KILIÇ MAKAMI - Tamamlandı

נכתב על ידי tknmz39

36.7K 7.2K 6.3K

Rüyada keskin, parlak, altından yapılmış güzel bir kılıç görmek; evlat, hak, adalet, menfaat, mal ve mülk, dü... עוד

İlk Yansıma
1. BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5. Bölüm
6. BÖLÜM
7. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
Ek/1 SAVAŞ MAKAMI - Harita ve Karakterler
10.1-SAVAŞ MAKAMI
12.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
Ek/2 Harita ve Soy Ağacı 🌟
13.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
14. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
15. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
16. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
17. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
18.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
19.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
20. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
21. BÖLÜM SAVAŞ MAKAMI
22. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
23.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
24. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
25.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
26. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
27.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
28.BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI
29. Eve dönüş
30. BÖLÜM, Niyetler
31. BÖLÜM, Kalp Ağrıları
32. SAVAŞ MAKAMI, Kim Gitsin?
33. SAVAŞ MAKAMI, Herkes İçin En İyisi
34. BÖLÜM, SAVAŞ MAKAMI, Bulanık Sular...
35. SAVAŞ MAKAMI, Kalbindeki His
36. SAVAŞ MAKAMI, Yeni İhtimaller
37.SAVAŞ MAKAMI, Yaban Gülleri
38.SAVAŞ MAKAMI, Bir Macera Daha...
39.SAVAŞ MAKAMI, Sırlar
40. SAVAŞ MAKAMI, Ava Giden Avlanır!..
41.SAVAŞ MAKAMI, Dokuz Doğurmak
42. SAVAŞ MAKAMI, Zen'in İlmi
43. SAVAŞ MAKAMI, Hep Bir Yolu Bulunur...
44. SAVAŞ MAKAMI, Onun Kapısı...
45.SAVAŞ MAKAMI, Kalem ve Kağıdın Sesi
46.SAVAŞ MAKAMI, Bir Garip Protesto!
47. SAVAŞ MAKAMI, Nişan Al, Çek, Bırak!
48. SAVAŞ MAKAMI, İşaret
49. SAVAŞ MAKAMI, Avın Sahibi
50. SAVAŞ MAKAMI, Kızıl Gökler
51. SAVAŞ MAKAMI, Yüz Yüze...
52. SAVAŞ MAKAMI, Kral Konseyi
53.SAVAŞ MAKAMI, Altın Aslanlar
54. SAVAŞ MAKAMI, Mevsim Dönerken
55.SAVAŞ MAKAMI, Işıklı Bir Yol
56. SAVAŞ MAKAMI, Yılanın Kuyruğu
57. SAVAŞ MAKAMI, Meşk
58.SAVAŞ MAKAMI, Turnuva
59. SAVAŞ MAKAMI, Sabır Günleri
60. SAVAŞ MAKAMI, Turnuva/2
61.SAVAŞ MAKAMI, Kan Rüyası
62.SAVAŞ MAKAMI, Yeni Bir Savaşçı
63. TACIN SAHİBİ, Evlilikler ve İttifaklar
64. TACIN SAHİBİ, Elmas Lord
65. TACIN SAHİBİ, Onur dövüşü ve Kutlama
66. TACIN SAHİBİ, Saltanat Düğünü
67. TACIN SAHİBİ, Kılıç ve Zehir
68. TACIN SAHİBİ, Aslan Avı
69.TACIN SAHİBİ, Kral ve Kraliçe
70. TACIN SAHİBİ, Damy ve Amryn
71. TACIN SAHİBİ, Lessey ve Arro
72.TACIN SAHİBİ, Orman Kanunları
73. TACIN SAHİBİ, Üç Varis
74. TACIN SAHİBİ, Lades
75. TACIN SAHİBİ, Kuzey yolcuları
76. TACIN SAHİBİ, Yem
SON: SAVAŞ

8. BÖLÜM

658 114 83
נכתב על ידי tknmz39

Ramsey

Güney Karaya doğru yola koyulmadan önce bize yardım eden iyi huylu kuzey köylülerine teşekkür ettim.

"Bu köyün adı ne?" diye sordum.

"Taşlıköy lordum." Dedi kulübenin sahibi. Köylüler bütün asillere lordum diye hitap eder.

"Sizi unutmayacağım Taşlıköy. Sizi ihya edeceğim." Dedim.

Adamlar içtenlikle gülüştü, halimin perişanlığı kadar daha önce kendi yöneticileri olan asillerden tutulmamış pek çok vaat işittikleri için elbette inanmadılar. Samimiyetle bana iş teklifinde bile bulundular. Ben de onlara güldüm.

En yaşlıları, "Evden kovulursan Lord çocuğu, gel bizimle ormancılık yap. Pazuların güçlü, işimize yararsın. Sana ev ve yemek veririz." Dedi.

Karım tatlı tatlı gülümseyerek, "Olur burayı sevdim." Diyordu. Biliyordum benimle nereye olsa gelir, ne koşulda olsa yaşardı. O, kadınların en iyisi!

"Kuzeyli dostlarım, karım burayı sevdi ama benim yapacak çok işim var, tüm dört kara beni bekler. Bir gün tekrar görüşene dek sağlıkla kalın. Gök Babamız sizi korusun."

Bu kez yakalanma korkusu olmadan güneye giden ana yola çıktık, burada katırların çektiği ticaret kervanları, oradan oraya sevk edilen askerler ve mevsimlik işçi olarak yer değiştiren göçebe köylüler yollardaydı. Mola vermek için durduğumuz her yerde dakikalar içinde beni tanıyan kuzeyli, güneyli veya doğulu birilerinin çıkmasına Leslie şaşırdı. Henüz o sadece Ramsey ile evlendiğini sanıyor, yolculuğun devamında kiminle evlendiğini anlayacak. Umarım çok fazla dehşete düşmezdi.

