Belki Bir Gün || Berna Aslıhan

By VisneCurugumm

62.6K 5.6K 7.8K

Leyla ve Oğuz, henüz iki küçük çocukken sevmişlerdi birbirlerini. Kader onları bir araya getirdiği gibi her d... More

Tanıtım
-İlk Aşk, İlk Öpücük-
-Avuçlarımda Hayal Kırıklığı Var-
-İlkler Kalır, İliklere Kadar-
-Yarım Kalan Bir Hikâyeyiz Seninle-
-Bu Yıkıntıları Onaramazsın-
-Kaçıncı Kor Bu Söndürdüğüm?-
-Kaldı Çocukluğum Sende-
-Nefes Gibi Muhtacım Sana-
-Aşktır Ölümden Güzel Olan-
-Senden Bana Hatıra Şimdi-
-Unutmayı Öğrenemedim-
-Ayrılıklar Sevgiyle Beraber-
-Unutulan Sevgi Tohumları-
-Aşk Eski Bir Şarkı-
-Geçmiş Değil Bugün Gibi-
-Özlemekmiş Oysa Sevmek-
-Sen Güzel Seversin-
-Sen Beni Unutamazsın-
-Yine Kendini Çok Özletti-
-Öyle Bir Gel ki Bana Nefes Nefese-
-Sevdalı Bir Yağmur Gibisin-
-Yüreğini Yasla Bana-
-Eskimeyen Bir Resim Gibi-
-Sesinde Kuşlar Yaşıyor-
-Bunlar Hep O İhtiyar Dünyanın Yalanları-
-Her Nefeste Sonsuzluk ve Aşk-

-Gözümün Gördüğü Göğsümün Bildiğiyle Bir Değil-

893 120 83
By VisneCurugumm

Bölüm şarkımız;
Batuhan Kordel - Sıcak Şarap
Herkese keyifli okumalar :)

☘️

Oğuz'un gözlerindeki bakış saf öfkeyle doluydu. O kadar sinirliydi ki bakışlarıyla Enes'i yok etmeye çalışıyor gibiydi.

Ayaklarımı yerinden kıpırdatmaya çalışsam da bunun bir etkisi olmadı. Arkasını dönüp gitmesine müsaade edemezdim. Yıllar önce benim düştüğüm hataya düşmesine seyirci kalacak değildim. Elbette düştüğüm durumun gayet basit bir açıklaması vardı.

Tıpkı Oğuz'un seneler önce son derece mantıklı bir açıklamasının olduğu gibi...

Nasıl bir karmaydı bu böyle? Hatamı daha ne kadar yüzüme vuracaktı? Ben zaten Oğuz'u anlamıştım. Tam anlamıyla olmasa da onun yaşadığı şeyleri yaşamıştım. Gerçekten bunun olmasına gerek var mıydı?

Onu daha ne kadar iyi anlayabilirdim ki... Karma durup durup karşıma daha fazlasını çıkarıyordu.
Oğuz arkasını dönmek üzereyken birden dilimin bağı çözüldü ve bana aylar önce söyledikleri aklıma geldi.

"Hani arkanı dönüp gitmezdin? Hani bana hesap sorardın? Ne oldu? Başına gelmeden konuşmak çok kolaymış değil mi?"

Hızla arkasını döndü ve elinde tuttuğu poşetleri gösterdi.

"Hiçbir yere gittiğim yok. Kendi evimde yarı çıplak bir erkek görmenin şaşkınlığıyla elimdekileri yere düşürmüştüm." Tekrar torbaları işaret etti. "Müsaadenle bunları içeri alalım. Bütün apartman bizi dinlemek zorunda değil."

Poşetleri çok da önemli değillermiş gibi öylesine bir köşeye bırakıp evin kapısını kapattı. Gözlerindeki öfke hâlâ yerli yerinde dururken yumruk yaptığı elleriyle salona girdi. Pantolonunun üzerindeki hayali tozları silkeledikten sonra koltuğa oturup gözlerime baktı.

"Açıkla..."

Ellerimi birbirine kenetleyip yanına ulaştım. Sanki Enes yanımızda değilmiş gibi davranıyorduk. Yanına oturdum ve ellerine uzandım.

"Kendi evimizde seni aldatacak hâlim yok değil mi? Ayrıca Enes evli."

Uzun zaman sonra kendi ismini duyan Enes yanımıza doğru birkaç adım attı.

"Yani evet, kusura bakmayın."

Ne dediğinin o bile farkında değildi bence. Yanımıza yanaşmaya devam ederken Oğuz eliyle durmasını işaret etti.

"Gömleğini giyip öyle gelirsen sevinirim."

Enes elindeki gömleği havaya kaldırıp Oğuz'un birkaç dakika önce temizlenmiş lekeyi görmesini bekledi. Tamamen temizlendiği söylenemezdi ancak en azından ağır şeftali kokusu geçmişti.

"Çok isterdim ancak gömleğim ıslak."

Oğuz, ya sabır çekercesine başını diğer tarafa çevirdi.

"Tamam, geç otur."

Derin bir nefes alıp olanları anlatmaya başladım.

