ÇOKLU OLASILIK

By melodi-

13.3K 1.6K 1.1K

Diğer insanlar tarafından hissedilmeyen artçı depremlerin açtığı kapılardan geçen insanlar. Ve birbirlerinde... More

¹
²
³
¹⁰
¹¹
¹²
¹³
¹⁴
¹⁵
¹⁶
¹⁷-GÜNLÜK
¹⁸-GÜNLÜK
¹⁹-GÜNLÜK
²⁰
²¹
²²-GÜNLÜK
²³-GÜNLÜK
²⁴-GÜNLÜK
²⁵
²⁶
²⁷-GÜNLÜK
²⁸-GÜNLÜK
²⁹-GÜNLÜK
³¹
³²-GÜNLÜK
³³-GÜNLÜK
³⁴-GÜNLÜK
³⁵
³⁶
³⁷-GÜNLÜK
³⁸-GÜNLÜK
³⁹-GÜNLÜK
⁴⁰
⁴¹
⁴²-GÜNLÜK
⁴³
⁴⁴
⁴⁵
⁴⁶
⁴⁷
⁴⁸"GÜNLÜK"
⁴⁹"FİNAL"
TEŞEKKÜR

³⁰

245 36 35
By melodi-


Nefesim kesilmiş gibi hissediyordum. Nefes al ver uyarısı bir halta yaramıyordu. Yer kabuğu ayaklarımın altında takla atıyordu sanki. Her şey saniyeler içinde gerçekleşmişti. Bahçe kapısından girmiş ve ağlama seslerini duymuştuk. Sonra arkaya bahçeye koşmuştuk... Hâlâ olduğumuz yere.

"Beni duyuyor musun Farah?" Diye bağırıyordu Akif Bey "Hemen içeri geç."

Halime Hanım yerde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Belki kendini biraz kaybetse ya da biz biraz geç gelsek hemen ardında duran obruğun içine düşecek.

Dizlerinin önünde sere serpe yatan Alp— Nefesim yeniden kesiliyormuş gibi olduğunda kafamı gökyüzüne doğru kaldırdım ve yıldızları görmeye çalıştım.

Say Farah say. Yıldızları say.

Alp oradaydı. Halime Hanım öldü diyordu. Halime Hanım kafayı yemiş olmalıydı. Çünkü daha bu sabah onu sapasağlam bir şekilde bıraktıktan sonra çıkmıştım evden.

"İçeri geç Farah!" Diye bağırdı bu kez Akif Bey.

Ellerim , ayaklarım titriyordu. Bırak içeri geçmeyi gözlerimi kırpmayı bile nasıl başardığımı bilmiyordum.

"Yardım edeceğim." Dedim sonunda kendime bir tokat atıp yıkılmayı erteleyerek. Alp bu haldeyken olmazdı. Şu an zamanı değildi. Onun iyi olduğunu gören kadar ağlama molası falan veremezdim. Mental çöküş için gece yatağıma girmeyi beklemem gerekiyordu. Zaten hep öyle olmaz mıydı? Geceleri göz yaşları sabahları hiçbir şey olmamış gibi davranılacağı bilindiği için akıtılırdı.

"Bunu görmeni istemiyorum." Dedi Akif Bey kesin bir dille. Çok geçti. Göreceğimi görmüştüm zaten . Ben bu eve gelirken yıkılmış bir ev bulmayı bekliyordum zaten. En kaz altında bulmayı bekliyordum bu iki insanı. Öyleyse şimdi daha iyi bir sahne için duraksamayacaktım.

"Ona yardım etmek istiyorum. Neden daha fazla oyalanıyorsunuz? Ölmesinimi istiyorsunuz? "

Halime Hanım'ın ağlaması biraz daha şiddetlendi.

"O saatlerdir böyle Akif . " Dedi . Alp'in bir elini tutmuş gözlerini ondan ayırmıyordu.

"İkiniz de toparlanın hemen!" Diye bir uyarıda bulundu Akif Bey. Soğuk kanlılığından bir şey kaybetmemişti. "Nabzını kontrol ettim. O yaşıyor. Ve sizin tek yaptığınız şey işleri daha da zorlaştırmak."

"Yaşıyor mu?" Diye sordum. Nedense onu o halde gördüğümden beri aksini düşünüyordum. Ve bunu duymak biraz da olsa rahatlamamı sağlamıştı.

"Evet. "

"Bir şey olmayacak değil mi?"

"Söz veriyorum kızım." Dedi Alp'i kucaklanmaya çalışırken. Ama tek başına yapabileceği bir şey değildi bu. Alp oldukça iri yarı biriydi. "Ona hiçbir şey olmayacak. "

Şu durumda Halime Hanım bize pek yardımcı olacak gibi görünmüyordu. Bu yüzden tüm itirazlarını göz ardı edip yanlarına koştum ve Alp'i ayaklarından tutum.

Yaralı avucum acıyordu ama bu şu anın konusu değildi.

"Yaşayacak."Dedim yeniden kendimi temin etmek istermiş gibi.

"Yaşayacak tabii."Dedi Akif Bey oyalanmadan içeri yönelmeye başladığında. Ağırlığın büyük bir kısmı onda olmasına rağmen bu kolay bir iş değildi.

Halime Hanım ise hâlâ arkamızda oturduğu yerde durmuş öylece ağlıyordu. Ne görmüştü bilmiyorum ama gördükleri onu fena etkilemişti.

"Yatır şöyle." Dedi Akif Bey salondaki en büyük koltuğu işaret ederek.

Bunu yaparken düşmek üzereydim ama son anda toparladım. Çünkü her an beni odama kapatacakmış gibi bakıyordu Akif Bey.

"Ben hemen doktoru çağıracağım." Dediğinde gözlerim anlık olarak onu buldu. Çünkü hastaneye gitmiyorduk doktoru buraya çağrıyorduk. Halime Hanım'ın halinden dolayı mı böyle bir karar vermişti?

"Acele et!" Deyip mutfağa yöneldim. Biraz su alıp Alp'in yüzünü temizleyecektim. Toz kir içindeydi. Üstelik üzerinde hâlâ onu bıraktığım şeyler vardı. Yani duş almaya ve ona söylediklerimi yapmaya vakti hiç olmamıştı. Belki de benim hissettiğim depremi o da hissetmişti.