Dörtnala ve hiç durmadan yol alsak Lionell'e iki gece ve bir günde varabilirdik. Biz ise her gece doğada kamp yaparak ancak dört gün sonra varabildik. Gündüzleri durup dinlenmeden at sürüp yarış yapıyorduk, Leslie çok iyi bir binici olduğu kadar eğlenceli bir yol arkadaşıydı ve beni hiç yormadı. Geceleri ise bir sazlık, bir mağara, bir ağaç kavuğu veya bir höyük yani nereyi bulursak orada duruyorduk. Pek uyuduğumuz söylenemezdi doğrusu, Leslie'nin teninde keşfedeceğim daha çok tatlar vardı. En doyumsuz gecelerimizdi. Ne o ne de ben ailelerimizin adını bile anmadan aşkın tadına vardık, hiç susmadan konuştuk, durmadan tükenmeden seviştik. Ne olur ne olmaz, bir daha böylesine hür olamayabilirdik. İnsan bir kere her şeyden ama her şeyden hür olduğunda, ekmeğin de suyun da dudağın da aşkın da tadı eşsizdir.

Yolculuğumuzun son gününde elinde bir kuru yaprakla geldi, "Sana şiir yazdım."

Sivri bir kaya parçası ile yaprağa iz çıkarmaya çalışmış ama yaprak birçok yerinden delinmiş, Leslie'nin açık tuttuğu avuçlarında güçlükle bir arada duruyordu.

"Dur, elleme dağılıyor."

"Sen oku, ben ezberlerim. Bir defter ve kalem bulur bulmaz şiirlerini yazıp benim için biriktireceksin."

Gülümserken yanakları kızardı, onun kadar yüksek özgüvenli bir kadın sadece şiirleri mevzu bahis olunca utanıyordu. Keşke güzelliğini gözümden görebilse, o şiir yazıyor bense duygularımı anlatamıyorum bile. Omzuna sokulup ellerinden okumaya çalıştım. Harflerin bazılarını çözemedim.

"Bu s mi, r mi?"

"R şaşkın!"

"Hım, bekle biraz." Ben yazıyı sökene kadar karım dudaklarını kemirerek heyecanla tepkimi bekledi.

"Bu s mi? S'leri niye böyle yazıyorsun ki?"

"Ramsey!"

Bana şiir yazmış, hep yazar mı? Ölene dek en az kırk yıl!

Neler mi istiyorum uyanınca her sabah

Ne bahardan bir neşe, ne de yazdan bir çiçek

Siyah, siyah çok siyah kadife kadar siyah

Bir saçın buklesini bana kim getirecek?

Neler mi istiyorum gurbette akşamlardan

Ne rüzgârdan bir buse, ne de bir pembe kelebek

Derin, derin çok derin, ufuklar kadar derin

Bir çift gözün rengini bana kim getirecek? ***

"Ben." Dedim ona cevaben.

Gözlerindeki yeşil cennete baktım. Onu yanımdayken bile her an özlemeye başlamam hayra alamet değildi. Saçlarını parmaklarıma dolayıp koklayarak öptüm güzel yüzünü öpücüklere boğdum. İnanılır gibi değildi. Onu görene dek aşkın yüceliğine inanmaz, şiirleri ve şarkıları gülünç bulur, aşk için hayatını mahvedenlere ahmaklar derdim. Fakat beynim, onun herhangi bir kız olduğuna inanmıyor, kalbim onu öperken atmayı unutuyordu.

"Yine yazar mısın?" dedim.

"Hep yazarım. Bundan sonra tüm şiirlerim sana Ramsey."

"Ben yeteneksizim. Dilerim çocuklarımız sana benzer Leslie."

"Çocuklarımız?" diye tekrar ederken dudaklarını ısırıp göğe baktı. Hayal kurduğunu ve Gök Anaya dua ettiğini hissedebiliyordum. Arkasından beline sarılıp onu kucağıma çekince tatlı bir çığlık attı.

"Yapma! Ay çayı bitti."

"Dikkat ederim."

"Etmiyorsun!"

Onu öperken nabzını duyabiliyordum. Kan basıncı anında yükseliyor, teni tenime çok hızla karışıyordu. Etraftaki gök kuşaklı ışık huzmelerini tek tek görebiliyor, uçuşan toz zerreciklerini seçebiliyor, dünyanın kokusunun özünü duyabiliyordum. Gönül gözüm onunla açılmıştı. Ben gözcüydüm ama onda bildiğimden başka bir dünya vardı, görmediğim... Bildiğim dünya pusluydu, Leslie gelince her şey canlı renkler bürünmüştü. Kulağımda devamlı bir müzik çalıyor gibiydi.

Bir salkım söğüdün şemsiyeyi andıran devasa gölgesinde öpüşerek birbirimizi soyduk. Zevkin, aşka bulanmış içkisinin tadına kana kana vardık. Leslie'nin dudaklarının tadı, teninin tuzu hiçbir kadına benzemiyordu. Telaşlı nefes alış verişinde sanki kuşlar kanat çırpıyordu. Çok ateşliydi ve arzularımı her seferinde bambaşka bir kıvılcımla tutuşturuyordu.

"Delisin." Dedi yorgunca başını göğsüme yaslarken.

"Hiç akıllanmak istemem."

Gülerek dirsekleri üzerinde doğrulup yüzüme bakmaya başladı. Kim bilir ne haldeydim, bir haftadır tıraşsız, bakımsız. Oysa parmaklarını sakallarımda gezdirdi.

"Ne siyah sakallar... Ne siyah saçlar... Gece gibi. Bu huzurlu geceye görür görmez âşık olmuştum."

"Ben seni ilk gördüğümde nutkum tutulmuştu. O gün ormanda ilk önce ince bileklerinle kılıcı sağlam tutuşunu gördüm, sonra saçının örgüsünü... Daha yüzünü dönmeden, kızdaki şu havaya bak dedim. Dâhil olmaya mecburdum, seninle konuşmazsam ölecek gibiydim."