"Şirketten çıktıktan sonra kurabiyeleri almak için eve giderken birden şekerim düştü. Sanıyorum havaların ısınmasından kaynaklıydı çünkü aç değildim ve iğnelerimi zamanında olmuştum."

Oğuz, gözlerini Enes'ten ayırmıyor sadece başıyla beni onaylıyordu.

"Bilincim kapanmak üzereyken Enes yardımıma koştu. Beni eve çıkardı ve ilk müdahaleyi yaptı."

Oğuz, Enes'in doktor olduğunu bilmiyordu. Onu o kadar çok kıskanmıştı ki hakkında herhangi bir şey anlatmama bile izin vermemişti.

"Kendisi doktor." dedim Oğuz'un garip bakışlarının anlam bulması için.

Kısa süreli sessizliğin ardından Oğuz, Enes'i ve beni işaret etti. "O yarı çıplak, sen ise bornozlasın." Sonra Enes'e baktı tekrar. "Ayrıca senin Leyla'yı takip etmediğin ne malum? Yani nasıl mucizevi bir tesadüf bu böyle?"

Enes, hızla kendini açıklamaya koyuldu. "Ben buraya yeni tayin oldum. Arka caddedeki hastanede görev yapıyorum. Eşimin iş yeri buraya çok yakın. Onun iş çıkışına gidiyordum."

Oğuz, inanmıyormuş gibi bakarken, "Tayin olalı ne kadar oldu demiştin?" diye sordu.

Aslında öyle bir ayrıntı vermemişti. Ancak Enes hiç düşünmeden, "İki gün." dedi.

"İki gün... Bu enflasyonda eşin maşallah çok hızlı iş bulmuş."

Ne yapmaya çalıştığını anlıyordum ancak şu an düşünmesi gereken bendim.

"Neden böyle saçma ayrıntılara takılıyorsun? Eşi memur belki... İkisi birlikte tayin oldu ya da kızın işini ayarlayıp öyle geldiler." Başımı iki yana salladım. "Ne bileyim! Belki de eşinin çalıştığı işyerinin bir ayağı da burada ve hemen bu şehre gelir gelmez işe başladı!"

Ayağa kalkıp salonda dolaşmaya başladım. "Sana gerçekten inanamıyorum. Şekerim düştü ve hipoglisemiye girdim. Eğer Enes'le denk gelmeseydim belki şu an koşa koşa hastaneye geliyordun!"

Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. "Kendime geldiğimde Enes bir bardak meyve suyuyla başımda bekliyordu ve uzun zamandır kendimde olmadığım için sanırım dalmıştı. Ben ona seslenince birden bardaktaki meyve suyunu üstüne döktü."

Oğuz sesini çıkarmadan beni dinlemeye devam etti.

"Şekerimi tekrar ölçtüğümüzde hâlâ normal seyrinde değildi. Enes de bana serin bir duş almamı, kendisinin de gömleğini temizledikten sonra gideceğini söyledi. Sonra..." Duraksayıp etrafı işaret ettim. "Sen geldin işte. Sonrası bildiğin gibi."

Oğuz, gözlerindeki pişman bakışları Enes'e çevirdi. "Teşekkür ederim." dedi ve ekledi. "Ona bir şey olmasına izin vermediğin için."

Enes gülümsemeye çalıştı. "Görevim." dedikten sonra ayağa kalktı. "Yanlış anlaşılmayı aydınlatabildiysek ben artık gideyim. Deniz çok merak etmiştir. Kaç defa aramış."

Oğuz başıyla onaylayıp elindeki gömleği işaret etti.

"İstersen gömlek verebilirim."

"Teşekkür ederim. Aracım yakınlarda. Her zaman yedek kıyafet bulundururum."

Kapıya doğru giderken Oğuz bana müsaade etmeden onun peşinden gidip kapıdan çıkana kadar bekledi.
Saniyeler sonra yalnız kalmıştık. Salona geri döndüğünde ona kızsam mı yoksa beni dinlediği için teşekkür mü etsem bilemedim.

Sessiz adımlarla yanıma ulaşıp koltuğa oturdu. Ellerimi ellerinin arasına aldı ve gözlerime baktı.

"Bunu deneyimlemeni istemezdim. Ancak hayat insanın kınadığını yaşamadan göçüp gitmesine müsaade etmiyor."

Son zamanlarda duyduğum en acımasız sözlerden biriydi. Ancak haklıydı.

"Belki de bu söylediğin senin için de geçerlidir. Son birkaç aydır hep ben senin neler yaşadığını anlamaya çalıştım. Bugün yaşadığımız olaysa hayatın, sana benim gözümden neler yaşadığımı gösterme şekliydi belki de..."

Oğuz kolunu omuzuma atıp beni kendine çekti. "Seni daha iyi anladığım kesin..."

Dudakları saçlarımın arasında dolaşırken omuzumu okşuyordu. "Şimdi daha iyi misin?"

Başımı sallamakla yetindim. İyiydim, onun kollarında daha da iyi olacaktım.

Aylar sonra...
Evin içinde telaşla bir o yana bir bu yana koşup duruyordum. Her şeyin eksiksiz ve kusursuz olması gerekiyordu. Bugün büyük gündü.

"Oğuz, hadi! Bir kravatı bağlayıp gelemedin!"