"Alp." Diye fısıldadım salona dönüp onu yalnız başına bulduğumda. "Biliyorum biz henüz yeni  tanıştık. Ama lütfen gitme. " Bunu kaldırabileceğimi sanmıyordum.

Sözümde duramayıp ağlamaya başladığımda bir yandan da canını çok  yakmamaya çalışarak yüzünü siliyordum. Yanıkları var mıydı acaba? Uyanana kadar bunların hiçbirini öğrenmeyecektik.

"Kendine gel Halime!" Diye bağıran Akif Bey'in sesi aralık olan evin kapısından içeri kadar geliyordu. "Kendine gel! Farah'ı gördün mü hiç?! Saldırıya uğramış! Onu bulduğum hâli görsen aklını kaçırırdın! Ama sesimi çıkartmadım sırf biraz daha korkmasın diye..."

"Akif ya çocuk ölürse?" Halime Hanım konuşulan onca şeyi duyuyormuş gibi değildi.

"Ölmeyecek! Gir sen de içeri. Aradım ben Mehmet'i . Yolda, birazdan burada olur. Kimse bir şey olduğu yok. Sil sende lütfen şu göz yaşlarını."

Sonra kısa bir sessizlik oldu ve ardından salona geldiler. Ne yaptığımı gören Akif Bey yanıma gelip beni başka bir koltuğa oturtmaya zorladı ve benim yaptığım işi kendisi yapmaya koyuldu. Sanki sen çok iyi bir haldesin diye kızan bir yanı vardı.

"Çocuğu tanıyor musun?" Diye sorduğunda ilk başta bana sorduğunu düşünüp telaş yaptım ama bana değil Halime Hanım'a soruyordu.

"Hayır." Ağlamasını yeni yeni dindirebilmişti. "Hayır ben onu tanımıyorum. İlk kez gördüm buralarda. İşim erken bitince eve döndüm."

Halime Hanım diyetisyendi. Özel bir kliniği vardı.

"Bizim bahçedeydi. Öylece dikiliyordu. Birine bakıp bakamayacağını soracaktım. Hatta Farah'ın arkadaşı falan sandım..." Konuştukça hatırlıyor, o anları yeniden yaşıyormuş gibi susuyordu ve kendine biraz zaman tanıyordu.

Sarı saçları birbirine girmişti. Krem rengi pantolonu kan ve çamur olmuştu. O da en az bizim kadar perişan görünüyordu.

"Sonra bir anda deprem oluyor diye bağırdı. Bana kaçın dedi, korkmuş gibiydi. Beni korumaya çalıştı Akif..." Sözleri tüylerimi diken diken ederken Akif Bey'in gözleri de bana kaymıştı. Çünkü ben de deprem olduğunu söylemiş ve eve gitmek istediğimi söylemiştim. Bunu hatırlamış olmalıydı.

Alp , Halime Hanım'ı korumaya çalışmıştı çünkü muhtemelen depremleri sadece bizim hissettiğimizi bilmiyordu. Ben de aynı tepkiyi vermiştim bunu ilk kez Girayların bahçesinde yaşadığımda.

"Anlamadım bile ne olduğunu Akif. Çocuk bir anda yere düştü. Acı çekiyormuş gibi görünüyordu. Sadece ona yardım etmek istedim. Çığlık atıyordu! Ona yardım etmek istedim sadece. "

Bir anda ayağı fırlarken "Ona dokundun mu?!" Diye sorarken buldum kendimi.

"Ne?" Zaten içine olduğu şokun etkisindeyken bağırmam onu daha fazla ürkütmüştü.

"Çığlık attığı zaman ona dokundun mu?"

"E-evet ."dedi "Yardım etmeye çalışıyordum. Ama ben ona dokununca.Bir şey oldu Akif. Ne olduğunu tam hatırlamıyorum bile. Bayılmış kalmışım korkudan. Uyandığımda bahçenin orta yerinde bir çukur vardı. "Gözleri Alp'i buldu "Ve o hiç hareket etmiyordu."

Akif Bey'in ardımdan nereye diye bağırmasını aldırmayıp telefonumu alıp salondan çıktım.

Esved'i aramam gerekiyordu. Farah ona başka bir şeyler daha anlatmış olamalıydı. Eğer artçı depremler sırasında bu kadar büyük ölüm tehlikeleri geçiriyorsak Esved'e bir şeyler anlatmış olamalıydı.

Telefon üçüncü çalışında açıldı.

"Esved." Dedim sıktığım dişlerimin arasından. "Bak biliyorum benden nefret ediyorsun hatta mideni bulandırıyorum. Ama şu an buraya gelmen gerekiyor. Benim için değil ama yardımına ihtiyacımız var. " Tek nefeste söylemiştim söyleyeceğim her şeyi. Çünkü telefonu üzerime kapatma ihtimali yüksekti.

"Ne oluyor?" Diye sordu muhtemelen böyle bir arama beklemediği için söylediklerim onu şaşırtmıştı.

"Yine oldu."Dedim "Ve bu sefer çok daha kötüydü Esved. Hemen buraya gelmen gerekiyor."

"Sakin ol." Dedi anında kontrolü ele alarak. "Evdeysen eğer telefonu babana ver ve sakin ol."

Söylediğini yapıp telefonu Akif Bey'e verdim.

"Hayır o iyi." Dedi bir süre Esved'in konuşmasını bekledikten sonra. "Sadece ufak bir saldırıya uğramış." 

Bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapatıp bir köşeye bıraktı. Herkes çok gergindi. Kimse ağzını bile açmıyordu. Akif Bey'in tek yaptığı bir ileri bir geri yürümekti. Halime Hanım ellerini yüzüne kapatmış öylece yerde oturuyordu.

Ben... Bense Akif Bey'in tüm uyarılarına rağmen yerde Alp'in koltuğunun hemen yanı başında oturmuş arada bir nefes alıp almadığını kontrol ediyordum.

Elimde değildi. İçim rahat etmiyordu. Bu doktor her kimse neden artık gelmiyordu?

