KILIÇ MAKAMI - Tamamlandı

By tknmz39

36.5K 7.2K 6.3K

Rüyada keskin, parlak, altından yapılmış güzel bir kılıç görmek; evlat, hak, adalet, menfaat, mal ve mülk, dü... More

İlk Yansıma
1. BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5. Bölüm
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
Ek/1 SAVAŞ MAKAMI - Harita ve Karakterler
10.1-SAVAŞ MAKAMI
12.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
Ek/2 Harita ve Soy Ağacı 🌟
13.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
14. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
15. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
16. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
17. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
18.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
19.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
20. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
21. BÖLÜM SAVAŞ MAKAMI
22. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
23.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
24. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
25.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
26. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
27.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
28.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
29. Eve dönüş
30. BÖLÜM, Niyetler
31. BÖLÜM, Kalp Ağrıları
32. SAVAŞ MAKAMI, Kim Gitsin?
33. SAVAŞ MAKAMI, Herkes İçin En İyisi
34. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI, Bulanık Sular...
35. SAVAŞ MAKAMI, Kalbindeki His
36. SAVAŞ MAKAMI, Yeni İhtimaller
37.SAVAŞ MAKAMI, Yaban Gülleri
38.SAVAŞ MAKAMI, Bir Macera Daha...
39.SAVAŞ MAKAMI, Sırlar
40. SAVAŞ MAKAMI, Ava Giden Avlanır!..
41.SAVAŞ MAKAMI, Dokuz Doğurmak
42. SAVAŞ MAKAMI, Zen'in İlmi
43. SAVAŞ MAKAMI, Hep Bir Yolu Bulunur...
44. SAVAŞ MAKAMI, Onun Kapısı...
45.SAVAŞ MAKAMI, Kalem ve Kağıdın Sesi
46.SAVAŞ MAKAMI, Bir Garip Protesto!
47. SAVAŞ MAKAMI, Nişan Al, Çek, Bırak!
48. SAVAŞ MAKAMI, İşaret
49. SAVAŞ MAKAMI, Avın Sahibi
50. SAVAŞ MAKAMI, Kızıl Gökler
51. SAVAŞ MAKAMI, Yüz Yüze...
52. SAVAŞ MAKAMI, Kral Konseyi
53.SAVAŞ MAKAMI, Altın Aslanlar
54. SAVAŞ MAKAMI, Mevsim Dönerken
55.SAVAŞ MAKAMI, Işıklı Bir Yol
56. SAVAŞ MAKAMI, Yılanın Kuyruğu
57. SAVAŞ MAKAMI, Meşk
58.SAVAŞ MAKAMI, Turnuva
59. SAVAŞ MAKAMI, Sabır Günleri
60. SAVAŞ MAKAMI, Turnuva/2
61.SAVAŞ MAKAMI, Kan Rüyası
63. TACIN SAHİBİ, Evlilikler ve İttifaklar
64. TACIN SAHİBİ, Elmas Lord
65. TACIN SAHİBİ, Onur dövüşü ve Kutlama
66. TACIN SAHİBİ, Saltanat Düğünü
67. TACIN SAHİBİ, Kılıç ve Zehir
68. TACIN SAHİBİ, Aslan Avı
69.TACIN SAHİBİ, Kral ve Kraliçe
70. TACIN SAHİBİ, Damy ve Amryn
71. TACIN SAHİBİ, Lessey ve Arro
72.TACIN SAHİBİ, Orman Kanunları
73. TACIN SAHİBİ, Üç Varis
74. TACIN SAHİBİ, Lades
75. TACIN SAHİBİ, Kuzey yolcuları
76. TACIN SAHİBİ, Yem
SON: SAVAŞ

62.SAVAŞ MAKAMI, Yeni Bir Savaşçı

475 87 88
By tknmz39

Mysa Kalesi, Batıkara

Mysa Kalesi, Batıkaranın en güney ucunda, Dar Deniz kıyısında kurulu başkentinin, Eretra hanedanına ait yönetim merkezi ve aynı zamanda en büyük askeri karargâhıydı. Kale, 150 metre yüksekliğinde bir tepenin zirvesinde, Dar Deniz'in hemen karşı kıyısındaki güneyli Leah şehrine bakıyordu. Toplam 5870 metrekarelik bir alanı kaplayan kompleks içinde hanedan ailesinin yaşadığı kuleler, idari merkez olarak kullanılan konsey binası, merkez kışlalar, ahırlar, yemekhaneler, dört katlı evler, pazaryeri, er meydanı, akademi binası, şifa merkezi, gök bilimleri kulesi ve gözetleme kulelerinden oluşan görkemli bir yapıydı. Dış surları oluşturan 20 metrelik duvarlar yaklaşık 5000 metre uzunluğundaydı ve zapt edilemez bir üne sahipti. Ana kale, Gotik mimariyle Müdejar tuğla işçiliğinin en iyi örneklerinden biri olarak inşa edilmiş sarı tuğladan örülmüş dış cephesiyle Batı göğünün parlak öğlen güneşinde altın gibi parıldıyordu.

Hanedan kuleleri, Eretra Nehri'nin bir kolu olan Lys Nehri'nin kıvrımına bakıyordu. Kale, aynı zamanda zapt edilmez özelliklerden biri olan derin ve geniş hendeklerle çevriliydi. Konsey binası olarak kullanılan Hüküm Kulesi, kompleksin güney ucunda yer alıyordu ve 33 metre yüksekliğindeydi. Kaleden ayrı bir yapı olan bu kule, saldırı durumunda kendini tamamen izole etmek için ahşap ve çekmecelerden yapılmış dar bir taş köprü ile birleşiyordu. Dört katlı, konsey salonu, zindanı, taht odası, ara odaları ve çatı terası olan altıgen bir kuleydi. Hüküm kulesi ile hanedan kuleleri arasında, veliahtların ve şövalyelerin talim yaptığı er meydanı bulunuyordu.

