Belki Bir Gün || Berna Aslıhan

By VisneCurugumm

62.6K 5.6K 7.8K

Leyla ve Oğuz, henüz iki küçük çocukken sevmişlerdi birbirlerini. Kader onları bir araya getirdiği gibi her d... More

Tanıtım
-İlk Aşk, İlk Öpücük-
-Avuçlarımda Hayal Kırıklığı Var-
-İlkler Kalır, İliklere Kadar-
-Yarım Kalan Bir Hikâyeyiz Seninle-
-Bu Yıkıntıları Onaramazsın-
-Kaçıncı Kor Bu Söndürdüğüm?-
-Kaldı Çocukluğum Sende-
-Nefes Gibi Muhtacım Sana-
-Aşktır Ölümden Güzel Olan-
-Senden Bana Hatıra Şimdi-
-Unutmayı Öğrenemedim-
-Ayrılıklar Sevgiyle Beraber-
-Unutulan Sevgi Tohumları-
-Aşk Eski Bir Şarkı-
-Geçmiş Değil Bugün Gibi-
-Sen Güzel Seversin-
-Sen Beni Unutamazsın-
-Yine Kendini Çok Özletti-
-Öyle Bir Gel ki Bana Nefes Nefese-
-Sevdalı Bir Yağmur Gibisin-
-Yüreğini Yasla Bana-
-Eskimeyen Bir Resim Gibi-
-Sesinde Kuşlar Yaşıyor-
-Bunlar Hep O İhtiyar Dünyanın Yalanları-
-Gözümün Gördüğü Göğsümün Bildiğiyle Bir Değil-
-Her Nefeste Sonsuzluk ve Aşk-

-Özlemekmiş Oysa Sevmek-

2.2K 229 489
By VisneCurugumm

Selaaam! Sonunda o çoook
merak edilen bölüme geldik.
Hadi bakalım bölüm sonuna görüşürüz.Bölüm şarkımız;
Haluk Levent - Acılara Tutunmak
Keyifli okumalar dilerim.

☘️

Öfkeden titriyordum. Merdivenin tırabzanlarına güçlükle tutunurken güçlüymüş gibi davranacak hâlim yoktu. Karşımdaki kadın gülümsemeye devam ederken gözlerimdeki tiksinen bakışlar ona ulaşmıyor gibiydi.

Ömrüm boyunca en son görmek isteyeceğim yüz bile değilken şu an pişkin pişkin gözlerime bakıp gülümsüyor olması içimde tarifi mümkün olmayan bir öfkeye neden oluyordu.

Burada ne işi vardı? Her şeyden önemlisi nasıl böyle rahat bir ifadeyle karşımda dikilebiliyordu?

Utanmadan bana uzattığı eline bakmadım bile. Sıkmayacağımı anlayınca geri indirdi.

"Anlıyorum. Hâlâ kızgınsın."

Kızgınım! Öfkeliyim! Sen, benim on senemin katilisin!

Dakikalarca sustum. İçimde öfke patlaması yaşarken kadına tek kelime edemiyordum. Midem bulanıyor, ağzımın için uyuşuyordu. Gözlerim kararmaya başladığında daha fazla ayakta durmaya çalışmadım. Kendimi basamağın üzerine bırakıp oturdum.

"Biri yardım edebilir mi?"

Etrafıma kaç kişi toplanmıştı, bana ne oluyordu hiçbir fikrim yoktu. Sesler bir uğultudan ibaretti. Gözlerim tamamen kapandığında zifiri karanlığın içine düştüm.

Ne kadar süre baygın kaldım bilmiyorum ancak yavaş yavaş gözlerimi açarken revirde olduğumu anlamam uzun sürmedi.

"İyi misin?"

Oğuz'un sesi kulaklarıma doldu. Bayılmadan önce olanlar aklıma gelince başımın ağrıdan patlayacak gibi olmasına bile aldırmadan hızla yattığım yerden kalktım.

"Değilim! Senin yanında kaldığım sürece de iyi olmayacağım!"

Sedyeden inip yerdeki ayakkabıları ayağıma geçirdim. Revirden çıkmak üzere hareketlendiğim sırada Oğuz, bana yetişti.

"Çok ani oldu biliyorum. Birdenbire karşına çıkmamalıydı."

Ellerimi göğsüne yaslayıp var gücümle ittirdim. Her zamankinin aksine bu kez onu sarsmayı başarmıştım. Sanırım geçirdiğim öfke krizi bana olağan dışı bir güç vermişti.

"Birdenbire mi çıktı! Birdenbire!"

Elimi saçlarımın arasına karıştırmış deli gibi odanın içinde dönüp duruyordum. "Hayatımda en son bile görmek istemediğim insan bana elini uzatıp tanışmaya kalktı!"

Bir kez daha yanına ulaşıp onu ittirdim. Hırpalamak, verebildiğim kadar fiziksel zarar vermek istiyordum. Kesinlikle kendimde değildim.

"Senin bana hiç mi saygın yok! Ne işi var onun burada!"

Ellerimi tutup beni sakinleştirmeye çalıştı. Ancak onu dinleyecek hâlde değildim.

"Bırak! Benden bu kadar!"

Kapıyı açıp koridora çıktığımda Oğuz peşimden geliyordu.

"Zaten burada kalmak başlı başına bir hataydı! Günler önce yapmalıydım bunu!"

Beni kimin duyacağını umursamadan bağıra bağıra konuşuyordum. Odama ulaşmama az bir zaman kala koridordan bana doğru yürüyen kadınla adamı gördüm.

Burak ve o kadın... Yanlarında da en fazla üç yaşındaki çocuk vardı.