Ne kadar bekledik bilmiyorum ama bir süre sonra kapı çaldığında Akif Bey açtı. Ve kırklı yaşlarda bir adam girdi içeri.

"Neden hastaneye getirmediniz?" Diye sordu üzerindeki ceketi çıkartır çıkartmaz.

Ama kimse bu soruya cevap vermedi.

"Acele et Mehmet!" Dedi sonunda konuşan Halime Hanım. Yüzünü açmış ve ayağı kalkmıştı.

"Bir yarısı yok gibi." Dedi. Ve evet tek yarası avuç içindeki oyuktu. Bendekiyle aynı olan oyuk.

"Ama saatlerdir uyanmadı. Kımıldamıyor bile Mehmet. Nabzı çok yavaş ." Halime Hanım'ın tüm telaşı bundandı. Çünkü muhtemelen dört saaten fazla bir saatir bu haldeydi.

Kapı yeniden çaldığında bu kez kimin geldiğini bildiğim için açmaya ben gittim.

"Farah," dedi açtığım kapıdan baştan aşağı beni süzen Esved.

Onu içeri almak yerine ben dışarı çıkıp kapıyı çok hafif bir aralık kalana kadar kapattım.

"Sana daha önce bu konu hakkında ne anlattıysam hepsini bana anlatmanı istiyorum."Dedim lafı ağzımda geveleme gereği duymadan. İsterse kim olduğumu bile anlayabilirdi. Ama Alp bu durumdayken bu umurumda olacak son şey bile olamazdı.

O şu an beni süzmekle meşguldü. Çünkü rezalet bir haldeydim. Kendimi aynadan bakacak cesareti bile gösteremeyecek bir haldeydim.

"Sen bana önce ne olduğunu anlatacak mısın?" O da tüm kırgınlıkları ve kızgınlıklarını bir kenara bırakmış gibiydi.

"Esved!" Dediğimde hiç mecalim yoktu. Açıkçası düşüp bayılmıyorsam Alp içindi. "Önemli. Benim şu an ne durumda olduğumu görmezden gel. "Çünkü bu boyuta geldiğimden beri ben öyle yapıyorum. Kendimin nasıl göründüğü görmezden geliyorum. Aynadan baktığım surata sahip olan tek insan ben olmadığım için bile aynaya küsmek istiyorum."Konu önemli. Ölebilir. Ve biz sadece oyalanıyoruz."

"Farah ." Bir eli ensesine gitmiş nasıl anlatacağını düşünürmüş gibi bir hali vardı. "Hiçbir şey yapamayız."

Ondan bir iki adım gerilerken anlamayan bakışlarım yüzü hariç her yeri tartıyordu.

"Ne demek hiçbir şey yapamayız?!"

"Bana tek söylediğin seni geri döndürmemin tehlikeli olacağıydı. Bu ikimizi de öldürebilir dedin. Sana bunun nasıl geçeceğini sordum, doktoraya gitmeyi istedim hatta babamın tanıdığı bir psikiyatriyi bile araya koymayı teklif ettim. Ama—"

"Ama sana deli olmadığımı söyledim..."

Sabahtan beri tuttuğum göz yaşlarım bir bir akarken Farah'ı anlıyordum. Çünkü onlar bunu yaşamadıkları müddetçe bize inanmayacaklardı. Alp belki şu an ölecekti ama onlar bunun mantıklı bir açıklamasını bile bulamayacak sırf bu yüzden de görmezden geleceklerdi. Sırf mantıklı bir açıklaması yok diye görmezden geliniyorduk. Bu çok acımasızcaydı.

"Öyle söyledin." Diye onaylamakla yetindi. Ağladığım için telaşlanmış elini ayağını nereye koyamayacağını bilmez gibi bakıyordu.

Tüm bunları kimin için sorduğumu bile soramayacak bir haldeydi.

"Geldiğin için teşekkürler."Dedim burnumu çekerken. Arkamı dönüp eve gitmek için bir hamle yapmıştım ki bileğime dolanan eli buna engel oldu.

"Farah." Diyebildi sadece. Sanki onunda tıpkı benim gibi söylemek istediği düzinelerce cümleleri vardı. Ama ikimiz de yutkunmaktan başka bir şey yapmıyorduk.

"Bir şey söyleme."Dedim. Çünkü daha fazlasını kaldırabileceğimi zannetmiyordum. Ağlıyordum ama yetmiyordu. Sanki biraz daha konuşursam içime sığmayan her şey bir anda taşıp dökülecekti etrafa. Ve bu en çok bana zarar verecekti.

"Burada kalabilirim." Bileğimi kavradığı eli dokunduğu kısmı varla yok arası bir hareketle okşuyordu.

Burada kalmasını isterdim. Çünkü o iyi bir arkadaştı. Sizi destekleyen ve tam da telaş anında ne yapılması gerektiğini bilen. Ama bunu ondan isteyemezdim. Bu durumda bile bana böyle iyi yaklaşan birine bu kötülüğü yapamazdım. Sırf biraz daha iyi hissetmek için sevgilisi olan Farah rolü kesemeyecektim.

"Teşekkür ederim."Dedim yeniden ve bileğimi ondan kurtarın hızlıca içeri attım kendimi. Biraz daha kalırsam ona sarılıp ağlayacaktım. Ve büyük ihtimalle o da bütün gecesini bizim için mahvedip burada kalacaktı. Bunu ondan isteyemezdim.

Göz yaşlarımı silip salona yöneldim. Onların yanında ağlamayacaktım. Halime Hanım yeterince stres olmuş durumdaydı. Ama bu biraz zordu. Esved'in sözleri aklımda yankılanıp duruyordu. 'Hiçbir şey yapamayız...'

Ama hiçbiri şey yapamıyor olsak bile bir şey yapmak zorundayık.

"Hadi kızım," Dedi salona döndüğümü gören Akif Bey "Sen de bir duş falan al. Sonra senin yaranada baksın Mehmet abin."

Alp'in başından ayrılabileceğimi sanmıyordum.

"Burda kalacağım."Dedim kararlı bir şekilde.

