KILIÇ MAKAMI - Tamamlandı

By tknmz39

36.7K 7.2K 6.3K

Rüyada keskin, parlak, altından yapılmış güzel bir kılıç görmek; evlat, hak, adalet, menfaat, mal ve mülk, dü... More

İlk Yansıma
1. BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5. Bölüm
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
Ek/1 SAVAŞ MAKAMI - Harita ve Karakterler
10.1-SAVAŞ MAKAMI
12.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
Ek/2 Harita ve Soy Ağacı 🌟
13.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
14. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
15. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
16. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
17. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
18.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
19.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
20. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
21. BÖLÜM SAVAŞ MAKAMI
22. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
23.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
24. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
25.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
26. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
27.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
28.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
29. Eve dönüş
30. BÖLÜM, Niyetler
31. BÖLÜM, Kalp Ağrıları
32. SAVAŞ MAKAMI, Kim Gitsin?
33. SAVAŞ MAKAMI, Herkes İçin En İyisi
34. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI, Bulanık Sular...
35. SAVAŞ MAKAMI, Kalbindeki His
36. SAVAŞ MAKAMI, Yeni İhtimaller
37.SAVAŞ MAKAMI, Yaban Gülleri
38.SAVAŞ MAKAMI, Bir Macera Daha...
39.SAVAŞ MAKAMI, Sırlar
40. SAVAŞ MAKAMI, Ava Giden Avlanır!..
41.SAVAŞ MAKAMI, Dokuz Doğurmak
42. SAVAŞ MAKAMI, Zen'in İlmi
43. SAVAŞ MAKAMI, Hep Bir Yolu Bulunur...
44. SAVAŞ MAKAMI, Onun Kapısı...
45.SAVAŞ MAKAMI, Kalem ve Kağıdın Sesi
46.SAVAŞ MAKAMI, Bir Garip Protesto!
47. SAVAŞ MAKAMI, Nişan Al, Çek, Bırak!
48. SAVAŞ MAKAMI, İşaret
49. SAVAŞ MAKAMI, Avın Sahibi
50. SAVAŞ MAKAMI, Kızıl Gökler
51. SAVAŞ MAKAMI, Yüz Yüze...
52. SAVAŞ MAKAMI, Kral Konseyi
53.SAVAŞ MAKAMI, Altın Aslanlar
54. SAVAŞ MAKAMI, Mevsim Dönerken
55.SAVAŞ MAKAMI, Işıklı Bir Yol
56. SAVAŞ MAKAMI, Yılanın Kuyruğu
57. SAVAŞ MAKAMI, Meşk
58.SAVAŞ MAKAMI, Turnuva
59. SAVAŞ MAKAMI, Sabır Günleri
60. SAVAŞ MAKAMI, Turnuva/2
61.SAVAŞ MAKAMI, Kan Rüyası
62.SAVAŞ MAKAMI, Yeni Bir Savaşçı
63. TACIN SAHİBİ, Evlilikler ve İttifaklar
64. TACIN SAHİBİ, Elmas Lord
65. TACIN SAHİBİ, Onur dövüşü ve Kutlama
66. TACIN SAHİBİ, Saltanat Düğünü
67. TACIN SAHİBİ, Kılıç ve Zehir
68. TACIN SAHİBİ, Aslan Avı
69.TACIN SAHİBİ, Kral ve Kraliçe
70. TACIN SAHİBİ, Damy ve Amryn
71. TACIN SAHİBİ, Lessey ve Arro
72.TACIN SAHİBİ, Orman Kanunları
73. TACIN SAHİBİ, Üç Varis
74. TACIN SAHİBİ, Lades
75. TACIN SAHİBİ, Kuzey yolcuları
76. TACIN SAHİBİ, Yem
SON: SAVAŞ

10. BÖLÜM

767 109 107
By tknmz39

Ramsey

Kızıl Deniz'in ılık sonbaharında, bir korsan filosunun kaptan gemisi olan Başbelasında günler sakince akıp geçerken yapacak hiçbir iş olmaması biraz sıkıcıydı. Bu kadar aylak kalmaya alışık olmadığım için sürekli Koral'a yardım teklif ediyordum.

Koral, "Çok sıkıldıysan dümene geç. Başka bir iş yapamazsın Ramsey Lionell. Geleceğin Güney Kara lorduna gemimde ayak işi verecek değilim." Diyordu.

"Hem bedava yemek ve seyahat hem de iş yok öyle mi? Seni amiralim yapacağım!" diyordum ve gülüyorduk. Gerçek bir dost...

Karım gündüzlerinin çoğunu küçük Kendall ile ilgilenerek geçirirken onları seyrediyordum. Oğlanın söylediği bir söze kahkahalarla gülüp onu havaya kaldırdığını görünce boğazım düğümlendi. Kalbimin bam telindeki titreme bir yakarışa dönüştü. 'Ona çocuklar verebileyim Tanrım. Ondan ne güzel bir anne olur, dokunduğu evlatlar nasıl da mutlulukla ışıldar!'

Hala ay çayı içiyor oluşu ona söyleyemesem de gururuma dokunuyordu. Gemideyken her şey çok kolaydı ama her geminin yolculuğu bir limanda son bulur. Gideceğimiz limanda bizi nelerin beklediğini hiç bilmiyordum. Delice planlarım olsa da bana zaman lazımdı.

Oysa babamın evinde evlenmiş olsaydık hala balayında olacaktık ve daha ilk aydan onu hamile bırakmam beklenirdi. Yatak odasından çıkmamamız ve hamileliği hızlandırmamız amacıyla şarabımıza bir takım bitkisel karışımlar bile boca edilirdi. İlk bebeğimiz büyük bir coşkuyla dört karaya ilan edilirdi. Şimdiyse kaçak ve bütün haklardan mahrumduk. İyi yanıysa, bileniyordum! Her sınavda fikirlerim daha da keskinleşiyordu.

Günler kaygısızca akıp geçerken Koral bize köreltilmiş talim kılıçları getirdi.

"Yol uzayacak. Bu arada kolunuz paslanmasın dostum. Her gün talim yapılacak!" diye buyurdu.

Canımıza minnetti böylece Leslie ile günlük talimlere başladık. Ayrıca her gün yüzüyor ve egzersiz yapıyorduk. Bu egzersizler esnasında daha çok muzırlığıyla Leslie beni sabote ediyordu ama en eğlenceli egzersizimiz geceleri yatakta olandı. Hiçbir iş yapmamak ve bir yere gitmemek, hiç yorulmamak demekti, hiç yorulmamak ise uykunun gelmemesi ve daha çok sevişmek... Açık denizin doğal dalgalanışıyla, kamarada geçirdiğimiz saatlerdeki istekli bedenlerimizin ritmi birbirine karışıyor, alev alıyorduk. Yolculuğun birinci ayı geride kalmışken Leslie ilk kez kollarımda bana fısıldadı.

"Çocuğunu istiyorum Ramsey."