Anlamaya çalıştım. Zaman yavaşlamış ağır çekimde birbirimize doğru yürüyorduk. İkisinin de parmağındaki alyansları gördüm. Birbirinin eşi olan alyanslar...

Daha dikkatli incelediğimde kadının belli belirsiz şişmiş olan karnı dikkatimi çekti. Hamileydi. Dönüp Oğuz'a baktım. Bu, nasıl olabilirdi?

Burak'ın hiçbir şeyden haberi yok muydu? Onları aynı yatakta bastığımdan, yıllardır yaşadıklarımızdan...

Oğuz, gözlerini kaçırmadan bana bakıyordu. Midem bulanıyordu. Ancak bu defa bayılmak üzere falan değildim. Midemin bulanmasının nedeni tiksinmektendi.

Birinin yattığıyla diğeri evlenmiş, bir de yetmemiş iki çocuk mu yapmıştı?

Ben mi anormaldim yoksa bunlar mı fazla mezhebi genişti?

Burak bana gülümseyerek bakınca gözlerimi kaçırıp öylece yanlarından geçip gittim. Bu kez duygularım kontrol altındaydı. Kimseye bağırmamıştım ya da olduğum yere bayılmamıştım.

Sadece midem bulanıyordu. Odaya girdiğimde Oğuz da benimle birlikte içeri girdi.

Kapıyı kapatmasını bile beklemeden gözlerimdeki tiksinti dolu ifadeyle ona baktım.

"Gerçekten inanamıyorum! Siz ne midesiz adamlarsınız? Birinizin yattığıyla diğeri mi evlendi?"

Soru soruyordum ancak cevaplarla ilgilenmiyordum. Hatta Oğuz'a bile bakmıyordum. Özel eşyalarımı çantama doldurdum. Sığmayanları da elime alıp kapıya doğru yürüdüm. O âna kadar Oğuz bana birçok şey söylemişti.

Ancak beynim öylesine öfke ve nefretle dolmuştu ki kesinlikle onu duymuyordum. Kapıdan çıkarken Oğuz beni durdurmaya çalıştıysa da onu dinlemedim.

"Yattığın kadınla en yakın arkadaşın evlenmiş! Yetmemiş gibi onlarla hâlâ görüşüyorsun! Senin gibi midesiz bir adama hâlâ âşık olduğum için kendimden tiksiniyorum!"

Kolumu tutmaya çalıştıysa da durmadım. Asansör bekleyerek vakit kaybedemezdim. Hızla merdivenlerden inip dışarı çıktım. Oğuz geliyor mu diye arkama bakmadım. Arabamı bulup kilidi açtıktan sonra kucağımdaki eşyaları yan koltuğa atıp motoru çalıştırdım.

Gaza yüklenip giderken dikiz aynasından bana bakan Oğuz'u ancak o zaman fark edebildim. Bir daha ne yüzünü görmek ne de sesini duymak istiyordum.

Bu kararı vermek için geç bile kalmıştım. Bu akşam bir daha dönmemek üzere bu şehirden gidecektim. Tıpkı yıllar önce yaptığım gibi...

☘️

Yatağın üzerine koyduğum bavulun içine elime ne geçerse koyuyordum. Bir an evvel bu şehirden ayrılmaktan başka bir şey istemiyordum.

Oğuz'un bana ulaşmasını engellemek için telefonumu kapatmıştım. Kararımdan döndürmek için söyleyeceği türlü yalanları dinlemek istemiyordum.

Raftan aldığım tişört yığınını bavulun içine koyarken en üstteki kayıp yere düştü. Öyle kötü durumdaydım ki bu bile beni öfkelendirmeye yetmişti. Hızla yere eğilip tişörtü elime aldım. Başımı geri atarak yüzüme düşen saçlardan kurtulmaya çalıştım.

Tişört bir kez daha elimden düşmek üzereyken son anda tutup bağırdım. "Dursana!"

Tişörtüme bağırdığıma göre gerçekten akıl sağlığımı yitirmiştim. Elimde sinirle sıktığım tişörte bakarken içeriden gelen zil sesiyle irkildim.

Kim gelmiş olabilirdi ki? Bu şehirde beni tanıyıp ev adresimi bilen kişi sayısı bir elin beş parmağını geçmezdi. Ancak gecenin bu saatinde gelebilecek tek kişi vardı. O da Oğuz...

O yüzden duymazdan geldim. Hiçbir şey yapmıyor sadece gitmesini bekliyordum. Boşluğa bakan gözlerim yanmaya başladığında zil sesi bir kez daha tekrarlandı.

Bana yaşattığı onca şeye rağmen yüzsüzlüğü bu denli ele alabilmesi sadece benim suçumdu. Ona o kadar çok açık kapı bırakmıştım ki...

Zil sesi kesilmek yerine ardı ardına çalmaya başlayınca öfkeyle elimdeki tişörtü bavulun içine fırlatıp koridora çıktım. Madem canı kavga etmek istiyordu ona istediğini verecektim.

Birkaç hızlı adımda koridoru aşıp kapıya ulaştım ve hırsla açtım.

"Ne var Oğuz!"

Cevap gelmedi. Çünkü karşımda duran kişi Oğuz değildi. O kadındı!

Sanırım hayatımdaki yüzsüzlerin listesini çıkarmaya kalksam bu kadın başı çekerdi. Ne yüzle buraya gelmişti?

"Leyla, merhaba."

Bir de böyle kırk yıllık ahbabımmış gibi selam vermiyor muydu öfkeden deliye dönüyordum!

Hiçbir şey söylemeden kapıyı kapatmak üzere hareketlendiğim sırada ayağını eşiğe koydu. "Beni dinlemelisin."

