Belki Bir Gün || Berna Aslıhan

By VisneCurugumm

62.6K 5.6K 7.8K

Leyla ve Oğuz, henüz iki küçük çocukken sevmişlerdi birbirlerini. Kader onları bir araya getirdiği gibi her d... More

Tanıtım
-İlk Aşk, İlk Öpücük-
-Avuçlarımda Hayal Kırıklığı Var-
-İlkler Kalır, İliklere Kadar-
-Yarım Kalan Bir Hikâyeyiz Seninle-
-Bu Yıkıntıları Onaramazsın-
-Kaçıncı Kor Bu Söndürdüğüm?-
-Kaldı Çocukluğum Sende-
-Nefes Gibi Muhtacım Sana-
-Aşktır Ölümden Güzel Olan-
-Senden Bana Hatıra Şimdi-
-Unutmayı Öğrenemedim-
-Ayrılıklar Sevgiyle Beraber-
-Unutulan Sevgi Tohumları-
-Aşk Eski Bir Şarkı-
-Geçmiş Değil Bugün Gibi-
-Özlemekmiş Oysa Sevmek-
-Sen Güzel Seversin-
-Sen Beni Unutamazsın-
-Yine Kendini Çok Özletti-
-Sevdalı Bir Yağmur Gibisin-
-Yüreğini Yasla Bana-
-Eskimeyen Bir Resim Gibi-
-Sesinde Kuşlar Yaşıyor-
-Bunlar Hep O İhtiyar Dünyanın Yalanları-
-Gözümün Gördüğü Göğsümün Bildiğiyle Bir Değil-
-Her Nefeste Sonsuzluk ve Aşk-

-Öyle Bir Gel ki Bana Nefes Nefese-

2.2K 212 326
By VisneCurugumm

Herkese merhaba!
Bölüm şarkımız;
Cem Adrian & Hande Mehan -
Sen Benim Şarkılarımsın
Keyifli okumalar.

☘️

Yerdeki bavulun sapını yukarı çekip arkamdan sürüklerken buzluğu kucağıma aldım. Apartman kapısına vardığımda bavulu olduğu yerde bırakıp zile uzandım.

Ya kapıyı açmazsa? O zaman ne yapacaktım?

Kısa bir an için çaresizliğe kapılacak gibi olsam da yanıldığımı belirten otomatın sesi apartmanda yankılandı. Duyduğum ses endişelerimin yersiz olduğunu hissettirmişti. Yüzüme yayılan gülümsemeyle ileri uzanıp kapıyı ittirdim.

Kapının kapanmaması için kalçamla yaslanırken bavulu içeri çektim. Kucağımdaki buzluğu dengede tutmaya çalışıyordum.

Merdivenleri çıkmaya başlarken mecburen bavulu da elime aldım. Ancak umurumda değildi. Sesine, kokusuna öyle muhtaçtım ki basamakları çıkarken nefes nefese kalışım bile beni rahatsız etmedi. İçimde tarifi olmayan bir mutluluk vardı. Artık son noktaya gelmiştik. Onu bulmuştum ve bu ders verme işi bitmişti.

Zaten amacı da bu değil miydi? Hem Oğuz, benim kadar insafsız değildi. Benden intikam alıyordu ancak onun canının yandığı kadar benimkini yakmaya kıyamıyordu.

Şimdi kapıyı açacak ve bana sıkıca sarılacaktı. O ânın hayaliyle merdivenleri hızlıca çıktım. Daireye ulaştığımda elimdekileri yere bırakıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım.

Karşımdaki kapıya bakarken henüz açılmamış olması umudumu kıracak gibi olsa da her şeyin güzel olacağına dair kendimi telkin ettim. Bir süre daha sakinleşmeyi bekledikten sonra ileri uzanıp zili çaldım.

Geri çekilip açmasını beklerken dağılmış olan saçlarımı düzeltip kolumdaki lastikli tokayla topladım. Sabırsızca beklerken kollarımı göğsümde birleştirmiş, bir ayağımı yere vuruyordum.

Kapının açılması için olağan süreyi doldurduğunda içim korkuyla kaplandı.

Evde değil miydi? Apartman kapısını ondan başka kim açmış olabilirdi? Ya yanlış dairenin ziline bastıysam?

