç saat geçmiş, dört ve beş saat geçmişti. Selin uyanmıyordu. Selinden haber olmamakla birlikte, yarım saat önce Selim yeniden büyük bir kriz geçirmişti. İkizinin acılarını hissettiğini iddia ediyordu. Soğuğu hissediyordu. Hiçbir şey hissedemiyordu! En çok da bunu algılayınca canından can gitmişti.

Çınar Dinçsoy'un hiçbir şeyden haberi yoktu, dershanedeydi her zamanki gibi. Eve dönerken Barlas abisini aradı.

"Abi! Naber?" diye sordu araçtan eve gelirken. Keyifliydi çünkü ablasıyla birlikte saklambaç oynayacaklardı konakta. Ona söz vermişti ve ablası, verdiği bütün sözleri tutardı.

Barlas boğazını temizledi. "İyidir, senden naber?" diye sordu zorlukla.

Çınar güldü. Hoparlörden sesi yankılanırken, Dinçsoy kadınları bayılmamak için kendilerini zorluyorlardı.

"Haaarikayım! Bugün ablamla saklambaç oynayacağız, haber verdi mi sana?" dedi gülerek. Kesinlikle ablasıyla takım olmalıydı. Dinçsoy erkeklerinin yumuşak karnıydı ve onu görseler bile sobelemezdiler.

Doruk gözlerini sıkıca yumdu. Kardeşini şimdi kaybetseydi o da kendini öldürürdü. Haklıydı. Selin, söylediği her şeyde haklıydı. Doruk berbat bir adamdı ama içten içe kendine yeminler ediyordu, kardeşi uyanırsa hayatının temelinde yalnızca o olacaktı. Kimse değil, yalnızca o; yalansız, dolansız.

"Ablam kaza yaptı Çınar! Şu an ameliyatta ve ölmek üzere!" diye bağırdı Berkcan ağlayarak. Bu acı bünyesine fazla geliyordu, taşıyamıyordu, nefes alamıyordu. Daha yeni kazanmıştı ablasını, yeniden kayıp mı edecekti?

Çınar'ın sessizliği en büyük cevaptı aslında. Hattın kapanma sesi, Çınar'ın hastaneye geliyorum demesinin başka bir yoluydu. Küçük Dinçsoy geliyordu.

Adil, Veysel, Fatih, Resul, Hanif, Onur, Konur, Kaya ve hatta Caner berbat durumdaydı. Caner de pişmandı, kuzenine diğerleri gibi sıkıca sarılmadığı için. Önyargısının esiri olduğu için.

Aziz, Fırat, Kadir ve Seyit berbat bir durumdaydı. 

Kerim ile Rojhat, Selin'e abla demeye başladıktan hemen sonra gerçekleşen olay ile birlikte, Berkcan'dan herhangi bir farkları yoktu. Selin de öyle dememiş miydi zaten? 'Benim için Beko'dan bir farkınız yok bebeler, benim biricik, küçücük kardeşlerimsiniz!'

Atakan, elinde serumuyla odadan çıktı yavaşça. Zorlukla yürüyordu. Giymiş olduğu hastane kıyafetinden tiksinmişti şimdiden. Ailesi onu görünce şükürlerini sundular Allah'a, çocuklarından birini bağışladığı için. Sendeleyerek yürüdü ve ailesinin önünde durdu. Zorlukla ayaklanmıştı ancak kardeşinin durumunu sorması gerekiyordu.

Dilek Hanım ve bacıları, hızla Atakan'ın yanına gidip sıkmadan sarmalamıştı onu. "Şükürler olsun Allah'ıma, bağışladın bize oğlumu. Kızımı da bağışla bize Allah'ım!" demişti Halise Hanım.

Atakan farkındalıkla etrafına bakındı. Etrafına üşüşen amcaları, kardeşleri ya da babası değildi aradığı. "Selin nerede?" diye sordu önce. Bir cevap gelmek yerine, gözyaşları teker teker hastane zemininde tok sesler çıkartmıştı. "Kardeşim nerede diye sordum size!? Cevap versenize baba! Kardeşim nerede!? Abi demişti bana, bana abi demişti!" ve bir sinir krizi vakası daha yaşamıştı Dinçsoylar.