"Burada kalıp ne yapacaksın?" Diye  sordu iyice yanıma yanaşan Akif Bey. "Ha güzel kızım." Elleri saçlarıma gitmişti. Bu pis halleriyle bile onları sevebiliyordu. Ben sevemiyordum o nasıl seviyordu. "Burada beklemek onu daha hızlı iyileştirecekse buyur sabaha kadar bekle. Ama hepimiz biliyoruz ki bu sadece kendine eziyet. Senin de ondan kalır bir yanın var mı sanıyorsun? Doğru dürüst ayakta duramıyorsun bile iki adımda bir yere düşme eşiğine geliyorsun. Ağzın yüzün toz toprak içinde. Hele o kandan bahsetmek bile istemiyorum Farah." Bana baktıkça, yaralarımı, halimi gördükçe içi gidiyor gibiydi.

"Ha kızım sen söyle? Bu haldeyken burada durman bizi üzmekten başka neye yarar? Hem uzak bir yerede gitmiyorsun. Üst kata çıkıp duş alacaksın alt tarafı. Sonra yeniden buraya geleceksin. Bakma bana öyle. Onun bu halinden biz sorumlu değiliz ve şu an hiçbirimiz mutlu değiliz. Keyfi sürdüğü falan yok kimsenin. "

İçten içe çektiğim vicdan azabını görebiliyordu. O bu haldeyken gidip duş almak bile ayrıcalık gibi geliyordu çünkü.

"Hadi kırma beni ." Dediğinde ona daha fazla karşı koyamadım ve dediğini yapıp yukarıya çıktım.Hatta acelem varmış gibi koştur koştur çıktım. Sırf gönlü olsun diye gidiyordum dediğini yapıp geri dönecektim.

                             ⏳💫

Üzerime geçirdiğim kazağın eteklerini düzeltirken duyduğum sesle olduğum yerde sabit kaldım. Sonra yeniden aynı sesi duyunca yeni bir deprem olduğunu düşünüp kendimi komodinin kenarına atıp dizlerimi kendime doğru çekip yüzümü üzerine gömdüm.

Sakin ol Farah sakin diye telkinler vermeye başladım kendime. Bu her neyse bitecek. Gördüğün ilk şeye odaklan , duyduğun seslere odaklan.

"Farah!"

Hayır henüz delirmedin  ve gayipten sesini duymuyorsun. Sakin ol ve sadece anda kalmaya çalış.

"Farah!" Aldığım nefesler her geçen an sıklaşırken bedenimi saran herhangi bir acı dalgasının olmamasının yanında yeniden onun sesini duydum. Ve hemen ardından pencereme isabet eden taşla ne olduğunu anlamış gibi gözlerim irice açıldı.

Yeniden o anı yaşamayacağım için sıkıca kendime doğru çektiğim bacaklarımı serbest bırakıp nefeslendim. İyice aklımı kaçırmıştım. Her an tetiktle bekliyordum.

Kendime biraz daha zaman vermek istesem de pencereme değen başka bir taşla sabrının kalmadığını anlamıştım.

Pencereyi açıp önüne geçtim. Elleri cebinde kafasını yukarı doğru kaldırmış bir adet Giray vardı görüş alanım içinde.

"Ne işin var burada?" Diye sorsam da tüm bunlar yaşındığından beri deli gibi onu armak istediğimi ama kendimi bir şekilde dizginlemek zorunda kaldığımı biliyordum.

Omuz silkmekle yetindi. Hava karanlıktı nasıl göründüğünü tam anlamıyla çözemiyordum. Yüzünü bile doğru dürüst ayırt ettiğim söylenemezdi.

"Niye geldin Giray ?" Diye sordum bu kez. Çünkü az önce ödümü kopartmakla kalmayıp sabırsızca camıma ardı ardına taş atıp beni dışarı çıkartan oydu. Ama beni görür görmez susan da oydu. Susmak için mi gelmişti ta buraya kadar.

"Sadece—"

"Sadece ne ?"

"Seni görmek istedim."

                               💫⏳

"Artık okula gitmen gerekiyor Farah." Dedi karşımda oturan Akif Bey. "Ve senin de işine gitmen gerekiyor Halime. Yeter artık. Çıkın şu yas havasından. Görende biri öldü sanacak. "

Biri ölmemişti ama biri hayata da geri dönmemişti. Alp... Hâlâ uyanmamıştı. Bir haftadır uyuyordu. Mehmet Bey tüm kontrollerini yapmıştı ama herhangi bir hayati tehlikesi yoktu. Hatta tek yarası sağ elindeki bende de aynısı olan yaraydı. Başka bir şeyi yoktu. Ama yine de uyanmıyordu işte. Tabii görünmeyen yaraları yoksa.

Bir haftadır kafayı yemek üzereydim. Sürekli bunu düşünüp duruyordum. Ya görünmeyen yaraları varsa ve biz ona yardımcı olamıyorsak.

O kadar telaşa kapılmıştım ki Halime Hanım'a günlüklerimi sormuştum. Bana garip garip bakmış sonrada 'Ne günlüğü Farah?Sana bir gün içinde ne yaptığın sorulduğunda bile sinir krizi geçirirsin bir de gidip onları yazacak mısın? Bu söylediğine kendin inandın mı?' demiş ve ardından yeniden boş duvarı inceleyemeye koyulmuştu. Sorgulamamış , başka bir soru bile sormamıştı. Normalde Halime Hanım saniye yirmi soru ardı ardına soran bir kadındı.Onunda hâli hal değildi. O halde bulduğumuzdan beri doğru dürüst yemek yemiyor , konuşmuyor ve en önemlisi işine gitmiyordu. Akif Bey iyice aramızda kalmıştı. Adam da ne yapacağını şaşırmıştı. Beni zorla okula bırakmaya çalışıyor ve ardından şirkete gitmeden eve geri dönüyor Halime Hanım ve Alp'in başında bekliyordu.

Misafir odasını Alp için ayırtmılardı. Mehmet Bey o gün gittikten sonra Aktif Bey'le zorda olsa üzerini değiştirip alt kattaki odaya götürmüştük onu. Mehmet Bey de her gün gelip durumunu kontrol ediyordu. Ama hâlâ aynıydı.