Oğuz, en az benim kadar telaşlı bir hâlde yanıma geldi. Kravatını işaret ederek, "Olmuş mu?" diye sordu.

Yıllardır kendi kravatını kendisi bağlayan adam, düzeltiyorum kusursuz bir şekilde bağlayan adam, ne hikmetse yarım saatte bir kravatı takamamıştı.

Yüzüne bakıp kahkaha atmaya başladım. Sanırım bu benim son birkaç ayda olanlara karşı tahammülümün sonuydu. Ağlamak yerine kahkaha atmayı tercih eden bilinçaltıma buradan şükranlarımı sunuyorum.

Biz neden mi böyle kafası kopuk tavuk gibi oradan oraya koşturuyoruz?

Birkaç ay önce...
Şirketten çıkıp eve geleli bir saat olmasına rağmen yorgunluktan bayılmak üzereydim. Bugün Harmest için hazırladığımız diğer yazılımların sunumu yapılmıştı ve bütün gün boyunca tüm ekip harap olmuştuk.

İşi sonunda bitirmiştik. Bundan sonra geriye işin takibi ve yazılımda çıkacak herhangi bir sorunda destek vermek kalmıştı.

Yorgunluğumu bastırmak için şişmiş ayaklarımı koltuğa uzatmış maillerimi kontrol ediyordum. Henüz yemek yememiştik ve benim karnım çok acıkmıştı.

Oğuz gelir gelmez yemek siparişini verip kendini duşa atmıştı. Sanıyorum onun da sağlam bir uykuya ihtiyacı vardı. Ancak yemek yemeden hiçbir hayati fonksiyonum yerine dönemezdi.

Karnımdaki gurultuların senfonisini dinlerken yorgun gözlerle kapıyı izliyordum.
Dakikalar geçtik sonra Oğuz beline bağladığı havluyla yanıma geldi. Kendini koltuğa bırakıp bana sarıldı.

"Bence sen de duş almalısın. Kesinlikle günün yorgunluğundan eser kalmadı."

Nemli vücudu beni de ıslatırken geri çekilmeye çalışmadım.

"O kadar açım ki yemek yemeden önce herhangi bir şey yapabileceğimi sanmıyorum."

Dudaklarında muzip bir gülümseme belirdi.

"Hiçbir şey mi?"

Neyi kastettiğini anlayıp ben de gülümsedim.

"Aç karnına olmaz."

Koltukta tepinir gibi garip bir hareket yaptı.

"Antibiyotik mi bu ya hu! Neden aç karnına olmuyor?"

Kahkahama engel olamadım. Tam ona laf yetiştireceğim sırada zil çaldı.

"Bak, gördün mü? Yemek geldi bile..."

Sanki yorgunluktan bayılmak üzere olan ben değilmişim gibi kapıya hızla koşturdum. Adamın elindekileri bir panter edasıyla alıp masaya koştum ve açlığın bana verdiği yetkiye dayanarak hemen yemeğe başladım.

Oğuz, sanki bana anormal bir şey yapıyormuşum gibi baksa da çok üzerinde durmadan yanıma oturdu. Dakikalar sonra son lokmamı alıp keyifle arkama yaslandım.

"Doydun mu?"

Başımla onayladım. Konuşamayacak kadar keyifliydim. Oğuz gülümseyip başını iki yana salladıktan sonra yemeğini yemeye devam etti.
Çok geçmeden onun da yemeği bitmişti. Sofrayı birlikte toplayıp kalanları çöpe attıktan sonra tekrar salona geçtik. Oğuz'un rahat durmaya niyeti yoktu. Elleri özgürce bacaklarımda dolaşırken itiraz etmedim.

Dudakları boynumu talan ederken gözlerim çoktan kapanmıştı. Sıcak nefesi tüylerimin diken diken olmasına neden oluyordu. Boynumdan sonraki adresi göğüs oluğum olurken beni kucağına almaya çalıştı.

Koltuktaki alanımız son derece dar ve rahatsızdı. Saniyeler içinde ayaklarım yerden kesildi. Bacaklarımı beline dolamış sertliğini kendime bastırmaya devam ederken bir yandan öpülmekten şişmiş dudaklarımı Oğuz'a teslim ediyordum.

Birkaç duvara çarptıktan sonra, sanırım bir ara Rex ayaklarımıza dolanmış olabilir, yatak odasına ulaşıp ayağıyla kapıyı kapattı.

Üzerimdekilerden hızla kurtulup beni yatağa yatırdığında tüm bedenimi gözleriyle taradı. Her sevişmemizde beni dakikalarca izlemesi, içimden bir şeylerin akıp gitmesine neden oluyordu.
Gözlerindeki bakışlar hem şehveti hem aşkı bir arada barındırıyordu.

Tişörtünü çıkartıp bir kenara attıktan sonra yanıma uzandı ve ayak bileklerimden başlayıp dudaklarının değmediği bir nokta kalmadığına emin olana kadar yeniden dudaklarıma ulaştı.

Onun için fazlasıyla hazırdım. Bacaklarımın arasındaki sızı bir an önce içime girmesi gerektiğini hissettiriyordu. Oğuz'u kendime çektiğim sırada bana itiraz etmeden üzerime uzandı. Saniyeler önce kurtulduğu kıyafetlerini odanın diğer ucuna atmıştı.