Sabahki gibi hissetmiyordum. Damarlarımda saf öfke dolaşıyordu ve istediğim tek şey ona zarar vermekti. Geriye ittirip ondan kurtulmayı planlarken hamile olduğunu hatırladım. Ondan nefret ediyor olabilirdim ancak daha doğmamış bir çocuğa zarar verecek kadar aklımı kaçırmamıştım.

"Sana zarar vermek istemiyorum." dedim bakışlarımı karnına indirerek. "Git buradan."

"Beni dinlemeden hiçbir yere gitmeyeceğim."

İnatçı bir ifadeyle gözlerime bakıyordu. Üst katın kapısı açılıp da biraz daha sessiz olmamız için uyarı alınca apartmandakileri rahatsız etmemek için içeri girmesine izin verdim.

Kapıyı kapatıp salona gitmesini engellemek için önüne geçtim. "Seni içeri almamın tek nedeni insanlara rahatsızlık vermemek. Kendi rızanla git artık. Anlatacakların da sana kalsın."

Onu zorla evden çıkaramayacağımı biliyordu. Tek güvencesi olan bebeğini bana hatırlatmak için elini karnının üzerine koydu.

"O hâlde beni sürükleyerek dışarı çıkarman gerekecek."

Onu dinlemek istemediğim su götürmez bir gerçekti. Ancak evden dışarı da atamazdım. Ona zarar verme ihtimalim umurumda bile değildi ama bebek...

Bir kez daha ikna etmeye çalıştım. "Bak, biz konuşulması gereken her şeyi Oğuz'la konuştuk."

O an beni ikna etmeye çalışıyor olması saçma gelince konuşmasına izin vermeden ekledim. "Hem benimle konuşmak neden senin için bu kadar önemli ki? Yıllar önce elde etmek istediğini aldın, bitti."

Gülümseyince şaşırdım. "Komik olan ne?"

Kendinden emin bir ifadeyle cevap verdi. "On seneni o kadar saçma bir yanlış anlaşılma için heba ettin ki ona gülüyorum."

Kendime hâkim olamayıp elimi havaya kaldırdığımda geri çekilmedi. Ancak gözüme sokmak istercesine elini karnında gezdirdi.

"Ona zarar vermeyi isteyecek kadar nefret dolu olamazsın."

Haklıydı. Sakin olmak zorundaydım. Elimi sakince aşağı indirip gözlerimi kapattım.

Salonu işaret ederek, "Anlat ne anlatacaksan. Nasılsa inandırıcı olmayacak." dedim.

Hiçbir şey söylemeden salona girdiğinde ben de onun peşinden gidip ondan en uzaktaki koltuğa oturdum. Uzunca bir süre sessiz kaldığında sabrımın son demlerini yaşıyordum.

"Konuşmaktan vazgeçtin sanırım."

Başını iki yana salladı. "Sana anlatacaklarımı toparlamaya çalışıyorum. Nereden başlamalıyım diye..."

"Bence çeneni boşa yoracaksın. O yüzden hazır başlamamışken vazgeçip git."

Yine beni reddettiğini belli eden bir ifadeyle bakıyordu. Derin bir nefes aldı. "Ben onu çok sevdim."

Daha ilk cümleden midemi bulandırmayı başarmıştı. Ne anlatacaksa anlatıp gitsin diye bölmedim.

"Her şey o kadar güzel başlamıştı ki birbirimizi görür görmez âşık olduk."

Tepkimi ölçercesine izledi beni. İfadesizdim. Bir şey söylemeyeceğimi anlayınca devam etti. "Aynı fakültede olmamız benim için çok büyük bir şanstı. Hele ki proje ödevinde aynı gruba düşmemiz paha biçilemez bir fırsattı."

"Onu ağına düşürmek için yani..." diye fısıldadım kendi kendime. Ancak beni duymadı ya da duymazdan geldi, bilmiyorum.

"Bütün bir ay boyunca her gün birlikteydik." O günleri hatırladığı barizdi. Hülyalı bir bakış atıp gülümsedi. "Mart'ın on ikisiydi. Evde birlikte çalışmayı teklif etti. Tabii ki kabul ettim." Kısa bir süre duraksayıp devam etti. "O gece sevgili olduk."

Buraya kadar! Derin aşk hikâyelerini daha fazla dinlemeyecektim. Bir hışım ayağa kalktım.

"Beni nasıl aptal yerine koyduğunuzu daha fazla dinlemeyeceğim! Def ol evimden!"

Sanki onu kovmamışım gibi istifini bile bozmadı. Derin bir nefes alıp gözlerini gözlerime dikti. "Burak; hayatımın aşkı, nefes alma sebebim," dedi ve elini karnında gezdirip ekledi. "Çocuklarımın babası..."

Bunca zamandır bana Burak'ı mı anlatıyordu?

Sessizce yerime geri oturdum. Sanırım duymaktan en korktuğum şeyleri anlatma kısmına gelmişti. Çünkü gözlerinde, ne kadar çok yanıldığımı ispatlamak istercesine peyda olan bir bakış vardı.

"Bir hafta sonrasıydı. Neredeyse her akşam onda kalıyordum. Oğuz zaten bütün gece seninle görüntülü konuştuğu için neredeyse yalnız sayılırdık."

Güçlükle yutkundum. "Beni biliyordun yani?"

Başını olumlu yönde salladı. "Sadece yemek yerken ve proje için birlikte çalışırken onu görüyordum." Sanki gülümsemesini saklamaya çalışır gibi dudakları kasıldı. "Senden bahsetmediği tek bir an yoktu."

İçim korkuyla doldu. Artık emindim. Bana her ne söyleyecekse her şeyin açıklamasının o cümlede gizli olduğuna inanıyordum. Ancak duymak istemiyordum. Heba olan, Oğuz olmadan nefes aldığım, Rex'i görmeden geçirdiğim on yılım gözlerimin önünden bir film şeridi misali akıp gitti.