Ayrıca hepimiz bunu konuşmaya korkuyorduk. Konunun sağından solundan bile geçmiyorduk. Hele Halime Hanım'ın bu halinden sonra arka bahçedeki çukur bile biz uyurken bir gece yarısı kapatılmaya çalışılmıştı. Tam manasıyla kapanmamıştı. Bir çeşit doğa olayı mıydı bilmiyorum ama o obruk kapatılacak gibi değildi. Her sabah okula gitmeden önce dakikalarca başından bekliyor aşağı doğru bakıyordum. Ama görünürde bir şey yoktu. Bazen ses gelip gelmediğini dinlemeye çalışıyordum ama o da yoktu.

"Kalkıyorum."Dedim elimi dahi sürmediğim kahvaltı tabağımı masadan kaldırırken. İştah mı kalmıştı?

"Arabaya geç sen," dedi gözlerini Halime Hanım'dan ayrimazken "Ben de geliyorum hemen."

"Gerek yok." Dedim düz tutmaya çalıştığım sesimle. "Ben kendim giderim. Hava güzel zaten bisikletimi alacağım."

Zaten kafası yeterince doluydu. Bir de benimle uğraşsın istemiyordum. Halime Hanımla kalsa daha iyi olurdu. Hem belki onu işe götürmenin bir yolunu da bulurdu. Çünkü sekreteri sürekli arayıp onu darlılıyordu.

Çantamı alıp evden çıktım. Açıkçası okula falan gitmek istemiyordum. Nedeni Alp değildi. Hatta böyle olduğunu ertesi günü sabah erkenden kalkıp koşa koşa okula gitmiştim. Çünkü kafamı dağıtmam gerekiyordu. Sürekli aynı şeyleri düşünmekten kafayı sıyırmak üzereydim. Ama işin boktan yanı her şeyin yine ve yeniden elimde patlamış olmasaydı. Esved'le ayrılmamız artık bütün okul tarafından tescillenmişti. Esved'in bir hafta önce yemekhanede beni bırakıp gitmesi üzerine kafamdan aşağı dökülen yemeklerin ardı arkası kesilmiyordu. Ve iyi bir haberim vardı artık yemekhanede yemek yemiyordum. Okulda anlamadığım bir şekilde zorbalanıyordum. Sanki herkes Farah'ın,Esved'ten ayrılmasını bekliyordu. Ölesiye nefret ediyorlardı benden. Koridorda çelme takanlar mı dersin , sırama su dökenler mi , beden dersinden sonra duşa girdiğimde kıyafetlerimi çalanlar mı , üzerime çöp atanlar , dolabıma iğrenç notlar bırakanlar mı... Hangi birini saysaydım hangi birini?! Eğer evde işler bu kadar karışık olmazsa Akif Beyden okulumu değiştirmesini bile isteyebilirdim. Çünkü zorbalıklar artık dayanamayacagim bir hâl almıştı. Sınıftan çıkmazsam bile bir şekilde yapacak bir şey buluyorlar ve o günü bana zehir ediyorlardı. Ve tüm bunların başında Melek geliyordu. Hiçbir anı kaçırmıyor. Yakaladığı her fırsatta önüme başka bir engel çıkartıyordu.

Umarım Farah gittiği yerden bir şeyler yapıyordu çünkü ben artık gerçekten bu boyutta yaşamaya katlanamıyordum. Önce onun hayatının keyfini çıkartmak istemiştim ama olmuyordu işte müsaade etmiyorlardı. Farah'ı seven insanların sayısı bir elin beş parmağı geçmiyordu. Zaten ikisi annesi ve babasıydı. Onlarında şu an nasıl bir durumda olduğu belliydi.

Duvara yaslı olan bisikletime uzandığımda gözlerim sargılı olan elime kaydı.

"Beni görmek istedin?" Diye sordum bir hışımla. Az kalsın kendimi pencereden falan atacaktım.

"Öyle." Dedi sadece. Alay mı ediyordu? Çünkü oldukça sakin ve yaşanan şeyleri hatırlamıyormuş gibi bir hali vardı.

Pencereyi kapattım. Sonra hızımı alamamış gibi bir hışımla perdeyi de sonuna kadar çektim. Dengesiz herif işte! Önce evine git diyordu sonra aradan yirmi dört saat geçmeden kendini kapımın önüne atıyordu.

Odanın ortasında bir o yana bir bu yana gidip gelemek yetmiyordu. Sitresimi atamıyordum. Atamıyordum işte. Duvarlara falan kafa atacağım.

Hem neden gelmişti şimdi? Ben bütün gün onu düşünmemek için kırk takla atmışken neydi şimdi bu? Adını bile aklımdan geçirmemiştim. Çocuk gelmiş pencereme taş atıyor.

Bir anda odada tur atmayı bırakmış ve kendimi dışarı atmıştım. Merdivenlerin hızlı hızlı inip kimsenin konuşmasına bile müsaade etmeden arka bahçeye yanına giderken bulmuştum kendimi. Az önce kendine kızan Farah , adını anmıyorum diyen Farah ama şimdi merdivenlerin tek solukta koşup yanına giden yine Farah.

Hâlâ pencereyi kapatmadan önce gördüğüm yerde durmuş odama bakıyordu.

"Ne işin var burada?!" Diye sordum. Az önceki verdiği cevap yeterli değildi. Çünkü iyi olmadığımı biliyordu, Ankaraya gittiğimiz günden beri iyi olmadığımı biliyordu.

Sesimi duymak anlık olarak onu aflatsa da gözlerini anında pencereden çekip bana doğrultmuştu.

Adımlarım dibine ulaşana kadar durmamıştı. Zaten istedikleri de bu değil miydi? Bir şekilde ona koşmak. Zaten istedikleride biraz olsun güven veren yeşil gözlerini görmek değil miydi?

"Ne işin var burada?" Diye sordum bu kez ama hızımı alamamış olacağım ki göğsünden ittirken buldum kendimi. Dengesi şaştı. Bir iki adım geriledi.

"İçtin mi sen?" Leş gibi alkol kokuyordu. Üstelik benim iteklememden etkilenecek birisi değildi. Daha önce denenmiş ve onaylanmış bir olaydı.

