Belki Bir Gün || Berna Aslıhan

By VisneCurugumm

62.6K 5.6K 7.8K

Leyla ve Oğuz, henüz iki küçük çocukken sevmişlerdi birbirlerini. Kader onları bir araya getirdiği gibi her d... More

Tanıtım
-Avuçlarımda Hayal Kırıklığı Var-
-İlkler Kalır, İliklere Kadar-
-Yarım Kalan Bir Hikâyeyiz Seninle-
-Bu Yıkıntıları Onaramazsın-
-Kaçıncı Kor Bu Söndürdüğüm?-
-Kaldı Çocukluğum Sende-
-Nefes Gibi Muhtacım Sana-
-Aşktır Ölümden Güzel Olan-
-Senden Bana Hatıra Şimdi-
-Unutmayı Öğrenemedim-
-Ayrılıklar Sevgiyle Beraber-
-Unutulan Sevgi Tohumları-
-Aşk Eski Bir Şarkı-
-Geçmiş Değil Bugün Gibi-
-Özlemekmiş Oysa Sevmek-
-Sen Güzel Seversin-
-Sen Beni Unutamazsın-
-Yine Kendini Çok Özletti-
-Öyle Bir Gel ki Bana Nefes Nefese-
-Sevdalı Bir Yağmur Gibisin-
-Yüreğini Yasla Bana-
-Eskimeyen Bir Resim Gibi-
-Sesinde Kuşlar Yaşıyor-
-Bunlar Hep O İhtiyar Dünyanın Yalanları-
-Gözümün Gördüğü Göğsümün Bildiğiyle Bir Değil-
-Her Nefeste Sonsuzluk ve Aşk-

-İlk Aşk, İlk Öpücük-

3.2K 208 182
By VisneCurugumm

Yepyeni bir kitapla herkese merhaba!

Hoş geldiniz. Geleneği bozmadan kitaba başladığınız tarihi rica edeyim :)

Bölüm şarkımız; Gülay - Cesaretin Var Mı Aşka?

Bölüm sonu bol bol çene çalacağız. Keyifli okumalar.

☘️

İlk aşk, kalbe düşen cemre gibidir. Önce toprağı, sonra havayı en son da suyu canlandırdığı gibi kalbi canlandırır. Asla unutulmaz. Aradan seneler de geçse akla her geldiğinde kalbinin bir köşesi tutuşur. Şimdi yanımda olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeden edemez insan. Hak etse de etmese de kalbin en kıymetli köşesi hep ona ait olur.

Bugün çıkıp gelse herkesi ardımda bırakıp kollarına koşarım. Çünkü o benim çocukluğum, genç kızlığım, yetişkinliğim... Dokuz yaşımdaydım kömür gözleri kalbime ilk işlediğinde. Yeni yetme kalbimin o heyecanı nasıl atlatabildiğini hâlâ bilmiyorum.

Her sabah olduğu gibi hazırlanıp okula gitmiştim. Ders zili çaldığında öğretmenimizin verdiği ödevlerimi kontrol ediyordum. Sonra birden sınıfın kapısı açıldı. Hepimiz birden ayağa kalktığımızda Gülce Öğretmen gülümseyerek oturmamızı söyledi. Ardından da yanındaki yabancı çocuğu sırtından destekleyerek bize tanıttı.

Oğuz...

Onu gördüğüm ilk an içimde peyda olan heyecanı tasvir edecek bir kelime bilseydim keşke. Babası polisti. Tayini buraya çıkınca dönemin ortasında okul değiştirmek zorunda kalmıştı. Tıpkı benim gibi... Onu herkesten iyi anlayabiliyordum. Yabancı bir şehir, yeni insanlar... İlk gün hep zor geçerdi. Gülce Öğretmen, Oğuz'u tanıtmayı bitirdikten sonra tek boş olan yere yani benim yanıma oturmasını söyledi.

Attığı her bir adımda kalp atışlarımın sesi daha da yükseliyordu. Çantasını aramıza koyup yanıma oturdu. Sanki bakışlarını bilerek kaçırır gibiydi. Ders başladıktan bir süre sonra bana dönüp baktı. Gülümseyince yanağının sol tarafındaki gamzesi çıktı ortaya.

"Silgini kullanabilir miyim?"

Cevap veremedim. Aslında son derece basit bir soruydu. Öyle çok heyecanlanmıştım ki kalbimin sesini bir türlü bastıramıyordum. Başımı sallamakla yetindim. Gün sonuna doğru ikimiz de rahatlamış gibiydik. En azından iletişim kurabiliyorduk. O bana gülümsüyor bense onun gamzesini her gördüğümde büyülenmişçesine gözlerimi alamıyordum.

Günler birbirini kovalayıp gitti. Artık her sabah hevesle kalkıp okula gidiyor, hafta sonlarından nefret ediyordum. Bir sabah yine aynı hevesle uyanıp hazırlandım. Aşağı indiğimde okul servisi gelmişti. Aslında okula çok uzak bir mesafede oturmuyordum ancak babam yine de servisle gitmem konusunda ısrarcıydı. Servise binip her zaman oturduğum yere doğru yöneldim. Tam çantamı sırtımdan çıkarmıştım ki arkamdan tanıdık bir ses duydum.

"Günaydın Leyla."

Oğuz'un sesiydi. Yine o kalp çarpıntısı geri gelmişti. Sadece dokuz yaşındaydım ve kalbim delicesine atıyordu. Aşkın ne olduğuyla ilgi en ufak bir fikrim yoktu ancak bunun normal olmadığının farkındaydım.

Şaşkınlığımı saklayamadan dönüp ona baktım ve gülümsedim. "Günaydın."