Kalp atışlarım öylesine hızlanmıştı ki nefes almakta güçlük çekiyordum. Konuşmaya çalışmadım. Sadece anlatacaklarını dinledim.

"Projeyi bitirip teslim etmiştik. Neredeyse bir aydır gece gündüz demeden o projeyi bitirmek için uğraşmıştık. Sonunda projeyi tamamlayıp teslim ettiğimizde bunu kutlamaya karar verdik."

Her sessiz kalışında sanki bana zaman tanımak istiyor gibiydi. Duyacaklarımla ne denli kahrolacağımı tahmin ettiği için kendimi hazırlamamı bekliyordu.

"Oğuz istemedi ama Burak'ın ısrarlarına dayanamayıp içmeyi kabul etti. O kadar çok içtik ki gece belli bir saatten sonrasını hatırlamıyorum."

Yumruklarımı sıkmış devam etmesini bekledim.

"Çok düşündüm Leyla. Hatırlamak için o kadar çok çabaladım ki... Sanırım sabaha karşıydı. Lavaboya gitmek istediğimi hatırlıyorum. Hâlâ sarhoştum. Gözlerimi bile açmadan lavaboya gittim."

Oğuz ve Burak'ın kaldığı öğrenci evini hatırlamaya çalıştım. Koridorun sonunda lavabo, onun yanında Oğuz'un odası, aynı hizada Burak'ın odası vardı. Bana ne söyleyeceğini tahmin edince gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım.

O da fark etmişti. "Evet," dedi başını önüne eğerken. "Lavabodan nasıl çıktım hatırlamıyorum ancak yanlış odaya gittiğim su götürmez bir gerçek."

Hiçbir şey söylemiyor sadece gözyaşlarımın akmasına izin veriyordum.

"Anlıyorsun değil mi? Burak'ın odasına gittiğimi sanıp Oğuz'un odasına girmişim. Çok fazla içmiştik. Ne Oğuz fark etmiş ne de ben..."

Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Koltuğa oturup ona bakmamı sağladığında bakışlarımı kaçırmadım. "Sabah sen gelip de bizi görünce her şeyi yanlış anladın."

Anlattıklarını duymamış olmak için sanırım feda etmeyeceğim şey yoktu. On yılımı, bu kadar boktan bir yanlış anlaşılma yüzünden mi onsuz geçirmiştim?

"Kendimi suçladım. Eğer o gece odaları karıştırmasaydım belki siz de şu an bizim gibi mutlu olabilirdiniz."

Dudaklarım titriyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi tutuyordum. "Beni suçlamanı anlarım ancak Oğuz bunların hiçbirini hak etmiyor."

Gözümden akan yaşı elimin tersiyle silip yutkundum. Boğazıma oturan yumrudan kurtulamasam da en azından kendimi koyuvermeme engel olmuştu.

"Seni Oğuz mu gönderdi?" diye sordum zorla konuşarak.

Başını iki yana salladı. "Hayır. Seninle konuşmayı istediğimi söyledim ancak artık hiçbir önemi olmadığını söyledi."

İçim geç kalmışlık hissiyle dolup taşarken devam etti. "Yani, onun haberi yok buraya geldiğimden. Adresini Ömer'den aldım."

Ağlamayı anında bıraktım. Oturduğum yerden kalkıp salonun içinde dolaşmaya başladım.

"Nasıl yani? Benden vaz mı geçti? Artık hiçbir önemi yok ne demek!"

Gözlerindeki ifade kesinlikle bir şey bilmediğini belli ediyordu. Elimi belime yaslamış deli gibi etrafta dönüyordum.

Sonra birden aklıma geldi. "Burak, o sabah beni gördü. Kapıda karşılaştık."

Başını önüne eğerken kendini suçluyordu. Bunu görebiliyordum.

"Sabah beni yanında bulamayınca erkenden çıkıp gittiğimi düşünmüş."

Hâlâ kendime suçlayacak birilerini arıyordum. "Eşyalarını da mı görmemiş?"

Bu kez cevap vermedi. Ancak alacağım hiçbir cevap zaten benim suçumu bastırmayacaktı. O yüzden hiçbir şey sormadım.

Öylece odanın içinde dönüp dururken dakikalar sonra, "Leyla, bugün ayın kaçı?" sorusuyla kendime geldim.

Kısa bir an için duraksayıp duvarda asılı duran takvimli saate baktım.

21 Mart 2021

Güçlükle durdurmayı başardığım gözyaşlarım bir kez daha akmaya başladı. Bundan tam on yıl önce bugün Oğuz'u terk etmiştim.

"Sen gittiğinden beri Oğuz'a ulaşamıyoruz. Her sene bugün bir meyhaneye gider."

Dönüp ona baktım. Bana onsuz geçirdiğim yıllarda ne yaptığını anlatmasını isterken buldum kendimi.

"Neşet Ertaş eşliğinde senin adını haykıra haykıra içer. Bir keresinde şahit olmuştum da pek iyi bir durumda olduğu söylenemezdi."

Bu kez içimi bir korku kapladı. Günlerdir ona söylediğim, yaptığım ne varsa dibine kadar pişman oldum. Ya başına bir şey geldiyse?

Saat neredeyse bir buçuktu.

"Onu nasıl bulabilirim?"

"Bilmiyorum."

Aceleyle içeri koşturup telefonumu buldum. Bana Ömer'den başka kimse yardım edemezdi. Telefonun açılmasın beklerken sabırsızca ayağımı yere vuruyordum. Ekranın açılmasının ardından numarasını bulup aradım. Birkaç kez çaldıktan sonra açtı.