Çocukluğundan beri kalenin iç avlusunda kılıç talimleri yapan delikanlı, babası gibi oldukça maharetliydi. 14 yaşını doldurmak üzere uzun boylu, yoğun talimler ve iyi beslenmeyle güçlü bir bedene sahipti. Hantes soyluları yüzyıllardır ayrıcalıklı konumda yaşadıkları ve seçmece evlilikler yaptıkları için köylülere nazaran daha sağlıklı, güçlü, kalıtsal olarak maharetli ve görünüş olarak kusursuz özelliklere sahipti. Dış görünüşleri ve özel yetenekleri ile soylu olmayanlardan ilk bakışta ayrılırlardı.

Delikanlının yüz hatları oturmuş, esmer çehresini gür ve sert siyah sakallar çevrelemişti, yaşından on yaş büyük gösteriyordu ancak bakışlarındaki duru ifade onun henüz çocuk olduğunu belli ediyordu. Annesinin buz mavisine çalan açık gri göz rengine skahip olmak dışında Minas hanedanının karakteristik görüntüsünden pek bir şey aldığı söylenemezdi. Kemikli, erkeksi, sert yüz çizgileri ve oldukça koyu ten rengi Batılı Eretralara özgüydü. Annesi kalemle çizilmiş gibi biçimli dudakları, kalp şeklinde yüzü ve çekik gözleri, kalkık burnu, berrak cildi ile çok güzel bir kadındı, babası ise güzel diye ifade edilemeyecek kadar keskin karizması ile diğer erkeklerden belirgin şekilde ayrılan sert bir görünüşe sahipti. Lucian Eretra, babasının katı abanoz çehresi ve annesinin zarif beyaz güzelliği ile harmanlanmış koyu kumral bir genç adamdı.

İyi bir şövalye olmak için yetiştirilen bedeninden beklenenin aksine biraz kiloluydu. Annesi ve babası onun daha çevik bir savaşçı olması adına özel diyetler uyguluyor sadece çiğ sebze, çiğ yumurta ve az pişmiş sığır etinden oluşan, ekmek ve her türlü unlu mamulün kısıtlandığı bir menü hazırlanıyordu ama genç adam su içse yarıyordu. Henüz şarap içmeye bile başlamamıştı ancak kalın bacakları ve kolları, şişkin göbeği ve yağlı bir üst bedeni vardı. Kılıç ve mızrak kullanmakta ne kadar iyi eğitilse de fazla kiloları, talimlerde istenildiği kadar çevik olmasını engelliyordu.

Zed, er meydanının yanından bağırdı,
"Öğünlerini ikiye düşüreceksin Lucian! O götü, o göbeği eriteceksin! Ben senin yaşındayken sırım gibiydim."

Öğlen saatinde Batıkaranın bulutsuz göğünde asılı kıpkırmızı güneşin altında dört saatlik talimde kan ter içinde kalan Lucian, köreltilmiş talim kılıcıyla selam verdi.

"Emredersiniz efendim!"

Zed, oğlunun zekâsı ve disiplini ile gurur duyuyordu ancak hala beklediği müjdeyi alamamıştı. Oğlanın Savaşçı tılsımına sahip olup olmadığını bir an önce öğrenmek istiyordu. Kendisindeki alametler aynı yaşlarda belirmişti fakat kendisi o zamanlar Minas Sarayındaki Gözcünün sıkı takibindeydi. Hanesinin atalarından gelen Yakut kanını taşıdığı Gözcü tarafından onaylandığı an, kadim rünler ve tılsımlar üzerine eğitim almaya başlamıştı.

'Lanet bir Gözcüye sahip olsaydım, çocuktan ne halt olacağını bilirdim!' Diye hayıflandı.

Küçük oğlu Peta daha yedi yaşındaydı, tılsımı varsa bile onu bekleyecek vakti yoktu.

Şimdiyse dünya üzerinde sağ kalan tek Gözcünün düşmanı olması kanına dokunuyordu. Yakut doğanların sayısı öyle azalmıştı ki artık bir elin parmakları kadar kalmışlardı. Leo'yu öldürmesi için gönderdiği son Nişancı olan kuzeni Ned Eretra da Lionell'de katledilmişti. O meseleye hala fevkalade öfkeliydi. Büyük bir hazine kaybetmişti ve kaybettiğine değmemişti. Nişancıyı aslanın inine yollarken oradan sağ çıkamayacağını çok iyi biliyordu ama Leo Lionell gebermiş olsaydı tek Nişancısını kaybettiğine değecekti.

Bir de Şifacılar vardı fakat Zed, onları değersiz buluyordu. Batı toprakları yüzyıllardır bir Şifacı yetiştirmemişti, onlara göre Yakutların en zayıfı, otlarla yapraklarla uğraşıp insanların basit ağrılarını dindiren gereksiz insanlardı.

Ancak Nişancısının okuyla Leo yerine vurulan köle kadını dirilttiği söylenen o kız, ilgisine mazhar olmuştu. Zed, söylenenlerin doğruluğuna tam olarak inanmasa da güneyden gelen haberler Fergo Şifacılarının bilinenden öte güçleri olduğunu sayıklıyordu. Zed'in daha önce Minas Sarayında tanıdığı Şifacılar ancak basit yaraların iyileşmesi ve ağrıların dindirilmesi gibi alametler gösterebiliyordu. Doğunun kızıl kadınları üstelik Kraliyet kütüphanesinde kilit altında tutulan kadim rünler üzerine de eğitilmemişti. Gerçi artık Ramsey cici gelini ve halasını eğitiyor olabilirdi. Minas Sarayını havaya uçurmadan önce tüm eski kaynakları da çalıp güneye götürmüştü. Zed, o savaşta bir değil iki değil üç değil onlarca büyük hezimet yaşadığının farkındaydı ve hırsından hala öfke doluyordu.

Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir krallık darbesinin ardından tahtı gasp eden güneyliler şimdi diğer karalıları da etrafına toplamış Batı karayı yok sayarak bir de kendi aralarında turnuva düzenliyordu. Zed'e göre Ramsey'in oturduğu taht kadar düzenlediği turnuva da meşru değildi, o bin yıllık töreyi, tarihi, Yakut mirası olan Minas hanedanını ayaklarının altına alarak Göklerin iradesine karşı büyük bir küfre batmıştı. Hantes'in dörtte üçü tarafından dışlanmıştı ve buna sebep kendisi değildi. Krallığı deviren gaspçı hainlerin tarafını tutanlara da kin güdüyordu. Belki de burnunun ucunda ve avcunun içindeki fiilen bitmiş krallığı ortadan kaldırma fikri kendisinin aklına hayaline gelmediği için kıskançlık duyuyordu. Kendisini şeytan sanırdı ama o güneyli domuz Ramsey, şeytana pabucunu ters giydirmişti. Şimdi de altın gücüyle diğer lordları parmağında oynatıyordu. Yok sayılmak, görmezden gelinmek, hafife alınmak, dışlanmak koskoca bir karanın altı yüzyıllık Eretra hanesine hakaretti. Küstahlıklarının bedelini onlara ödeteceği gün ise yakındı.

Lucian ile kılıç taliminden sonra birlikte öğlen yemeği yediler. Yemekte oğlanın önüne konulan tabaktaki yiyecekleri gözleriyle saydı, delikanlı birkaç dakika içinde tabaktaki eti ve çiğ havuçları silip süpürünce azarladı.
"Yavaş ye Lucian. Çiğnemeden yutuyorsun! Uzun uzun çiğnersen kilo almazsın."

"Tamam baba. Çok acıkmışım, özür dilerim."

Zed, genç irisi oğlunun doymadığını masaya konulan meyvelere yutkunarak bakmasından anladı ve masadan kalkarken iri kıpkırmızı bir elmayı eline alıp kabuğunu tuniğine sürterek parlattı. Elmayı oğlana gösterdi,

"Bunu istiyor musun?"

Lucian cevap vermedi, Zed güldü, ergenlik dönemindeki genç veliahda fazla sert davranarak iradesini kırmamak adına biraz daha ılımlı olmaya çaba gösteriyordu. Oğlunun kendisi gibi dediğim dedik, cesur, cüretkâr ve iradeli bir adam olmasını istiyorsa onu yetiştirirken fazla ezip sindirmemeliydi. Karısı böyle söylüyordu. Lucian ise genellikle tepkisiz bir delikanlıydı, donuk bakışlarından ve soğukkanlı ifadesinden ne düşündüğü anlaşılmazdı, şimdiye dek hiçbir kararına karşı çıktığı da kendisiyle tartıştığı da görülmemişti. Oğlanın boynunun arkasına kolunu sardı,
"Şimdi benimle atölyeye geliyorsun. Orada istediklerimi yaparsan akşam yemeğinden önce bunu yemene izin veririm."

"Tamam baba."

Dar Denizin kıyısında kurulmuş kalabalık bir şehir olan Mysa, denizden iç kısımlara doğru yükselen dağlık coğrafyasına uygun olarak dikey yerleşime sahipti. Atlarıyla kaleden çıkıp şehrin kuzey surlarındaki garnizona gittiler. Zed, haftanın çoğu gününü ve gecesini bu kalede subaylarıyla ve yerin iki kat altındaki gizli atölyesindeki çalışmalarıyla geçiriyordu. Son yılda çalışmaları öyle yoğunlaşmıştı ki Mysa kalesine çok az uğrar olmuştu. Birkaç aydır büyük oğlunu da peşinde götürüyor ve Batının kadim zehir ilmi üzerine bildiği sırları varisine öğretiyordu. Ancak çalışmalarından karısının haberi olmaması için oğluna yemin ettirmişti.

Lucian çok zekiydi, bir kere okuduğu metinleri hemen ezber ediyor, eski yazıtlardaki hatalı noktaları keskin zekâsı ile hemen ortaya çıkarıp mantıklı irdelemelerle yeni çıkarımlar ortaya koyuyordu. Zed, oğlunun üstün zekâsı ile gurur duyuyordu fakat bir de beklediği müjdeyi verebilseydi...

Oğullarından birinin Savaşçı olması gerekiyordu. Çocukluğundan beri Savaşçı meziyetlerine en yatkınlık gösteren Lucian olmuştu, küçük oğlu Pete daha ağırkanlı bir çocuktu. Çocukken ele avuca sığmayan, korku nedir bilmeyen, her türlü silaha merak salan, dövüşmeye yatkın, en basit konularda bile kendi adaletini kendi sağlamaya eğilimli olmak Savaşçıların bilinen ilk alametleriydi. Lucian da hepsi vardı, ancak tılsımı netleşmiyordu.