Artık sadece okulda değil, sabahları ve akşamları da görüyorduk birbirimizi. Kısa bir süre sonra çok yakın arkadaş olduk. Dedim ya iki küçük çocuk aşktan, âşık olmaktan ne anlar ki?

Sınıftaki oturma planı belirli aralıklarla değişiyordu. Oğuz, bunu öğrendiğinde hiç de mutlu olmamıştı. Benimle sıra arkadaşı olmaktan memnun olduğunu yerini değiştirmek istemediğini söylediyse de Gülce Öğretmen onu dinlemedi. Ona göre sınıf arkadaşlarımızla kaynaşıp ortama ayak uydurmayı öğrenmemiz gerekiyordu.

Büyüdükçe anladım bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu. Hayat her zaman adil davranmıyordu. Bazen hoşlanmadığımız insanlarla zorunluluktan da olsa aynı ortamda bulunmak zorunda kalabiliyorduk. İşte Gülce Öğretmen'in de bize öğretmek istediği şey tam da buydu.

Sıralarımız ayrıldı. O, Orhun'la bense Ezgi'yle sıra arkadaşı olmuştum. Bu elbette bize engel olmadı. Arka çaprazımda oturuyordu. Sürekli kâğıda bir şeyler yazıp birbirimize atıyorduk. Teneffüslerimiz de birlikte geçiyordu. Genelde erkekler ders aralarında bahçeye çıkıp futbol oynuyordu. Ancak Oğuz benimle birlikte bahçede yürümeyi tercih ediyordu.

Diğerlerine bu durum garip geliyordu elbette. Bir gün onu da futbol oynamak için çağırdıklarında oturduğu yerden kalkıp elini bana uzattı. "Sen de bizimle oynar mısın?"

Kabul etmemek ne mümkündü? Onunla ne yaptığım önemli değildi. Sadece beraber zaman geçirmek benim için yeterliydi. Kabul ettim. Belki de futbola diğer kızlardan daha ilgili olmamın en büyük nedeni buydu.

Bir de diyabet hastalığım vardı. Oğuz bunu öğrendiği gün nedense utanmıştım. Her yemekten önce kan şekerim ölçülüyor, insülin iğnem yapılıyordu. Paket gıdalar ya da doymuş yağda kızarmış yiyecekler tüketmem yasaktı. Bir gün yine öğle arasında Gülce Öğretmen beni yanına çağırdığında Oğuz, neden her öğle arasında ortadan kaybolduğumu sorgulamaya başladı. 

İlk zamanlar onu geçiştirsem de bu merakı her geçen gün arttı. Sanki saklanması gereken bir hastalığım varmış gibi öğrenmesini istememiştim. Çocuk aklı işte! Doğuştan diyabet hastası olduğumu öğrenince diğer arkadaşlarımın aksine bana çikolata yemeden nasıl yaşadığımı sormamıştı. Sadece durumu kabullenmiş ve o günden sonra her an benimle olmuştu.

Yanımda asla şekerli bir şey tüketmiyor, tıpkı benim gibi besleniyordu. Annem durumu fark edince beslenmemi iki katına çıkarmıştı. Oğuz tarafından böyle hayati bir konuda destek görmek ve bu desteğin hayatımda olduğu süre boyunca hiçbir zaman eksilmemesi kendimi çok değerli hissetmeme neden oluyordu.

☘️

Her insanın uğurlu sayısı, günü ya da bir kıyafeti vardır. Elbette her birinin de bir hikâyesi... Son derslerimizde günün yorgunluğunu atmamız için etkinlik yapıyor, oyunlar oynuyorduk.

Yine gün sonunda Gülce Öğretmen elinde bir sürü kâğıtla geldi. Bizim için bir oyun hazırlamıştı. Sınıfımız otuz üç kişiydi. Birden otuz üçe kadar sayıların yazılı olduğu kâğıtları bir kavanoza koyup hepimize çektirdi.

Bana gelen sayı üçtü. Öğretmenimiz oyunu başlattı. Rast gele bir sayı söyledi ve o sayı kimdeyse ayağa kalkıp başka bir sayı söyledi. Böylelikle birbirimizin elindeki sayıları tahmin ederek sona kalmaya çalışmaya başladık.

"On iki."

Herkes birbirine baktığında Ahmet ayağa kalktı. Elendiği için üzgün görünüyordu. Geriye sadece beş kişi kalmıştı. Hiç düşünmeden üç dediğinde yenilmiş bir ifadeyle ayağa kalktım.

Arkama baktığımda Oğuz'la göz göze geldim. Gülümseyip başını salladı. Sanki bakışlarıyla bendeki numarayı biliyorsun, hadi söyle diyordu. Ben de tıpkı onun gibi gülümsedim.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadan, "Yedi." dedim.

Mağrur bir ifadeyle bakıp işte böyle dedi sessizce. Elindeki kâğıtta yedi yazıyordu. Bunu nasıl tahmin ettiğimi bilmiyorum ancak o günden sonra yedi benim uğurlu rakamım oldu.

Mayıs 2002

Dolu dolu iki senemiz böyle geçti. İkimizin babası da polis olduğu ve aynı karakolda görev yaptıkları için ailece de görüşmeye başlamamız uzun sürmemişti. Artık onunla görüşme alanım daha da genişti. Böylelikle hafta sonlarım da eziyet olmaktan çıkmıştı. Sadece babalarımız yıllık izin kullandığı zaman birbirimizi göremiyorduk.

Arkadaşlığımız seneler içerisinde adını koyamadığımız garip bir duyguya dönüşmüştü. Bunun ikimiz de farkındaydık. Havalar ısındığı için servisle gitmiyor her sabah ve akşam birlikte yürüyerek okula gidip geliyorduk.