Yatağın hemen yanında duran komodine uzanırken bekledim. Çekmeceyi açtı. Prezervatif dolu kutunun içinden bir tanesini aldı. Diğer elinden destek aldığı için paketi dişlerinin arasına aldı ve hızla açtı.
Prezervatifi eline aldığı sırada sanki düz duvara çarpmış gibi durdu. Ondan böyle bir tepki beklemediğim için şaşırmıştım.

"Ne oldu?"

Oğuz, elindeki paketi komodinin üzerine bıraktı. Sanki şoka girmiş gibiydi. Korkuyla yattığım yerden doğruldum. Çenesini tutup salladım. Birkaç saniye sonra kendine geldiğinde söylediği tek bir kelime vardı.

"Hassiktir!"

"Oğuz, korkutma beni ne oldu?"

Bakışları beni bulduğunda hem korkuyla hem de neşeyle bakıyordu. Gülümseyecek gibiydi ancak gülümseyemeden kaşları çatılıyordu.

"Leyla, tam bir buçuk aydır her gece sevişiyoruz."

"Evet."

Gariplik bunun neresindeydi anlayamamıştım.

"Aşkım, aralıksız olarak bir buçuk aydır her gece..."

Anlamamı bekler gibi gözlerime bakıyordu. Ancak ne demek istediğini hâlâ anlamamıştım.

"Yani?"

Pes edip geri çekildi. "Günlerdir çok çabuk yoruluyorsun, sürekli açsın ve bir buçuk aydır regl olmadın."

O anki aydınlanmamı sanırım tarif edebileceğim kelime sayısı çok azdı.

"Na-nasıl yani? Sence..."

Oğuz başını iki yana salladı. "Bilmiyorum." Hızla ayağa kalkıp üstünü giyinmeye başladı.

"Nereye gidiyorsun?"

"Tabii ki eczaneye..." dedi kemerini takarken. "Gebelik testi alacağım."

Bir şey söylememe müsaade etmeden odadan çıkıp gitti. Bense yatakta oturmuş bunun nasıl mümkün olabileceğini düşünüyordum. Aslında korunuyorduk.

Yani bu nasıl olabilirdi bir türlü mantığıma yatmıyordu. Sonra birden o geceyi hatırladım. Bir davete katılmıştık ve Oğuz alkolü biraz fazla kaçırmıştı. Hatta dönerken arabayı bile ben kullanmıştım. Her gece olduğu gibi yine benimle sevişmek istediğinde reddetmemiştim. Ancak prezervatif taktığından tam olarak emin değildim.

Elimi alnıma vurmamak için kendimi zorladım.
Oğuz eve geri dönene kadar bir o yana bir yana yürüyüp durdum. Aslında son birkaç ayda biraz kilo almıştım. Regl bu yüzden gecikmiş olabilir miydi? Daha önce kilolu olduğum bir dönem olmamıştı ancak kilo alımı insanlarda regl düzensizliği gibi sorunlara yol açabiliyordu.

Harmest yazılımıyla o kadar meşguldüm ki reglimin geciktiğini bile fark etmemiştim.

İlk on dakikayı bunları düşünerek geçirdikten sonraki yirmi dakikayı eğer hamileysem ne olacak diye düşünerek tükettim.

Düşüncelerimin arasında boğulmak üzereyken Oğuz paldır küldür içeri girdi. Nefes nefeseydi, konuşmakta zorluk çekiyordu ve alnından ter damlaları akıyordu.

"Eczaneye yürüyerek mi gittin?"

Sadece başını sallayabildi. "Araban nerede?"

Omuzlarını kaldırdı ve kesik kesik nefeslerinin arasından güçlükle cevap verdi.

"Heyecandan anahtarı almayı unutmuşum." Elini duvara yaslayıp torbayı bana uzattı. "Hadi, yap şu testi."

Bana uzattıklarını alırken ellerim titriyordu. Zaten heyecandan tuvaletim gelmişti. Bir de onun için beklemek zorunda değildim.

Hâlâ çıplak olduğumu fark edip üzerime bir elbise geçirip lavaboya gittim. Hayatımda ilk defa yapacaktım bu testi. O yüzden kullanma kılavuzunu okuyup talimatları uyguladım.

Ellerimi yıkarken teste, sanki hayatımın en değerli şeyiymiş gibi bakıyordum.

Oğuz'un kapıya dayanmasıysa uzun sürmedi. "Leyla? İyi misin?"

Neden kötü olacaktım ki? Sanki bir yerim mi kesilmişti?

"İyiyim." diyebildim. Sesim son derece cılız çıkınca ben bile garipsedim.

Oğuz daha fazla dayanamayıp içeri girdi. Gözlerini benden ayırmadan öylece yüzüme baktı. Duyguları o kadar karmaşıktı ki ne düşüneceğini bilemiyormuş gibi bakıyordu.

"Sonuç?"

Başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum. Daha bakmadım."

Sanki teste bakmaktan korkuyormuş gibiydim. Öyle de olmalıydım. Çünkü tip1 diyabet hastasıydım ve eğer hamileysem sorunlu bir gebelik beni bekleyebilirdi.