Zed, diyardaki kendinden hariç diğer Savaşçıyı çocukluğundan hatta bebekliğinden beri iyi tanırdı, onun eline köreltilmiş bir talim kılıcını aldığı ilk günü dün gibi hatırlıyordu. Doğrusu o talim kılıcını 5 yaşındaki çocuğun eline kimse vermemişti, saraydaki er meydanında eğitilen prenslerin talimlerini köşelerden gizlice izleyen velet bir gün meydana çıkmaya karar vermişti ve boyu kadar kılıcı kaldırıp savuruşundaki hüner, Minas'ın en iyi kılıç ustalarını büyülemişti. Leo Lionell, iki kiloluk ham demirden dövülme dengesiz ve kaba kılıcı iki eliyle kavramış ortada keskin halkalar çiziyordu. O günden sonra er meydanı, geleceğin savaşçısına ana kucağı olmuştu.

Tılsıma sahip olduğu onaylandığında Leo 10-11 yaşlarındaydı. Kalenin içinde kurallara aykırı davrandığı ve diğer çocukları örgütlediği için kendisini cezalandırmaya gelen üç kral muhafızını önce güzelce tepelemiş, desteğe gelen diğer üçünü ise gözünü kırpmadan surlardan aşağı itmişti. Çocuğu kimse ne yakalayabiliyor ne zapt edebiliyordu. Babasının genç bir Gözcü olarak yıllardır öne sürdüğü iddiayı, Kral Adrianus görmezden gelmeyi o gün bırakmak zorunda kalmıştı. Ramsey'in kendi oğlunu abarttığını düşünenler, kendi ailesi de dahil, Leo'nun estirdiği terör karşısında dilini yutmuştu. Daha sakalı bitmemiş toy oğlanın karşısında en iyi kılıç ustaları bile duramıyordu.

Kendisi ondan 7 yaş büyük ve iki katı kadar yapılı olduğu halde talimlerde ancak denk düşüyorlardı. Birlikte yaptıkları talimler, ellerindeki talim kılıçlarının defalarca kırılıp paramparça olmasına ve birbirlerini öldüresiye yaralanmalarına sebep olmaya başlayınca eğitimlerde ikisini ayırdılar. Leo'nun duraksız şiddet merakı o zamanlar Kral topraklarında Zorba diye anılmasına yol açmaya başladı ve büyükbabası delikanlıyı kendi himayesinde yetiştirmek üzere Güney karanın başkentine çağırdı.

Öfke kontrolü olmayan, şiddet aşığı ve gözünü kan bürümüş genç aslanın evine dönüşü, Minas soylularının can güvenliği açısından rahatlamalarını sağladı. Fakat yeni palazlanan savaşçının eğitimi, soylu bir şövalyeye yakışır şekilde kalede kılıç ustaları ile er meydanında devam edeceğine, Lord Ramos, torununu gözünü kırpmadan Lionell donanmasına verdi ve azılı bir kasap olarak artık gerçek çarpışmalarda gerçek bir kılıçla öldürmeye başladı. Zed, kendi şöhretini gölgede bırakan yavru aslanın gözlerinin önünde tüm Dört karaya nam salmasını yıllarca kıskançlıkla izledi.

Tılsımı ilan edildikten bir sene sonra Zed, Leo hakkında Ramsey'in sakladığı büyük sırrı öğrendi. Annesinin bir Savaşçı olduğunu insanlardan ve kraldan saklayan hain, oğlunu yüceltip parlatmakta ise ustalıkla ilerliyordu. Oysa çocuğun doğumu karalar üzerinde kara bir lekeydi. Kadın, söylendiği gibi bir Savaşçı ise bunun anlamı çok karanlıktı. Kadınlar sadece Şifacı olarak tılsımlanmıştı, Göklerin yüce kararı bu yönde iken bir gün tersinin peyda olması bir şeyin kilidini açabilirdi. Savaşçı bir kadın kimine göre mucizelerin kimine göre bir soykırımın habercisiydi. Ramsey'in sırrına ortak olan babasını gizlice dinleyip işittiklerini senelerce kendisine saklamakla akıllılık etmişti. Leslie çoktan öldüğüne göre bu gerçeği açıklamak işine yaramaz hatta olsa olsa Leo Lionell'in ününe ün katardı.

Eskiden tutuklulara işkence etmek için kullanılan eski zindanlardan birinde kendine atölye olarak açtırdığı karanlık ve rutubetli yeraltında, kandilleri nefesiyle yakıp Lucian'a masada açık duran kitabı işaret etti. Genç varis emin adımlarla masanın başına geçip en son kaldıkları sayfayı açtı.

Zed, çalışırken hiç konuşmazdı, yine geçmişin hesaplaşmalarına dalıp gitmişti. Oğlu da varlığı ile yokluğu bir denecek kadar sessiz ve itaatkâr bir çocuktu, saatlerce yan yana kalsalar bile tek kelime etmeden durabiliyorlardı. Minas Sarayını Lioneller yakıp yıkmadan önce Kraliyet arşivlerinden kopyalarını almayı başardığı kadim kitaplar için Zed, kendisiyle gurur duyuyordu. Bütün güce sadece düşmanının konmasına izin vermeyerek asıl zaferin bu olduğuna kendisini ikna etmişti.

Bir hanedanı devirip kendisine kral demiş olsa bile her şeye tek başına sahip olamayacaktı, dünya çok büyük bir ormandı ve aslanlar tek hükümdar olamazdı. Üstelik Ramsey de kendisinden fazla Yakuta sahip değildi. Eften püften iki Şifacı ve son ilan edilen kuzeyli piç Nişancı, Zed'e göre değersizdi. Tek önemli güç Savaşçıya aitti yani eşittiler. Yeni Nişancı çocuk, yirmi yaşına dek tılsımı keşfedilmediğine göre zayıf biri olmalıydı. Buna şükrediyordu, onun yetişmesi seneler alırdı. Ramsey'in gözcü tılsımı ise burnunun ucunu göremeyecek kadar körleşmiş ve sağırlaşmıştı...