Artık aynı lojmanda oturuyor olmamızın bunda büyük payı vardı. Yine bir gün okuldan çıkıp eve gittik. Babam aynı saatte işten geldi. Yüzünde garip bir hüzün vardı. Sessizlik içinde yemeğini yedikten sonra kahvesini içti.

Arada bir annemle birbirlerine bakıp gözlerini kaçırıyorlardı. Anladım. Tayini çıkmıştı. Yine şehir değiştirmek zorundaydık. Bu defaki çok zor gelmişti. Gözlerim dolu dolu olduğunda konuşmadım. İkisi de en az benim kadar üzgündü.

Ertesi sabah uyanmak bana eziyet gibi geldi. Oğuz'dan ayrılacak olmak içimdeki üzüntüyü daha da artırmıştı. Okul formamı giyip saçlarımı topladım. Bütün gece boyunca ağlamış olmak iştahımı kapatmıştı ancak diğer insanlar gibi üzgün ya da sinir olduğumda yemek yememek, öğün atlamak gibi bir lüksüm yoktu. Artık kan şekerimi kendim ölçüyor, insülin iğnemi kimseden yardım almadan yapabiliyordum.

Evden çıktıktan sonra isteksizce merdivenleri indim. Oğuz bahçede beni bekliyordu. Neredeyse ayaklarımı sürüyerek yanına gittim. Sırtıma taktığım çanta olduğu yerde daha da ağırlamış gibiydi. Beni görür görmez bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.

"Neden üzgünsün?"

Başımı kaldırıp buğulanmış gözlerimi görmesine izin verdim. Güçlükle yutkunurken konuşamadım.

"Leyla?"

Aslında anlamıştı. Sesindeki acı, her şeyi anladığını belli ediyordu.

"Gidecek misiniz?"

Başımı önüme eğerken sadece sallamakla yetindim.

"Nereye?"

Bu kez omuzlarımı silktim. "Bilmiyorum." derken gözümden bir damla yaş akıp gitti. Kollarını vücuduma sarıp sıkıca sarıldı. Bana ilk defa sarılıyordu. Kalbim patlayacak gibiydi. Bu kez heyecandan değil acıdan...

Ellerimi ellerinin arasına aldı. "Bir gün birbirimizi tekrar bulacağız. O gün geldiğinde..."

Onun sessizliğini değerlendirip sözlerini tamamladım. "Kaldığımız yerden devam edeceğiz."

Gülümseyip yanağıma bir öpücük bıraktı. "Söz mü?"

Artık gözyaşlarımı serbest bırakmıştım. "Söz."

Kasım 2006

Sabah, akşam, okuldayken, yemek yerken hatta uyurken bile Oğuz bir an olsun aklımdan çıkmadı. İçimdeki tek inanç onu bir gün tekrar bulacağımdı. Bundan bir gün bile şüphe duymadım.

Her gece uyumadan önce onu tekrar gördüğümde ne yapacağımı, nasıl davranacağımı hayal edip durdum. İnternetten iletişim kurmak yeni yeni keşfediliyordu. Aklıma ismini aratmak geldi. Heyecanla arama çubuğuna Oğuz Sancar yazıp arattım.

Elbette şimdiki gibi sosyal medya kullanımı aktif olmadığından Oğuz ya da Sancar kelimesiyle ilgili farklı sonuçlar çıktı karşıma. Ancak bağlantılardan biri okul sitesine aitti.

Okulu birincilikle bitirdiği yazıyordu. O muydu? Belki de başka bir Oğuz Sancar'dı. Mezuniyet senesi tutuyordu ancak yine de emin olamadım. Ödül törenindeki fotoğraflar paylaşılmıştı. Hızla açıp inceledim.

Fotoğrafta onu tanımam uzun sürmemişti. Bulmuştum onu! Okul, dereceyle mezun olan öğrencisinin kazandığı liseyi de gururla paylaşmıştı.

Lisenin ismi tanıdık gelince uzun uzun düşündüm. Sonunda hatırladığımda neredeyse heyecandan bayılmak üzereydim. Lise birinci sınıfı birlikte okuduğum arkadaşım okul değiştirmişti ve ismini yanlış hatırlamıyorsam Oğuz'la aynı lisede okuyorlardı. Hemen arkadaşıma mesaj attım. Benim için onu bulmasını ve bir şekilde bana ulaşmasını sağlamasını istedim.

Ertesi gün onun sınıfını bulduğunu konuşmaya gideceğini söyledi. Okuldan eve geldikten sonra beni arayıp mutlu haberi vermesini bekledim. Heyecandan ne yapacağımı şaşırmıştım. Üzerimi bile değiştirmeden telefon başında beni aramasını bekledim.

Bir saat, iki saat, üç saat... Aramadı. Mesaj attım cevap vermedi. Gece olmuştu. Ümidimi kesmedim. Belki de telefonu bozulmuştu ya da başka herhangi bir şey... Aynı ümitle uyuyakaldım. Sabah uyandığımda telefonumda bir mesaj vardı.

Üzgünüm. Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilemediğim için açamadım telefonlarını. Oğuz'la konuştum. Leyla Altun adında birini tanımadığını söyledi. Numaranı vermeyi teklif ettim ama kabul etmedi. Gerçekten çok üzgünüm.

Dünyam başıma yıkılmıştı. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Beni nasıl hatırlamazdı? Ben bunca sene onu bir gün bile unutmazken beni hatırlamamış olması büyük hayal kırıklığına uğramama neden olmuştu. Onunla ilgili yaşadığım ilk hayal kırıklığıydı. O gün bunu bilmiyor olsam da son olmayacaktı.

Temmuz 2007

Babam yıllık iznini aldığında on günlük bir tatile çıktık. Bu, tatille beraber biraz da akraba ziyaretiydi. Bayramda izin kullanamadığı için telafi niteliğinde ziyaretimizi yapmak üzere otelden çıkıp babamın amcasına doğru yola koyulduk.