"Ömer, bana onun yerini bildiğini söyle!"

"Bakmadığım yer kalmadı. Her zaman gittiği meyhaneye bile gitmemiş."

Gözlerim deli gibi etrafı tarıyordu. Aklıma gidebileceği bir yer gelmesi için âdeta çırpınıyordum.

"Lojman!" deyiverdim. "Oraya gitmiş olabilir."

"Şu an lojmanın önündeyim. Burada değil."

Omuzlarım yenilgiyle düştü. Umutsuzca aklıma gelen diğer şeyi söyledim. "Evine baktınız mı diyeceğim ama sanırım ilk orayı kontrol etmişsinizdir."

Uzun bir sessizlik oldu ve ardından, "Siktir ya! Aklıma bile gelmedi!" Narasını duydum.

O an aptal mısın, diye bağırmak istedim. Bir insanı bulamazsan bakacağın ilk yer evi olur.

"Hemen gidip bakıyorum."

Arabaya binme sesini duyduğumda onu durdurmaya çalıştım. "Ben de geleceğim. Eğer oradaysa onunla yalnız kalsam iyi olur."

Ömer kararsız kalmıştı. "Bu söylediğinden Burçin'le konuştuğunu mu anlamalıyım?"

İsminin Burçin olduğunu bile on yıl sonra öğrenmiş olmama gülmek istedim. Yıllarca ismini bile bilmediğim bir kadından nefret etmiştim.

"Evet, bana her şeyi anlattı."

Hiç duraksamadan, "Aşağı in. Birazdan geliyorum." dedi.

Nedenini sorgulamadım. Zaten sorgulayacak vaktim de olmadı. Ömer telefonu kapatmıştı.

Hızla üzerimi değiştirip kapıya ulaştım. Burçin kapının yanında dikilmiş beni bekliyordu. "Yalnız gidebilirsin değil mi?"

Ne ara onu affedip iyiliğini düşünmeye başlamıştım? Sanırım şu an hiçbir şey umurumda değildi. İstediğim tek şey gidip Oğuz'un kollarına koşmak ve kendimi affettirmekti.

İkimiz birlikte evden çıktığımızda asansöre binip aşağı indik. Biz apartmandan çıkarken Ömer'in arabası evin önüne yanaştı. Etrafımdaki hiçbir şeyi umursamadan arabaya bindim.

Oğuz'un evine gidene kadar konuşmadık. Arada bir bana bakıp bir şeyler söyleyecek gibi oluyordu ancak her defasında susuyordu. Daha ben bile ne olduğunun, ne yaşadığımın farkında değilken bir başkasıyla konuşmak istemiyordum.

Evin önüne yanaştığımızda vites kutusunun önündeki gözü açıp bir şeyler aradı. Birkaç saniye sonra elindeki anahtarı uzattı. "Rex'e bakmak için girebileyim diye Ankara'ya giderken vermişti."

Yorum yapmadan uzattığı anahtarı alıp arabadan indim. Apartmana doğru ilerlerken arkamdan seslendiğini duydum. "İkinci kat. Dört numaralı daire."

Anahtarlıkta duran iki anahtardan birini seçip tek seferde apartman kapısını açmayı başardım. On senenin hasretini dindirecek, onu terk ettiğim gün yine ona dönecektim. Bunun bilincine varmak heyecanımı artırdı.

Aslında onu evde bulamamanın korkusuyla dolup taşıyordum. Sanırım içimdeki, yılların esaretinden kurtulmuş özgürlük duygusu bunu biraz bastırıyordu.

İki katı acele etmeden çıktım. Ondan nasıl af dileyeceğimi bilmiyordum. Sanırım içimden ne geçiyorsa onu söylemek en iyisi olacaktı.

Dört numaralı daireye ulaştığımda öylece kapıya baktım. Ellerim titriyordu. O kadar heyecanlıydım ki anahtarı kilide sokmayı bile üçüncü denememde başardım.

Kapı yavaşça açıldığında saniyeler içinde Rex ayaklarıma dolandı. Heyecanla kuyruğunu sallıyordu. Enerjisiz hâline rağmen dilini dışarı çıkarmış üzerime tırmanmaya çalışıyordu.

Yere diz çöküp ona sarıldım. "Geldim bitanem. Artık sizi hiç bırakmayacağım."

Sanki söylediklerimi anlamış gibi bir kez havladı. Tekrar sarıldım. Tüylerini sevip başını öptüm.

"Baba nerede?"

Başını arkasına çevirip bir kez daha havladı. Evdeydi! İyiydi ve benden sadece birkaç metre uzaktaydı.

Diz çöktüğüm yerden kalkıp koridorda ilerledim. Ev tanıdık değildi. Hangi oda nerede kesinlikle bilmiyordum. Sadece içgüdülerime güvenerek hareket ediyordum. Salon olduğunu tahmin ettiğim odanın önüne gelince elimi havaya kaldırdım. Hâlâ titriyordum.

Kendimi sakinleştirmeye çalışıp kapı kolunu tuttuktan sonra aşağı doğru indirdim. Salonda kimse yoktu. Tam arkamı döneceğim sırada kulağıma müzik sesi geldi. Boğuk bir sesti. Sanırım balkondan geliyordu.

İçeri girip etrafıma bakındım. Odanın solunda kalan balkon kapısını fark ettim. Oradaydı!

Arkası kapıya dönüktü. Ancak karşısındaki yansımadan onu görebiliyordum. Elindeki rakı bardağını sıkı sıkı tutuyordu. Balkona biraz daha yaklaştığımda artık şarkıyı net bir şekilde duyabiliyordum.