Lucian, Savaşçı ile ilgili kadim rünleri ezber edip denemeler yaparken kendisi kristal imbikler içinde damıttığı bazı özel karışımları istifledi. Notlar alıp kilitli tuttuğu defterine tarihler attı.

Bir aralık, kendi kendine hipnoz uygulayarak atölyedeki sedyesine uzandı, gözlerini yumup Minas şehrinin yıkıntıları arasında kalan kazı alanına odaklandı. Zihni, hipnoz altındaki göksel seyahatinde önce sislendi, sonra moloz yığınlarının çizmeleri altındaki tıkırtısını duydu. Her seferinde bu şekilde başlıyordu, göksel seyahatinde gözleri aralandı, yıkımın üzerinden bir buçuk sene geçmiş olmasına rağmen kalıntılar duman tütmeye devam ediyordu ve burnu o keskin is kokusunu duyabiliyordu, bazı taşlar hala o büyük patlamanın ateşi ile kızgındı fakat Zed, neyse ki ateşe dayanıklıydı. Çizmelerinin tabanları kızgın molozların ateşi ile eriyecek gibi olunca avuçlarında Yakut ateşi parladı, tılsımları okuyup üfledi ve zifiri karanlığa dönen gecenin köründe kendisine iki meşale yaktı.

Yolun sonunda, Ramsey Lionell'i gördü fakat halinde bir tuhaflık vardı, adam gençleşmişti, otuzlu yaşlarının başında yani kendisiyle yaşıt gibi görünüyordu. Belindeki altın kılıcın ışığı gözlerini aldı. Fatih Leonis'in güneyi fetheden efsanevi kılıcını taşıyordu ve kılıç sıradan bir erkeğin iki eliyle kaldıramayacağı kadar ağırdı. Yere bakarak ağır ağır yürürken bir şey arıyor gibi görünüyordu.

Sislerin içinden seslendi, "Hey! Gaspçı! Kaybettiğin şerefini mi arıyorsun?"

Ramsey dönüp bakmadı, duymadı veya hayalindeki varlığı sahteydi. Fakat kılıcın parlak ışığı ufku iki çizgiye bölüyordu. Bir taraf karanlık ve çorak, bir taraf güneşli ve yemyeşildi. Ramsey'in saydam siluetini izlemeyi bıraktı ve Leslie'nin kilidini açtığı kehanetin merkezine, kadın savaşçının ilk kez kan döktüğü sokağa yürüdü. Eskiden iki katlı, cumbalı ahşap konakların bulunduğu dar sokak şimdi sağlı sollu yıkıntılar arasındaki tozlu bir patikaya dönmüştü. Minas şehrini sevdiği söylenemezdi ama yine de bin yıllık başkentin böyle tarumar edilmesi kanına dokunuyordu.

Kanın döküldüğü yere vardı, kılıcını çekip ucunu zemine rünler yazarak sürttü. Yer uğuldayarak fay hattı gibi ayrıldı ve zifiri karanlıkta önünde dar bir geçit belirdi. Bilinen tarihi sona erdirecek olan ikinci kıyamet bu yerde diriliyordu. Zed, Hantes tarihinin artık bu haliyle işe yaramaz olduğuna inanıyordu, sona erecek olan devir kendi devri değilse yerin dibine batabilirdi bu yüzden Şer ordusu ile işbirliği yapmakta tereddüt etmedi. Dünyanın yeniden kurulması için Batıkaranın sahip olduklarından da altınla satın alabileceklerinden de büyük devasa korkunç bir orduya ihtiyacı vardı. İşte o ordu, o geçidin altında uyanmıştı. Zed, onları uyandırmıştı.

Kılıcını tutuşturarak geçide girdi, ancak bir adım önünü görebilecek kadar ışık sağlayan alevleri, orada dirilenleri korkutuyor, gizlendikleri duvarların içinde inleyerek geri çekilmelerine neden oluyordu. Zed oradaki kadim ruhları korkuttuğu için keyifleniyordu. Buraya ilk gelişi değildi, aylardır geçidin kazılması ve karanlık kapıya ulaşılması için kan büyüsüyle uğraşıyordu. Bu karanlık kapının arkasında dirilmeyi bekleyen ve dünyayı ilk yaratıldığı güne çevirmek isteyen en güçlü Yakutların ruhları vardı. Onların neden karanlığa hapsedildiğini anlayamıyordu, onlar Gök Tanrının öz oğullarıydı fakat ruhları, göklerin cenneti yerine yerin dibindeki zifiri karanlıktaydı. Özgür olmak ve Tanrıları gücendirecek her ne yaptılarsa zamanı asırlar öncesine geri sarıp hatalarını telafi etmek istiyorlardı. Zed, onların bazıları ile konuşabiliyordu. Karanlık kapının açılması için insan kurban edilmesini istemişlerdi. Ya binlerce insanın kanı veya tek bir Savaşçının...

Kendi kanını denemişti fakat kapı aralanmamıştı bile, ona kanının zehirli olduğunu söylemişlerdi. Yaşayan diğer Savaşçıyı oraya getirmenin bir yolunu bulmak zorundaydı ama bu çok riskliydi. Savaşçı, kapının hem kilidi hem anahtarı olabilirdi, kehanet çift anlamlı konuşuyordu. Leslie hakkında söylenen, onun kapıyı sonsuza dek mühürlemek için kendisini feda edecek bir mucize olduğuydu. Ya Leo, aynı şeyi yapar mıydı?