Aradan sekiz ay geçmişti. Oğuz'a olan kırgınlığım geçen her gün artıyordu. Beni tanımayışını sindiremiyordum. Ben her gece onunla yatıp her sabah onunla kalkarken, etrafımdaki herkese onu anlatırken, onun beni tanımamış olması canımı acıtıyordu.

Ancak öyle ya da böyle hayat bir gün onu benim karşıma çıkaracaktı. Buna olan inancımı asla kaybetmeyecektim.

Aradan geçen zamana rağmen arkadaşımın attığı mesaj hâlâ zihnimde dönüp duruyordu. Her hatırladığımda içim hem hırsla hem de öfkeyle doluyordu. Kendime gelmem zaman alacaktı.

Ona ne zaman öfkelensem bunun doğru olmadığına inandırmaya çalışıyordum kendimi. Belki de yanılmıştı. Büşra yanlış kişiyi bulup Oğuz zannetmiş olabilirdi. Bu düşünce beni biraz daha kendime getiriyordu. Derin bir nefes alıp arabadan indikten sonra apartmana doğru ilerledim. Akrabalarımdan her zaman uzakta yaşadığım için onlarla çok kuvvetli bağlarım yoktu. O yüzden de bu ziyaret bana biraz sıkıcı geliyordu.

Bir saat kadar oyalandıktan sonra hava alma bahanesiyle evden çıktım. Apartmanın yan sokağındaki kafeye oturup bir çay söyledim. Elimi çenemin altına destekleyip dalgın gözlerle çay kaşığını bardağın içinde döndürmeye başladım. Hâlbuki şeker bile atmamıştım. Hoş, istesem de atamazdım.

Aklımda dönüp duran düşünceler artık kulaklarımı sağır etmek üzereydi. En sonunda pes edip çayımdan bir yudum aldım. Bardağı masaya geri bıraktığım sırada masa numarası dikkatimi çekti.

Yedi

Mahzun bir ifadeyle gülümseyip çayımdan bir yudum daha aldım. 

Bu kez bakışlarım duvardaki takvime takıldı.

7 Temmuz 2007

Bu kadar tesadüfün fazla olduğunu düşündüğüm anlarda kalp atışlarım hızlanmıştı. Bunların hepsi birer tesadüf olabilir miydi? Ne yaptığımın farkında bile olmadan ayağa kalkıp diğer masalara baktım.

Gözlerim deli gibi etrafı tarıyordu. Kapıdan çıkmak üzere olan delikanlıyı gördüğümde vücudum o yöne çekildi. Attığım adımlar bilinçli değildi. Sadece çok kısa bir an arkasına baktığında onu gördüm.

İlk aşkım... Oğuz oradaydı. Masada oturan arkadaşlarına el salladıktan sonra dışarı çıktığı sırada koşturup ona yetiştim. Kolundan kavrarken gözlerimin dolmasına engel olamadım.

"Oğuz?"

Henüz arkasına dönmemişti. Ellerim kolunu kavrayıp kendime çevirmekte güçlük çekiyordu. Sanki zaman durmuş gibiydi. Her şey ağır çekimde ilerliyordu. Daha beni görmeden, "Leyla?" dedi.

Sesimden tanımıştı. Belki de hissetmişti bilmiyorum. Bana dönmesiyle birlikte kollarını vücuduma sarması bir oldu.

Leyla Altun diye birini tanımıyorum.

Bu cümle zihnimden akıp gittiğinde içim öfkeyle doldu ve geri çekildim. Anlamsız gözlerle bana bakıyordu. Neler olduğunu anlamaya çalışır gibi bir ifadesi vardı.

"Sana ulaşmaya çalıştım."

Başını iki yana salladı. "Nasıl?"

"Seninle aynı lisede okuyan arkadaşımdan telefon numaramı vermesini rica ettim. Beni tanımadığını söyleyip teklifini reddetmişsin."

Hiçbir şey hayal ettiğim gibi gitmiyordu. Onu seneler sonra bulduğumda sarf ettiğim ilk cümleler bunlar olmamalıydı. Böyle hayal etmemiştim.

"Ne?"

Verdiği cevaptan ne anlamam gerekiyordu?

"Beni tanımadığını söylemişsin." dedim cümlemi tekrar ederek.

Kendini açıklamaya çalışır gibi gözlerimin içine baktı. "Hiç kimse bana gelip senden bahsetmedi. İnan bana böyle bir şey olmuş olsa hatırlardım."

Kandırılmıştım. İnsanlara bu kadar kolay güvenmemem gerektiğini ilk defa o zaman öğrenmiştim. O kızın bunu neden yaptığını hâlâ anlayamıyordum.

"Ama-"

Daha fazla konuşmama izin vermedi. "Seneler sonra birbirimizi bulduk ve senin söyleyeceklerin bunlar mı? Gerçekten bana inanmamayı mı tercih ediyorsun?"

Gözlerine baktım. Yalan söylemiyordu. Beş senedir onu görmemiş olsam da bakışlarından ne düşündüğünü anlayabilecek kadar iyi tanıyordum.

Yüzümdeki sert ifade yavaş yavaş silinirken gülümsedim ve bir şey söylemesine müsaade etmeden kollarımı beline doladım.

Onu o kadar çok özlemiştim ki neden Ankara'da olduğunu sormak aklıma bile gelmemişti.

Oturup saatlerce sohbet ettik. Yaz tatili için halasının yanına geldiğini söylediğinde kadere bir kez daha inandım. Belki de babamlarla gelmeyi reddedip otelde kalmış olsaydım onu hayatımın sonuna kadar bulamayacaktım.