Sorular aklımı meşgul ederken sakin kalmaya çalıştım. Yanlış dairenin ziline basmam mümkün değildi.

Derin bir nefes aldım ve sakinleşen zihnimi daha mantıklı düşünmeye davet ettim.

Yanlış dairenin ziline basmadığıma ve arabası da aşağıda olduğuna göre kesinlikle evdeydi.

Bir kez daha zili çaldım. Zil sesi zihnimde birkaç yankılandığında sanki kendimi dışarıdan izliyor gibiydim. Öyle acınası hâldeydim ki...

Birkaç saniye geçmesine rağmen yine sonuç değişmedi. Kulağımı kapıya yaklaştırdım. Bir umut ayak sesi duymayı bekleyerek...

Hiç ses yoktu. Aşağı inip Ömer'i aramayı bir an bile düşünmedim. Pes etmeyecektim.

Sadece iki gün ortadan kaybolmuştu ve benim çektiğim acının haddi hesabı yoktu. Peki, ya bunu on sene boyunca yaşamış olsaydım?

Oğuz'un neler hissettiğini artık biliyordum ancak onun yaşadıklarının yanından bile geçemeyeceğimin de farkındaydım.

Bavulu duvarın dibine ittirip kalçamı üstüne yasladım. Bekleyecektim. Onun beni yıllarca; bıkmadan, usanmadan beklediği gibi bekleyecektim.

Omuzuma astığım çantadan telefonu çıkarıp bir kez daha Oğuz'u aradığımda kapıdaki bekleyişimin yirmi üçüncü dakikasını devirmiştim.

Geçen her dakika içimdeki korku ve çaresizlik daha da büyüyordu. Telefonun diğer ucundan gelen ses, hattının hâlâ kapalı olduğunu söylüyordu.

Elimi alnıma yaslayıp gözümden akmak için sıra bekleyen sabırsız yaşları geri ittirdim. Çaresizliğe kapılmak için henüz erkendi. Öyle ya da böyle Oğuz kapıyı açacaktı. İçimdeki umudu kaybetmemek için üstün bir çaba harcıyordum.

Gözlerimi kapatıp dakikaları saymamaya çalıştım. Her ne kadar aksini düşünmeye çalışsam da geçen saniyelerde Oğuz'un kapıyı açmayacağına dair inancım biraz daha kuvvetleniyordu.

Bavula yasladığım kalçam uyuşmaya başlamıştı. Ayağa kalkıp bir süre yürüdükten sonra tekrar bavulun yanına ulaştım. Kısa bir süre düşündükten sonra soğuk olmasına aldırmadan mermer eşiğe oturdum. Soğuktu... Görmezden gelmeye çalışarak sırtımı kapı pervazına yasladım.

İçimdeki umutsuzluk kırk yedi dakikanın sonunda beni tamamen ele geçirmişti.

Bunu bana neden yaşatıyordu? Tamam, anlıyordum. Onu sürekli yanlış anladığım için ders vermeye çalışıyordu ancak bu kadarını yaşatmaya gerçekten hakkı var mıydı?

Onsuzluktan ne hâlde olduğu mu hiç mi düşünmüyordu?

Sen zamanında onu düşündün mü?

Zihnimde dönen bu soru yüzümün asılmasına neden oldu. Onu düşünecek hâlde değildim ki. Öyle çok acı çekiyordum ki kendimi hiçbir zaman Oğuz'un yerine koymadım.

Koymadım çünkü kahretsin ki böyle bir yanlış anlaşılmanın varlığından haberim bile yoktu!

Onu suçsuz çıkarmaya çalıştığım çok gece olmuştu. Ancak hepsinin sonunda da kendimi haklı bulmuştum. Haklıydmdım da! Kendime göre...

Nereden bilebilirdim ki?

Böylesine saçma bir yanlış anlaşılmanın bize on sene kaybettireceği aklımın ucundan dahi geçmemişti.

Son olanlar...

Şeyma'nın geldiği gece yine durumu yanlış anlamıştım. Hatta kapıyı kilitleyen Oğuz olmamasına rağmen aklıma gelen ilk ihtimal eve girişimi engellemek için bunu yaptığı olmuştu.