Yârdan ayrı kalmak ölüm
Söyle ne olacak halım

Oğuz şarkıya eşlik etti. "Böyle kader, böyle zulüm
Gelir garip başa Leyla'm,"

Gözyaşlarım yine bir sicim gibi akıp gitti. Bir insanın çektiği acı nasıl gözle görülebilirdi?

Ben görebiliyordum. Canının ne kadar çok yandığını sesinden bile anlayabiliyordum.

Türküyü öyle içli söylüyordu ki kendimde yanına gidecek cesareti bulamadım. Öylece oturup onu izlemek istedim. Ona ne yaptığımı gözlerimle görmek ölmek istememe neden oldu.

Ben on yıldır acı çektiğimi zannederken meğer ne çok yanılmışım. Benim çektiğim acı Oğuz'un çektiği acının yanından bile geçmezmiş.

Hayatım boyunca böylesine pişman olduğum başka bir an yaşamamıştım. Zamanı geri alıp o güne gidebilsem, Oğuz'u terk etmek yerine neler olduğunu sorsam...

Artık keşke demek için çok geçti. Ancak bizim için, yaşanacak olan geleceğe dair bir umut vardı. Tüm cesaretimi toparlayıp balkona çıkmaya karar verdiğimde Oğuz oturduğu yerden kalktı. Masadaki boş şişeyi alıp salona girdiğinde beni gördü.

Sanırım hayal gördüğünü sanıyordu. Çünkü beni görünce şaşırmadı. Sadece gülümsedi.

"Gedin mi yine?" Elindeki şişeyi bırakmadan kollarını iki yana açtı. "Hayalinle bile beni mutlu etmeyi başarıyorsun."

Ayakta zor duruyordu. Sanki elindeki şişeden destek almak istercesine havaya kaldırıyor ve sendeliyordu. Gerçek olduğumu anlaması için ona doğru yürüdüm.
Tenimi, sıcaklığımı, kokumu hissetmesini bekledim. Aramızda mesafe yoktu. Başımı yukarı kaldırıp gözlerine baktım. Anlamaya çalışır gibi bakıyordu.

Ona yardımcı olmak için parmak uçlarımda yükselip dudaklarına sıcak bir öpücük bıraktım. Belimden kavrayıp beni kendine çekmedi. Öpücüğüme karşılık bile vermedi.

Bir sorun vardı. Ne olduğunu anlamak için geri çekilip gözlerine baktım. Alaycı bir ifadeyle gülümsedi.

"Her şeyi öğrenmişsin."

Boş şişeyi kafasına dikip bir iki damla akmasını bekledi. Çok sarhoştu. Onu durdurmak istedim ancak izin vermedi.

"Burçin'e boşuna uğraşmamasını söylemiştim."

Hızla geri çekilip gözlerine baktım. "Boşuna uğraşmak mı?"

"Evet, bana inansan ne değişecek ki? Sensiz geçirdiğim on yılı bana geri verebilecek misin?"

Haklı olduğunu bildiğim için susmayı tercih ettim. Ancak beni bu şekilde ötelemesine izin verecek değildim.

"Ben... bilemedim Oğuz. Eğer böyle olduğunu... bilseydim."

Duraksayarak konuşuyordum. Çünkü gözlerindeki bakışlar beni affetmeyeceğini bas bas bağırıyordu.

"Bilemezsin tabii Leyla. Dinlemedin ki bilesin."

"Yapma Allah aşkına. Sen olsan ne düşünürdün?"

Bana biraz da olsa hak vermesini sağlamak için aklıma söyleyecek başka şey gelmemişti. Ancak kesinlikle bana hak vermiyordu. Şişeyi tuttuğu eliyle kendini işaret etti.

"Hesap sorardım." Birkaç adım geri gitti. "Nasıl yaptın lan bunu bana derdim!" Şişeyi duvara fırlatıp parçalarına ayrılmasına neden oldu. "Kırardım, dökerdim!" Hızla bana yaklaştı. Anason kokusu midemi bulandırsa da geri çekilmedim. "Ama sorardım Leyla! Anlatmana izin verirdim! Anlamadan, dinlemeden siktir olup gitmezdim!"

Kolumdan tutup beni kendine çektiğinde her konuşmasında dudakları dudaklarıma değiyordu.

"On koca sene lan! Nasıl dönüp arkana bakmadın! Nasıl içine sindi! Hiç mi demedin bu adam bensiz ölür mü kalır mı diye!"

Onun haykıran sesine tezat fısıltıyla cevap verdim. "Düşündüm. Aklımdan bir an bile çıkmadın."

Kolumu hızla bırakıp benden uzaklaştı. "Yine de benden uzak kalmayı başarabildin yani?"

Başımı önüme eğdim. "Beni aldattığını düşünüyordum."

Elini saçlarının arasına karıştırdı. Sanki sakinleşmeye çalışır gibi bir hâli vardı. Sakallarını sıvazlayıp gözlerini tekrar açtığında sakindi.

"Neden geldin buraya?"

"Seni merak ettim. Kimse ulaşamamış sana."

Yanımdan geçip kapıya doğru giderken cevap verdi. "İyi olduğumu gördüğüne göre gidebilirsin."

Bu kadar kolay pes etmeyecektim. Oğuz bir şey söylememi beklemeden solandan çıktı. Geri dönene kadar olduğum yerde bekledim. Çok sürmeden elindeki dolu rakı şişesiyle içeri girdi.

"Bu defa olmaz Oğuz. Benim on sene önce yaptığım hatayı sen yapma. Dinle beni."

Cevap vermeden balkona çıktı. Şişeyi masaya koyup açtıktan sonra bardağını doldurdu. Ben de yanındaki sandalyeye oturdum. Önce rakı şişesine, ardından da bana baktı.