Geçidin duvarlarının arkasında, ruhları yüzlerce yıldır inleyen ağlayan sızlayan kazıcılar ise büsbütün kördü. Geçit karanlıktı ve onların gözleri hiçbir şeyi görmeyecek kadar kapalıydı. Onların yeryüzünde savaşabilmesi için gözlerinin açılması gerekiyordu ve Zed bunu nasıl yapacağını henüz bilmiyordu. Geçitte göz gözü görmüyordu ve Zed uyanan ölülere yol gösterecek ışığı bulamıyordu. Bazı tahminleri vardı, belki de çok güçlü bir Şifacı tılsımı gerekiyordu. Eski ahite göre ışık büyüsünü ancak güçlü bir Şifacı yakardı, tabi ancak kadim ve güçlü şifacılar ışık büyüsünü çağırabilirdi şimdiki gibi ağrı kesiciden öte hüneri olmayan basit hemşireler değil... Bu ihtimale de güvenmiyordu üstelik deneyecek Şifacısı yoktu.

Gök Tanrının, Dört kara evrenini yarattıktan sonra Gök Tanrıçayı insan bir kadınla aldatmasından doğan dördüz oğulları olan ilk Yakutlar, şimdikilerden çok daha güçlü tılsımlara sahip Tanrısal varlıklardı. Bunların neslinden gelen asırlar önceki savaşçılar, tamamen yenilmezdi ve saf ateş büyüsünü kullanabiliyordu. Şifacıların ışık büyüsüyle iyileştiremediği hiçbir hastalık yoktu, sadece ölüme çare bulamıyorlardı fakat kendileri neredeyse üç yüzyıl yaşadı. Nişancılar hava büyüsüne hükmediyor, rüzgarı biçimlendiriyordu. Gözcüler ise zihinleri okuyup insanların kararlarını yönlendirebiliyordu. Asırlar sonra hem sayıları hem güçleri azalmış, tılsıma sahip olmayan insanları köleleştirdikleri için ruhları lanetlenmiş ve kadim rünleri kullanmaktan men edilmişlerdi.

Zed, hipnozdan uyandığında Lucian, galerinin ortasında elinde bir kılıç tutuyordu ve yüzü çarpılmış gibi hiddetle hızlı hızlı soluyordu.

Zed, bir an oğlunun ölümcül bakışlarından ürperdi, kılıcın keskin yüzü kendisine dönüktü ve oğlan şuuru yerindeymiş gibi görünmüyordu.

"Lucian..." diye seslenip doğruldu, eli belindeki hançere uzandı, oğlanın yanlış bir sayfa okuyup büyünün içinde kaybolmadığını umut ederken bir yandan kendine saldırırsa ona zarar vermeden nasıl durduracağını hesap ediyordu. Lucian o güne dek yazıtları sadece okuyordu, hiçbir tılsımı uyandırabildiği olmamıştı. Tılsımlı sözler ancak Yakutlar için anlamlıydı, sıradan insanlar büyüyü çağıramazdı.

Lucian, kılıcını havayı kesen bir hilal şeklinde savururken nefes nefese sayıkladı. İnce bir çıtırtı oğlanın ayaklarının altından duyuldu ve kılıcın geçtiği havada eğri kıvılcımlar saçıldı, bir an loş odada onlarca turuncu noktacık parladı ve arkasında gri dumanlar bırakarak hemen söndü.

Zed boğazını açarak ulur gibi haykırdı.

Lucian, ayaklarının altında tüten alevin içinde kalıp keskin ve acı yüklü bir çığlık koparıp babası onu ateşin ortasından çekene kadar boylu boyunca yere yığıldı.

Zed delice kahkahalar atarak oğlunun başına koştu, başını yere çarpmıştı ama zemin topraktı, çocuk yaralanmamıştı. Oysa diyarın üçüncü Savaşçısını kucaklayıp göğsüne bastırdı.

Oğlu ilk Yakut alametini göstermişti! Düşmanı ile arasındaki eşitlik böylece kendi lehine bozulmuştu...

...

Zed, oğlunun bir Savaşçı tılsımına sahip olduğunu dört karaya duyurmak konusunda bir süre kararsız kaldı, karısı, erkek kardeşi ve kurmayları ile uzun uzun istişare ettiler. Güneykara orduları ile yapılacak savaşta Lucian'ın tılsımıyla düşmanına büyük bir şok yaşatmak niyetindeydi ama bir Yakutu saklamak demek, kendi halkından ve askerlerinden büyük bir motivasyon çalmak demekti. Oğlunun gücünü düşmanından saklaması savaşta kendilerine büyük üstünlük sağlayacak olsa da kendi askerlerine vereceği morali yadsıyamazdı. Yakut savaşçıların ordulara bedel olduğu ve geçmişteki savaşlarda inanılmaz mucizeler gösterdiği bilinirdi.

Haber, daha Batıkara halkında bile şehirlere ve kasabalara yayılmadan önce muhbirleri Ramsey'i bilgilendirdi. Duyduğu şey tüylerini ürpertirken şeytanı cehenneminde takla attıracak kadar okkalı bir küfür savurdu.

Leo, muhbir başına başıyla dışarı çıkmasını işaret etti. Adam selam verip çıkınca babasının çalışma masasının ucuna oturdu. Gergin veya sinirli görünmüyordu.
"Ben bunu gördüm zaten." Dedi.

Ramsey derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.
"Ben de bazı rüyalar gördüm ama senin görün benden önce ve daha somuttu."

"Ve o kızıl güneş... Bunun olabileceğini hep biliyorduk. Zed'in piçini değil ilk oğlunu katletmeliydim."

"Evet, merhamet gösterdin. Sana göstermeyecek olana."

"Bir daha olmaz."