İstemeden irkilerek onu kollarımdan bırakıp yanından kalktım. Yüzüme kırgın kırgın baktı. Oysa durumuzu anlıyordu, bunu konuşup birlikte ertelemiştik. Hızlıca giyinip açık havaya çıktım, derin derin soluklandım. O gün onunla hiç konuşmadım, o da yanıma gelmedi. Gece o uyuduktan sonra kamaraya gidip ona sırtımı dönerek yattım. Sabah Leslie sokulmak istedi, onu reddettim. İki yumruğuyla omuzlarıma vurdu, bana bağırıp çağırdı ve ağlamaya başladı. Tepkimin içine düştüğüm acizliğe olduğunu anlamıyordu. Sonra da bana küstü.


Leslie

Minas, Kral Başkenti

"Aman tanrım, ne kadar kalabalık!" diye şaşkınca haykırdım.

Kaptan tiksintiyle yüzünü buruşturarak, "Bok çukuru!" dedi ve limana demir attı.

Ramsey sakin ve sessizdi, bakışları donmuş toprak gibi soğuk ve katıydı.

Dar Deniz boyunca hangisine bakacağımı şaşırdığım irili ufaklı onlarca hatta yüzlerce gemi, tekne, sandal ve kalyonlar limanda bir nizamdan yoksundu. Kıyıya vurmuş kütükler gibi çarpık halde bekleşiyor, birbirine bağrışan kaba saba denizciler yelken açıyor, yelken topluyor, demir atıyor ve demir alıyordu. Uzunlu kısalı yüzlerce yelken direği kışın yaprak döken ağaçların oluşturduğu cansız bir ormana benziyordu. Her renk ve ırktan insan güruhları itişip kakışarak kıpraşırken liman mahşer yerini andırıyordu.

Gördüğüm ikinci büyük şehirdi ve tam bir hayal kırıklığıydı. Böyle ağır bir koku ve bu izdihamı doğrusu beklemiyordum. Kral şehrine gelmeden önce ilk kez gördüğüm Güney'in başkenti Lionell, dev surları ve denize doğru ip gibi hizalanan geniş caddeleri ile tam bir düzen şehriydi. Tepedeki kale ürkütücü görünmüştü ve insan başını çevirdiği her yerde yüksek surların aralarına serpiştirilmiş daha da yüksek burçlar görüyordu fakat şehir muazzam bir güzelliğe sahipti. Burada binalar ve sokaklar gelişigüzel istiflenmiş gibi üst üste binmişti ve insanlar karıncalar gibi karmakarışık halde akıyordu. Kralın başkentine dair hissettiğim ilk izlenim huzursuzluktu. Her nesne ve her hareket çok yoğundu, yapışkan ve nemli hava ağır kokuyordu, gürültüden kafam karışmıştı. Derme çatma kirli çadırlar altında kurulu pazarda hiç görmediğim tür giysiler kuşanmış kara tenli, sarı tenli, kızıl tenli, beyaz tenli değişik ırktan insanlar, tek tek ve ayrı ayrı çirkinlik katmanları oluşturuyordu. Güzel hiçbir şey yoktu ve güzelliğin yokluğu olabildiğince çirkindi.

Ramsey 'in elini öyle sıkmışım ki kulağıma, "Şşşt sakin ol." Diye fısıldadı.

"Bu kadar çok insan ne yapıyor burada?" diye sordum.

Şehrin keşmekeşine alışık olan kocam kayıtsızca, "Ticaret." Dedi.

Girdiğimiz daracık ara sokaklardan birinde, cumbalı ahşap yapılardan karşılıklı olarak gerilen iplere kumaşlar serilmişti. Bir binanın merdivenlerinde dikilen üç fahişe, oralarını buralarını göstererek müşteri aranıyor, yırtık giyimli, yalınayak, sefil çocuklar dilenirken oradan oraya itilip kakılıyordu. Beş yaşında ya var ya yok diyebileceğim kirli yüzlü bir kız çocuğu az ilerimizde elleri üstüne kapaklanınca ona doğru gidecek oldum, Ramsey hayır dedi. Kız çocuğunun gözlerindeki kocaman arsız bakış, zihnimde asılı kalarak yürümeye mecburen devam ettim. Bohçama daha sıkı sarılıp koltuğumun altına sıkıştırdım, burada yankesiciler de vardı eminim.

Ramsey sokağın çıkışındaki köşede aniden durup önümde dikildi ve dik dik gözümün içine baktı.

"Ne var şu bohçada?"

Limanda atlarımızı emanete verdiğimizde eyer takımından söküp aldığım bohça henüz dikkatini çekmişti.

"Hiç, eşyalarım. Tarak toka filan."

"Leslie!" dedi uyaran sert bir ifadeyle, yutkundum. Delip geçen bakışlarına karşı yalan söylemenin imkânsız olduğunu hiç unutmasam iyi olurdu.

"Annen..." diye geveleyince öyle öfkelendi ki ayağını yere vurdu.

"Annemden altın almadın ya?"

"Ben almak istemedim Ramsey, zorladı."

"Almamalıydın Leslie! Lordun tek sikkesine bile ihtiyacım yok! Bana sormadan bunu nasıl yaparsın?"

Neredeyse ağlayacaktım, çok sinirlenmişti dahası gururunu düşünüyordu.

"Sikke değil... Mücevher. Annen sana söylememem için söz verdirdi, düğün hediyem dedi. Bozdurmaya ihtiyacın olmazsa takarsın dedi. Çok ısrar etti, kıramadım Ramsey, almazsan içim rahat etmez dedi."

Bir an bohçayı elimden alıp denize fırlatacak sandım. O sırada Kaptan Koral arkamızdan bize seslendi. Liman kaydını yaptıktan sonra bize yetişeceğini söylemişti ve tam zamanında gelmişti.

"Hey aslanlar, didişmeyi kesin!"

Ramsey bana ters bir bakışla sokuldu, buz gibi parmaklarının tersini yanağımdan ve boynumdan aşağı doğru çekti.

"İyi! Güzel boynuna takarsın o halde! Ama önce elbise giymen gerekecek!" derken beni baştan aşağı küçümser bakışlarla süzüp benim ona yaptığım gibi beni rencide etti ve arkasını dönüp yola devam etti.

O ana dek elimi sıkı sıkı tutarken o andan sonra beni o mahşeri kalabalıkta yalnız bıraktı. Koral yetişti de birlikte onu takip ettik. Surların içindeki seyyar bir balıkçının ahşap taburelerinde oturup balık ekmek yedik ve kötü bira içtik.

Kaptan bizden ayrılırken, "Kızıldeniz'de sürtüyor olacağım dostum. Ne zaman ihtiyacın olursa haber uçurman yeter. İyi olacağını biliyorum çünkü bu şehir sana dar Ramsey. Yıldızın dünya üzerinde parlayacak. Ve o gün baltamla arkanda sırıtıyor olacağım." Dedi.

O gidince sanki bir baba daha kaybetmiş gibi oldum, kısa zamanda çok şey paylaşmıştık. Bana da iyi dileklerde bulunup gemilerine döndü.