Leslie kocaman gülümsedi, "Aaa? Devam et."

Gözlerimi yumup hatırlamaya çalıştım. Şenliklerde kimseyle yüz göz olmak niyetinde değildim, formalite icabı oradaydım ama o gün bir şey beni o meydana arkamdan itmişti. Leslie'nin yörüngesine sürüklenmiş ve onu görür görmez tanımıştım.

"Asi yeşillerini görünce evren durdu. Seninle konuşmamın tek yolu sana meydan okumamdı. Senin gözüne girmenin tek yolu bileğini bükmemdi."

"Beni tanımışsın gözcü! İnsanların özelliklerini okumak nasıl bir his, için için eğleniyor musun söylesene? Biz sıradan faniler sana açık kitaplar gibi mi görünüyoruz?"

"Sen sıradan değilsin." Deyip sol bileğinin içinden usulca öptüm. Ne olduğunu nasıl bilmez, nasıl bunca yıl ona bakıp da içindeki savaşçıyı görmediler belki de aramadıkları için. Öyle ya... Tarihte hiçbir dönem bir kadın savaşçı görülmemişti. Leslie'nin işareti silikti fakat yüreği güçlüydü. Su gibi akıp yatağını bulacaktı. Konuyu değiştirdim.

"Seni tanımama vesile olan o köylü çocuğu bir gün bir kumandan yapacağım."

Bir kahkaha attı. Devam ettim.

"Evet! Taşlı köyü kasaba yapacağım, oraya büyük bir kale dikeceğim. O kulübenin yerine bir saray yaptıracağım hatta!"

"Sen ne tür bir çatlaksın böyle aman Gök Tanrım şu vaatlere bakın!"

"Bizi evlendiren şamanı kendi baş şamanım yapacağım. Dün bize ekmek veren köylüye de büyük buğday tarlaları bağışlayacağım."

Leslie kollarımda kahkahalarla güldü. "Bütün bunları nasıl yapabilirsin Ramsey?"

"En azından bir Lord olduğumda pekâlâ yapabilirim."

"Baban bizi kovmazsa en azından Lord olacaksın ha! Deli! En çoğu ne peki, seni kaçık hayalperest?"

Köylüler gibi alaylı gülüşüne ben de uydum ve neşeyle gülüştük. Ben ciddiydim ama henüz anlamıyordu. Az sonra aniden gülmeyi kesip yüzü asılarak ofladı.

"Oraya gitmeyi hiç istemiyorum."

Kadınımın hislerine güveniyorum. Orada bizi pekiyi bir akıbet beklemiyordu. Fakat gideceğiz.

...

Leslie

Şehirler insanlarını anlatır. Lionell surları görününce yüreğim sanki boğazımda atmaya başladı. Surlar çok yüksek ve uçsuz bucaksızdı. Kırmızı sancak üzerinde altın ipliklerle nakşedilmiş, gururla arka ayakları üstünde oturan arslan armalı sancaklar burçlarda dalgalanıyordu. Şehir surlardan aşağıda, deniz hizasında kaldığı için kuzey kapısı yönünden gözükmüyordu. Günlerdir ailelerimizden hiç haber almamıştık ve artık yaptığımız şeyin bedeliyle yüzleşme zamanıydı. Günlerdir zamanı lehimize çevirmiş ve kadere çelme takmış gibiydik. Ama kader, insanın aksine her zaman düştüğü yerden eskisinden daha güçlü ayağa kalkmayı bilir...

Şimdiyse hayat yine tüm acımasızlığı ile üstümüze akacak belki kusacaktı. Cennetten günler ve geceler ödünç almıştık da, sonra bir sebeple kovulup tozlu dünyaya atılmış, düşmüş melekler gibiydik. Bizi anlamayacaklar.

Lionell, güneyin başkenti, milyon nüfuslu devasa bir yurt. Güneyden kuzeye doğru iç içe geçerek büyüyen hilaller şeklinde bir düzenle kurulmuş. Hilallerin kolları denizle birleşip iki kolla Arslan Körfezini kucaklayan bir tanrıça gibi. Binalar iki, üç katlı, siyah granitten cepheleri kızıl güneşte yangın yeri gibi parıldıyor. Kale, körfeze hâkim tepenin üstünde, sadece şehre değil adeta tüm dört karaya tepeden bakan bir yırtıcı kuş gibi kayaların üzerine tünemiş. Siyah, kırmızı, altın renkler iç içe, yan yana sarmallar olmuş ve turkuaz denizin kıyısına ihtişamlı bir tablo gibi asılmış. Üç renk öylesine kapsayıcı öylesine sıcak ve derin ki insanın bakışlarını boğuyor.

Bildiğim kadarıyla denizlerin şehirleri olurdu, ne kadar büyük ve gelişmiş olursa olsun bir şehir, her zaman denize kıyısı olan bir uğrak yeridir fakat burada tam tersine şehrin denizi vardı. Arslan körfezini kucaklayan kollar şehri denizden büyük kılıyor ve kalenin konumlandığı tepenin heybeti, ufuk çizgisinin enginliği saklıyor, kendini öne atıyordu. Şehir, ben büyüğüm diye ilan ediyordu. Şehirler insanlarını anlatır demiştim, vazgeçtim. Bu şehir insanlarını doğuruyordu. Lionell hanesinin asillerine dair ne duyulmuşsa azdı, o şehir tüm cüretiyle orada öylece dururken o şehrin lordları elbette mütevazı insanlar olamazdı.

Borular artarda üflendi. İki atlı muhafız sur kapılarından biz yaklaşmaya başladı. Atlıların ayak sesleri sanki kalbimi çiğniyordu.