Sanırım Oğuz tam olarak bu yüzden bana bir ders vermeye çalışıyordu. Tek amacı yaşadıklarını yaşatıp intikam almak değildi. Aksine; onsuzluğu, kendini açıklayamamayı, nerede olduğunu bilmeden onsuz nefes almanın ne kadar berbat bir his olduğunu ve elbette çaresizliği dibine kadar yaşamamı istiyordu ki ilk yanlış anlaşılmada arkamı dönüp gitmeyeyim.

Düşüncelerimle boğuşurken kapının ardında bir hareketlilik hissettim.

"Oğuz?"

Kulağımı kapıya yasladım. Artık ayak seslerini net bir şekilde duyabiliyordum.

Hızla ayağa kalkıp kapıyı yumrukladım. "Oğuz, orada olduğunu biliyorum!"

Ancak duyduğum ayak sesleri kesilmişti ve hiç ses yoktu. Bir süre daha kapıyı dinledikten sonra ne yapacağımı bilemez bir hâlde tekrar eşiğe oturdum.

Anlamıştım; kapıyı açmak gibi bir niyeti yoktu. Belki de ben tamamen yanlış düşünüyordum. Artık aramızdaki bu savaştan öylesine yorulmuştu ki beni görmek istemiyor, daha da kötüsü hayatından çıkarmaya çalışıyordu.

Yalnız unuttuğu bir şey vardı. Zamanında o nasıl benden vazgeçmediyse bu kez de benim vazgeçmeye niyetim yoktu. Buna izin verecek değildim. Yıllarımızı kaybetmiştik. Daha fazlasını kaybetmeyecektik.

Elimden gelen her şeyi yapmaya hazırdım. Buna yalvarmak da dâhildi.

"Lütfen... Aç kapıyı."

Bir ses duymayı bekledim. Saniyeler sonra hiçbir ses duyamayınca tek istediğinin buradan gitmem olduğuna emin oldum.

"Oğuz, ne olursun aç kapıyı."

Başımı yavaşça kapıya vururken gözümden akmaya başlayan yaşları serbest bıraktım. Her şeyi bir kenara bırakmıştım. Amacı her neyse umurumda değildi. Sadece yalvarmak geldi elimden.

"Seni çok özledim. Lütfen..."

Gözlerimi kapatmış, sessizce ağlıyordum. İçimdeki tüm umut sönüp gitmişti. Beni asla affetmeyecekti. Bunu da bana gösterebileceği en acı şekilde gösteriyordu; umursamayarak.

Beni duyabileceğini hatırlayınca yıllardır yaşadıklarımı anlatmaya karar verdim. Belki beni biraz olsun anlayabilirdi. Sanki Oğuz karşımdaymış gibi içimi dökmeye başladım. Nasılsa artık hiçbir işe yaramayacaktı. En azından yıllarca yaşadığım acıları duymalıydı.

Sesimi kontrol etmeye çalışmadım. Zaten ne kadar uğraşırsam uğraşayım semin titreyeceğini biliyordum.

"Seni terk etmek kolay mıydı sanıyorsun? Arkamı dönüp gitmek..."

Bacaklarımı kendime çekip kapıya yaslanırken devam ettim. "Kokunu soluyamadan, sesini duyamadan geçirdiğim onca sene çok mu kolaydı?"

Hıçkırarak ağlamamak için boğazımdaki yumruya razı oldum. "Hiç kolay değildi. Ben, o gün sadece seni terk etmedim. Kendimi, benliğimi, ruhumu terk ettim."

Sesim ağlamaktan çatallaşırken bir an konuşamayacağımı sandım. Başımı havaya kaldırıp nefes almaya çalışırken gözlerimden akan yaşları sildim.

"Kalbimi söküp o evde bırakmak kolay değildi. Haklısın, yanlıştı. Ne olursa olsun geri dönmeliydim. İki sene sonra da olsa geri gelip hesap sormalıydım."

Yumruk hâline getirdiğim elimi sertçe kapıya vurdum. "Yapamadım! Gece gündüz seni sayıkladım ama kahretsin ki karşına çıkacak gücü bulamadım kendimde!"