Sahile dönüp atlarımızı emanetçiden aldık. Hayvanlar, bir aydır geminin ambarında kilitli durmaktan öfkeliydiler. Atlarımıza binip doğruca Minas sarayının yolunu tuttuk. Saraya yaklaştıkça caddelerdeki taşların eğimi düzeliyor, binalar güzelleşiyor, bahçeler zarafette yarışıyor, etraftaki bitki örtüsü hiç görmediğim enteresan tropik türlere evirilip koku ferahlıyordu. Liman ile saray birbirine zıt kutuplar gibi farklıydı. Birinde estetik, öbüründe irin, birinde zenginlik, birinde sefillik gözleniyordu. Başı sonu olmayan dev bir şehirdi. Kral başkenti denen topraklar aslında tek bir şehirden ibaretti.

Ramsey, tanıştığımızda pot kırmamam için bana Minas Kraliyet ailesini ve Hantes için milat sayılan Fetih Savaşlarını uzun uzun anlatmıştı.

Başımı kaldırıp önüne vardığımız Minas sarayının mermer dış cephesini ilk görüşümde çenem az kalsın aşağı düşecekti. Kraliyet tutkunlarının Semavi Saray diye öve öve bitiremediği, oymalarından sanat eseri ve estetik şaheseri diye bahsettiği, şiirlere ve şarkılara konu olmuş o renk harikası buydu demek? Ramsey hayranlığıma burun kıvırdı.

"Güzel, değil mi?"

"Mavi mermer buymuş demek, vay canına!" camgöbeği ve lacivert karışımı canlı mavi tonlarında beyaz kalsit ve altın damarlı mermer kaplı saray rengiyle insana uzay boşluğunu izlermiş izlenimi veriyordu. Kapıların ve pencerelerin üzerlerinde Gök Tanrı ve Gök Tanrıçayı dev kanatlarıyla tasvir eden muhteşem heykeller vardı. Tanrı ve tanrıçanın etrafında yine bütün hayvanlar kanatlı olarak oyulmuştu. En büyük çatının üçgeninin tepesinde ise dev bir kartal, kanatlarını açmış Dar Deniz'e bakıyordu. Aynı büyüleyici kartal, tüm burçlardaki beyaz sancakların üstünde kara gövdesiyle ülkesini tepeden izliyordu.

"Kanlı mermer demek daha doğru olur. 3.Desmond Minas'ın emriyle, Akdeniz'deki Mai-el Adasındaki tüm yerliler, bu mermer için katledildi ve 130 yıl süren yağma sonunda dünyadaki tek mavi mermer damarı kurutuldu. Şuan adanın tamamı bataklığa dönmüş durumda, hiçbir canlı yaşamıyor."

Bunu bilmiyordum ve duyduklarım tüylerimi ürpertti, çok güzeldi ama sanırım biraz estetik ve sanat eseri uğruna hiçbir can feda edilmeye değmezdi. Bu Krallık, kocamın her anlamda canını sıkıyordu belliydi.

Gelişimiz bizden önce haber verildiği için ön kapıdan avluya kolayca geçirildik. Sarayın kabul salonunun kapısında ise muhafızlar kılıçlarımızı almak istedi.

Ramsey terslendi, "Lordlar kılıç teslim etmez hiç duymadınız mı?"

"Siz lord değilsiniz güneyli."

"Lordun kanıyım ve senin gibi bir aptalın eline teslim edilemeyecek kadar değerli bir hanedan kılıcı taşıyorum!"

Lord Ramos 'un emrinde uzun yıllar çalışmış olan subay kocamla fazla didişmedi. Kılıçlarımızı vermedik ama kabul salonuna giden koridorda bir düzine beyaz pelerinli Kral muhafızı etrafımı sardı. Ben, dört beş adam boyu yükseklikteki tavana işlenen gökyüzü, yıldızlar, ay, güneş ve samanyolu tasvirlerine dalmış önüme bakmadan yürürken ilk karşılamayla selamlandık. Üstünde turuncu ve yeşil iplikten altın işlemeli bir kaftan giymiş, kalın boynu altın zincirlerle dolu, çok esmer, uzun boylu, kırklı yaşlardaki adam sakalsız yüzünde küçümser bir ifadeyle bizi süzüyordu. Kral mührü ve Batı Kara Lordu Peter Eretra.

"İnanılmaz!" diye haykırdı abartılı bir tavırla kollarını iki yana açtı ve bir kahkaha attı. "Ramsey Lionell gerçekten evden kaçmış şuna bakın!" derken evden kaçan kafasız bir ergen kızdan bahseder gibi alaycıydı. Kahkahası yüzümüze tokat gibi vurdu. Dost topraklarda olmadığımızın ilk hoş geldin tebliği, en kudretli ağızdandı.

Kocam onunla aynı küçümser ve dahası iğrenir bakışlarla selam vermeden dimdik konuştu.

"Lord Peter? Saray sana yaramış, görmeyeli semirmişsin, aç karnını doyurdun demek ki..."

"Sir Ramsey, tam da babanın oğlusun ha? Burada ne işin var? Baba arslandan seni evden kovduğu ve kardeşini veliahdı ilan ettiği haberi geldi. Yoksa bir makam mı dileneceksin? Bilmem ki tepeden bakmaktan başka ne yapabilirsin!"

"Sen ne için geldiğimi öğrenene kadar ben atımla köprüyü geçmiş olacağım kötü yılan, beni Krala götür."

Kral mührü ve başka bir karanın lordu olan adama hakaretle beraber emir veren kocamın, aklını kaçırmamış olmasını diliyordum. Bina güzeldi ama sağ çıkmadıktan sonra güzelliği fayda sağlamazdı. Benim düştüğüm dehşetin aksine bir güneyliyle ağız dalaşı etmeye bağışık olan Lord hiç alınmadı, hatta kahkahalarla güldü.

"Yanlış yerdesin ormanlar kralı, çok yanlış! Burası senin ormanından başka bir yer, boğulacaksın. Ha şunu da unutma, denize düşen her zaman yılana sarılır! Bana ihtiyacın olacak, bil istedim."

"Sana sarılacak olursam seni parçalarım yılan, bil istedim."

Adam yüzünü kırıştırdı, sonra yeni fark etmiş gibi bana baktı, diliyle damağını şaklattı.

"Lordluk haklarından feragat etmene değecek kadar güzel bir dişi arslan ha? Yazık... Ensest!"

Ramsey kılıcına davranıp adama doğru bir adım atınca beyaz pelerinli muhafızlar aralarına girip mızraklarıyla kocamın yolunu kapattılar. Kral mührü kıh kıh gülüp homurdanarak başparmaklarını kaftanının belindeki kalın kemerine takıp ağır adımlarla bizden uzaklaştı. Ayrı kapılardan geçerek kabul salonuna girdik.