Cenk'in ortada bulunmaması ile Kadir bakışlarını etrafta dolaştırdı. Adımları, beyninden izinsiz bir yerlere ilerleyince onları takip etti. Mescide kadar ilerledi ve gözleri yere kapamış Cenk'in vücuduna kaydı.

"Yalvarırım Allah'ım, yalvarırım bize kardeşimi bağışla!" diye hıçkıra hıçkıra dua ediyordu. Kadir'in vücudu onu taşıyamazken yere düştü. Sorun dua etmesi değildi. Sorun, Cenk'in Müslüman olmamasıydı.

<>

"Konuş! Baban mı verdi sana bu emri!?" diye bağırdı Musa Dinçsoy.

Gördüğü işkenceye dayanamayan adam ağlayarak konuştu. " Evet! Babam istedi, kız kardeşinizin maçta bilerek öyle dövdü dedi ve canınızı yakmak istedi!" diye bağırdı adam ağlayarak.

Musa, belindeki silahı çıkardı ve adamın alnının ortasına sıktı. Feyhanoğullarının önemli gördüğü ve onlara destek olan birkaç kişi ile birlikte, Feyhanoğullarının en değer verdiği adamları buradaydı. Buradaydı geçmiş zaman eki ile kullanılmıştı çünkü az önce alnının ortasına yediği kurşun ile birlikte can vermişti.

Musa, etrafındaki sandalyede bağlı olan topluluğa döndü. "Siz kan dökmek nasıl olur görmemişsiniz! Zarar verdiğiniz o kızın yüzü hürmetine bağışlamıştım canınızı oğlum! Şimdi gidin duyurun herkese, Zemheroğulları, Feyhanoğullarını kendi kanlarında boğacakmış deyin!" Sustu, nefes aldıktan sonra devam etti. "Selin Dinçsoy uyanana kadar Antep'te katliam yapacağımı yayın herkese! Deyin ki, Selin Dinçsoy uyandığı zaman bitecekmiş evlatlarınızın katli, o zaman bitecekmiş bu kan davası..." sustu.

"Şimdi buyurun! Çözün şu piçleri!" demiş ve terk etmişti depoyu. Sıradaki hedef, Asel Feynahoğlunun erkek kardeşiydi. Kadınlara el kaldırmazdı ancak eğer Selin uyanamazsa... İşte o zaman gerçekten korkmaları gerekiyordu Musa'dan. Ne prensip kalırdı ne de kural, kırar geçerdi her şeyi.

Ve Musa öldürdü önüne çıkan herkesi. Kendi içinde etmiş olduğu yeminlerin birçoğunu çiğneyip geçti; kızı için ettiği yeminlerin, o olmadan nasıl bir önemi vardı ki?

Musa, bir can daha aldıkça Selin can çekişti ameliyathanenin soğukluğunda. Musa, birinin daha kolunu kırınca, Selin'in kalbi titreşti. Musa, Buğra'ya ulaşana kadar öldürdüğü adam sayısı yirmiyi geçince arabayı köşeye çekti ve hastanede yakmak üzere olduğu sigaraya baktı. 

'Musacım, bu sigaraları içmeye devam edersen kızım kızım diye ortada gezemeyeceksin," dedi ve gülümseyerek yüzüne eğildi. "Çünküüü öleceksin kral, içme işte şunları ya!" 

Musa gülümsedi. "Ölüm deyince yüzünü buruşturmana bakılacak olursa ölmemi istemiyor gibisin ha kızım?" diye sordu keyifle.

Selin göz devirdi ve Musa'nın kucağından kalktı. "Ölürsen ölürüm, abi. Bana ne kadar çok benzediğimizi söylüyordun ya, canın yanarsa canım yanar gibi hissediyorum. Bu yüzden sakın! Sakın kendine zarar verecek bir şey yapma! Şimdi Cihan abimin yanına gitmeliyim çünkü çok fazla uyuyor, bir derdi olmalı." demiş ve çıkmıştı yanından.

Elini hızla direksiyona vurdu. "Ölürsen ölürüm kızım." dedi ve elindeki sigarayı ortadan ikiye kırıp yan koltuğa fırlattı. Vakit intikam vaktiydi şimdi.