Evlendiğimiz gece kaldığımız o kulübede, rüyamda bizi evlendiren şamanı görmüştüm. Olduğundan çok daha yaşlıydı ama oydu. Puslu bir aynanın ardından benimle esrarengiz bir şekilde konuşmuştu. Ne dediğini veya ne demek istediğini anlamamıştım ve hatırlamıyordum. Sadece rüyamda karanlıkta tek başıma olduğumu, üşüdüğümü ve oradan gitmek istediğimi hatırlıyordum.

Kaç dakika ağzım açık bakakaldıysam, Ramsey seslendiğinde sıçrayarak kendime gelebildim. Boğazım kurumuştu, kapıdan geçiş izni istemeden önce mataramdan biraz su içtim. Ramsey atını benimkine yaklaştırırken güven verdi.

"Korkma."

Başımı salladım. Atlılar yanaştı. "Hoş geldiniz Sir Ramsey. Bekleniyorsunuz." Deyip cevap beklemeden atını döndürüp gürültüyle kaldırılan kapıya doğru ilerledi. Takip ettik. Kapının içindeki geçitte Ramsey' den kılıçlarımızı teslim etmemizi istediler. Kocam muhafızlara çıkıştı.

"Ne münasebet!"

"Lord Ramos'un emri efendim. Üzgünüm kılıcınıza el koymamız istendi."

Ramsey' in karanlık bakışlarından bu gidişatın hiç iyi olmadığı okunabiliyordu. Babası zor kullanmaya karar vermiş. Bize ne yapar acaba? Buz kestim.

Ramsey kılıcını çekti.

"Kılıcımı almak isteyen buyursun gelsin." Diyerek meydan okudu ve önüme geçti. Elimi kılıcın kabzasına her an çekmek için attım. Kırmızı pelerinli sur muhafızları neyse ki kocamın karşısına çıkmadı fakat bizi huzursuz homurdanmalarla şehre geçirip etrafımızı sardılar.

Surları geride bırakınca burnuma deniz kokusu doldu. Güneydeki kızıl kumlar sıcak ve denizden gelen iyot kokusu Leah'a göre daha keskindi. Geniş caddelerden, siyah granit bloklarla kaplı ve kırmızı çatılı malikânelerin arasından geçtik. Şehir çok büyük ve çok canlıydı. Öyle büyüktü ki bizi hemen yuttu, havanın sıcaklığına rağmen ürperdim. Ramsey'i selamlayan insanlar bana da merakla bakıp aralarında fısıldaşırken adeta uyuşan uzuvlarımı oynatamıyordum.

Kaleye çıkan dik bayırı atlarla tırmanmaya başlayınca Ramsey'e baktım, ifadesi durgundu. Devasa surların ardında durgun körfez, parlak turkuaz rengiyle serili bir göl gibiydi. Limanda hayatımda hiç görmediğim kadar çok yelken direği birbirine mısır tarlasındaki dik başlı fidanlar gibi dip dibe göğe uzanmıştı. Sağ yanda, tepede beş kulesi ve altın rengi kubbeleriyle ünlü Lionell kalesi heybetiyle parlıyordu. Buraya ait değildim, beni çekmiyordu.

Biraz daha gittikten sonra avludan içeri girdik. Ramsey atından inip yanıma geldi, elini uzattı ve beni yere indirdi. Avlu kalabalıktı. Hissiz adımlarla yere, önüme bakarak ailesine doğru ilerlerken kocam başımı kaldırmamı fısıldadı.

Onlara baktım. Oval merdivenler, körfezin doğal hilal biçiminin bir kopyasıydı ve siyah granit yapı, kızıl toprağı, körfezin denizi kucakladığı gibi kucaklıyordu. Fakat merdivenlerdeki dört kişi hiç de kucaklayıcı değildi. Lord Ramos'u hemen tanıdım, sikkelerin üzerinde ve fermanlarında resimleri dağıtılırdı. Buz gibi bir karizma! Lordun çehresinde bir parça Ramsey, bir parça da annem vardı. Yanındaki kadın da Ramsey'in annesi olmalıydı, benzi hep öyle sarı değildir sanırım o an epey endişeli görünen yüzü allak bullaktı. İki genç adam da Ramsey' in ikiz kardeşleri Rassmond ve Ress idi. Onlar hakkında isimlerinden başka bir şey bilmiyordum. Merdivenlerin önünde durup kenetli ellerimizi sadece selam vermek için ayırdık ve diz kırarak lordu selamlayıp tekrar elele tutuştuk.

Lord Ramos gür sesiyle avluyu çınlatarak kükredi.

"Nihayet teşrif edebildin oğlum Ramsey! Bu ne demek? Bu, ne biçim bir sorumsuzluk? Günlerdir hangi cehennemdesin?"

Sadece oğluna hitap etmesi bile orada ne anlam ifade ettiğimi açıklamaya yeterdi sanırım. Titreyen ayak bileklerim beni daha fazla taşımayacak sandım ama Ramsey' in elimi sımsıkı tutan eli bana güç veriyordu.

Dimdik hatta alaycı konuştu.

"Hoş bulduk baba. Yolda oyalandık biraz kusura bakma." Ne kadar da sakindi.

Lord merdivenleri ikişer ikişer inmeye başladı, oğlunun karşısına geldi fakat aramızdaki mesafeyi kapatmasına rağmen ses tonunu düşürmedi. Uzun boylu, esmer ve epey iri kalıplı bir adamdı. Hafifçe kırlaşmış dalgalı siyah saçları, arkaya doğru taranmış ve başının üstündeki gür saçların arasına ince bir altın taç iliştirilmişti. Ramsey' in yirmi sene yaşlı hali olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim fakat kocamın aksine lordun ifadesinde hiçbir sevimlilik izi yoktu. Yaşına rağmen yanaklarında gülme çizgileri bile yer etmediğine göre herhâlde pek gülmeyi bilmiyordu. Buna karşın iki kaşının arasında yerleşmiş çok derin bir dikey çizgi vardı ve onu daha sert gösteriyordu.