Ramsey, maaile orada olacaklarını söylemişti. Bizi kafesteki vahşi sirk hayvanlarıymışız gibi korku ve merakla seyredeceklerdi. Söylediğine göre kükrememizi duymak için mutlaka tahrik edeceklerdi. Uzun yıllardır saraylarından dışarıya adım atmayan gösteriş meraklısı kraliyet mensupları, ağdalı söz sanatlarıyla siyaset yapmaya ve başka karadan hanedanlarla eğlenmeye pek meraklıydı. Ya da Ramsey onlara karşı çok peşin hükümlüydü, neyse az sonra görecektik.

İki yanı sütunlu yolun sonundaki mermer kaidenin üzerindeki yüksek, som altından yapılma, lacivert kadife yastıklarla süslenmiş tahtındaki Kral 2.Adrianus çok gençti. Henüz otuzlu yaşların başında, dokuz ay önce ölen babasının yerine tahta geçmişti. Oldukça süslü giyinmişti ve başındaki yüksek altın taç, gözüm kadar değerli taşlarla bezenmişti. Çocuksu bukleleri olan kumral, seyrek saçları, buğday rengi pürüzsüz ve ince sakallı yüzü, kısık ela gözleri, küçük bir ağzı vardı. İnce yüzlü, narin ifadeli, güzel bir adamdı. Eliyle yaklaşmamızı işaret etti. Eğilerek selam verdik. Devasa salon, kraliyet ailesi, yüksek bürokratlar, Zümrüt lordlar ve muhafızlarla doluydu ama çıt dahi çıkmıyordu.

Tahtın sağ yanında genç ve alımlı Kraliçe Amarei, sol yanında ise henüz on yaşındaki veliaht Prens Adrin, daha küçük ve arkalıksız tahtlarında oturuyordu ve tabi ki onların tahtları da som altından yapılmıştı. Kral ve kraliçenin ikinci çocukları olan Prenses Arwen, sol balkonda dadısı olan asil bir leydinin kucağında başparmağını emerek bizi izliyordu. Dikkatli bakınca Kraliçenin hamile olduğunu gördüm. Bakışlarımla karşılaşınca iri taşlı yüzüklerle dolu eli, belli belirsiz yükselen karın tepeciğine gitti, okşadı. Beyaz tenli, uzun boyunlu, yeşil gözlü ve alımlı bir kadındı. Bakışlarını benden ayırmadan uzun uzun süzdü durdu. Herhâlde kılık kıyafetim asil zatıâlilerini dehşete düşürmüştü. Hiç benim gibi giyinen bir asil leydi görmediğine emindim.

Kral incelemesini bitirince limon yemiş gibi ekşi bir suratla elini salladı.

"Babanı kovdum. O da seni kovmuş. Söylesene genç arslan, bunun bizi dost yapacağını nerden çıkardın? Arslan kendi ininde kraldır ama kendinden başka seveni yoktur."

Kraliyet ailesinden en yüksek konumdakiler gülüştü. Kral bezgin bir tavırla gözlerini devirdi.

Ramsey hafifçe eğilerek sakince konuştu.

"Ne babamın düşmanı ne sizin dostunuzum majesteleri. Ben sadece evsiz, işsiz, hayatını yeni baştan kurmak isteyen asil bir adamım. Düşündüm de aldığım hanedan eğitimlerini başka, yani kendi mevkiimden düşük diğer lordların hizmetine sunmak yerine... En asil hanedanın hizmetine sunmak daha doğru olur."

Kralın erkek kardeşi, kötü şöhretli Prens Darius, "Burası kimsesizler evi değil Sir!" dedi. Salondaki herkes güldü. Ramsey prense cevap vermek yerine duymazdan gelerek cevap vermek üzere hazırlanan krala baktı, prens bu muhatap alınmamaya bozuldu.

Kral lafı uzatmadı. "Seni fazla tanımıyorum ama hakkında çok şey duydum genç arslan. Sana altın arslan diyorlarmış, yaman bir savaşçıymışsın. Ordumda bir rütbe mi istiyorsun?"

"Hayır majesteleri."

Kral dudak bükerek ayağa kalktı. "Zeki ve iyi eğitimli bir veliahtken aşk uğruna sürgün edilmişsin. Benden bir memurluk mu istiyorsun?"

"Hayır majesteleri."

"Gözcü olduğunu söylüyorlar, bir Gözcüye sahip olmasaydım işime yarardın ama korkarım yakutlar arasında en belirsizi ve işe yaramazı şu Gözcü zırvalığı... Başka Yakutları buluyormuşsunuz, hah! Artık Yakut doğmuyor ki..."

"Gözcünüz olmaya da gelmedim majesteleri."

Kral öne doğru iki adım atıp eliyle kalktığı yeri işaret etti alaylı bir haykırışla, "Eee, gel buyur tahtıma otur öyleyse!" dedi.

Kabul salonunun mermer duvarları ve sütunları kahkahalarla çınladı, herkes katıla katıla güldü. Kral, az önce şakasına gülünen kardeşini, kendi şakasıyla gölgede bırakmaktan memnun bir tavırla gerinerek tahtına oturup baca bacak üstüne attı.

Ramsey'e baktım, öfkeden deliye döner sanıyordum oysa çok sakindi ve sırıtıyordu.

Kaşlarını kaldırarak dişleriyle dudaklarının arasından, "Cık!" dedi.

Şakacı Kral, "Gördünüz mü, tahtımı beğenmedi!" diyerek şovunu sürdürdü.

Anladım ki Ramsey tüm bu insanlardan bağırsak kurtlarıymış gibi tiksintiyle söz etmekte haklıydı. Kahkahalar salonu çınlatıyor, çocuklar bile halimize gülüyordu. O kadar çok güldüler ki gülüşler bir süreden sonra şakanın anlamını katletti, yapmacıklığa bürünüp yankı halini aldı, yankılar azala azala son buldu.

Ramsey öne çıktı, beyaz pelerinlilerin izin verdiği kadar tahta yaklaştı.

"Tahtınızı değil de krallığınızı beğenmemiş olabilirim Kral Adrianus. Bu başkent baştan ayağa kokuşmuş ve yozlaşmış. Ben olsam her şey daha farklı olurdu."

"Ne dedin sen? İşte kükredi altın arslan!"

Kahkahalar...

"Duydunuz mu? Krallığıma dil uzatıyor!"

Çığlıklı kahkahalar bu kez...

Ramsey 'in soğukkanlılığına hayran kalarak bilgece konuşmasını dinledim.

"Sizden maaşlı bir iş istemeye değil size karşılıklı bir fayda ilişkisi teklif etmeye geldim Kral Adrianus. Hakkımda çok şey duyduğunuzu söylediniz, ben size duymadıklarınızı söylemeye geldim. Ben bir arslanım ve bir gözcüyüm, bu doğru ve doğam gereği sizin etrafınızdaki geveze yalakalara, beceriksiz soytarılara ve iş bilmez yılanlara benzemem. Ben krallığınıza 16 yıl boyunca refah getiren Lord Ramos'un oğluyum ve dahası babamın sonunu getirecek kişiyim. Belki bu ilginizi çeker?"