Hava kararmak üzereyken telefonum çalmaya başladı. Babam arıyordu. Artık geri dönme zamanım gelmişti. İstemeyerek de olsa ondan ayrılmak zorundaydım. Ancak artık her şey daha kolaydı. Birbirimizi bir daha kaybetmemek için telefon numaralarımızı verdik.

Kapıdan çıkmak üzereyken kolumdan tutup kendine çekti.

"Yıllar seni değiştirmediyse hâlâ verdiğin sözleri tutuyor olmalısın."

Konuşmamızın başından beri bu konunun açılmasını büyük bir hevesle beklemiştim. Gözlerimi kaçırıp gülümsedim.

"Ne sözü?"

Yüzündeki hayal kırıklığını gördüğüm an söylediğim şeyden pişman oldum. Kolumu tutan eli gevşerken elimi elinin üzerine koydum.

"Şaka yapıyorum. Elbette verdiğim sözü hatırlıyorum."

Gülümseyince yine sol yanağındaki gamzesi ortaya çıktı. Demek yıllar ondan gülümsemesini çalmadığı gibi gamzesine de dokunmamıştı.

"Yani?"

"O zamanlar bu hissettiğimin ne olduğunu bilmeyecek kadar küçüktüm. Ama şimdi biliyorum."

Bu cümleyi rahatlıkla söyleyivermiştim. Sanki araya yıllar girmemiş gibiydi. Gözlerine baktığımda hâlâ aynı Oğuz'u görebiliyordum.

Devam ettim. "Eğer sen de aynı şeyleri hissediyorsan..."

Susup başımı eğdiğimde çenemi nazikçe kavrayıp kendisine bakmamı sağladı. "Sana karşı olan duygularım hiç değişmedi ki. Senelerce bu anın hayalini kurdum."

"O zaman?"

Gülümsediğinde gamzesine tekrar âşık oldum.

"Akşam seni ararım. Uzun uzun konuşuruz."

"Anlaştık."

Çekingen bir tavırla ileri uzanıp yanağıma tüy gibi bir öpücük bıraktı. Yüzüm kızarmıştı. Dudaklarının değdiği yeri elimle tutup kafeden çıktım ve apartmanın önüne doğru yürümeye başladım.

Birbirimizi tekrar bulmamız bu şekilde olmuştu. O gün bir daha bizi hiçbir şeyin ayıramayacağını düşünmüştüm. Ne aptallık ama! Hayal kırıklığını da kandırılmayı da hayat insanın kafasına vura vura öğretiyordu.

☘️

Yanından ayrıldığım anda içime özlemi düşmüştü. Babam senelerdir olmadığım kadar mutlu olduğumu fark edince merakla yüzüme baktı.

"Allah mutluluğunu daim etsin kızım."

Aklım öylesine Oğuz'la doluydu ki ne dediğini bile anlamamıştım.

"Hı?"

Hâlâ gülümsemeye devam ediyordum. Arka koltuğa oturduğumda babam anneme döndü. "Bu kıza bir şey olmuş."

Artık annem de bendeki garip gülümsemenin farkındaydı.

"Leyla, hava almaya çıktığında bir şey mi oldu kızım?"

Başımı olumlu yönde salladım. "Oldu anne. Eski bir arkadaşımla karşılaştım."

Eski arkadaşımın kim olduğunu sorgulamadılar. Belki de anlamışlardı, bilmiyorum. Otelin önüne ulaştığımızda telefonuma gelen mesaj kalp atışlarımı birdenbire hızlandırmıştı.

Ekrana bakmasam da elbette Oğuz'dan mesaj geldiğini biliyordum.

Şimdiden özledim. Yarın seni görebilir miyim?

Cevap yazmadan önce kısa bir süre düşündüm. Ne annem ne de babam kontrol delisi insanlardı. O yüzden yaşıtlarıma nazaran daha rahat bir yaşantım vardı.

"Anne?"

Çantasını koluna asarken bakışlarını bana çevirdi. "Efendim kızım?"

"Hani eski bir arkadaşımla karşılaştım demiştim ya..."

"Evet?"

"Yarın onun yanına gitsem sorun olmaz değil mi?"

Babamın da bizi duyduğunu biliyordum. Kısa bir süre bakıştıklarında babam başını olumlu yönde sallayıp otele girdi.

Annem onun yerine bu görevi üstlenmişti. "Elbette gidebilirsin."

Heyecanla gülümseyip Oğuz'a atacağım mesajı yazmaya başladım.

Annemle konuşup izin aldım. Yarın görüşürüz.

Mesajı göndermek üzereyken son bir cümle daha ekledim.

Ben de seni özledim.

Mesajı gönderdikten sonra telefonu göğsüme bastırmamak için kendimi çok zor tuttum. Sanki yine dokuz yaşıma, onu gördüğüm ilk güne dönmüş gibiydim. Kalbim patlayacak gibi atıyordu.

Yukarı çıkmak üzere asansöre bineceğimiz sırada babama telefon gelince annemle yalnız bindik. Yedinci katın düğmesine basıp bekledim. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ancak annemin ilgisini yeniden çekmeyi başarmış gibiydim.

"Yüzündeki garip sırıtmanın nedeni şu karşılaştığın eski arkadaşın olabilir mi?"

Eski arkadaşın derken bilerek vurgulamıştı. Bu yaşıma kadar annemden hiçbir şey saklamamıştım ve saklamaya da niyetim yoktu.

"Belki olabilir."

Düşünüyormuş gibi gözlerini kısıp, "Hım..." dedi. "Peki bu eski arkadaşının Oğuz olma ihtimali yüzde kaç?"

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken tepkime engel olamadım. "Pes! Nasıl anladın?"

Asansör yedinci kata çoktan ulaşmış kapılar açılmıştı. Koridora çıktığımızda mağrur bir ifadeyle gülümsedi.