"Kusur mu? Yediğin halt kusurdan fazla sanki ha?"

"Hiçbir kusur işlemedim."

"Söyler misin bu rezillik ne oğlum? Bize bunu nasıl yaparsın? Öz halanın kızını alıkoymak ne demek? Halan perişan, babası öfkeden deliye döndü! Koskoca kıtada başka kız mı kalmadı Ramsey, bu ne şuursuzluk? Beni çok utandırdın!""

Sözleri sert fakat yine de oğluna düşkün bir baba gibiydi ve üzgündü.

"Aşık oldum baba bunda utanacak ne var?"

"Ne aşkı delirtme beni!" diye bağırırken boynundaki damarlar şişmişti ve bana döndü, aynı ses yüksekliğiyle, "Sana ne demeli kızım? Hadi benim oğlum zırdeli, hadsiz, cüretkâr? Yeğenim Leslie sen neden bu serseriye uydun? Siz kuzensiniz! Olacak şey mi?"

"Aşk... Lordum..." diyebildim kesik kesik.

İkimize birden bağırdı bu kez.

"Sizin aşk dediğiniz saçmalık üç gün sonra geçecek, siz bu safsatayla benim hanemin onurunu lekeleyebileceğinizi mi sandınız? Buna izin vermiyorum!"

"Ona sesini yükseltme baba, seninle baş başa konuşalım."

Sorun değil, diyecek oldum ama Ramsey beni duymadı. Birbirlerinin burnuna dek yürüyüp karşılıklı dikildiler.

"Sana mı soracağım hadsiz, bu kız benim yeğenim!"

"Değil! Her şeyi öğrendik."

Lord elini kaldırdı. "Sakın!"

"Baş başa konuşalım dedim baba? Yoksa gözümü yumar ağzımı açarım."

"Demek öğrendin ve beni tehdit ediyorsun ha? Sen ailenin yüz karasısın Ramsey! Bu rezilliğe derhal son veriyorum. Kızı ailesine geri gönderiyorum, birlikte geçirdiğiniz süre, yeltendiğiniz skandal akraba evliliğinin yanında ciddi bir sorun değil General Albart ile benim nezdimde. Anlatabildim mi? Gel kızım."

Tahmin ettiğimiz gibi bizi ayırmak ve beni babama geri göndermek niyetindeydi. Plan çoktan yapılmış bile. Ramsey'e baktım. Kocam bir şey söylemek için ağzını açtığı sırada babası hala bağırıyordu,

"Gelsene kızım ne duruyorsun, rüya bitti anlayın!"

"Gidemem efendim. Yerim Ramsey' in yanı, kocamın." Dedim.

"Karımı nereye gönderiyormuşsun?" diye Ramsey katıldı.

Lord Ramos'un rengi kırmızıdan mora döndü, boğulacak gibi oldu,

"Ne kocası, ne karısı?" derken arkadan kadının "Hiii?!" diye ünleyen sesi geldi.

"Ne evlenmesi?" derken duyduğu o kadar inanılmaz geliyordu ki adam tekrar tekrar soruyor, tepki veremiyordu. Veya biz henüz tepki görmemiştik.

"Basbayağı evlendik baba. Böyle yapacağına emindim ve aşkıma sahip çıkmanın başka yolu yoktu."

"Se-sen? Benim rızam olmadan evlenemezsin, sen veliahdımsın, nerede, nasıl? Kim bana sormadan kıyabilir bu nikâhı?"

"Kuzey Karada bir sınır köyünde şahitler huzurunda evlendik. Rızan olmadan evlenmemde bir mani bulunmuyor, rızan olsun isterdim ama olmadığı belli. "

"Seni yetiştirdim! Seni ilmek ilmek dokudum! Tüm geleceği sana nakşettim! Bu, ihanet! Rezalet bu! Nasıl yaparsın? Beni nasıl ezip geçersin? Anneni, halkını nasıl yok sayarsın? Sen bir saltanat evliliği yapmakla yükümlüydün! Bunu elinin tersiyle itip o... O ahlaksız, açgözlü kadının kızıyla, akrabanla nasıl..."

"Baba yeter! Çocuk değiliz sevdik, evlendik. İşte karşındayız. İster anla ister anlama sorun değil. İzin istesek vermezdiniz. Bana hakaret etmen bir işe yaramaz çünkü onu çok seviyorum."

"Bu rezaleti kabul edemem! Defol Ramsey, seni gözüm görmesin! Madem beni ezip geçtin tüm haklarını elinden alıyorum! Artık veliahdım değilsin! Seni başkentimde görmek istemiyorum! Madem hayatının en önemli kararında aileni yok saydın, bundan sonra ölene dek yok say! Defol!"

Ben o zalim adamı parçalamamak için kendimi zor tutarken Ramsey hala sakindi hatta neredeyse gülümsüyordu.

"Beni kovuyor musun?"

"Duydun! Derhal şehrimi terk et! Git de dünya kaç bucakmış gör!"

"Sorun değil baba, gideriz."

Ağlamaktan inlemekten henüz ayılır gibi kendine gelen annesi atıldı, kocasının ellerine sarılıp yalvardı.

"Durun nolur, Ramos yapma yalvarırım onlar daha çok genç. Ramsey'i kovamazsın, o bizim ilk göz ağrımız? Affet yalvarırım."

"Oğlun af dilemiyor Melaria, meydan okuyor kör müsün?"

"Anne lütfen karışma."

"Akşam oldu, bu geceyi kalede geçirsinler bari Lord Ramos izin ver? Hatırım için nolur, oğlumla hasret gidereyim."

"Oğlun seni o kadar düşünse bu haltı yemezdi be kadın, bırak defolsun gitsin!"

"Yorgunuz baba. Karnımız aç. Bir gece kalmamıza izin ver, sabah erkenden gideriz." Dedi Ramsey, şaşırdım. Lord Ramos da şaşırdı, kısa bir an duraksadı ve yine bağırdı.