Öyle çok bağırmıştım ki sesim artık çıkmayacak hâle gelmişti. Fısıldayarak da olsa devam ettim. "İnsan bazen deli gibi koşmak istediği yere adım bile atamıyor."

Uzun bir süre sessiz kaldım. Bu anlattıklarım bile kapıyı açmasına yetmemişti. Zaten artık öyle bir umudum da yoktu. Derin bir nefes aldım.

"Ben, senden sonra toparlanmaya çalıştım. Seni atlatmaya... ama olmadı."

Akan yaşlar yine konuşmamı zorlayınca duraksadım. Aldığım her bir nefes ciğerlerime batıyordu.

Titrek bir nefes alıp devam ettim. "Ben gözümü seninle açtım. Bilmiyorum ki... Başka birisi nasıl sevilir bilmiyorum."

Geçmişte yaşadıklarım zihnime üşüşürken kalbimdeki acı katbekat arttı. İçlerinden sadece bir tanesi beni zorla da olsa gülümsetti.

"İsveç'teydim. Buraya dönmeden birkaç sene öncesiydi. Artık oradaki hayatıma alışmıştım. Bir gün... yanımdan birisi geçti."

Sanki kokusu genzime dolmuş gibi içime çektim. "Senin parfümündü. Sokağın ortasında durup deli gibi etrafıma bakındım. Belki bir yerlerden çıkarsın umuduyla..."

Başım önüme eğilirken artık konuşacak gücüm kalmamıştı. Yaşadıklarım tüm enerjimi alıp götürmüştü. Saniyeler sonra başımı tekrar kapıya yaslayıp gücümün son kırıntılarını harcadım.

"Sana çok ihtiyacım var. Ne olursun aç kapıyı, gireyim evime."

Kapının açılmayacağını bilerek kendimi koyuverdim. Bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlıyor diğer yandan kapıyı yumrukluyordum.

Saniyeler sonra kapıdan gelen anahtar sesini duyunca hareket edecek hâlim olmamasına rağmen ayağa kalktım. Kapı pervazına güçlükle tutunurken sadece onu görmeyi bekledim.

Kapı yavaş yavaş açıldı ve Oğuz karşımda belirdi.

Gülümsemeye çalışırken ağlamaktan kızarmış gözlerimi sildim. En az benim kadar perişan hâlde görünüyordu. Saçları dağılmış gözleri kızarmıştı.

Sessizliği beni korkutsa da sadece gözlerine bakmaya devam ettim. Bana olan aşkı hâlâ yerli yerinde duruyordu. Bunu görebiliyordum.

Kırgındı. Sadece kırgındı ve ben kendimi affettirmek için ona her türlü sözü vermeye razıydım.

Sanki bana kıyamıyormuş gibi bakarken içeri girmem için kenara çekildi.

Hiçbir şey söylemeden bavulu ardımdan sürükleyip içeri girdim. Geri dönüp buzluğu alacağım sırada beni durdurup buzluğa uzandı.

İkimiz de içerideydik. Kapıyı kapatıp elindeki buzluğu portmantoya bıraktı. Kapının önünde dikilmiş öylece birbirimize bakıyorduk. Bakışlarına hiçbir anlam yükleyemedim. Beni içeri almayı kabul etmişti ancak tek kelime etmiyordu.

Tüm cesaretimi toplayıp, "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum.

Belki de gitmemi isteyecekti. Ya da bu iş burada bitti bir daha seni görmek istemiyorum, diyecekti. Her türlü ihtimale kendimi hazırlayarak sormuştum bu soruyu.

Ancak Oğuz, şefkatle gözlerime baktı. Sanki onu terk ettiğim günü, bu kapıda ağladığı günü tekrar yaşıyor gibiydi. Derin bir nefes aldığında konuşmanın onun için ne kadar zor olduğunu anladım. Yine de kendini konuşmaya zorladı.

"O gün..." kapıyı işaret edip ekledi. "Bu kapının önünde... sana yalvarırken haykırışlarımı duymadın."

Beni suçluyor olmaktan çok uzaktı. Sadece yaşadığı çaresizliği anlamamı istiyordu. Elbette ona istediğini verdim. Çünkü kendi yaşadıklarımın yanı sıra onu gerçekten anlayabiliyordum.