Hiçbir test yapılmadan, gerekli değerler yükseltilmeden kısacası bebeğimiz için planlama yapmadan hamile kalmak hem benim için hem de bebek için riskli olurdu.

Oğuz, benden cesur davranarak testi hızla eline alıp baktı. Sonra bakışlarını bana çevirdi. Ardından bir daha teste baktı.

"Çift çizgi negatif mi demek oluyordu?"

Bu cümle beynimden vurulmuşa dönmeme yetti de arttı bile. Gözyaşlarım istemsizce yanaklarımdan akıp giderken güldüm. Şimdiden duygu karmaşası yaşamaya başlamıştım.

Elimin tersiyle yanaklarımı silip yutkundum. "Hayır, pozitif demek oluyor."

Oğuz bir süre konuşamadı. Öylece yüzüme baktı. Salağa anlatır gibi gözlerime bakıp, "Hamilesin." dedi.

Başımı olumlu yönde sallarken tüm olumsuzlukları bir kenara bıraktım.

"Hamileyim."

Sonrası tam bir kutlama havasıydı. Birbirimize sarıldık. Oğuz da benim gibi gözyaşlarını tutmuyordu. Beni havaya kaldırıp kendi etrafında döndü. Yani hamilelik haberini alan her çiftin yaptığı şeyleri yaptı.

Hatta bir ara sokağa çıkıp, "Baba oluyorum lan!" diye bağırmaya bile kalktı ancak izin vermedim.

"Bağıracaksan evin içinde bağır. Tüm şehre ilan etmek zorunda değilsin."

Kahkahalarla evin içinde bağrışıp duruyorduk. Bunca yılın ardından birbirimizi bulup barışmamız bir yana bu duygu bambaşkaydı.

Anne, baba oluyorduk. Artık annemin dediği gibi anne olunca anlayacaktım her şeyi. Çocuğum için endişelenmeyi, mutlu olmayı, gurur duymayı...

Ertesi gün tabii ki soluğu hastanede aldık. İlk iş olarak kan verdim ve tahlillerin sonucu elbette beklediğimiz gibi çıktı.

Tam altı haftalık hamileydim.

Ancak doktorun yanına girdikten sonra biraz moralim bozulmuştu. Diyabetim olduğu için hamilelik sürecim zor geçecekti. Artık kan şekerimin normal seviyeye yakın olmasına daha fazla özen göstermek zorundaydım.

Eskisi gibi nasılsa şekerim düşecek diye yemek yiyemeyecektim. Dikkat etmem gereken çok fazla şey vardı. Bunların en başını ise uygulamam gereken diyet çekiyordu. Sürekli kontrol altında olacaktım ve sağlıklı bir hamilelik geçirmek istiyorsam doktorun söylediklerini harfi harfine uygulamam gerekiyordu.

Hastanedeyken diğer testlerim de yapılmıştı.
Bazı değerlerim olması gerekenden yüksekti ve bunların normal seyrine inmesi için doktorum neler yemem gerektiği konusunda ayrıntılı bir liste tutuşturmuştu elime.

Doktorun yanından çıktığımızda Oğuz'dan bir söz almıştım. Önümüzdeki dönemler yeteri kadar sancılı geçecekti ve o, bana her şey normalmiş gibi davranacağına söz vermişti.

Tabii benim ilk bir ay boyunca bu listeye uymam bir hayli zor olmuştu. Yine o akşamlardan birinde yemek krizlerim gelmişti.

"Leyla, lütfen bana mutfağın kapısını kilitlettirme. Salatalık bile yesen şekerin yükseliyor. İnsülin seviyenin artırılması bile çözüm olmadı."

Biliyordum. Bunları bana anlatmasına gerek yoktu. Ancak sanki içimde bir kurt vardı ve sürekli aç hissetmeme neden oluyordu.

"Hadi sevgilim, gel uyuyalım."

Hiç istemesem de Oğuz'la birlikte odamıza gittik. Rex her zamanki gibi bizi yatağın üstünde karşıladı. Son zamanlarda neredeyse yanımdan ayrılmıyordu. Sanki hamile olduğumu biliyormuş gibi bir patisini karnımın üstüne koyup öyle uyuyordu.

Yatağa uzanınca Rex hiç beklemeden yanıma yattı ve yine patisini karnımın üstüne koydu. Oğuz ikimize birden sarılıp alnıma bir öpücük bıraktı.

"İyi geceler sevgilim."

Gülümseyip öpüşüne karşılık verdim. "İyi geceler..."

Sonra Oğuz gözlerini kapattı ve çok geçmeden uykuya daldı. Gözlerimi tavana dikmiş dakikaları sayıyordum. Uykum vardı ancak bir türlü uyuyamıyordum.

Buzdolabındaki yiyecekler aklımdan geçerken kendime daha fazla engel olamadım. Rex'i ve Oğuz'u uyandırmamaya özen göstererek yataktan kalktım. Henüz iki buçuk aylık hamileydim. Karnım belli belirsiz şişmeye başlamıştı.