"Niye geldin ki sen şimdi? Git demedin mi bana ? Git dedin! Evine git dedin! Ben gittim sen niye geliyorsun ki?" Hiçbir soruma cevap vermiyordu. Tek yaptığı dikilmekti. Artık tepki verebilir miydi?

"İnandın mı buna?" Benden söylenmeyen şeyleri anlamamı mı bekliyordu? Çünkü ben daha gözümle gördüğüm şeyleri bile kavrayamıyor anlam veremiyordum.

"Git dedin." Darmadağın bir halde değildi. İçmişti belki ama görüntüsü aynıydı. Giray olmaktan bir şey kaybetmemişti. Bana bakıyor muydu? Çünkü ben Farah olmaktan çok şey kaybetmiştim.

"Peşinden gelirdim."

"Git dedin." Takılmış gibi aynı şeyi sayıklayıp duruyordum. Çünkü bana git dedikten sonra onun ne yaptığı önemsizdi.

"Hep peşinden gelirdim."

Ben o yolu şu an baygın yatan Alple yürümüştüm. Ve ardımda o yoktu. Ben buraya geldiğimden beri yolu yalnız başıma yürüyordum. Ama o yanımda yoktu. Görsün diye çırpınıyordum olduğum yerde ama o yoktu .

"Git dedin." Bir kez daha onu iteklediğim de bileğimi kavrayıp beni durdu.

"Peşinden geldim."Dedi bu kez. Gelirdim değil geldim...

Kumral saçları alnına doğru dökülmüştü. Şimdi onu daha yakından görüyordum. Seri seri alıp verdiğim nefesler onun yüzüne çarpıyordu. O benim aksime sakin görünüyordu. Nefesi bile hızlanmamıştı. Sanki buraya geleceği zaman nasıl bir tepki vereceğimi biliyordu.

"Git." Dedim kolumu kendime doğru çekmeye çalışırken. "O gün hangi gölgenin ardına saklanıyorsan şimdi de oraya git. " Çünkü ben istemiyordum. Çünkü ben bunu tek başıma yapacağıma inanıyordum artık. Çünkü ben kabul etsemde etmesem de geldiğimden beri her şeyi kendi başıma yapıyordum. Ne ona ne de Esved'in desteğine ihtiyacım vardı.

Gözleri önce ıslak saçlarımda oyalandı bir müddet. Duştan daha yeni çıkmıştım. Üstümü bile o pencereme taş attığı zaman henüz giyiniyordum.

Gözlerime baktı. Ama orada çok oyalanmadı.

"Benden kaçıyorsun?" Dedi sorarmış gibi. Anlaşılan kafası o kadar da güzel değildi.

"İşleri kolaylaştırıyorum." Dediğimde burnundan alaycı bir gülümseme koyuverdi. Yanağındaki çukur anında kendini belli ederken gözlerini yüzünden kaçırdım. Çünkü karşımda bu görüntü varken işleri kolaylaştırmak pek de mümkün değildi.

"Farah—" Dedi fakat sonra kendime doğru çekmeye çalıştığım elim dikkatini çekmiş gibi sözünü geri yutmak zorunda kaldı. "Ne oldu ?" Diye sordu elimi iyice kavrayıp avucumun içine dikkatli bir şekilde bakarken.

"Önemli bir şey değil." Elimi bırakmıyordu. Yine inat etmişti. O bırakana kadar gitmeme de müsaade etmeyecekti.

"Ne oldu dedim."

"Ben de önemli bir şey yok dedim."

"Bok önemli bir şey yok ." Dedi avucumun üzerine üflemeye başlayarak. "Çok acıyor mu? Nasıl oldu? Yoksa—"

Yoksa yine mi öyle oldu? Yoksa normal bir insanın sarsıldığını bile hissedemeyeceği büyüklükte olan bir deprem esnasında ölümle yüz yüze mi geldin.

Geldim. Tek başımaydım. Sen yoktun. Ama sesin vardı. Sesin kulaklarımda hep var. Ve bu oldukça can sıkıcı. Bizim seni gördüğümüz yerde yolu değiştirmemiz gerekiyor, gittiğimiz her yere seni götürmemiz neyin nesi?

"Bırak Giray." Dedim avucuma değen serin nefesini görmezden gelerek. "Önemli bir şey değil işte. "

"Bırakmam." Dedi beni biraz daha kendine doğru çekerek.

Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırıp ona baksam da onun ilgilendiği şey sadece elimdi.

"Ne zaman sarmayı düşünüyordun bu yarayı?"

"Eğer gelmeseydin şu an onunla ilgileniyordum. Hem önemli bir şey değil dedim ölecekmişşim gibi tepki vermeyi bırakır mısın?"

Bunu ara ara kendime hatırlatırsam iyi olacaktı. Çünkü adım atsam aklımdan bu düşünce geçiyordu. Az önce pencere değen taş yüzünden bile öleceğim yine o karanlığa gireceğimi sanmıştım. Henüz delirmemiştim ama her an delirebilirdim.

Üflediği elime dikkatli bakarken "Ben de geleceğim." Dedi.

Gelemezdi. Alp vardı. Üstelik Halime Hanım o haldeyken kimsenin evde olmasını istemezdi. Akif Bey hastaneye gitmek yerine doktoru buraya kadar getirmişti. Giray sarhoş olduğu için fark etmemiş olsa da biraz ilerimizde koca bir obruk vardı. Yani evde kimseyi istemezlerdi.

"Gelemezsin."

"Bunu sonra yapabilirsin. Sonra istediğin kadar kızabilir beni kovabilirsin. Ama şu an o eve geleceğim Farah."

"Evde doktor var zaten. Mehmet abi burada. Elime bakmak için geldi gelmene gerek yok. Üstelik misilleme yaptığım falan da yok. "

Sabırsız bir nefes aldı "Kapıdan giremiyoruz yani?" Tek kaşı havalanmış bir şey düşünüyormuş gibi bakıyordu.

"Kapıdan da bacadan da giremiyorsun yani. İyiyim hem ben. Alt tarafı avucumda bir yara var."

Söylediğim hiçbir şeyi duymamış gibi yaptı. "Sen şimdi eve gidiyorsun ve Mehmet abiye elini gösteriyorsun sonrada odana çıkıyorsun."