Kahkahalar şimdi şaşkın uğultulara dönüştüğünde herkes kocama dehşetle bakıyordu. Oysa yüzünde tatlı bir tebessümle Kralın vereceği cevabı bekliyordu. Kral tekrar ayağa kalktı. Elinin tersiyle herkese, "Çıkın çıkın!" diye buyurdu. "Kükremesi hoşuma gitti, onu dinleyeceğim."

Salondaki parfümlü ve kürklü asil kalabalık, muhafızlar hariç boşaltılması dakikalar sürdü. Kral, ben gitmem diye kendini yere atarak ağlayan üç yaşındaki kızını kucağına alıp tekrar tahtına oturdu. Kumral bukleli küçük kız, tombul yanaklı ve çatık kaşlı ifadesiyle pek tatlıydı. Ramsey bana önden verdiği bilgilerde, bu küçük prensesin doğar doğmaz Peter Eretra'nın oğlu Zed ile sözünün kesildiğini de söylemişti. Prenses öyle kıymetliydi ki gelecekteki asil kocası ona daha beşiğindeyken talip olmuştu. Elbette Batı için bu muhteşem bir ittifak demekti.

"Sana neden güveneyim güneyli?"

"Güvenmeyin." Dedi Ramsey. Doğrusu çok ilginç bir adamdı, onu dinlerken baygınlık geçirebilirdim.

"Minas'a ayak bastığım andan itibaren bana güvenmemek yapacağınız en akıllıca şey olur."

"Uyardığın iyi oldu, o asi başını vurdurayım da gör sen!"

"İkinci akıllıca şey ise beni dinlemeniz olurdu majesteleri. İlkine vereceğiniz buyruk, size bir şey kazandırmaz ama beni dinlemek çok şey kazandırır. Çok şey biliyorum. Bilgi güçtür. Bu başkent denen çöplükte hazinenizin tam takır olduğunu, Zümrüt lordlarınızın köşeye sıkıştığını ve hanedan Lordları ile hangi gizli anlaşmaları yürüttüğünü, büyük lortlarınızın bir gün onları sağımlık inekler olarak kullanmanızdan sıkılıp ordularıyla üstünüze yürümeyeceğinden hiç de emin olmamanız gerektiğini... Lordların birbirleriyle evlilik anlaşmaları yaptığını, başı kimin çektiğini..."

Feci sözlerdi ama kral hepsinin doğru olduğunu biliyordu. Rengi attı, söylendi ama karşı çıkmadı.

"Anlat!" dedi.

"Demek ilginizi çektim. Pekâlâ, bilgi güçtür dedim ya, güç pahalıdır kralım."

"Fiyatın ne güneyli?"

"Fiyatımı altınla ödeyemezsiniz."

Kral ayağa fırlayıp hışımla taht merdivenlerini inmeye başladı. Ramsey 'in yakasına yapışıp silkeledi.

"Canımı sıkıyorsun! Babandan bile küstah birisin, ne istiyorsun dedim, konuş!"

"Fiyatım çok küçük bir demir parçası."

Kral kocamın yakasını bırakıp soluklanarak yüzünde inanmaz ve eğlenir bir ifadeyle bir adım geri çekildi.

Kocam yakışıklı esmer yüzünde kirpiğinin teli dahi titremeden "Mührünüz." Dedi. "Kral mührü."

Ah, demek o küçük demir parçasından kastı buydu. Bana yolda bundan da söz etmiş ve

"Mühür kimdeyse kral odur." Demişti.

Fakat kraldan mührü istenmezdi bildiğim kadarıyla, mühür verilirdi, atanırdı, lütfedilirdi ya da onun gibi şeyler... Mühür tek taraflı bir ilişkinin sonucuydu, bu alışverişte kesinlikle iki tarafın arzuları mevzu bahis değildi. Çılgınlığı inanılmazdı.

...

Ramsey

Leslie beni her an boğazlayacakmış gibi bakıyordu. Bana saldırırsa herhalde kurtulamam ve bunu düşünmek çok seksi geliyordu. Bir süre konuşamadan bakıştık. Gülmeye başladı. Birbirimize bakıp kahkahalarla güldük. Karım kendini tutamadığı delice kahkahaların arasından haykırdı,

"Bu çılgınlık! Amacın neydi Ramsey bizi öldürtmek mi? Beni bunun için mi kaçırıp buralara getirdin? Delisin sen! Ama hakkını vereyim çok komikti! Bunu ölsem unutmam!"

"Eğlendin yani?" dedim neşeyle.

Üstüme gelip göğsümden var gücüyle itti,

"Kovulduk be adam! Kral mührü ha? Al sana!" yerden bulduğu irili ufaklı çakılları kafama gözüme atmaya başladı, ben kollarımla yüzüme siper alırken o hala bağırıyordu. "Bizi yaka paça sokağa attılar gördün mü Kral mührünü! Çatlaksın sen! Deli! Deliiii!"

"Bize dokunmadılar. Dokunacak olsalar kralı orada rehin alırdım."

"Ah, sen ciddisin! Gök Tanrım? Herkese aklı başında normal kocalar verirken bana neden, neden bu deliyi yolladın ki? Hah! Şuradan gidelim artık asabım bozuluyor. Sana inanamıyorum. Rezil olduk, baban bunu duyduğunda bu kez kesin yüreğine inecek."

Hani şu kimdeyse kralın o olduğu mühürle ilgili küçük şakam sonrasında Kral da kahkahalara boğulmuş, dizlerine vura vura gülmüştü. Lord Peter'ı kabul salonuna çağırmıştı.

"Bu çocuk kral mührünü istiyor, ver ona!" demişti.

Sonrası işte beyaz pelerinliler, kapının önüne atılış falan... Neyse, zindanlarda da olabilirdik, en kötüsü olmamıştı. Bu, beklentilerimin orta halli sonuçlarından biriydi.

Şehirde başıboş gezmeye başladık. Leslie 'ye ihtiyaçları için gelebileceği adresleri gösterdim ve hangi bölgelerden uzak durması gerektiğini tarif ettim. Babam Kral mührüyken yılda birkaç kez Minas'a geldiğim olurdu ve şehri iyi biliyordum. Bağlantılarım vardı. Burada olduğumun duyulması için gereken patırtıyı da çıkardığıma göre bekleyecektik.

Krizleri ve fırsatları...

Önce kalacak bir yer bulmak gerekiyordu. Leslie, paran var mı diye sordu, biraz dedim, mücevherleri bozdurmayı teklif etti, kesin bir dille onu reddettim. Elbette hayatımın sonuna kadar refah içinde yaşamamı sağlayacak birikimim vardı ve istersem her bankadan sonsuz kredi kullanabilirdim ama şimdilik tüm varlığımı yitirmiş gibi gözükmek istiyordum. Leslie'ye, babasının evinde alıştığı refahı aratmayacak koşullardan fazlasını şimdilik, onun güvenliği için söylememeye karar verdim. Diğer pek çok planım gibi bu da onun güvenliği içindi.