"Anneler bilir."

Herhâlde annemden en çok duyduğum cümlelerden biri buydu. Odaların önüne ulaştığımızda koluma nazikçe dokundu. "Senelerdir neler yaşadığını görmediğimi mi sanıyorsun?"

Bakışlarımı kaçırdım. Sanırım bu durum beni biraz utandırmıştı.

"Başucunda duran fotoğrafı arada bir yatağının içinde buluyordum. Onunla olan bağın dostluktan çok başka. Bunun her zaman farkındaydım."

Yine bir sessizlik oldu. Özellikle yorum yapmaktan kaçınıyordum. Annemin bu konuda ne düşündüğünü bilmek zorundaydım.

"İlk aşk başkadır. Ama senden dikkatli olmanı istiyorum kızım. Üzülmene dayanamam."

Hiçbir şey söylemeden dolu dolu olmuş gözlerimle kollarımı boynuna doladım. Annemin desteği benim için çok önemliydi.

"Teşekkür ederim. Yani beni desteklediğin için."

Saçlarımın arasına sevgi dolu bir öpücük bıraktı. "Ben hata yapmaman için her zaman yanında olacağım."

Bu cümlenin o zamanlar ne demek olduğunu tam anlamıyla kavrayamamıştım. Ancak aradan seneler geçtiğinde ne demek istediğini anlayabilecektim.

Annem odasına giderken hatırlatan bir ifadeyle gözlerime baktı. "Heyecandan gece insülinini yapmayı unutma olur mu?"

Gözlerimi kaçırıp gülümserken başımı olumlu yönde salladım. Kendi odama girerken annem de yan taraftaki odaya girdi. Oğuz'a mesaj atmadan önce dolaptaki insülini çıkarıp iğne ucunu taktıktan sonra karnımdan uyguladım. Bu artık benim için sıradan bir rutin hâline gelmişti.

Yatağa uzanıp telefonu elime alırken sırıtıyordum. Derin bir nefes aldım ve otele vardığımı belli eden bir mesaj attım. Bütün geceyi Oğuz'la konuşarak geçirdim. Uzunca bir süre mesajlaştıktan sonra sesimi duymak istediğini söyledi. Saat sabaha karşı üçtü. Odada yalnızdım ancak babam ve annem yan odada uyuduğu için yine de biraz çekinerek bu isteğini kabul ettim.

Saniyeler sonra telefonum çalmaya başladığında yine o tanıdık heyecan vücudumu ele geçirdi. Sanırım bunun etkisinden uzunca bir süre kurtulamayacaktım.

Ellerim titrerken telefonu açtım.

"Oğuz?"

Bir süre cevap gelmedi. Sonra derin bir nefes aldı ve geri bıraktı.

"Yıllarca telefonun diğer ucunda senin sesini duyacağım anın hayalini kurdum."

Verdiği cevap beni mutlu etmeye yetmişti. O an aklıma bir şey takıldı.

"Neden bana hiç ulaşmaya çalışmadın?"

"İnan bana aklıma gelen her yolu denedim. Babamdan bile yardım istedim."

Gülmemek için kendimi tutmak zorunda kaldım. "Nasıl yani?"

Onunla dalga geçeceğimi düşünerek bir süre vereceği cevabı tarttı. Nefes alış verişinden bunu anlayabiliyordum.

"Gülmeyeceğim, söz veriyorum."

Bir süre daha sustuktan sonra, "Babanı aramasını istedim. Hatta..."

"Evet?"

Bu kez düşünmeden cevap verdi. Ne kadar tartarsa tartsın bunu yumuşatmadan söylemenin bir yararı olmadığını biliyordu.

"Seninle evlenmek istediğimi, bunun için de babanla konuşmasını istedim. Tabii bunu istediğimde on dört yaşımdaydım."

Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemedim. Sanırım beceriksizce de olsa evlenmek istediğini söylüyordu. Benim sessizliğimi yanlış değerlendirmiş olacak ki hemen toparlamaya çalıştı.

"Dedim ya on dört yaşındaydım."

Sanki şimdi otuzumuza gelmiştik. İki sene bu düşüncesinden ne almış olabilirdi ki? Tamam yaşımıza göre son derece olgun davranan insanlar olabilirdik ama yine de geri adım atmasını gerektirecek bir durum olduğunu düşünmüyordum.

Konuyu bir şekilde değiştirip konuşmamıza devam ettik. Hava aydınlanmak üzereydi. Esnediğimi duymaması için telefonu uzaklaştırmaya çalışarak esniyordum.

Yine de uykumun geldiğini anlamıştı. "Uyu artık istersen."

İstemiyordum. Onun sesini duyduğum her an birkaç günlük uykuya bedeldi benim için. Ancak ısrarcı olmaya devam etti.

"Birkaç saat sonra görüşeceğiz zaten. Biraz uyu en azından."

Daha fazla itiraz etmedim. Saatler sonra görüşmek üzere sözleşip telefonu kapattık.

Heyecandan uyuyamayacakmışım gibi hissetsem de kısa bir süre sonra kendimi uykunun kollarına bıraktım.

☘️

Üç saat sonra alarm bile çalmadan uyandım. Bu kadar uyuyabildiğime bile şaşırmıştım. Uyuduğum kısa süre boyunca sürekli onu rüyamda görmüştüm. Sanırım bu durum uzun süre devam edecekti. Hele ki birkaç gün sonra ondan ayrılacağımı düşünecek olursak...

Hazırlanmam uzun sürmemişti. Saat çok erken olduğu için Oğuz'dan gelecek olan mesajı bekledim. Belki de uyuyakalmıştı ve benim sandığım kadar erken görüşemeyecektik.