Bu kez tek kaşını havalandırmaya çalışan taraf ben oldum. "Ne yapacağımı söylemekten vazgeç."

Zaten olduğumuz yakınlığı kullanarak yüzünü yüzüme doğru eğdi. "Gideceğimi çıkar aklından. O ihtimale gelme bile. Aklından geçen son şey bile olmasın.Böyle saçma şeylerle aklını meşgul edeceğine daha olabiletesi yüksek şeyler düşün." Sesi fısıltıdan farksızdı. Yeşil gözleri yüzümü turluyor ama bir türlü gözlerime değmiyordu. Anlaşılan bu gece kaçmak konusunda yalnız değildim. " Şimdi söylediklerimi yap tamam mı Farah?" Söyledikleri hiçte emir eder gibi değildi. Tane tane yumuşacık bir sesle konuşmuştu. Rica edermiş gibi. Sarhoşken bile bu kadar aklı başında olması hiç doğru değildi.

Nefesim tutuyordum.

"Ne yapacaksın?"

Soruma cevap vermek yerine "Görüşürüz birazdan. " Deyip benden uzaklaştı. Ellerini tamamen üzerimden çekmişti. İşte şimdi yine o aramızda olması gereken üç adımı hissediyordum.

Arkamı dönüp eve doğru yürümeye koyuldum sadece. Çünkü kalırsam bile itiraz etmeyecektim. Zaten ona kızgınlıktan falan değildi tüm bu itirazlar. İçimde bir yerde duymak istemediğim o sesi susturmak içindi tüm bu kaçışlar.

"Beni çok bekletme."Dedi henüz ondan çok uzaklaşmamışken. Dönüp bakmadım. Çünkü bakarsam ne göreceğimden şüpheliydim.

                              ⏳💫

"Bunun nasıl olduğunu anlatacak mısın?" Diye sordu Akif Bey.

Eve geri dönmüştüm. Şu an o ,ben ve Mehmet Bey mutfaktaydık. Çünkü Halime Hanım bir de benim için endişelensin istemediğimiz için elimdeki yarayı ona göstermemiştik. Özellikle de aynısı Alp'in elinde varken.

"Öyle düşündüğün gibi saldırıya falan uğramadım." Dedim onu temin etmek istermiş gibi. Çünkü belli etmese de beni gördüğünden beri diken üstündeydi.

"Yani bu halinin makul bir açıklaması var mı Farah?" Yok. Yoktu. Bu halimin akıl çerçevesi içinde makul bir açıklaması yoktu.

Mehmet Bey'e elimin neyle bu hâle gelebileceğini sormuştu. Mehmet Bey bir mühürle yakılmış gibi demişti. Çünkü yaranın etrafı yanıklara kaplıydı. Ama ben anında itiraz etmiştim.

"Siz bana inanmıyorsunuz ama doğruyu söylüyorum. Allah aşkına 21. yüzyılda yaşıyoruz. Kim gün ortasında avucumun ortasına mühür yapıştırabilir biraz akıllıca düşünebilir misiniz? Sabahtan beri kurmadığınız kompla teorisi kalmadı. "

"Yanıkları nasıl açıklayacaksın?" Mehmet Bey işimi hiç kolaylaştırmıyordu. Sadece işini yapıp geçemez miydi?

"Elimi zaten ben yakmıştım bugün yemekhanede ." Akif Bey'e döndüm. "Bana inanmıyorsan Zeynep'i arayıp sorabilirsin. Gerçekten öyle düşündüğünüz gibi bir şey yok. "

"Peki üstünün başının o hali?" Bana inanmak isteyen bir yanı vardı ama çokça da soru işaretleri vardı.

"Kavga çıktı. Araya girdim. Yemekler havada uçuşuyordu zaten. Ben de nasibimi aldım işte. Sonra okuldan çıkmak istedim. Çünkü üstüm başım batmıştı."

"Sonra?" Diye sordu ikisi de aynı anda. Anlatmadığım bir şey olmasından korkuyorlardı.

"Yemem gereken yemekler havada uçuşunca tansiyonum düştü." Bu güzel bir yalandı. Çünkü Mehmet abi az önce tansiyonuma bakmıştı ve gerçekten düşüktü. "Sonra düşüp kalmışım işte. Arka bahçeden çıkıyordum. Kimse beni o halde görsün istemedim. İşte düşerken de elime bir şeyler batmış olmalı." Gözlerim ikisinin üstünde gidip geldi. "Rahatlar mısınız artık? Doğruyu söylüyorum. "

Mehmet Bey elimi uyuşturduktan sonra dikiş atmıştı. Evet dikiş atılacak kadar büyük bir yaraydı. Ama yanıklardan dolayı tenim çok fazla zarar gördüğü için işini yaparken epey bir zorlanmıştı.

"Hem burada daha fazla durursak annem endişelecek." Halime Hanım'ı mecburen bahane ediyordum. Çünkü ikisi de beni oturttuğu sandalyede yarım saatir sorguya çekmişti. Üzerimde yanan lamba ve kelepçelerim eksikti sadece. Çünkü gerçekten ancak bir sorgu odasında bu kadar gerilebilirdim.

"Hatta bence Mehmet abi gitmeden bir sakinleştirici falan yapsın anneme. Baksanıza ," dedim kafamla salonu işaret ederek. "hâlâ ağlıyor." Bizi görünce susuyor ve ardından kaldığı yerden ağlamaya devam ediyordu .

                           💫⏳
Nihayet kendimi odaya atabildiğimde çığlık atmamak için sargılı olmayan elini son anda dudaklarımın üzerine kapatabilmiştim.

"Giray ." Dedim şaşkınlıkla. Çünkü şu an odamdaki koltuğun üstüne oturmuş gözlerini kapatmış  bacaklarını öne doğru uzatmış bir şekilde duruyordu.

Tek gözünü açarken "Çok beklettin." Dedi. Gerçekten pencereden odaya mı girmişti?Şaka mı yapıyordu? Düz duvara tırmanacak kadar çok içmemişti bile. Ayrıca pencereyi nasıl açmıştı.