Parmak uçlarımda mutfağa ulaştım. Işığı bilerek açmamıştım. Oğuz ışık konusunda çok hassastı ve bu benim yakalanmam için yeterli olurdu. Buzdolabını açtığımda ışık mutfağın içine yayıldı. Ne yesem diye düşünürken birden mutfağın lambası yandı.

Annesinden gizli şeker yemeye çalışan çocuklar gibi utançla arkama baktım. Ağzıma bir lokma peynir atmıştım. Oğuz anlamasın diye çiğnemeyi durdurdum.

Sadece su içmeye kalktığımı söyleyecektim. Ancak ağzımda gittikçe büyüyen lokma buna izin vermedi.

"Ne yapıyorsun Leyla? Hani bir şey yemeyecektin?"

Omuzlarımı kaldırdım. "Su içmeye kalktım." dedim ancak sesim, ağzımın son derece dolu olduğunu belirtiyordu.

"Güncel bilgim suyun sıvı olduğu yönünde. Yani çiğnemeni gerektirecek bir şey yok."

Hızla peyniri çiğneyip yuttum. "Şimdi içeceğim."

Oğuz yanıma yaklaşıp dolaptaki ağzı açık peynir kutusuna baktı. "Tabii peynir tuzlu olduğu için susatmıştır. Sen de haklısın."

Yaramazlık yapan bir çocuk edasıyla gözlerimi kırpıştırıp dolabın kapağını kapattım.

"Hadi gidip yatalım."

Benim bu rahat tavrım Oğuz'un gözlerinin kocaman olmasına neden oldu. "Her bir de aymazlık yapıyorsun öyle mi?"

Sevimli görünmeye çalışıp koluna tutundum. "Tek bir lokma peynir yedim. Söz bir şey olmayacak."

Daha fazla beni azarlamasına izin vermeden kolundan çekiştirerek mutfaktan çıkardım. Yatak odasına geldiğimizde Oğuz hâlâ memnuniyetsizce bakıyordu bana.

"Yemeden duramadın değil mi? Ya şekerin yükselirse ne olacak?"

"Gece insülinimi yaptım. Güven bana. Bir şey olmayacak."

İkna olmasa da yatağa uzandı. Benim de yatmamı bekledikten sonra hızla ayağa kalkıp odanın kapısını kilitledi.

Yattığım yerde doğrulup, "Ne yapıyorsun?" diye sordum.

"Beni uyutup bir kez daha mutfağa gitmeyeceğinden emin olmam gerekiyordu."

Anahtarı yastığının kılıfına saklayıp tekrar yattı. Bu durum beni hiç memnun etmemişti. Elbette onu uyutup tekrar mutfağa gidecektim. Daha hiçbir şey yiyememiştim ki...

El mahkûm gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Aradan birkaç dakika geçmişti ki aklıma gelen düşünceyle tekrar kalktım. Ancak bu defa yataktan ayrılmadım. Sırtımı yatak başlığına yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim.

"Sen benimle evlenmeyecek misin?"

Oğuz şaşkınlıkla gözlerini açtı. "Ne?"

"Duydun işte... Çocuk neredeyse iki buçuk aylık oldu. Ne bir evlenme teklifi var ne de bir çaba..."

"Leyla sana gerçekten inanamıyorum."

Kirpiklerimin ucunda bekleyen gözyaşlarını saldım.

"Zaten evlenmeye niyetin yoktu. Şimdi bebek de geliyor. Hiç zahmet etmezsin artık."

Aramızda yatan Rex'i ezmemeye özen göstererek beni kendine çekti.

"Saçmalama bir tanem. Daha içine düştüğümüz durumu bile yeni kontrol altına alıyoruz. Elbette seninle evleneceğim. Çocuğumuzun olmasının bu konuya olumlu ya da olumsuz herhangi bir etkisi yok."

Omuzlarımı silkip ağlamaya devam ettim. "Hiç de öyle bir niyetin varmış gibi görünmüyor. Hâlinden son derece memnunsun."

Oğuz resmen sabır çekerek bana sarıldı. "Lütfen garip düşüncelerin seni ele geçirmesine izin verme. Bunları kafana takma. Sana gerçekten güzel bir teklif edeceğim."

Sanki canım yanmış gibi içimi çekerek ağlarken başımı salladım. "Tamam."

Rex'i yanına alıp beni de göğsüne yatırıp sarıldı.

"Hadi uyu artık."

Gözlerimi kapatıp ağlamamı durdurmaya çalışarak uykuya daldım.

☘️

Aradan birkaç gün daha geçmişti. Şirkette artık çok fazla zaman geçirmiyordum. Ömer hariç kimse hamile olduğumu bilmiyordu. Tabii bir de şirket doktorumuz...

Onun bilmesi zorunluluk nedeniyleydi. Herhangi acil bir durumda bana ve bebeğimize müdahale edebilmesi içindi.

Bilgisayar başında oyalanırken odamın kapısı açıldı. Asistan elinde küçük bir notla içeri girdi.

"Leyla Hanım bölüyorum ancak bunu size iletmem söylendi."

Notu kimin verdiğini sanırım o da bilmiyordu.

"Ver bakalım."

Elindeki notu bana verdi.

Aşağıda seni bekleyen biri var. Acele etmen lazım.