"İzin vermiyorum, defol dedim!"

Bu kez kardeşleri araya girdi.

"Baba lütfen?"

"Abimi kovdun ve o da razı geldi zaten. Bırak da bir gece misafirimiz olsunlar."

Annesi ve kardeşleri bir gece diye Lordu ikna ederlerse devamında uzlaşmanın gelebileceği ümidindeydi fakat ben o ümidin yokluğunu çok net görebiliyordum. Buna göre o gece de kalmamız anlamsızdı. Annesi gözyaşlarıyla yalvardı, adamın ellerine sarılıp diller döktü. Lord kadını itekledi. Bu kez dişi arslan gözyaşlarını elinin tersiyle silip dişlerini sıkarak konuştu.

"Ramos Lionell! Zalimliği bırak ve hepimiz bir olup seni evden kovmadan bizim için son bir şey yap! Oğlum ve gelinim bu gece burada kalıyor!" dedi.

Aman Tanrım, inanılmaz bir aile, renkten renge şaşkınlıktan şaşkınlığa girdim.

Lord hepsine nefretle baktı ve homurdanarak "Tek bir gece! Gözüme gözükmeyin zeliller!" deyip gitti.

O ne biçim bir kelimeydi? Yerin dibine geçsek o adamın evinde kalmaktan daha iyiydi. O kalede bir dakika bile kalmak istemiyordum fakat Ramsey' in yüzüne, gözlerine baktığımda gerçekten yorgun görünüyor, bana bakışlarını hafifçe eğerek lütfen der gibi bakıyordu. Onu başımla onayladım. Lord gidince annesi Ramsey'in boynuna sarıldı. Sıkıntıyla olduğum yerde kalakaldığımı düşünürken Sir Ress ve Sir Rassmond az önceki aile faciası yaşanmamış gibi yanıma gülümseyerek gelip beni nazikçe selamladılar.

"Hoş geldiniz Leydi Leslie."

"Hoş geldiniz dişi arslan, onur duyduk."

"Ben de onur duydum Sir Rasmond ve Sir Ress."

Biri kocama seslendi.

"Vay canına abi, çok güzel!"

Ramsey, kardeşlerine sarıldı. Annesi karşıma gelip bana dikkatle bakmaya başladı. Yutkundum ve onu selamladım, elini uzattı.

"Böyle geldiğim için bağışlayın Leydi Melaria." Dedim ve elinin üstünü öptüm. O bir anne ve içten bir özrü hak ediyordu, kim evladının kaçak halde evlendiğini görmek ister ki?

Yarım ve buruk bir tebessümle başını salladı. "Kısmet böyleymiş canım." Dedi.

Ramsey nihayet bana döndü ve kolunu omzuma sarıp beni gövdesine çekti, işte kendimi daha güvende hissedebilme imkânım!

"Ee annem, gelinini beğendin mi?"

"Güzelliği göz kamaştırıyor. Bu da deliliğini açıklar arslan oğlum. Ah gençler, şimdi ne yapacağız?"

"Bizi merak etme anne, başımızın çaresine bakabiliriz."

"Oğlum nolur sen de baban gibi kestirip atma. Lütfen biraz sakin ol ve babanla zıtlaşma. Şimdilik yakında bir yerlerde idare edin, ben babanın zamanla yatışacağına eminim. Onu ikna ederim. Sen varisisin, gidemezsin."

"Kardeşlerim var ve bu olasılığa hazırdım anne."

"Hemen vazgeçemezsin, lordun yerine geçmek için sen eğitildin, sen ilk çocuğumsun. Kendin için değilse doğacak çocukların için taht hakkından feragat etme. Öyle ya çocuğunuz olunca baban yumuşar."

Ramsey öylesine başını salladı fakat dimdik aksi bakışlarından ve tek kaşını çatışından annesinin sözleriyle uzlaşmadığını ben anlıyordum. Annesi ikimizin arasında kollarımıza girip bizi yemeğe davet etti ve kalenin içine girdik.

Leydi Melaria çok asil bir kadındı ve bana hiç ummadığım belki de hak etmediğim kadar iyi davrandı. Minnettarlıktan ne diyeceğimi bilemiyordum. Bizi kendi dairesinin yemek salonunda güzelce doyurdu. Yemekte Sir Rassmond ile karısı June de bize katıldılar. Ramsey neşeyle şarap içip muhteşem yemeklere gömüldü.

"Şu balıkları mumla arayacağım." Diyordu neredeyse parmaklarını yiyecekti.

"Bizi değil, balıkları özlemiş." Diye annesi sitem etti.

Yemekler çok çeşitli ve inanılmaz lezzetliydi. Daha önce hiç görmediğim büyük kırmızı etli ve yağlı, kılçıksız balık çeşitleri efsaneydi. Meyveli pastalar ve yumuşak içimli baharat aromalı şarapların envai çeşidi insanı derhal tavlıyordu. Günlerdir meğer yarı aç yarı tok yaşadığımızı fark ettim. Muhtemelen yarın yine aç kalacaktık. İştahım kesildi. Bunca zenginliğe, ihtişama, şana, şöhrete, güce, altına ve dahası parlak geleceğe nasıl hoyratça sırtını döner? Ramsey, gözümde başka ifadeler kazanmaya başladı. Onun hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığım gibi yanlış da düşünmüştüm. Hepsi aşk için olamazdı, sadece aşk için değildi. Kaçıncı kadehte olduğunu artık saymadığım şarabını yudumlarken gözleri bir noktaya sabitlenmişti ve kardeşiyle annesinin konuşmasını aslen dinlemiyordu. Ne yapacağını düşünüyordu. Hayır, o, ne yapacağını biliyordu! En başından. Beni sevdiğine, istediğine şüphem yok ama bir planı vardı ve beni alet etti. Soğukkanlılığı bu yüzden. Başından beri tek bir an bile paniklemedi.

