16. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI

436 88 54
                                    



Güney ve Doğu sınırında tamamen askeri amaçla tasarlanmış bu isimsiz hudut kalesi, deniz kıyısından başlayarak şehrin arkasındaki tepelere kadar uzanan kesme taştan surlarıyla ürkütücü görünüyordu. 124 metre yükseklikteki altıgen planlı taş yapının içiyse dış görünüşünün aksine bir garnizona göre fazlasıyla şatafatlıydı. Duvarlar o gün henüz yan yana asılmış olan arslan ve ayı sancaklarıyla bezeliydi, atlas kumaştan perdeler, kristal avizeler, işini iyi bilerek etrafta koşturan hizmetkârlar göze ilk çarpan unsurlardı. Karşılama töreninden sonra kalenin misafir salonuna geçtiler.

On günlük misafirliğinde Güneykara cazibesine alışmış olan Arro Fergo hariç tüm doğulular gördükleri özenden şaşkındı. Konuk sayısından daha fazla sayıda hizmetkâr, terbiyeli tavırlarla etraflarında pervane gibi dönüyor ve karşılamanın kusursuz olmasını sağlamaya uğraşıyordu.

"Uzun bir yoldan geldiniz. Bu gece istirahat etmeniz için odalarınız hazırlandı. Önce hep birlikte yemek yiyelim ve hanelerimiz arasındaki yeni anlaşmalara kadeh kaldıralım." Diyen Leo, konuklarını ziyafet sofrasına buyur etti.

Yemek yemeyi çok seven Lord Turi, Prense sitem etmeyi ve kızlarını teslim etmeye karşılık öne süreceği evlilik koşulları hakkında yapacağı kararlı konuşmayı sonraya ertelemeye karar verdi. Burnuna nefis kokular geliyordu ve Lordu en çok cezbeden şey güneyin meşhur siyah üzüm bağlarından, bin yıllık gelenekle, çeşitli meyveler ve baharatlarla harmanlanmış enfes şaraplarıydı. İnci eyaletinin bağ bozumunda yerli halkın, atadan kalma tecrübesiyle ürettiği, özel meşe fıçılarda dinlendirilen siyah şarabın sunumu yanında diğer meseleler biraz bekleyebilirdi.

Prens Leo'nun kendisine elleriyle sunduğu büyükçe kadehteki soğutulmuş siyah şarabı başına dikti.

"Çok iyi çok! Krallara layık!" derken gözünü masanın ortasındaki devasa tabaktaki fırınlanmış sebzelerin üstünde yatan nar gibi kızarmış bol yağlı kuzudan alamıyordu.

Herkes yerine yerleşmeden önce lavaboya gitmek istediğini söyleyen Arryn, Leo'nun dikkatli gözünden kaçmamıştı. Mutfağa bir talimat verme bahanesiyle ziyafet salonundan ayrılıp genç kızı takip etti. Umumi tuvaletlerden birine girdiğini gördüğü kızın peşinden gittiğini kimse görmeden içeriye süzüldü ve Arryn'i bir çeşmenin karşısında bileğinden yakalayıp kendisine çevirdi. Kız çığlık atmak için ağzını açmadan bir eliyle ağzını kapatıp kızı sürükleyerek sırtını bir duvara sertçe çarptı ve gövdesiyle duvarın arasında sıkıştırıp tepesine dikildi.

"Şşşt. Bağırma. Bağırmak yok. Beni dinle..." dedi ve yavaş yavaş ağzını açtı.

Çok korkmuş ve daha da çok şaşırmış olan Arryn nefes nefese ve hiddetle yüzü kızararak adama baktı. Leo kızı duvarla kendi iri cüssesi arasına sıkıştırdığı yakın mesafeden bir adım bile çekilmeden tepesinde dikilmeyi sürdürürken gülümsedi.

"Tanıdın demek?"

Doğudaki kötü şöhretine rağmen 17 yaşındaki masum bir genç kıza böyle teklifsizce sokulduğunda genç adam, iri yeşil gözlerinin buğusu ve çarpık tebessümüyle nefes kesecek kadar hoştu.

"Siz!"

"Konuşsana dilin mi tutuldu? Ayağın çabuk iyileşti mi?"

"Yine siz dememekte ısrarlısınız! Prens Leo demek? Ah, ne aptalım!"

"Öylesin tatlım. Ee naber?"

Arryn telaşla gözlerini hızlıca kırpıştırdı, adamın yakın markajından kaçınacak yer aradı.

"Çekilin! Siz... Siz! Buna inanamıyorum! Ne biçim bir yalancısınız?"

Leo iki adım geri çekildi fakat Arryn ile çıkış kapısı arasındaki yolun üzerinde geçişi kapatarak elleri belinde durmaya devam etti. Arryn en azından rahatça soluklanabildiği için memnundu.

KILIÇ MAKAMI - TamamlandıWhere stories live. Discover now