İlk geceyi geçirmek için, en zengin tüccarların konakladığı temiz ve iyi yemekleri olan bir Han kiraladık. Karıma, bir süre ticaretle meşgul olacağımı söyledim. Lordun veliahdı olduğum dönemlerden, Kızıl denizde yürüyen tahıl, baharat, değerli kumaş, kereste, mobilya, silah ve ilaç ticaretine zaten hâkimdim. Doğudan, batıya akan tedarik zinciri bizim sularımızdan ve denetimimizden geçerek buralara geliyordu. Yani ticaretle meşgul olacağım sözüm kısmen doğruydu.

Ertesi gün, Leslie'yi bir saatliğine Han odasında yalnız bırakıp sokağa çıktım. Şehrin kirini yıkamak istercesine yağmur yağıyordu Kral başkentine. Zamanın en acımasız çağının mazlumlar üzerine tokat gibi çarptığı sefil günlerin derdiyle gökyüzü ağlıyordu. Deniz bulanık ve huzursuzdu. Sanki dev bir dalga şahlanıp Gök Tanrıçanın eminim benim kadar tiksindiği bu lanet şehri yutmak için sabırsızlanıyordu. Dünyanın çoğunu gördüm fakat hiçbir şehrinden bu kadar tiksinmedim. Sanki Dört Karayı saran tüm belaların müsebbibi bu şehirdi. Bu şehir olmasa, bu lanet şehir hiç olmasa, hiçbir kan ve gözyaşı akmayacaktı...

Yürüyerek tenha bir kıyıya indim. Islahı yapılmamış eski burçlardan birinde, çürük siyah taşların yosun bağlamış kıyısında coşkun dalgalara baktım. Deniz çer çöple doluydu ve her dalga, insan atıklarını insana iade eder gibi kıyıya vuruyordu. Çoğu terk edilmiş küçük sandalların iri dalgaların üstünde can çekişini izledim, birçoğu batmaya başladı. Denizin kudretine karşılık ceviz kabukları kadar acizdiler.

"Sir Ramsey." Dedi yağmurun içinde bir ses.

Ona dönmeden, "Beni bulacağını biliyordum." Dedim.

Buluşmak için sözleşmemize gerek yoktu, oradaydık işte. Fikirleri olan adamların, yollarını kendiliğinden çizen adımları vardır.

"Zor olmadı. Fareler diyarında bir arslan çok dikkat çekiyor." Derken yanımdaki bir kayanın üstünde durup fırtına öncesi köpüren denize baktı.

"Kokuyu Alıyor musun?"

"Hayır. Bu şehrin ağır kokusu üstüme sinmiş. Senin de üstüne sinecek, burnun sağır olacak."

Güldüm. Devam etti.

"Oyunun... Beklenen etkiyi yarattı, saray ayağa kalktı. Tüm muhbirler teyakkuza geçirildi. Kral arkasından iş çeviren Lordlar hakkında istihbarat istiyor. Tüm Lordların siyaset evliliklerinin de iptal edilmesini istedi, Baş Şaman yarın ferman çıkaracak. Ki böyle evlilik planları yoktu."

Omuz silktim. "Yoktu." Bu yıllarda Lordların yaşları birbiriyle tutmadığı için birinci dereceden ittifak evlilikleri pek söz konusu değildi.

"Mührümü gerçekten ondan istediğine inandı."

"Mührün bana yetmez Lord Peter, sende kalsın." Dedim ve yüzümü Batı Kara Lorduna döndüm.

"Kral bir ahmak! Babası da ahmaktı! Oğulları korkarım daha da dangalak olacak. Kartalın işini en kısa sürede bitirmeliyiz. Bence senle ikimiz Hantes'in gördüğü en başarılı yöneticiler olacağız.

İkimiz? Tabi...

"Katılıyorum. Yemi attık. Şimdi oltaya gelecek büyük balıkları bekleyeceğiz."

"Zümrüt Lordlardan size başvuranlar olacak. Hazinedar Lord Candier, Weres bankaları tarafından çok sıkıştırılıyor, ödeme yapması için ailesiyle tehdit ediliyor. Ona acımazlar ve Kral da onu koruyamaz. Son iki yılda sekizinci hazinedarını değiştirdi."

"Babam taksitleri idare edebilen tek adamdı, Kral onu da kovdu."

"Ve General Lord Rago, huzursuz... Amiral Lord Herbert ile limanın haracını paylaşamıyorlar."

Güldüm. "Konsey kardeşlerine de biraz kemik bıraksana Lord Peter."

Adam da güldü, kaşlarını kaldırdı. "Bal tutan parmağını yalar Sir, Mühür benim."

"Neyse ki ben çok zenginim ve Konsey Lordları arasındaki kemik kapma oyununda yokum. Bana sadece müttefik ve maşalar gerek. Buralardayım Lord Peter. Görüşeceğiz." Deyip kimse bizi bir arada görmeden ondan ayrıldım.

Kafamda kırk tilki dolaşıyordu ve kırkının da kuyruğu birbirine değmiyordu. Son yıllarda tüm yetkileri eline almış olan Zümrüt Lordlardan oluşan konseydekilerin hepsi siyasette çok tecrübeli ve acımasız adamlardan oluşuyordu. Şimdilik krallığı da konseyi de avcunda tutan demir yumruk, Lord Peter müttefikimdi ve ben o yumruğu kullanan bilektim. Bana krallığın tacını getirecek olan olaylar ve savaşlar silsilesini başlatan ilk fitili yakmıştım. Minas krallığından kurtulma planıma katılmayan babamla yolları ayırmam gerekiyordu, bunun için sebebi bana Leslie vermişti.

Şehrin kuzey çıkışındaki tepelikte, eski bir şaman evi bulunuyordu. Oraya gidip dua ettim ve şamanla birlikte tütsü yaktım. Şamana bedellerini ödeyip iki haberci şahinini iki mektup yollamak için kiraladım. Leslie 'ye döndüm ve ona ticarete başladığımı bildirdim. Böylece her gün dışarı çıkmak için bahanem olacaktı. Bazı günler, gerçekten ticaretle ilgilenmem gerektiğinde yanıma Leslie'yi de aldım.

Hala binici giysileri giyiyor ve hala aynı Han'da kalıyorduk. Hayatımızı bir düzene oturtmak için benim acelem yoktu, karım da halinden memnun görünüyordu. Fakat en maceracı, en güçlü kadın bile eninde sonunda kök salmak için erkeklerden acelecidir. Onu Han'da yalnız bıraktığım bir gün, yanına döndüğümde, odada 9-10 yaşlarında bir kız çocuğu ile diz dize oturur buldum. Kızıl ciltli yuvarlak koca gözlü sefil şey Hantesli değildi ama başkentte herkes Hantes yerlisi de değildi zaten. Kızı herhalde pansiyonda buldu derken Leslie sevinçle ellerime sarıldı.