"Yesene güzelim. Yoksa beğenmedin mi?"

"Yoo, çok güzel. Hepsi çok lezzetli, yetti. Teşekkürler."

"Rengin sarardı miden mi bulanıyor, yoksa hamile misin?"

"Hayır! Sanmıyorum." Dedim utançtan kızararak.

"Ama olabilir de!" dedi kocam, sarhoştu galiba. Kardeşleri gülüştü.

Sir Ress, "İki arslandan doğacak bir çocuk neye benzerdi acaba?" diye takıldı.

"Neye benzeyecek, Leydi Leslie hakkında duyduklarımızla abimizin meziyetleri toplanırsa durdurulamaz bir savaşçı yetişecek!"

Hakkımda ne duyduklarını bilmiyorum ama artık konuşacak durumda değildim. Bir yudum suyu güçlükle yutkunurken Ramsey' in hayalindeki, Leo ve Lessey isimleri koyduğu çocukları düşündüm. Henüz içimde kök salmış olmasa iyi olurdu, ay çayını tüketene kadar dikkatlice kullanmıştım, sonrasında ise Ramsey korunmaya dikkat etmişti. Sokakta kalmış işsiz ve kimsesizlerdik ya da ben öyle biliyordum. Ailesine sadece blöf yapıyordu, onlar da doğacak Lionell arslanlarına kadeh kaldırdılar.

Kocam halimi fark etti ve ben müsaade isteyemezken beni oradaki boğulmak üzere olan halden kurtardı.

"Aşkım, annem seni yerleştirsin sen dinlen. Ben kardeşlerimle biraz konuşup yanına gelirim, merak etme olur mu?"

"Tabi."

"Gel bakalım zümrüt gözlü ahu." Diyerek elimden tutan annesi beni veliaht dairesine çıkardı.

Çift kanatlı oymalı ahşap kapı önümüzde açıldığında bizim Leah'taki konağın neredeyse tamamı kadar geniş bir odayla karşılaştım. Bir insan bu imkânlardan vazgeçmemeli, bu israf ve elbette bedelleri olur, diye düşünmeden edemiyordum. Annesi o odanın görkemi karşısındaki tutukluğumu anladı.

"Bu odada kalmayacak olmanız ne acı. Neşeli bir düğünden sonra genç, aşık kahkahalarınız ve sonra doğacak bebeklerinizin sesiyle çınlardı bu daire."

Bana orayı sevdirmeye çalışması maksatlıydı, ben orada kalmak istersem Ramsey' in evine, yurduna ve babasına döneceğini düşünüyordu.

"Üzgünüm." Dedim ama aslında hiç üzgün değildim. Bende bir tuhaflık mı vardı ne? Bu yerin enerjisine hiç çekilmemiştim. Oysa insan bu zengin kalede yaşamak için her şeyi yapmalıydı. Bense gidecek olmaktan memnundum.

Leydi Melaria ile biraz konuştuk. Bana sorular sordu tanımaya çalıştı, cevaplarımdan memnun olmuş gibi gözleri parladı, saçlarımı okşadı. Ramsey' in sıcak şefkatini annesinden aldığını anladım. Dairenin içindeki geniş hamamı benim için hazırlattı. Hizmetkârlar neşe ve merakla etrafımı sarıp beni şımartmak için ellerinden gelen yaparken kayınvalidem her an yanı başımdaydı. Beni, kalenin üzerinde inşa edildiği dağdaki kaynaktan gelen buharı üstünde buram buram tüten yüzme havuzlu, sarı mermer kaplı sıcacık hamamda köpüklediler, ovalayıp masaj yaptılar.

"Demek bir düelloda tanıştınız? Ah Ramsey, kılıcı onun her şeyidir. Babası ona ait olan veliaht kılıcını ondan istemeyi bile düşünmedi, bu kadarına Lord kendisi bile cüret edemez doğrusu.  Kılıcı, hanemizin onurunun simgesidir. Fatih Leonis'in güney kıyılarını fethettiği o tılsımlı kılıç, ismi Kan uykusu. Ve senin gibi bir güzeli elinde bir kılıçla kendine meydan okur halde görünce oğlum büyülenmiş olmalı."

Gülümseyerek başımla onayladım. Banyo çıkışında bana bir bohça hediye etti ve düğünümüz olmadığı, olamayacağı için çok üzgün olduğunu söyledi. Teamüllerin en azından bir kısmını yerine getirebilmek için hizmetkarlarına beni bir gelin gibi hazırlamalarını emretti. O bohçadan çıkan yumuşacık ipekli, dantelli, kurdeleli ve mis kokan iç gıcıklayıcı gecelikleri görünce, günlerdir perişan halde olduğumu fark ettim. Demek olanlar, olması gerekenlerin yanında lordun tiksinerek dediği gibi felaketti.

Kayınvalidem beni dinlenmem için yalnız bırakıp gitmeden önce utana sıkıla ona ayçayı konusunu açtım. Kendimize kalacak bir yer bulana kadar bebek istemediğimizi söyleyince yüzü asıldı ama düşününce hak verdi. Bana kalenin hekimbaşından kendisi için alır gibi temin edeceğini söyledi.

"Umarım uzun süre kullanmana lüzum kalmaz. Uzun süre kullanman seni kalıcı olarak kısırlaştırır ve sakın ola bir kale hekimbaşından başkasından temin etme, yoksa seni zehirleyebilir. Evlilik kutsaldır güzel Leslie, bebek ise mucize. Gök Anamızdan en kısa sürede seni mucizelendirmesini dilerim. İyi istirahatler." Beni yanaklarımdan öptü ve gitti.

Annesinden hoşlanmıştım ve sanırım o da beni beğenmişti. En azından olanları kabullenişi ve önüne bakma isteği çok nazikti.