Başımı önüme eğdim. "Artık ne hissettiğini biliyorum."

Başını olumlu yönde salladı. "Seni ararken hissettiğim çaresizliği, özlemi, acıyı da biliyor musun?"

Sesim hâlâ düzelmiş sayılmazdı. "Sadece iki gün yanımda değildin ve ben deliye döndüm. Bunu on sene boyunca yaşamanın ne demek olduğunu bilmiyorum ama seni ararken hissettiklerimin seninle aynı olduğunu biliyorum. Hatta bir de..." Bakışlarımı ona çevirip gözlerine baktım. "Senin tarafından reddedilmenin ne demek olduğunu da biliyorum."

Anlamsız bir ifadeyle baktığında açıkladım. "Evine gittim. Seni bulamasam da kokuna sarılacaktım. Ancak kilidi değiştirmiştin."

Yine kıyamıyormuş gibi baktı. Portmantodaki ceketine uzanıp bir şeyler aradıktan sonra tekrar bana döndü. Elimi elinin içine aldı ve avucuma bir anahtar bıraktı.

"Eğer benim ne hissettiğimi gerçekten yaşayarak öğrenmeseydin, ilk yanlış anlaşılmada yine arkanı dönüp gidecektin. Bunu yapmak zorundaydım."

Anahtara bakarken yüzümde beliren şaşkın ifadeyi onun da fark ettiğini anlamıştım. "Bu?"

Uzun zaman sonra içten bir tebessümde bulundu. "Evimizin anahtarı."

Evimizin anahtarı...

Yüzündeki sıcak gülümseme içimi ısıtırken artık ben de gülümsüyordum. "Yani?"

Gözlerindeki ifade tereddüde yer bırakmayacak kadar netti. Beni affetmişti. Gözlerine ulaşan gülümseme içimin aydınlanmasına neden oldu. Saniyeler sonra yüzümü avuçlarının arasına alıp alnını alnıma yasladı.

"Bir daha gitmek yok."

Gözlerim kapanırken başımı iki yana salladım. "Yok."

Kolları vücuduma dolandığında başımı göğsüne yasladım. Kokusunu içime çekerken günlerdir nasıl da boş yere nefes aldığımı hissettim.

Oğuz yokken içimde bir parça eksik kalıyordu. Onsuz öyle çok canım yanıyordu ki son iki günde yaşadıklarım, on senedir yaşadıklarımın yanında sanırım bir hiç kalırdı.

Uzunca bir süre birbirimize sarıldık. Oğuz, arada bir saçlarımı okşuyor, dudaklarını saçlarıma bastırıyordu. Yavaşça geri çekildiğinde bu kez dudaklarının adresi alnım olmuştu.

Sonrasındaysa dudaklarının dudaklarımı bulması sadece birkaç saniye sürdü. Aramızdaki hüzün bulutu anında yok oldu. Beni öyle büyük bir tutkuyla öpüyordu ki dudaklarımız hiç ayrılmasın istedim. Belimden kavrayıp vücudumu vücuduna yasladığında karşı koymadım.

Elleri saçlarımın arasına karışmıştı. Lastikli tokayı çekip aldığında saçlarım belime salındı. Başını boyun girintime saklarken derin bir nefes aldı.

"Kokunu özledim."

Sesi artık şefkatli ya da romantik değildi. Sadece istek doluydu. Dudaklarını boynumda ve omuzlarımda gezdirirken kendimi tamamen ona teslim ettim.

Aklımda hiçbir soru işareti olmadan kendimi teslim etmeyeli öyle uzun zaman olmuştu ki...

Mümkünmüş gibi ona biraz daha sokulduğumda karnıma değen sertliğini hissedebiliyordum. İleri uzanıp dokunduğumda boğazından bir inleme koptu.

"O gün sana öyle zor dayandım ki..."

Onun evinde, duşa gireceği zamanki dokunuşumdan bahsediyordu.

"Artık beni geri çevirmek zorunda değilsin."

Boğuk iniltisi ağzımın içinde kaybolurken bacaklarımdan kavrayıp beni havaya kaldırdı. Beline sıkıca sarıldığımda sırtım duvarla buluştu.