"Gel, seni bir yere götüreceğiz."

Beni, bir yere, Leslie, biz... Hiçbir şey anlamıyordum. Hemen gözcü yeteneğime sarılmak geldi aklıma, kız çocuğuna dikkatle baktım. Bir köleydi. Dört kara üzerinde kölelik bin yıldır yasaktı, Gök Tanrı tarafından lanetlenmişti, on üç büyük günahtan biriydi ve Minas kralı, Pirates kıtasının zenginlik kaynağı olan köle ticareti yapan gemileri ele geçirdiği anda onları bile azat etme yetkisine sahipti. Bu uğurda diğer kıtalarla çok kanlı savaşlar verilmişti. Fakat mali kaynakları tükenip iyice dar boğaza sürüklenen krallıkta son yıllarda yasadışı ve gizli şekilde köle ticaretinden haraç alınmaya, zümrüt lordlar bu kepazeliğe göz yumdukça hazinelerini doldurmaya başlamıştı. Babamın geçen yıl ölen kral ve başa geçen oğluyla en büyük kavga sebeplerinden biri köleliğe karşı görünüp yeterince sert önlemler almamalarıydı.

Nereye gidiyoruz, ne oluyor, bu kız kim diye defalarca sordum ama sadece yabancı şeyin adını öğrenebildim. Bir adı da varmış, Zennush! Aman ne tatlı... Bilgim olmadan evlat mı ediniyorduk ne? Hanedan mensuplarına evlat edinmenin yasak olduğunu karım biliyordur herhalde...

Yürüye yürüye, şehrin kuzeydoğu surlarına dek geldik, son mahallede yine sokak aralarına daldık. Sabrım taşmak üzereyken bir evin önünde durduk.

Leslie işaret etti. "Evimiz!"

Önce dönüp gösterdiği yere baktım, sonra karımın ışıl ışıl yüzüne. Gülümsüyordu ve yanakları al al olmuştu, gözleri nemliydi, alt dudağını dişlerinin arasına almış, iki elini birleştirmiş hevesle bana bakıyordu.

"Ne evi?" dedim. İstemsizce gülmüşüm. Sinirlenince ama çok sinirlenince ilk tepkim gülmek oluyordu.

"Sana sormadım ama sorsam kızacağını biliyordum. Mücevherlerle ilgili bana kırgınlığını çözmek ve onları saklamakta yaşadığım güvenlik sorununu gidermek için bir çözüm buldum Ramsey. İkimiz için ben de bir şeyler yapmak istedim. Baksana aşkım küçücük, tam ikimize göre beyaz bir ev. Yaz başında tekrar boyatırsak bembeyaz olur. Arkada küçük bir bahçesi var, atları bağlayabiliriz. Gel hadi."

Beni ev dediği o kâgirden şeyin içine itekledi. Ağzımı açamadan bir solukta anlatmaya devam etti.

"Baksana bize yeter bence. O Han'da rahat değilim. Hem evimizde kendi yemeklerimizi yapabiliriz. Gerçi yemek yapmayı bilmiyorum ama öğrenirim. Nasıl buldun Ramsey? Şirin, değil mi? İlk evimiz!"

"Burayı kiraladın mı?" diye sordum dikkatlice.

"Satın aldım. Pazarlık da yaptım, inan iyi fiyata düşürdüm."

"Neyle?" sordukça ve ondan cevaplar aldıkça kan beynime sıçrıyordu.

"Şey... İki gerdanlıkla."

Bir an boğulacağım sandım, sesim güçlükle çıktı. "İki? Hangi ikisi?"

"Şey, şu safir ve yakut olanlar. Ama yüzüklerini ve küpelerini vermedim. Adamla sıkı pazarlık yaptım."

Hala pazarlık diyor. Kahkaha eyleminin hakkını vererek şöyle son sesle, gırtlaktan höykürerek gülmeye başladım. Sinirim laçkalaşmıştı. Bana ev dediği izbe yere baktım, sonra konaklarda büyüyen karıma...

"Annemin iki gerdanlığına karşılık bu mezbeleyi mi aldın? O gerdanlıklardan biri bile bu mezbeleden dört tane satın alırdı Leslie! İyi pazarlıkmış!"

Yüzü dondu. Ağlamamak için gözlerini kırpıştırdı.

"Her neyse adamları bulur seni kazıklamalarının hesabını sorarım. Gerdanlıkları da geri alırım. Onlar eşsizdir, taşları en iyi saflıkta ve el işçiliği, tasarımcıları birer sanatkâr, o setler dünyada tek, anlıyor musun? Paha biçilemez şeyler. Tabi ki senin tırnağın etmezler ama satılık da değiller anladın mı? Onlar hanemin hazineleri ve kimin boynunda asılı olacakları bir onur meselesi, sadece ve sadece benim annemin ve benim karımın boynuna layıklar, başka kimsenin olamazlar. Anladın mı?"

Eve bakmadım bile. Leslie yutkuna yutkuna içine çekilmiş sessizce ağlıyordu.

"Onları kabul ettiğim için kızmıştın, elden çıkarıp faydalı bir şeye yatırırsam sorun kalmaz diye düşündüm. Ah, göz ucuyla bakmadın bile!"

"Neyine bakayım iki göz oda işte! Benim tuvaletim bile bu kulübeden büyük."

"Minas'ta kale satmıyorlar Sir, kusura bakmayın!"

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayınca fazla sert çıkıştığımı anladım. Özür dileyip ona sarılmak istedim, beni itti.

"Lanet olsun aptalım tekiyim değil mi?"
"Sorun değil, ilk ticaretin bu. Tamam, çok istiyorsan otururuz burada. Seninle her yer bana saray."

"Yalancı! Ne kadar zavallıyım, şu küçümseyen bakışlara bakın hele, sen böyle bir yere atını bile bağlamazsın değil mi? Ah ama bizim için bir şey yapmak istemiştim! Yuvayı dişi kuş yapar demiştim. Sen babanın kalesini terk ettin ama unvanlarını asla, sen... Sen benim sandığım mütevazı adam değilsin."

"Leslie, beni olduğum adam için sevdin, kendini inkâra kalkma. Evet, unvanlarımı terk etmedim ve evet burası hayalimdeki ev değil. Doğrusu yakın zamanda kapağı saraya atmayı planlıyordum. Of, beni itham etme, bu yaptığın doğru değil. Sen, bilmediğin bir şehirde ne tür insanlarla ticarete kalkıştın, hangi bilmediğin sokaklara girdin, kimlerle tanıştın? Beni asıl delirten bu! Benden habersiz nasıl yaparsın?"

Saraya kapağı atmak kısmında ciddiydim çünkü kralın gözcüsü, çıktığı Adalar seyahatinden sağ olarak dönmeyecekti. Gözcü, sarayda olmasın diye Koral'ın gemisindeki yolculuğu o kadar uzatmış ve Leslie'yi ondan saklamışken geri dönmesini şansa bırakamazdım. Geri dönüş yolculuğu sırasında kamarasında ölü bulunacaktı, zaten çok yaşlıydı.