Odanın büyük kapısının solundaki koyu bordo duvar kâğıdıyla kaplı duvarda asılı altın çerçeveli, aynanın karşısında bir süre kendimle göz göze kalakaldım. Her şey o kadar hızlı ve beklenmedik gelişmişti ki başım dönüyordu. Şarabın da etkisi vardı tabi, aynanın önündeki sehpada duran kristal karaftan yarım kadeh daha doldurdum ve içtim. Tadı nefis olsa da uykusuzluktan ölüyordum. Bu şık aynada gördüğüm ve henüz tanıyamadığım zengin kılıktaki Leslie' ye sabah olunca tekrar göz atacaktım.

Ramsey' in devasa genişlikteki, cibinlikli, koyu kırmızı üzerinde altın işlemeli brokar kumaşlarla kaplı, bol yastıklı yatağına girer girmez hemen uykuya dalmışım.

Kocamın odaya geldiğini bile duymadım. Yatağın içine girip kulağıma aşk sözleri fısıldamaya başladığında bile ona dönmedim.

"Uyu Ramsey, ne rahat yatak!" diye mırıldandım.

Güldü, "Uyuyamam, şu haline bak, ne yaptılar sana böyle?" dedi ve beni uyandırmak için dokunmaya başladı. Nazlandım, uyumaya devam etmek istedim fakat durmaya niyeti yoktu. Yüzümü kendisine çevirdi ve kaz tüyü yorganı üstümden sıyırıp attı. Islık öttürerek bana giydirilen kırmızı dantelden epey müstehcen gerdek gecesi çamaşırları içindeki bedenimi seyretti.

"Şuna bak, Aman Tanrım aklımı yitirebilirim." Derken ipek geceliği omuzlarımdan aşağı aşağı çekiştirdi.

"Sarhoşsun!"

"Lionell şarabı deyince akan sular durur. Şarapla yıkanabilirdim."

"Keşke yıkansaydın kocacım!"

"Şarapla mı?" derken daha cevabımı beklemeden dudaklarıma yapıştı ve beni kollarına aldı. Öpücükleri şiddetliydi ve geceliğin eteklerini sıyırıp çabucak içime girdi. Daha önce böyle geniş ve rahat bir yatağın nimetine erişmemiştik. Ramsey' in sarhoşluğu ve babasıyla olanların hırsı tenine yansımıştı. Benimle daha önce hiç olmadığı kadar hırsla sevişti. Beni kocaman yatakta bir zevk kölesi gibi evirip çevirdi, bedenimi yaktı kavurdu. Babasına hatta dünyaya inat bana tapındı, bazen canımı da acıttı ama dayanılmaz bir acı değil bir kasırganın izi gibiydi. Daha önce tatmadığım müthiş zevkler tattırdı, bilmediğim hazlara uçurdu. Evin tadını çıkardığımız unutulmaz bir akşamdı. Uzun ve yorucu peş peşe sevişmeler arasında ne ara tekrar uykuya daldığımı hatırlamıyorum ama çok derin ve rahat uyumuştum. Uyandığımda ise Ramsey benimle yatakta değildi.

Benim gömülmeye doyamadığım o geniş yatak onun ilgisini çekmiyordu anlaşılan. Gece hiç uyumamıştı. Güneyin parlak sabah güneşinde odasının Kızıl Deniz'i tepeden gören geniş terasında üzerinde sadece bir pantolonla manzaraya bakıyordu. Uyandığımı belli etmeden onu sessizce izledim. Acaba onu ait olduğu bu görkemli hayatta bırakıp gitsem ona iyilik etmiş olur muydum diye düşünsem de bu fikirden çabuk sıyrıldım. Peşime düşeceğini bilecek kadar onu tanımıştım. Üstelik onsuz yaşayamam.

Annesinin verdiği bohçadan bir ipek sabahlık kuşanıp istemeye istemeye yataktan çıktım. Odanın girişinde bir çalışma masası vardı. Masanın üstünde duran kâğıt ve kalemlere uzandım. Önce bir dörtlük karaladım. Sonra anneme mektup yazdım. Ona anlatacak ne çok şey vardı fakat sadece iyi olduğumu, Ramsey'i çok sevdiğimi ve beni merak etmemesini yazdım. Sonra deri ciltli orta boy bir defter gözüme çarptı, açıp baktım hiç kullanılmamıştı. İlk sayfasını açıp Ramsey ile tanışma hikâyemizi yazmaya başladım.

Leydi Melaria dün gece bir ara bana, "Gittiğiniz yerden bana her hafta yazın. Sen de yaz, oğluma da yazdır olur mu? Her şeyi anlat, en başından! Birbirinizi ilk gördüğünüz andan başlayarak her şeyi anlat ki sizinle bağımı sürdüreyim, özlemimi gidereyim. Beni annen olarak kabul edersen bu ricamı yerine getirirsen çok memnun olurum güzel gelinim." Demişti.

Ramsey gelip ne yaptığıma baktı, ona hikayemizi yazdığımı söyleyince gözleri parladı, iyi dedi. Annesine yazdığımı söyleyince kendisi de yazmayı kabul etti. Aşkımız böylece bizden sonraki nesle bizim ağzımızdan aktarılacak bir hatıra olarak kalacaktı.

Dün geldiğimizde üzerimde olan binici giysilerimi giydim ve Lionell kalesinin muhteşem veliaht dairesindeki ihtişama son kez ve içimde hiç ukde kalmadan bakıp arkamı döndüm. Aynanın karşısına geçtim.

*****

*şiir Victor Hugo

המשך קריאה

You'll Also Like

7.7M 447K 83
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
1.6M 132K 89
Sen... Sen ve sen değil... Hele sen hiç değil... Sen kumral olan, seni de bekliyorum. Biraz sonra bu sayfaya gireceğinizi biliyorum. Orada sizi bekli...
1.8M 98.1K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
258K 18.4K 101
"Ben seninle heba olmaya da razıyım." 🍀 HAYAL ÜRÜNÜDÜR Başlangıç Ekim/2019