Kalçalarım ellerini doldururken nefes bile almama izin vermeden öpmeye devam etti.

Bu öylesine tanıdık, bir o kadar da farklıydı. Eskisi gibi sevişmiyordu. Ya da çok uzun zaman olmuştu ve ben yıllar sonra ilk kez onu hayal etmenin ötesine geçmiştim.

Dudakları boynumdan göğüs oluğuma indi. Dudaklarımdan çıkan inlemeye engel olamadım. Üzerimdeki tişörtü neredeyse parçalayarak çıkarmıştı.

Yüzünü göğüslerimin arasına bastırırken sutyenimin kopçasına uzandı. Ona yardım etmeme gerek bile yoktu. Tek eliyle sutyeni açıp çıkardığında altımda sadece pantolonumla kalmıştım. Serbest kalan göğüslerimde dilinin ıslaklığını hissederken benden uzaklaşmasını engellemek istercesine saçlarını kavradım.

Başımı tamamen geriye atmış, gözlerimi kapatmıştım. Bu kadar fazla hissi bir arada yaşamam mümkün olabilir miydi?

Aşk, şehvet, özlem ve çok daha fazlası...

Dudaklarını sırasıyla göğüslerimde gezdirip başını tekrar kaldırdı. Saçları dağılmıştı. Öylesine çekici duruyordu ki ellerimle yüzünü kavradığımda dudaklarım dudaklarının arasında kayboldu.

İkimiz de daha fazlasını istiyorduk. Kasıklarıma sürtünen sertliği durumu tamamen ortaya koymuştu. Koridordan odaya ilerlerken arada bir sırtımı duvara çarpıyordum ancak hissettiğim acı umurumda bile değildi.

Neredeyse kasıklarıma uzanan sertliğine kendimi bastırıyordum. Onu içimde hissetmeye ihtiyacım vardı. Odaya girip de beni yatağın üzerine bıraktığında göğsümden ittirip yatırdı. Yatak, ikimizin ağırlığıyla yaylanırken pantolonumun fermuarını ve düğmesini hızla açıp tek seferde bacaklarımdan sıyırdı. Keyifle onu izledim. Kalçamı havaya kaldırırken üzerimde kalan son parçadan kurtulmasını sağladım. Tamamen çıplak kaldığımda kısa bir süre için geri çekilip beni izledi.

"Tek kelimeyle mükemmel."

Onu öpmek için tişörtünün yakasından tutup üstüme çektim. Ağırlığıyla ezilmemi engellemek için tek kolundan destek aldı. Eli vücudumun her yerinde gezerken beni öpmeye devam etti. Dili ağzımın içinde dolaşırken artık düşünmeyi bir kenara bırakmıştım.

Geri çekilip iki elimi de başımın üzerinde birleştirip sıkıca tuttu. Bileklerimi tutuşundan kurtarmaya çalışmadım. Sadece yaşayacağım zevke bıraktım kendimi. Dudakları vücudumun her noktasında gezerken arada bir beni izlediğini görebiliyordum. Acele etmek istemediği her hâlinden belliydi. Ve inanın bana on senedir sevişmemiş birine göre iradesi inanılmaz derecede sağlamdı.

Nasıl bu kadar yavaştan aldığına inanamıyordum. Karnımdan aşığı doğru kayan ıslak dili bedenimin istekle kasılmasına neden olurken gözlerimi kapatıp başımı arkaya attım. Daha fazla oyalanmasına müsaade edemezdim.

Onu kendime çekmeye çalışsam da izin vermedi. Acele etmemesinin bir nedeni de beni kendisi için hazırlamaktı ancak farkında olmadığı bir şey vardı. Islanmaya ihtiyacım yoktu. Zaten bana dokunduğu ilk andan beri onun için hazırdım.

Her ne kadar izin vermek istemese de yattığım yerden doğrulup onu kendime çektim. Ancak bu defa üstte olmasına izin vermedim. Yatmasını sağlayıp üstüne çıktığımda yüzünde acıyla karışık bir ifade belirdi.

Benim ona ihtiyaç duyduğumdan daha fazla içime girmeye ihtiyacı vardı. Bunu saklamaya çalışsa da kendini ele veriyordu. Acele etmeden onun bana yaptığı gibi tişörtünü çıkartıp bakışlarımı üzerinde gezdirdim. Boynuna, köprücük kemiklerinin bıraktığı çukura birer öpücük bıraktım.