Notta tam olarak bu iki cümle yazıyordu.
Odamdan çıkıp Oğuz'un yanına gittim. Bu notu kimden geldiğini bilmediğim için güven vermemişti. Ancak Oğuz odasında yoktu. Ömer'in yanına gittiğimde de sonuç değişmemişti. Asistanı bulmaya çalıştım ancak o da ortalıkta yoktu.

Odama dönüp telefonumu aldım. Sırayla Oğuz'u ve Ömer'i aradım. İkisi de açmadı. Çantamı koluma takıp odamdan çıktığım sırada asistanla karşılaştım.

"Her yerde sizi arıyorum. Oğuz ve Ömer nerede ve bu notu sana kim verdi?"

"Notu kargocu getirdi. Ömer Bey ve Oğuz Bey bir toplantı için birlikte çıktılar."

"Anladım."

Aşağı inip inmemek konusunda kararsız kalsam da içimden bir ses aşağı inmem gerektiğini söyledi. Asansöre binip zemine ulaştım. Etrafta herhangi bir değişiklik yoktu. Yabancı birilerini görmeyi bekleyerek kapıya doğru yürüdüm.

Döner kapıdan dışarı çıktığımda merdivenlerde oturmuş bekleyen Rex'i gördüm.

Koşarak yanına ulaştım. Rex'in burada ne işi vardı? Onu yalnız başına şirketin önünde görmek beni korkutmuştu. Evden nasıl çıkmıştı ve daha da önemlisi buraya nasıl gelmişti?

Yanına ulaşıp yere diz çöktüm. "Oğlum! Ne işin var burada?"

Sadece dilini dışarı çıkarıp hızlı hızlı nefes almaya başladı. O sırada tasmasına asılmış ikinci bir not gördüm. Sorgulamadan alıp okudum.

Hemen yanıma gelmelisin.

Kâğıdın altında bir adres vardı. Bunu yapan Oğuz olabilir miydi? Yoksa kötü niyetli birisi bir şekilde Rex'e ulaşıp onu bana karşı kullanıyor muydu?

Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Rex'i de yanıma alıp arabaya bindikten sonra notta yazılı olan adrese gittim. Yol boyunca aklımdan onlarca ihtimal geçti.
Ancak şu an tercih edeceğim tek ihtimal Oğuz'un bana sürpriz yapıyor olmasıydı. Navigasyon varış noktasına ulaşıldığına dair uyarıda bulununca arabayı park ettim.

Geldiğim yerin neresi olduğunu görünce şaşkınlıkla karşımdaki okula baktım. Burası Oğuz'la tanıştığımız okuldu. Yanlış görmüyorsan giriş kapısındaki kişi Ömer'den başkası değildi.

Rex'i yanıma alıp ağır adımlarla Ömer'in yanına ulaştım. Neredeyse ağlamak üzereydim.

"Bence gözyaşlarını burada tüketme."

Ömer'in uyarısı gülümsememe neden oldu. Bunların hepsi Oğuz'un işiydi ve tahmin ettiğim gibi bana sürpriz yapacaktı. Başımı olumlu yönde sallayıp Rex'le birlikte içeri girdim.

Çocuklar bahçede koşturuyordu. İçlerinden birisi yanımıza geldi. Önce Rex'i sevdi daha sonra da okula doğru baktı.

"Abla, senin adın Leyla mı?"

"Evet."

Sonra köpeği işaret etti. "O da Rex değil mi?"

"Evet."

Çocuk gülümsedi. "İçeride bir abi var. Sen gelmeden derse girmemize izin vermiyor. Deli galiba..."

Normal olmadığı kesindi. Sırf bana sürpriz yapmak için nasıl bir okulu basabilirdi?

"Beni bulmanı o mu söyledi sana?"

Çocuk başını salladı. "Yanında bir köpekle geleceğini ve kapıdaki abiyle konuşacağını söyledi. Bir de..."

Devam etmesi için, "Bir de..." dedim.

"Bir de çok güzel olduğunu ve yosun yeşili gözlerinin olduğunu söyledi. Haklıymış. Gerçekten çok güzelmişsin."

Gülümsememe engel olamadım. "Teşekkür ederim. O abi nerede?"

Okulun merdivenlerini gösterdi.

"3.katta. 4/B sınıfında."

Aynı sınıfta bekliyordu beni. Onu ilk kez gördüğüm, âşık olduğum sınıfta...

Çocuğun başını sevip Rex'le birlikte içeri girdim. Okul boştu. Gerçekten herkes dışardaydı. Karşılaştığım öğretmenler gülümseyerek bana bakıyordu.

3.kata çıktığımızda etrafıma bakıp 4/B sınıfını buldum. Zaten yeri hâlâ aynıydı. Okul sadece eskidiği için restore edilmişti. Onun haricinde bir değişiklik yoktu.

Acele etmeden içeri girdim. Oğuz, ilk kez yan yana oturduğumuz sırada bana bakıyordu.

"Hoş geldin. Bu defa sırada seni bekleyen kişi ben oldum."

Gözyaşlarımı akıtmanın zamanı sanırım gelmişti. Artık tutmama gerek yoktu.

"Seni ilk gördüğüm yerde şimdi ben duruyorum." dedim.