Aradan birkaç dakika geçtiğinde telefonum çalmaya başladı. Elbette Oğuz arıyordu. Bu duruma alışmaya çalışarak telefonu açtım.

"Günaydın."

Benim bir şey söylememe fırsat vermemişti.

"Günaydın." dedim ben de tıpkı onun gibi enerjik bir ses tonuyla.

"Uyuyor musun hâlâ?"

"Hayır. Çoktan kalkıp hazırlandım."

Kendisinin de benzer bir durum içerisinde olduğunu belli eden sesler çıkardı. "Otele mi geleyim yoksa taksiyle mi gelmek istersin?"

Her ne kadar buraya gelmesini istesem de henüz babamla karşılaşmasını istemiyordum. "Sen adresi mesaj at, ben bir taksi bulup gelirim yanına."

"Tamam."

Buraya gelmek için ısrar etmemişti. Nedenini az çok o da biliyordu. Babamın karşı geleceğini sanmıyordum. Oğuz'u severdi. Ancak yine de nasıl bir tepki vereceğini bilemediğim için huzursuzluk olsun istemedim.

İnsülin iğnemi buz aküsünün içine yerleştirip çantama koydum. Şeker ölçme aletini de yanıma aldığımda hazırdım. Odadan çıkıp yan odanın kapısını tıklattım. İkisi de erken kalkardı. O yüzden uyanık olduklarından emindim. Annem kapıyı açtığında gülümseyerek bana baktı.

"Çıkıyor musun?"

"Evet." İçeriyi işaret edip sordum. "Sorun yok değil mi?"

Yine aynı gülümsemeyle başını iki yana salladı. "Çok geç kalma. Yarın yola çıkacağız. Uykusuz kalmanı istemem."

Bu gerçeği hatırlatması yüzümün düşmesine neden olsa da hızla toparlandım. "Akşam yemeğinden önce gelmiş olurum."

Yanağına hızlı bir öpücük bırakıp asansöre doğru ilerledim. Kısa bir süre sonra dışarı çıktığımda otelin önünde müşterilerini bekleyen taksilerden birine binip Oğuz'un attığı adrese gitmek istediğimi söyledim.

Yol uzun değildi ama sanırım bana heyecandan saatler geçmiş gibi gelmişti. Bir kafenin önüne ulaştığımızda parayı ödeyip aşağı indim. Oğuz beni kapıda bekliyordu. Birkaç kısa adımda yanına ulaşıp bu kez ondan bir hamle beklemeden kollarımı beline sardım. Başını boynuma gömüp derin bir nefes aldı.

"Sen gitmeden olabildiğince çok kez kokunu solumak istiyorum."

O da farkındaydı. Gidecektim ve birbirimizden uzak kalacaktık. Ancak bunun geçici olduğunu kendime hatırlatmam beni biraz olsun iyi hissettiriyordu. Tıpkı onun gibi derin bir nefes aldım. Bu anların ne kadar kıymetli olduğunu kısa bir süre sonra daha iyi anlayacaktım.

İçeri girip masalardan birine yerleştik. O, kahvaltı sipariş ederken ben çantamdaki şeker ölçme aletini çıkarmıştım. Beni rahatsız etmek istemiyormuşçasına bakışlarını kaçırdı.

"Gözlerini kaçırmana gerek yok. Artık eskisi gibi rahatsız olmuyorum."

Kendime güvenen bir ifadeyle kurduğum bu cümle hoşuna gitmişti. "En doğrusunu yapıyorsun. Sana yardım etmemi ister misin?"

Başımı iki yana salladım. Kan şekerimi ölçtükten sonra iğnenin dozunu ayarlayıp bacağımdan vurdum. İğneyi tekrar buz aküsüne koyup garsondan benim için dolabın kapağında saklamasını rica ettim.

Dakikalar sonra kahvaltımız geldiğinde bir yandan yiyor bir yandan sohbet ediyorduk. Konuşacak çok şeyimiz vardı. Sanırım günler de sürse bitmeyecek şeylerdi bunlar. Saatin ne kadar hızlı akıp gittiğinin farkında bile değildim. Aynı sandalyenin üzerinde saatlerce oturmuş olmak bile beni rahatsız etmemişti.

Konu dönüp dolaşıp yine onu nasıl bulduğuma geldi.

"Sahi nasıl oldu da hangi lisede okuduğumu bulabildin?"

"İnternette ismini araştırdım. Okulu dereceyle bitirmişsin."

Anladım dercesine başını salladı. "Ben de seni aradım ama bulamadım."

Gülümsedim. "En azından içimizden biri zeki de okulu, onun mezuniyet fotoğraflarını gururla paylaşıp kazandığı liseyi bildiriyor."

Başını iki yana salladı. "Kitaplar ve zekâ... Kesinlikle zeki olmanın ölçütü bu değil."

Bu nazik cevabı ona bir kez daha âşık olmama neden oldu. Bunun için kendimi kötü hissetmemi istemiyordu.

Aradan birkaç saat daha geçtiğinde hava kararmak üzereydi. "Akşam yemeğinden önce otele döneceğim diye söz verdim." dedim. Ondan ayrılmak istemesem de anneme verdiğim sözü tutmam gerektiğini biliyordum.

Gitmemem için ısrar etmedi. Beni zor durumda bırakmak istemiyordu. Ancak otele kadar bırakmak isteyince bu isteğini geri çevirmedim. Yarın yola çıkacaktık ve belki uzun bir süre için bu onu son görüşüm olacaktı.

Hesabı ödedikten sonra bir taksi bulup otele döndük. Bütün yol boyunca elimi bir an olsun bırakmamıştı. Büyük binanın önüne ulaştığımızda taksiye beklemesini söyleyip benimle birlikte aşağı indi.