Yavaşça aşağı doğru yol almaya devam ederken göğsünden başlayıp kemerine ulaşana kadar dudaklarımı vücudunun her bir noktasında gezdirdim.

Kemerine ulaşıp sertçe kavradıktan sonra pantolonun düğmesine ulaşmamı engelleyen metalden kurtuldum. Saniyeler içinde pantolonunu da çıkardığımda boxerından belli olan sertliği serbest kalmıştı.

Oğuz, arada bir ileri uzanıp beni kendine çekmeye çalıştıysa da izin vermedim.

"Sabreder misin?"

Sabredemeyeceğini söylemek yerine yattığı yerden doğrulup beni tek hamlede altına aldı.

"İçine girmeye ihtiyacım var."

Kara gözleri istekle daha da kararmıştı. Boxerını ne ara çıkardığını anlayamasam da sıcaklığını kasıklarımda hissetmem uzun sürmedi.

Başını boyun girintime yaslayıp üzerime ağırlığını veriyor olmasına aldırmadan kollarını bana sardı. Bacağıyla bacaklarımı aralayıp hiç duraksamadan hızla içime girdi.

Bedenime yayılan zevkle boynumu geriye attım. Yavaşlamıyor ya da nazik olmaya çalışmıyordu. Zaten istediğim bunlar değildi.

İçime her girip çıktığında sırtında tırnaklarımla derin hatıralar bırakıyordum. Elimin altında hissettiğim bedeni kasılıyordu. Sırtındaki kaslar daha da belirginleşirken sayamadığım kadar çok içime girip çıkmıştı.

Gözlerim kapalıydı ancak onlarcasının içinden dokunuşunu, konusunu ayırt edebilirdim. Seneler öncekinden farklı değildi. Her hattı tanıdıktı.

Nefes alış verişim olabildiğince hızlanırken artık yatak çarşaflarını sıkıyordum. Bedenim tamamen kasılıp da son noktaya ulaştığımda kontrol edemediğim bir titreme beni ele geçirdi.

Onun ne durumda olduğunun farkında bile değildim. Sadece kendini son kez içime ittirişini hissettiğimde bir daha çıkmasını istemedim.

Kendini tamamen bana bastırmıştı. İçimden çıkmadan hareketlerini yavaşlatıp en sonunda durdu ve içimdeki sıcaklığını hissetmeme izin verdi.

Geri çekilip gözlerime baktığında nefesi yüzüme vuruyordu. Terden alnıma yapışan saçlarımı okşayıp dudaklarımı öptü. Artık üzerimden kalkması gerekiyordu. O da bunun farkında olacaktı ki, "Bana birkaç saniye ver." dedi.

Gülümsememi saklamadım. "Sanırım birkaç saniye daha nefes almadan yaşayabilirim."

Tıpkı benim gibi gülümseyip bu kez dudaklarını alnıma bastırdıktan sonra kendini yatağın diğer tarafına bıraktı. Konuşmama müsaade etmeden beni göğsüne çektiğinde itiraz etmedim.

Sıcaklığına sığınmaya ihtiyacım vardı. En azından vücudumdaki kasılmalar geçene kadar.

Aradan birkaç dakika geçtiğinde ikimiz de kendimize gelmiştik. Artık nefes alış verişlerimiz düzenliydi. Oğuz, saçlarımla oynamaya başlayınca gülümsedim.

"Bazı alışkanlıklar unutulmuyor değil mi?"

Bunu bilinçsizce yaptığını biliyordum. Çünkü uykusunda bile çoğu zaman saçlarımla oynadığı olurdu.

"Her şeyini o kadar çok özledim ki..."

Dirseğimin üzerinde yükselip yüzünün her bir ayrıntısını inceledim. "On sene sonra gerçek zevki tatmak nasıldı?"

Neyi ima ettiğimi anlamıştı. "Hayal bile edemezsin."

Başımı iki yana salladım. "İnan bana edebilirim. Çünkü on yıl boyunca senden farklı bir şey yaşamadım."