"Şaka yapıyorsun değil mi? Nasıl girdin içeri?"

"Eline baktı mı Mehmet abi?" Dedi yine ve yeniden söylediğim onca şeyi es geçip kendi merakını gidermeye çalışırken. Ve hemen ardından oturduğu koltukta biraz toparlanıp bana da yer açtı.

Yorgundum. Bu yüzden itiraz edecek halim yoktu. Zaten hâlâ nasıl dayanıyordum farkında bile değildim. Usul usul gidip benim için yarattığı boşluğa oturdum.

"Neredeydin?" Diye sorduğunda bu sorunun aslında ne anlama geldiğini ikimiz de biliyorduk. Yeniden yaşandığında neredeydin demek istiyordu.

"Okulda." Diye mırıldandım.

"Birileri gördü mü?" Koltukta tamamen bana doğru dönmüş bir dizini kırıp üstüne oturmuştu.

"Hayır. Yani bilmiyorum. Bayılmışım... Uyandığımda hava çoktan kararmıştı."

Gözleri yine bir şeyleri saklamak istermiş gibi kaçtığında kasılan yüzünü saklayabileceği bir yer yoktu. Alnındaki damarlara kadar belirgineşmişti.

"Bunun ne demek olduğunun farkındasın öyle değil mi?" Sesindeki endişeyi gizlemek gibi bir derdi yoktu.

"Farkındayım. "Diyebildim "Ama... Diğer insanların da bunu nasıl karşılayacağının farkındayım."

Çünkü bu her neyse doğa üstü bir olaydı. Her şeyi geçtim bahçede koca bir obruk vardı. Ve o obruk Halime Hanım sırf Alp'i kurtarmaya çalıştığı için oluşmuştu.

"Bunların hiçbiri senin hayatından daha önemli değil biliyorsun değil mi?" Aramızdaki mesafe yine her nasılsa kaybolmuştu.

"Bunu konuşmak zorunda değiliz."Dedim kuruyan boğazımı yumuşatmak istermiş gibi yutkunarak. "Hele şu an... Hiç istemiyorum."

Alnı alnıma değene kadar bu kadar yakınıma girdiğinin farkında değildim. Çünkü bu gece gözlerini benden kaçırmak gibi bir oyuna girişmişti. Bedeni santimler ötemde kalırken bakışlarıyla koyuyordu bu kez de o mesafeyi.

Hem zaten ne fark ederdi üç adım beş adım... Bizim aramızda bir dünya vardı.

"Farah." Dedi nefesini yüzüme üfleyerek. Alkol kokusu artık o kadar da rahatsız etmiyordu. Alışmıştım sanırım.

"Bunun üstesinden geleceğiz. Bir yolunu bulacağız. " O kendinden emin bir şekilde konuşuyordu ya şu an hemen her şeyi anlatmak istiyordum. Ama o zaman yine durur muydu böyle yanımda? Tanıdığı, bildiği Farah olmadığımı öğrendiğinde yine böyle kendinden emin konuşuyor muydu?  Artık ilk günkü kadar emin değildim bundan.

"Gitmen gerekiyor artık." Diye mırıldandığımda içimden gitmemesini diliyordum. Çünkü yeni bir deprem olup olmayacağını bilmiyordum. Hele de bugün öğlen arasında yaşananlardan sonra artık hiçbir zaman rahat edemyecektim. Her an diken üstünde olacaktım.

"Ama sonra yine geleceğim."

Cevap vermedim.

"Farah?" Dedi cevap beklemiş gibi. "Bana bir şey söyle. Susma böyle. "

Konuşursam bir daha hiç gelmemesinden korkuyordum.

"En azından—" o da konuşamıyordu ki işte "Biz en azından eskisi gibi olamaz mıyız?"

Alnı alnıma değdiğinden beri kendi istediğim dışında kapanan gözlerim anında açıldı. Onunda gözleri kapalıydı. Hâlâ açmamıştı. Fırsattan istifade bu kadar yakınken taradım bütün yüzünü. Ezberlemek isermiş gibi değil gerçekten ezberlemek ister gibi. Çünkü biliyordum ki bu yüzü bir gün bir daha asla görmeyecektim. Bir fotoğrafın ardından bile...

"Olamayız."dedim "Biz bir daha eskisi gibi olamayız." Çünkü ben senin bildiğin kişi değilim. Bu saaten sonra istesem de o kişi olamam. Ya da senin çocukluk arakadaşınmış gibi duramam. Bırak üç adımı aramda bir dünya olan bir adamdan kaçmaktan başka hiçbir şey yapamam ben . İster korkak de ister korkak. Burada yaşayacağım mutlu bir an için bir ömür harcayacak kadar cesur hissetmiyorum ben kendimi. Hem değer mi kendimle birlikte seni de yakmaya?

Cevap vermeden gözlerini açtı ve yaklaştığı yavaşlıkta uzaklaştı benden. Tüm temas kesildi yeniden. Geldiği gibi çıktı o pencereden.

O gittikten sonra geceleri hiç kapatmadım o pencereyi. O da her gece ben uyuduktan sonra içeri girip elime baktı, sargı bezini değiştirdi, yukarı çıkarken getirmeyi unuttuğum suyu baş ucuma bıraktı. Tam bir hafta boyunca her gece geldi. Uyumamak için direndim ,onu bekledim ama her seferinde yenildim. Bir kere bile yüzünü göremedim sesini duyamadım. Bir hayalet gibi. Sanki bir zamanlar hayatımda bir Giray vardı dememi ister gibi. Vardı ama yoktu. Varlığını hissediyordum her zeremle ama göremiyordum. Kanlanan sargı bezleri değişmezse ,her gece uyumadan açık bıraktığım pencere kapanmazsa yine anlar mıydım geldiğini? Tartışılır. Çünkü bir rüya gibiydi. Gördüğümden bile emin değildim...

Continue Reading

You'll Also Like

854K 28.1K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
2.5M 79.4K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
34.6K 2.4K 17
Gizli Numara: Sana aşığım. Kızıl saçlarına, zümrüt yeşili gözlerine aşığım. Gizli Numara: Senin beni sevmeme ihtimaline bile aşığım kızım ben. Lily:...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

660K 33K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...