"Yine dikkat çekmek için şişeyi kafana falan dikmezsin değil mi?"

Canımı acıtmaya çalışıyordu. Ben, onun canını nasıl yaktıysam aynısını bana yapıyordu.

"Merak etme, yapmayacağım."

Başıyla beni onaylayıp içmeye devam etti. Bir süre hiç konuşmadık. İçimde söylenmeyi bekleyen onlarca kelime vardı. Ancak Oğuz, kapılarını öylesine kapatmıştı ki beni dinlemeyeceğini biliyordum.

Yine de pes etmedim. "Burçin her şeyi anlattı. O gece olanları, senin yanına yanlışlıkla yattığını, her şeyi..."

Rakı bardağını dudaklarına götürmek üzereyken vazgeçip bana baktı. "Haftalardır onca anlattığım şeye inanmayan sen, hiç tanımadığın birinin anlattıklarına inandın mı? Ya yalan söylüyorsa?"

Alay eder gibi konuşuyordu. Öğrendiklerimin yalan olmadığını biliyordum. Kabul ediyorum. Kırk yıl düşünsem böyle bir ihtimalin gerçekleşeceği aklımın ucundan geçmezdi. Ben hep Burçin'in bir oyun çevirip Oğuz'u tuzağa düşürdüğünü düşünmüştüm. Ancak anlattıkları uydurma olamayacak kadar ihtimal dâhilindeydi.

"Söylemiyor."

Bardaktan bir yudum aldı. "Elbette söylemiyor. Benim anlamadığım senin nasıl inandığın."

"İnandım işte Oğuz! İnandım! Belki de inanmak istedim. Yıllardır öyle çok yoruldum ki bana mantıklı gelen ilk açıklamaya inandım."

Sesimin yükselmesine rağmen sakindi. Elindeki bardağa bakarak konuştu. "Düğün gecesi zaten ben sana bunları anlatacaktım. Hatta ondan sonraki her girişimimde de... Ama bil bakalım ne oldu?"

Bakışlarını bardaktan uzaklaştırıp bana çevirdi. "Beni dinlemedin."

Büyük bir yudum alıp bardağı masaya vurunca korkuyla irkildim. "Dinlemedin! Şimdi ben seni neden dinleyeyim! Pişman olduğun için mi?"

Sessiz gözyaşlarım akarken başımı olumlu yönde salladım. Sonuna kadar haklı olduğunu biliyordum. Belki benim yerimde kim olsa aynı tepkiyi verirdi ancak artık gerçekleri bütün çıplaklığıyla biliyor olmak bu bahanenin arkasına saklanmama yardımcı olmuyordu.

"O gün evinde de söyledim sana. Gerçekleri öğrendiğin zaman seni affetmeyeceğim dedim."

Onu ikna etmek için ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Ancak beni affetmesi için her şeyi yapacaktım. İleri uzanıp elini tuttum. Benim bir şey söylememe fırsat vermeden kendi kendine mırıldanır gibi konuşmaya başladı.

"Yıllarca seni aramaktan vazgeçmedim. Umudumun kırıldığı anlarda bile..."

Elinin üzerindeki elime baktı. Geri çekmedi ancak herhangi bir şey de yapmadı. Acı dolu sesiyle devam etti. "Senden haber alamadan geçirdiğim her gün biraz daha umutsuzluğa kapılıyordum."

Sonra gözlerime baktı. On yılın acısı yerli yerinde duruyordu. "Her gece başımı yastığa koyduğumda hayalin canlanıyordu gözlerimin önünde. O anlar, on yıl boyunca tartışmasız en mutlu anlarımdı."

Boşta olan eliyle bardağı kavrayıp bir yudum içti. Bensiz geçirdiği yılların acısını ondan dinlerken artık acıdan uyuşmuş durumdaydım. Sadece anlatmasına izin verdim.

"Ama en zoru neydi biliyor musun?"

Başımı iki yana salladım.

"Güneş doğup da beni hayalinden koparıyordu ya, işte o zaman gözlerin gelip oturuyordu kalbime. Yine akşam olup da uykuya dalana kadar, hayalin bana gelene kadar kalbimde gözlerinin ağırlığıyla tarifsiz bir acı..."

Bir yudum daha içti. "Anlayamazsın."

Diğer elimle bardağa uzanıp aldıktan sonra masaya koydum. İki elini de tutmuş yalvarırcasına gözlerine bakıyordum.

"Anlıyorum Oğuz. Ben de senden uzakta aynı acıları yaşadım. Sanıyor musun ki senden nefret etmeyi başarabildim? Senden nefret edemediğim her gün kendimden nefret ettim."

Sanki beni duymuyormuş gibi boşluğa bakıyordu. Elleri hâlâ ellerimdeydi. "Shakespeare'in çok sevdiğim bir kitabı var." dedi ve uzaklara bakıp devam etti. "Der ki; Beklemek cehennemdir ama beklerim seni."

Bakışlarını tekrar bana çevirdi. "Bekledim Leyla. On sene boyunca bana gelmeni bekledim." Bana olan öfkesini unutmuş gibi yalvarırcasına gözlerime baktı. "Öyle temiz, öyle güzel bekledim ki görsen dayanamaz dönerdin."

Ve sonra duymaktan en korktuğum şeyi söyledi. "Tek bir kadına gözümün ucuyla bile bakmadım. Vücudumda bıraktığın izler gitmesin, kokun üzerimden silinmesin diye..."

Yutkunamadığımı hissettim. Kalbim daha ne kadar fazla acıyı kaldırabilirdi bilmiyordum. Ben yıllarca onu unutmak için hayatıma birilerini alıp devam etmeye çalışırken o, kimseyi yanına yaklaştırmamıştı.