"Zed'in çocuğu yetiştirmesine fırsat vermeden tepelerine binelim. Savaşı daha fazla geciktiremeyiz. Her geçen gün daha da güçlenecek."

"Orduları hala toparlanamadı, parası yok, silahı yeterli değil."

"İki Savaşçı çok şeydir Leo. Senden bir tane daha olsaydı dünyaya hükmederdim."

"İyi ki yok, dünya senin hükümdarlığın altında ne halde olurdu kim bilir! Lucian bizim için henüz ciddi bir tehdit değil baba, hala onlardan çok üstünüz. Güneyin orduları batıdan hala sayıca kalabalık, gemilerimin ve toplarımın dünyada eşi yok. Doğukara ve Kuzeykara orduları da bizimle."

"Bilmediğin bir şey daha var. Bunu düğün arifesinde söylemek istemezdim ama artık köşeye sıkıştım."

"Daha ne Tanrının cezası olabilir?"

"Zed, ordu ve silah bakımından eksikliğini giderecek bir yol buldu. Karanlık bir yol."

"Yeni bir tür zehir falan mı? Bu sefer ne deneyecek üstümüze zehir yağmurları yağdırmayı mı?"

"Yaradılış efsanesine dönmek isteyen lanetli ruhları uyandırdı. Minas'ta karanlık geçit aralandı. Orada sonsuz hiçliğe hapsedilmiş ruhlar toplandı. Mahşeri bir kalabalık, binlerce yıllık esaretle kinlenmiş, Gök Tanrının cennetine de cehennemine de uğrayamamış, Yakutların ilk atalarının önderlik ettiği azap dolu ifritler..."

Leo babasının boşluğa bakarak sayıklar gibi konuşmasına öfkelendi,
"Hiçbir şey anlamadım açık konuş!"

"Kehaneti senden sakladım. Annenden de sakladım. Hanemde bir Savaşçının kendini feda edeceği büyük bir savaş olacak fakat savaşacak olan ordular eşit değil. Ölüler ve yaşayanlar arasında ikinci kıyamet kopacak. Kaybedersek dünya yaradılış gününe dönecek, karalar silinecek, sular yükselecek, Gök tanrının ilk oğulları ve kızları, gümüş kanatlarıyla sular üzerinde yeniden dirilecek, insanlık yok olacak. Kadın Savaşçının ilk kan döktüğü yerde geçit aralandı. O geçitte kazıcılar, yıllardır gece gündüz çalışıp şer ordusuna yol açıyor, kapı tamamen açıldığında dört karanın üzerinde gazap yağacak. Geçidi ancak bir mucize tutabilir. O annendi. Annen bir Savaşçıydı Leo."

Leo her zamanki alaycılığı ve duyduğu feci şeyler karşısında takındığı inkârcı tavrıyla sinirli bir gülüş attı ve büyükbabasının sözleriyle konuştu,

"Bir kadın savaşçı hiç doğmadı."

"Leslie..." dedi, kral kesik kesik yutkundu, "Annen bir yakut savaşçıydı, sen onun varisisin."

"Nasıl mümkün olabilir?"

"Bir mucize olarak yaşadı ve vaktinden önce yitip gitti. Benim yüzümden."

"Doğru düzgün anlat şunu!"

"Sana hayatımın en büyük sırrını açıklıyorum Leo, bundan geri dönüş olmayacak. Belki beni lanetleyeceksin, uzun yıllardır sakladığım sırrın ve annenin vebali altında ezilmekten bitap düştüm. Ama duyduklarının her kelimesi yaşandı. Bedelini ödemeye hazırım. Tahtımdan feragat edeceğim. Hata ettim, sahip olduğum her şeyi sana bırakıyorum. Benden daha iyi bir hükümdar olman için seni hazırladım. Yapacağın yeni evlilikle sana sahip olabileceğin en iyi ittifakı ve en güçlü orduları bırakıyorum."

Leo, babasının son sözlerinden daha fazla içine işleyen annesinin erken ölümünün kendi yüzünden olduğu kısma takılı kalmıştı.

"Ne demek senin yüzünden? Ne yaptın ona?"

"Ne yaptıysam sizi korumak için yaptım. Kehanete kafa tuttum. Leslie kendini feda eden kurtarıcı olmasın diye onu halklardan sakladım. Savaşçı tılsımına sahip olduğunu bilmiyordu, hiç öğrenmemesini sağladım."

"Nasıl olabilir?" derken sesi pürüzlü ve yüksek bir ton almıştı.

"Annenle karşılaşan tek Gözcü bendim. Onu Minas'a götürmeden önce kraliyet gözcüsünün suikastını planladım. Böylece bilinmedi."

"Ya Leslie? O, o nasıl... Bilmedi? Anlamalıydı, kendisindeki kanı, damarlarında akan o deliliği fark ederdi."

"Benimle korunaklı bir hayat sürdü, her kadın gibi evinde, çocuğu ve kocasıyla sakince yaşadı. Kimse ihtimal vermezdi. Kılıç kullanmakta inanılmaz maharetli olduğu dışında hiçbir şüphe uyandırmadı. Eğitilmemişti, bir kadın savaşçıyı kimse beklemiyordu. Sen de eline hiç kılıç almasaydın damarlarında akan o yakut kanının gücünü, yenilmezliğini bilemezdin, rünleri okumasaydın savaşçının ateşini yakamazdın. Leslie hepsinden uzaktı. Sadece bir kez kılıcına davranması gerekti ve onun bedelleriyle yüzleşme vakti şimdi geldi."

"Ya şu kehaneti bilen başkaları onu tanımadı mı?"