Arabayı Feynhanoğullarının konağının önünde durdurdu. Onunlar birlikte beş araç daha arkasında dururken, korumaları ondan önce etraftaki adamlara sıkmışlardı.

Etrafta kimse yokmuş gibi rahat adımlarla içeri girdi ve konağa doğru ilerledi. 

'Kız kardeşimin canını yakanın canını alırım'

Buğra Feyhanoğlu'nun odasına doğru adımladı ve kapıyı tıklatmadan içeri girdi. Yatağında uzanmış dizi izliyordu. Yüzünü tiksinç bir gülümseme aldı ve yatakta oturan ve ondan ölesiye korkan çocuğa yaklaşıp elini saçlarına doladı ve onun yataktan düşürdü.

"Selin'i tehdit etmelerini sen mi söyledin Feyhanoğlu?" diye sordu önce. Çocuk ona direnip ses vermeyince saçını sıkıca çekti. Çocuğun çığlığı ortayı alırken, yeniden sordu. "Kızımı sen mi tehdit ettirdin diye sordum sana!"

"Bendim!" diye bağırmasıyla, Musa'nın içindeki merhamet tümden kaybolmuştu. Kadınlara dokunmaz, kadınlara kıyamazdı ki Musa. Annesi ve yengeleri ona her zaman kadınların zarif çiçekler olduğunu söylerdi. Ancak ilk defa Musa'nın gözleri bu denli dönmüştü. Asel Feyhanoğlunu da, annesini de hiç acımadan gebertebilirdi.

Çocuğun saçını sertçe çekiştirdi ve ayağı kaldırdı. Eli saçlarındayken ilerletti onu. Anladığı kadarıyla, aşağıdan gelen seslere bakılacak olursa Feyhanoğulları, burada olduğunu biliyordu.

Biricik oğullarını hiç acımadan peşinde canını yaka yaka sürüklüyordu. Çocuğun, Selin ile yaşıt olan çocuğun, hıçkırıkları koridorları inletirken, aklına gelen şeyler, canının yanmasına sebebiyet veriyordu. Onlar da onun kızına hiç kıymamışlardı. Hem kardeşine hem de kızına hiç kıymamışlardı ve Musa Dinçsoy, bugün öldüreceği oğulları ile, aralarında bir beraberlik getirmişti. İkiye birdi şu an.

"Dinçsoy! Bırak oğlumu!" diye bağırdı Feyhanoğlu. Tek oğluydu, Musa'nın tek kızı olduğu gibi.

Musa kahkaha attı, Selin canını teslim etmemek için bir kez daha elektroşok aldı. 

"Sen benim kızıma zarar vermeye teşebbüs edeceksin, zarar vereceksin ama ben yerimde mi duracağım?" dedi çocuğun saçına daha fazla asılırken.

Buğra'nın annesi ağlıyordu. Onun da annesi ağlıyordu ancak yalvardığı kişi bir fani değil, Allah'tı.

"Söyle bakalım Feyhanoğlu, sıkayım mı biricik oğlunun kafasına?" diye sordu gülümseyerek lakin içinde fırtınalar kopuyordu. Oğlanın yalvarışlarını önemsemeden biraz daha sıktı saçlarını. Kızından başka birinin saçlarına dokununca tiksiniyordu.

"Sakın Dinçsoy! oğlumu bırak, ne istersen yapayım!" dedi adam.

Musa gür bir kahkaha attı. "Neden yeraltını bıraktım biliyor musun Feyhanoğlu? Tch, bilmiyorsun. Kan dökmeyi bırakmamın asıl nedeni, şu an hastanede can çekişen kızımdı!" dedi ve çocuğun saçlarını yeniden çekti sıkıca. "Benim kan dökmeyi bırakmam, size zarar vermeyi bırakmam kızımın yüzü hürmetineydi! Şimdi yarattığın şu canavara bak ve kork benden Feyhanoğlu! Soyunu kurutana kadar durur muyum sanıyorsun!?"