Bakışlarımda nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ancak beni inandırmaya çalıştı. "Evet, sen beni ihanetle suçlarken ben kimseye elimi bile sürmedim." Sonra birden yine gözlerine öfke gelip oturdu. "Lanet olsun! O zaman da sürmemiştim! Ama sen... beni dinlemedin."

Ağlıyordu. İleri uzanıp akan yaşları silmek istedim ama izin vermedi.

"Neden bekledin bunca zaman gelmek için? Değdi mi bizden çaldıklarına? Değdi mi söylesene!"

Ellerini benden kurtarıp ayağa kalktı. Salona girdiğinde benden uzaklaşmaya çalışıyordu. Ancak izin vermedim. Yıllar önce benim ona yaptığımı yapmasına izin vermeyecektim.

Ardından gittim. Karşısına dikildiğimde gözünden akan yaşları siliyordu. Tıpkı küçük bir çocuk gibi elinin tersiyle yanaklarını silerken bana baktı. Yine sakinleşmiş gibiydi. Elini yanağıma koyup okşadı.

"Biliyor musun? Beklemek değil de seni bir daha göremeyeceğimi bilerek yaşamak çok zordu."

Elini yanağımla omuzumun arasına sıkıştırdım. "Affet o zaman."

Gücü tükenmişçesine kendini dizlerinin üzerine bıraktı. Başını karnıma yaslarken kolları iki yanına salınmıştı. "Affedemem. Seni affetsem bile beni sensiz bıraktığın yılları affedemem."

Bir yandan ağlıyor diğer yandan yalvaran sesine tezat bana bunları söylüyordu. Ben de tıpkı onun gibi yere diz çöktüm.

"Âşıksın bana."

Gözlerimin içine bakıp gülümsedi. Ancak bu defaki alaycı bir gülümseme değildi. Gerçekten, içten gülümsedi. "Âşığım."

"Neden eziyet ediyorsun bize o zaman?"

Beni reddedercesine başını iki yana salladı. "Sana güvenmiyorum ki Leyla."

Kurduğu cümleyi duyunca düz duvara çarpmışçasına duraksadım.

"Hadi diyelim ki seni affettim. Aradan bir süre geçtikten sonra yine bir şeyleri yanlış anlayıp da beni terk etmeyeceğini nereden bileceğim?"

Yara almaktan korkuyordu. Onu terk etmem, onda öylesine büyük bir yara açmıştı ki bu yüzden bana güvenmiyordu. İşin kötü tarafı da onu anlıyor olmak canımı daha çok yakıyordu.

Dizlerinin üzerine oturup sızmak üzere olduğunu belli eden gözlerle baktı. "Ya yine bırakıp gidersen?"

Yüzünü avucumun içine aldım. "Gitmem."

İnanmıyordu. Gözlerinden anlayabiliyordum. Başı göğsüme düşerken geri çekilmedim. Orada sızmasına izin verdim.

Saçlarını okşarken arada bir öpüyordum da...

"Beni affedeceksin. Elimden ne geliyorsa yapacağım."

Kendimi buna inandırmak için bir kez daha tekrar ettim. "Affedeceksin."

Özlemekmiş oysa sevmek...

☘️

Öyle işte...

Erdiniz mi muradınıza? Sonunda her şey çıktı ortaya. :)

Merak ediyorum, ortaya çıkan gerçekler sizi tatmin etti mi?

Oğuz için; küçücük bir aldatmaya bile girse Leyla haklı diyordunuz. Sizce ucundan bile olsa Oğuz'un hatası var mı?

Şimdiye kadar doğru tahmin eden çıkmadı. Acaba bu kadar basit bir ihtimali gerçekten düşünmediniz mi yoksa aklınıza geldi de "hadi canım o kadar da basit değildir" mi dediniz?

Bana kalırsa bu hikâyede kimse suçlu değil. Herkesin kendine göre bir nedeni vardı. Belki birazcık Burçin'e yüklensek mi dicem ama o da hiçbir şeyi bilerek yapmadı. Sizce?

Valla bu bölüm sonuna konuşçam gençler. Hak ettim çünkü :) Sus sus nereye kadar ya? Bunca zaman yorumlarınıza kaçamak cevaplar vermek ne kadar zordu haberiniz var mı?

Bölümü beğendiniz mi diye sorcam ama bu soruyu hakaret addedenler var :) Yine de âdettendir sorayım ben :) Umarım beğenmişsinizdir.

Sizce Oğuz affetmemekte haklı mı?

Gerçi affetmemekten ziyade Leyla'ya güvenmiyor. Siz olsanız güvenebilir miydiniz?

Bundan sonra neler olur? Ya da neler olmalı?

Leyla ne yapsa kendini affettirir?

Fark ettiyseniz yine Ömer toparladı ortalığı. Bayılıyorum bu adama 😍

Leyla ve Oğuz'un yüzleşmesi nasıldı? Bunun devamı olur bence :)

Neyse bu sorular uzar da gider. Ay! Çenem düştü yine :) Cevaplarınızı merakla bekliyorum. Göreyim sizi. Bu bölüme rekor yorum bekliyorum ona göre 😇

Ve tabii ki Çarşamba'ya  görüşüyoruz.

Kendinize iyi bakın.
Berna.

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 12.1K 13
Icindeki alev alev yanan ateşle atıldığı savaşta tüm değerleri yerle bir olan kara gözlü bir adamdı Savaş. Ve o savaşın ortasında kalan , en büyük...
162K 19.7K 55
Kaçınılmaz Aşklar Seri'sinin zıpır çocukları büyürse... AĞUSTOS 2021/ #romantikkomedi 1.'si ARALIK 2021/ #dostluk 1.'si
610K 25.5K 44
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
5.1M 281K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...