"Sadece bir kâhin kocakarı vardı, onu daha sonra kaybettim, izini hiç bulamadım. Bir de eski ahitteki sembolik anlatımlar. Sözler o kadar tozlu ve eskiydi ki okuyan kimse artık efsanelere inanmıyordu. Sen de okudun ama aklından bile geçmedi."

"Senin nasıl geçti?"

"Annenle nasıl tanıştığımızı biliyorsun, benimle düello etmişti. Cesareti ve hünerinden dahasına sahip olduğunu gördüm, o yenilmezdi."

"Leslie'yi sen pes ettirmiştin?"

"Ona adımı söyledim ve böylece kendi rızasıyla kılıcını indirdi. Eğer o kılıcını indirmeseydi beni alt edecekti, bileğimdeki bütün güç kesilmişti, kulaklarıma kan hücum etmiş gibi sağırlaşmıştım, karşısında kemiklerimin ufalanacağını sandım."

Leo kaşlarını ilgiyle kaldırdı, "Öyle olduğunu söylüyorlar, karşıma çıkanlar, evet... Şimdi sen bana, annemden, sevdiğin tek kadından kendince onu korumak adına, kaderini çaldığını mı söylüyorsun? Savaşçıyı insanlıktan sakladığını, kendine sakladığını? Ha, peki bu neye yaradı?"

"İkizlerin doğumunda ölmeseydi uzun yıllar birlikte olabilirdik." Derken Ramsey hala ilk günkü gibi kederliydi, yüzü sapsarıydı, gözleri nemli, dudakları ince bir çizgi halinde sıkılıydı. Tarifsiz bir ayrılık acısıyla yıllar sonra hala derbederdi. "Kehanete göre bir kadın savaşçı yeryüzüne gönderildiğinde ikinci kıyamet için kalkan olacaktır. Şer ordularının dünyaya salıverilmesinden önce karanlık kapıyı tutacak, orada etinden, ruhundan, kanından ve kemiğinden vazgeçerek sonsuza dek büyülü bir tılsım halinde kök salacaktır. Leslie kendini feda etmesin, benimle kalsın, bir ailemiz ve bir hayatı olsun istedim."

"Bunlar doğruysa... Ben? Sıradaki ben mi oluyorum?"

"Bilmiyorum. Kehanet, mucize diye nitelenen kadın savaşçı üzerine kurulu. Devamı eski ahitte yazmıyor. Senin görevinin ne olduğunu bilmiyorum ancak bir mucizeden doğduğunu biliyorum."

"Bir mucize ve bir hainden! Sen, aşkın uğruna insanlıktan kurtuluşunu çaldın!"

"Yaptım..."

Leo biraz düşündü, babasının yüzündeki kararlı ve ürpermiş ifadeden söylediği her şeye tüm o kehanet zırvalıklarına, mucizelere, karanlık masallara, şer ordusu ve ifritlere inandığı anlaşılıyordu. Leo, mistik inançlar adamı değildi, o eylem adamı da değil eylemin ta kendisiydi. Kalbinden omuzlarına ve kollarındaki damarlara akan, damarlarının altında seğiren akışkan gücü duyumsadığı anda anladı. Leslie'nin yapması gereken ne varsa yapacağına emin oldu, kendisi gibi hissedecekti. Gereken ne varsa yapmaya hazır...

"Delisin sen, aklını kaçırmışsın. Tahtından feragat ettiğini belirten fermanı derhal yazıp imzala ve bana ver. Bir daha ne ailenin ne güney halklarının ne de Dörtkara insanlarının kaderini belirleyen bir karara imza atacaksın. İnzivaya çekilme vaktin geldi Ramsey Lionell, yoksa seni ellerimle boğarım. Savaş Makamını kuruyorum. Oynadığın oyunda devirdiğin çamları düzeltmek için daha sağlıklı bir akla ihtiyaç var. Senin aksine ben, bu oyuna yalnız girmeyeceğim. Lordlarımı toplayıp bilgilendireceğim."

Ramsey, oğlunun gözlerinde yanan yakut ateşine hayranlık ve memnuniyetle baktı. Leo'nun geçmişinde bilinen fevriliği bir yana yaşı geçtikçe olgunlaşıp sağduyu kazandığını biliyordu ve hızlı karar verme becerisinden etkilendi. Öte yandan otuz yıllık ağır yükünden boşalan omuzları rahatladı, yaşlı ve hasta kalbi nihayet dinlenecekti. Yetiştirdiği varisine güveniyordu. Leslie'yi feda etmemek için ömrünü vermişti ama otuz yıl kazanmıştı. Hem güzeller güzeli, zarif, neşeli kadını yerine biri savaşacaksa bunu layıkıyla yapacak olan yaman bir oğlan büyütmüştü. Leslie'nin bin yıl yaşasa bile edinemeyeceği kadar savaş tecrübesine sahip olan bir kumandan, Ramsey'in Hantes halklarına borçlu olduğu özrü ve armağanıydı.

Leo, odadan çıkmadan önce Ramsey seslendi,
"Ne zaman?"

Leo cevap vermeden çıkıp gitti.

*****

Continue Reading

You'll Also Like

3.8M 310K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
234K 51.7K 40
KARA KİRAZ SERİSİNİN İKİNCİ KİTABIDIR. ∆∆∆ ~ Kadın bir okyanustu. Adam ise ona muhtaç kuru bir toprak. Toprak okyanusuna küstü. Okyanus, güneşin ke...
868K 19.9K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
135K 1.3K 35
Liseden yeni mezun köle ruhlu bir fetişist olan Emir, sonuçlarını asla tahmin edemeyeceği bir yola girer. Uğradığı şantaj sonucu hayatı Zehra adında...