Alp Kayhan son kez elektrik verdi kızın göğsüne. Tam üç kez işe yaramayan elektriğe yalnızca bakıyordu stajyerler. "Yeterli." dediler lakin durmadı. Bu güzel kızın yaşaması gereken bir hayatı vardı.

"Bir kez daha." diye fısıldadı ve jeli sürdükten sonra göğsüne yapıştırdı kızın. Bir dönüt alamayınca gözlerini sıkıca yumdu. 

"Ölüm saati 23.41" 

Ve çıkmak adına hareketlendi. Lakin onu durduran şey, Selin Dinçsoy'un soy adının hakkını vererek, savaşması olmuştu. Kalp atışları düzensiz  bir şekilde atmaya başlarken, hızla geriye döndü.

Feyhanoğlu, Musa'nın ayaklarına kapandı ve yalvardı ancak hiçbir yalvarış Selin'i geri getirmeyecekti. Siyah, parlak ayakkabısının ucu ile ayaklarının dibindeki adamın yüzüne vurdu ve kızını fırlattı ona.

Silahını doğrulttu çocuğun üstüne ve gülümsedi. "Oğluna veda et Feyhanoğlu, bu onu son görüşün olacak çünkü." 

Yalvarışları umursamadı ve silahın tetiğini çekecek iken gelen arama ile birlikte duraksadı ve silahını indirip cebinden çıkardı telefonunu. Doruk arıyordu. Ya iyi haber verecekti ya da kötü haber. İçinden binlerce kez dua etti kızı uyansın diye.

"Musa, Selin'in ameliyatı bitti! Ne yapıyorsan bırak çabuk hastaneye gel!" demişti hıçkırıklarının arasında zorlukla.

Musa'nın gülüşü yerini kahkahalara bırakırken, gözyaşları teker teker düğüyordu yere ve telefonunu sıkıyordu elinde. "Oğlunun canını neden almayacağım biliyor musun Feyhanoğlu?"

Adam kafasını sallarken, kadın kızının kafasına öpücükler konduruyordu. 

"Çünkü kızımın haberini aldım. Ona borçlusun Feynahoğlu. Oğlunun hayatını ona borçlusun." dedi ve dışarıya adımladı. Kızını görmesi gerekiyordu. Bir an önce onu görmeli ve nefes aldığını hissetmeliydi yeniden.

Konaktan çıkarken adımlarını hızlandırdı ve siyah Passat marka araca attı kendini hızla. Sürücü koltuğunda oturan Bahadır'a kafasıyla onay verince ilerlemeye başlamışlardı.

Uyanmış mıydı kızı? Yaşıyor muydu? Yeniden dönecek miydi hayatına? Yeniden Dinçsoy ailesine yaşam verecek miydi küçük kız?


<>

Bölüm hakkındaki yorumlarınız.

Yazış tarihim: 16/10/2023

Doruk

Selin

Musa

Cenk

Ve en önemlisi "Atakan" hakkındaki düşünceleriniz.

Ay bu bölümü ağlaya ağlaya yazdım ve son düzenlemelerimi 26/11/2023 tarihinde yapıyorum. Umarım beğenmişsinizdir çünkü benim gerçekten içime sinen bir bölüm oldu.

Sizleri seviyorum, kendinize iyi bakın!

Continue Reading

You'll Also Like

5.8K 581 36
Feza: Haberini aldım Feza: Obsesifsin demek ha? Feza: Fazla ergence bir yapay hastalık değil mi? Feza: Arkadaşınla konuşurken duydum Feza: Fazla dra...
176K 11.4K 37
Siz:Bana bak Selim kişisi Siz:Bir gün bir şekilde sana helal olucam ve Siz:Şu sıktığım yumruğu suratında patlatıcam. Siz:O gün aaa neden vurdun deme...
244K 9.7K 48
Bir kız düşünün. O kız, öyle bir kız ki, on iki yaşındayken kardeşiyle beraber başına gelen kokunç olaydan sonra bile ayaklarının üzerinde durabilen...
257K 14.4K 70
Silah alım satımı ile ilgilenen bir kızın taşındığı şehirde tanıştıkları insanlar ve bazı eylemlerinden doğan aşklar, dostluklar... Ortaya çıkan bazı...