Şaşırmış gibiydi. "Nasıl yani? Hiç mi?"

"Hiç..."

"Beni atlatmaya çalıştığını sanıyordum."

Bu kez ben onun saçlarıyla oynamaya başladım. "Seni atlatmak için bile olsa o kadarını yapamadım. Hani dedin ya üzerimdeki kokun silinsin istemedim diye..." Kısa bir an için duraksayıp devam ettim. "Başka birinin bana dokunup da izlerini silmesine izin veremezdim."

Bir süre gözlerime bakıp beni kendine çekti. Dudaklarını saçlarıma bastırdıktan sonra sıkıca sarıldı. "Sana dokunan ilk ve tek kişi olduğumu bilmek güzel..."

Huzurla derin bir nefes aldım. Bu anın gelmesini öyle çok beklemiştim ki... Onunla cinsel anlamda birlikte olmaktan bahsetmiyorum. Kalbimdeki yükü atıp da suçluluk duymadan, kendime ihanet ediyormuş gibi hissetmeden özgürce ona olan aşkımı hissetmek... Kesinlikle bu anın başka bir tarifi olamazdı.

Oğuz, ellerini tekrar vücudumda gezdirmeye başladığında yaramazlık yaptığının farkında olduğumu belli ederek baktım.

"Yorgun değil misin?"

Başını iki yana salladı. "Arayı kapatmamız gerekiyor. On sene, dile kolay."

Bana uzanan dudaklarınıreddetmeden bir kez daha kendimi teslim ettim. Gün doğana kadar kaç kezseviştik bir yerden sonra saymayı bırakmıştım. Sanırım uykusuz geçirmeye bukadar istekli olduğum başka bir gece olmamıştı.

Öyle bir gel ki bana, nefes nefese!
☘️

Bölüm sonu!

Hadi bakalım, siz sağ ben selamet!

Bundan sonra sizi çoook güzel sahneler bekliyor.

Artık şöyleee rahat rahat bizimkilerin mutlu sahnelerini okuyalım. Bence hiç okumadığınız Leyla Oğuz ilişkisi okuyacaksınız.

Kitabın neden yetişkin kategorisinde olduğunun, umuyorum bu bölüm tamamen farkına varmışızdır. Bunu neden söylüyorum? Okuduklarınız okuyacaklarınızın yirmiye katlanacağının teminatıdır :)

Demeyin sonra yazar sen hayırdır diye :)

Neyyyseee girişi geçelim sorulara gelelim. Bölümü beğendiniz mi?

Oğuz daha fazla kıyamadı Leyla'ya. Zaten daha fazla kıyabilmesini de beklemiyorduk değil mi?

Birkaç yüzleşme sahnesi daha okuruz ya... Leyla'nın söylemek istedikleri vardır bence. Hatta sizin de öğrenmek istedikleriniz vardır diye düşünüyorum.

Hadi bakalım. Önümüzdeki bölümden itibaren sizi neler bekliyor acaba? Bence sırıtarak okuyacaksınız her bir sahneyi :)

Haftaya çarşamba görüşmek üzere diyor ve gidiyorum.

Kendinize iyi bakınızı efenim,
Berna.

Continue Reading

You'll Also Like

52.3K 4.5K 44
Ayakta durmakta bile zorlanıyordu ama ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Tam karşımda durduğunda, odadan içeriye sızan ay ışığı sayesinde gözlerini...
210K 15.2K 33
"Öptüm" Ben... Aşkı... Gözlerinden öptüm... BORANLI; "Kır bahçesinde esen ıssız bir Boran fırtınası" &&&&&& İLK YAYIN TARİHİ: 13 Ocak 2018 "MADE İN M...
65.6K 5.5K 27
AŞK-I NEY SERİSİNİN DEVAMIDIR.. Ateş mi ? Yakmazdı onu bilirdi. O ateşle kavrulalı çok olmuştu.. Korkmak mı? Asla... Ateşin aşkına düşen pervane kork...
289K 23.7K 31
Yarkıyısı'ndan tanıdığımız Memed'in hikâyesidir 🌿 Kara Memed'di o, bileği bir kütük kadar kuvvetli, bakışı bir demir kadar sert, sözü hükümdü. Memed...