Kaçamak bakışıyla kız çocuğuna baktı ve dudaklarını içinden ısırarak başını eğdi. Daha bir de o meselemiz vardı. En büyük kavgamız oldu olacak iyice kıyamete varsındı.

"Başka ne halt ettin Leslie anlat bana. Çocuk neyin nesi?"

"Bu Zennush. Onu kendime hizmetkâr olarak aldım."

Yine güldüm, iyi bari yabancı bir evlatlık edinmiyorduk.

"Evet, Zennush? Eee, onu nerede buldun?"

"Dayanamayacağım şeylere şahit olunca mecburen... Ben şey..."

Lafı gevelemesi hiç hayra alamet değildi ve evi anlatırken ki cesareti sönmüştü. Koluna yapıştım. "Gök Ana aşkına, konuş! Sen ne halt ettin?"

"Zennush'u sokakta zorla sürükleyen iki çocuk tacirinin elinden kurtardım."

Kurtardım derken, üçüncü gerdanlığı hatta yüzük, küpe ne varsa vermiş olsaydı bari... Karnıma kramplar girmeye başladı, artık nefes alamaz oldum.

"Nasıl, kur-tar-dın, yani?" dedim kekeleyerek. Hayır, Leslie, kılıç kullanmış olma kıymetlim, olamazsın...

"Baksana zavallım yara bere içinde. İki adam onu sokakta sürüklüyordu. Onu kurtarmasam mezatta satacaktı pis herifler. Burası ne biçim bir yer Ramsey, burada kadın ve çocuklar alınıp satılıyor, yasak değil mi? Nasıl? Kızın çığlıklarına kayıtsız kalamazdım kusura bakma. Korsanlar kızı ailesinden çalmış ve buraya getirmiş, yerini yurdunu bile bilmiyor, muhtemelen ailesi katledilmiş. Onu koruyabiliriz Ramsey?"

Sabrım taşıyordu, bana ne şeceresinden! Tane tane sordum,

"Onu, adamların elinden, nasıl aldın?"

"Nasıl olacak kılıçla!"

"Öldürdün mü?" dedim dehşetle.

O an Leslie ne yaptığını ilk kez idrak eder gibi afalladı. O sadece dövüşmüştü, talim gibi bir şey yaptığını sanmıştı, ne vardı bunda, savaşçı içgüdüleri ne söylediyse onu yapmıştı... Kasten adam öldürmek aklının ucundan bile geçmemişti benden duyana dek.

"Bi-bilmiyorum! Sa-sanırım... Ölmüşlerdir."

Farkında bile değil. Başımı ellerimin arasına alıp soluklanmaya çalıştım. Leslie tekrar hıçkırdı. Onu kolumun altına çektim.

"Ah Leslie! Başını çok büyük bir belaya soktun canım!"

"Ama kölelik yasak." Diye inledi.

"Evet ve sen arı kovanına çomak sokmuşsun. Şimdi o kovanı mecburen yakacağım! Ah! Kıymetlim... Seni herkesten koruyabilirim ama kendinden koruyamam. Bana söz ver? Bir daha kendi canını ve namusunu korumak hariç, o aptal mücevherler için dahi olsa asla kılıç kullanmayacaksın."

Başını salladı.

"İki kişiyi öldürmüşsün. Hayatında hiç cinayet kelimesini duydun mu sen?"

Korku ve inkârla gözleri açıldı. "Cinayet değildi!"

"Burası Kral başkenti ve öğrenirlerse seni cinayetten idama mahkûm ederler. Hem de zevkle yaparlar bunu. Elbette ben buna izin vermem."

Leslie sarsıla sarsıla ağlamaya başlayınca, başından beri birkaç adım arkamızda duran küçük kız da ağlamaya başladı, dilimizi pek anlamıyordu ama gönderileceğini sanmıştı. Yok, yere bir de küçük Kızılderili yavrusu avutmak zorunda kaldım.

"Korkma küçük kız, korkma seni o kötü adamlara vermem."

Sonra Leslie ile ikisi sarılıp ağladılar. Bense vahlanmakla vakit kaybetmeden Koral'a haber uçurdum, ertesi gün başkente döndü. Leslie'nin ev alırken konuştuğu adamları da küçük kızı her yerde arayan diğer köle tacirlerini de boğazlayıp denize attık. Gizlilik içinde iki meseleyi de halletmiştik ama bir süreliğine dikkat çekmeden sakince yaşamalıydık, planlarımı ertelemem gerekecekti.

Karıma bakınca içime ilk kez bir efkâr bulutu çöreklendi. Bir Savaşçıyı zapt etmek mümkünse, bunun yolunu bulmalıydım. Her gün sokağa fırlayıp gördüğü her haksızlığa karşı kılıcıyla adalet sağlamak isterse Minas'ta üç günde dünya savaşına sebep olurdu. Bu sokakların diğer adıydı, adaletsizlik...

Leslie'yi durdurmam gerekliydi. Onu bilmediği, tanımadığı ve hiç tanımak zorunda kalmamasını dilediğim onlarca şeyden saklı tutmak, onu eve bağlamak, kendini herkesten fazla düşünmesini sağlamak zorundaydım. Gece onu kollarıma aldığımda Ay çayının tükendiğini ve geri çekilmemi fısıldadı. Güzel yüzünü sayısız öpücüğe boğdum ve bebek istediğimi söyledim.

"Sahi mi?" derken gözleri parladı, bebeğimiz olmasını benden bile çok istiyordu. Benim işlerimi yoluna koymam belki yıllar sürecekti ve o kadar bekleyemezdik.

SON
*****


R&L

(Merhaba buraya kadar gelen sevgili okur. Bu üç kitaplık bir kurgunun geçmişi, ilk kısmıydı. Devamında iki kitap daha olacak, ikinci kısım Ramsey ve Leslie'den 30 yıl sonrası ve asıl hikayemiz. Bol entrika, savaş, fantastik ve elbette aşk, ikinci kısım Savaş Makamında sizi bekliyor, 11.bölümden devam ediyoruz.

Buraya kadar okuduğun kısmı beğendiysen tavsiye etmeyi unutma.
Sevgiler 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 132K 89
Sen... Sen ve sen değil... Hele sen hiç değil... Sen kumral olan, seni de bekliyorum. Biraz sonra bu sayfaya gireceğinizi biliyorum. Orada sizi bekli...
21.9K 2.9K 21
Herkesin sadece bakarak taklit edilmesi mümkün olmayan ve ne yaparsan yap, dışarıdan bakıldığında anlaşılmayan bir hayat hikayesi vardı. Ne kadar sür...
68K 8.4K 35
Dört arkadaşın geçmişten günümüze uzanan hayatları Arkadaşlık onlar için seçimdi, aşksa onlar için bir tercih. Çocukluktan beri yakın arkadaş olan bu...
1.8M 98.1K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...