Elimin tersiyle gözlerimi sildim. Bana doğru uzanıp yanına oturmamı işaret etti. Rex benden önce gidip Oğuz'un yanına oturunca ikimiz de gülümsedik.

"Sen de gel."

Rex'ten bana kalan yere oturdum. Tahtaya baktığımda yansıtılmış ekranı görmem uzun sürmedi. Ses yoktu ancak geçmişimize dair ne kadar fotoğrafımız varsa hepsi sırayla ekranda akıyordu.
Hiçbir şey söylemeden akan fotoğrafları izledim. Çoğunun kalitesi çok kötüydü.

Çünkü o dönemlerde son model telefonlar yoktu. Fotoğraflar hep makineyle çekilmişti. O yüzden bazılarında kendimizi tanıyamasam da izlemeye devam ettim.

Okul etkinliklerinde çekilmiş olan fotoğrafları gördüğümde gülümsememe engel olamadım. Sanırım 23 Nisan fotoğraflarıydı bunlar. Ben prenses olmuş ve bir gelinlik giymiştim. Oğuz da prens kostümüyleydi.

O günü elbette unutmamıştım. Çok eğlendiğimi ve gelinlik giydiğim için çok mutlu olduğumu hatırlıyorum. Fotoğraflar bittiğinde dönüp Oğuz'a baktım. Hiçbir şey söyleyemiyordum. Söyleyecek onlarca sözcük varken sadece susarak gözlerimle ona olan aşkımı görmesini bekledim.

"Bir yüzük alıp kuru kuru teklif etmek istemedim. Aslında sana güzel bir hediye almayı da düşündüm ama ne almayı düşündüysem hepsi yanında sönük kaldı."

Küçük bir çocuk gibi omzunu silkti.

"Sana hediye edebileceğim en değerli şey çocukluğumuzdu."

Ne diyeceğimi bilemez hâlde ona bakarken ceketinin iç cebindeki kutuyu çıkarttı.

"Çocukluğum, gençliğim, anılarım, acılarım hepsi seninle dolu." Elini uzatıp karnıma dokundu. "Geleceğim, her şeyim sensin. Ömrümün sonuna kadar sol yanımdan ayrılma olur mu?"

Kutuyu açıp içindeki yüzüğü aldıktan sonra bir cevap vermemi bekledi. Elbette onu reddedemezdim. Elimi yanağına uzatıp birkaç günlük sakalını okşadım. Onu hak etmek için ne yapmıştım hâlâ bilmiyordum. Ancak diyetini ödediğim kesindi. On yıl ona hasret yaşamıştım.

Şimdi güzel bir gelecek bizi bekliyordu. Bir daha asla ayrılmamacasına...

"Çocukluğumuzdan daha güzel bir hediye veremezdin bana."

Gözlerimden akan yaşlar konuşmamı engellerken başımı salladım.

"Kabul ediyorum. Sol yanından asla ayrılmayacağız. Ben ve bebeğimiz..."

Rex sanki olanları anlıyormuş gibi bir bana bir Oğuz'a bakıp hiç olmadığı kadar enerjik bir ifadeyle gülümsüyordu. Birbirimize sarıldığımızda başını ikimizin arasına sokmaya çalıştı.

O da bizim bunca yıllık hikâyemize ortak olmuştu elbette bu mutluluğu paylaşmayı hak ediyordu.
Sonsuza dek, mutlu...

Gözümün gördüğü
göğsümün bildiğiyle bir değil...

☘️

Bölüm sonu!

Eveeet, bölümü nasıl buldunuz?

Bol gelişmeli sakin bir bölüm oldu diye düşünüyorum.

Enes konusunun uzuyacağını düşünenler olduysa teessüflerimi iletiyorum :) Sadece Oğuz ve Leyla'nın yıllar önce düştükleri duruma karşı birbirlerine empati kurmaları için yazılmış bir sahneydi.

Bebek haberini kimler tahmin etti bi' el kaldırsın bakayım :)

Peki evlilik teklifini beğendiniz mi?

Artık onlar ersin muradına biz çıkalım kerevetine. Yavaştan müsaade isteyip finale geçelim diyorum.

Cumartesi gününü iple çekiniz. Çünkü Belki Bir Gün final bölümüyle yayında olacak.

Kendinize iyi bakın.
Seviliyorsunuz, Berna...

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 51.5K 37
Demokan Korkut... Karaları kuşanmış, zehir zemberek dili ve sert bakışları ile insanı intihara sürükleyen bir adam. Ermen Korkut... Nazik, tatlı sert...
16.8K 2.4K 80
"Kendi planlarımızı yapıyorduk, Ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk." Dostoyevski/ Suç ve Ceza *** Murat Albayrak'ın tek istediği arkasını dö...
6.7K 481 34
Bazen dikenli yollardan geçer insan ayakları dikene her battığında kanar kalbinde derin boşluklar oluşur kabuk bağlamış yaralarla dolu boşluklar.İşte...
81K 1.8K 4
Kitabın, gerçek kurum ve kuruluşlarla bir ilgisi yoktur. Bir kurgudur ve yazarın duygu, düşünce ve hayal dünyasını ifade eder. Kitap kapağı için @bs...