Hiçbir şey söylemeden gözlerimin içine bakıyordu. Serbest kalan ellerini tekrar tuttum.

"Bu bir veda değil, biliyorsun değil mi?"

Gülümsemeye çalışıp başını olumlu yönde salladı. "Zor olacak ama dayanacağız."

Bu kez başını sallamakla yetinen ben olmuştum. Bir kez daha sarıldığımızda ayrılmanın bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Gözlerim dolmak üzereydi. Ağlamamak için kendimi tutarken geri çekildim.

Bunu yapmazsam ayrılamayacağımızı biliyordum. Arkama dönmeden geri geri birkaç adım gittim. Son kez gözlerinin içine bakıp gülümsedikten sonra otele girdim.

Arkana bakma. Sakın arkana bakma.

Asansöre ulaşana kadar bu sözleri tekrarladım. Seneler önce ondan ilk defa ayrıldığımda bu kadar zor olmamıştı. Belki de o zamanki kabullenişim daha kolay olmuştu. Yaşım küçüktü, hissettiğim şeyin ne olduğunu anlayabilecek bilince sahip değildim.

Ancak bu defa ki... Odanın önüne ulaştığımda gözümden akan yaşlar görüşümü engelliyordu. El yordamıyla kilidi bulup açtığımda hızla içeri girip kapıyı kapattım. Sadece ağlamak istiyordum. Yatağa uzanıp saatlerce ağlamak...

Elbette bu mümkün olmadı. Aradan birkaç dakika geçmişti ki kapı çalmaya başladı. Gelenin annem olduğundan hiçbir şüphem yoktu.

Gözlerimi beceriksizce silip kapıyı açtım. Gözyaşlarımı yok etsem de yanaklarımda, ağlamaktan dolayı oluşan kızarıklık gün gibi ortadaydı.

Annem endişeli bakışlarıyla ikimizi birden içeri sokup kapıyı kapattı. "Tatlım, iyi misin? Kötü bir şey olmadı değil mi?"

Annemin sorusuyla güçlükle durdurduğum gözyaşlarım tekrar akmaya başladı. Başımı iki yana salladım. "Kötü bir şey olmadı."

Beni yatağa oturtup saçlarımı okşamaya başladı. "Neden ağlıyorsun?"

Cevap veremedim. Başımı sağ tarafıma yatırıp mahzun gözlerle ona bakmaya devam ettim. Sanırım neden ağladığımı anlamıştı.

"Üzülme güzel kızım."

Başımı göğsüne bastırırken saçlarımı okşamaya devam etti. Gözyaşlarımın izin verdiği kadarıyla ona hissettiklerimi anlatmaya çalıştım. Kelimelere dökmek zordu ama annem beni anlardı. Anlatmasam da anlardı.

Dolaba yerleştirdiğim eşyalarımı birlikte toplayıp bavula koyduk. Gözüm arada bir telefonuma ilişiyordu. Ne mesaj ne de cevapsız arama vardı. Sanırım müsait olacağım zaman onu arayacağımı ya da mesaj atacağımı düşünmüştü.

Annem, onu aramak için acele ettiğimi fark etse de yemek yediğimden emin olmadan gitmedi. İyi olmadığımı bildiğinden kan şekerimi ölçüp, iğnemi yaptı. Teşekkür eden gözlerle ona bakıyordum.

"Üzgün olduğun zamanlar kendine daha fazla dikkat etmelisin. Korkuyorum sana bir şey olacak diye."

Önümdeki çorba kâsesinden bir kaşık daha alıp yuttum. "Daha dikkatli olacağım. Merak etme."

Yemeğimi yiyene kadar yanımdan ayrılmadı. Odasına geçmeden önce gece insülinimi yapmayı unutmamamı tembih etti ve gitti. Annem kendi odasına geçtikten sonra zaman kaybetmeden Oğuz'u aradım. Telefon neredeyse çalmadan açılmıştı. Beni merak ettiğini ancak yine de aramaya çekindiğini söyledi.

Sanırım o da babam konusunda benimle aynı fikirdeydi. Bu defaki telefon konuşmamız sabaha kadar sürdü. Uyuma fikri aklımın ucundan bile geçmemişti. Saat yedi olduğunda mecburen kapattım telefonu.

☘️

Bavulumu sürükleyerek arabaya ilerlerken bu şehirden ayrılmak istemediğimi biliyordum. Ancak elimden bir şey gelmiyordu. Babamın bavulu almasına izin verdikten sonra arka kapıya ilerleyip acele etmeden açtım.

Aynı yavaşlıkla oturmadan önce son kez dönüp arkama baktığımda duvarın kenarından beni izleyen bir çift gözle karşılaştım.

İçime işleyen kömür karası gözler... Oğuz buradaydı. Koşup kollarına atlamamak için kendimi tutmak zorunda kaldım. Ancak ona veda etmeden gidemezdim. Son bir defa kollarında olmak. Bu his tüm bedenimi kaplamıştı.

Arabaya binmekten vazgeçip lavaboya gitmem gerektiğini söyleyerek otele geri girdim. Birkaç dakika sonra Oğuz da benim peşimden gelmişti. Lavaboya giden dar koridorda hiçbir şey söylemeden birbirimize sarıldık.

Sadece nefes alış veriş seslerimiz duyuluyordu. Geri çekilip gözümden akan yaşları sildikten sonra yüzümü avuçlarının içine aldı. Alnını alnıma yaslarken gözlerini kapatmıştı. Kokumu bir kez daha içine çekti.

"Seni seviyorum."

Aynı kelimeler tereddüt etmeden dudaklarımdan döküldü. "Seni seviyorum."

Başını yavaşça aşağı eğerek dudaklarımı buldu. Dudaklarımın üzerine değen tüy gibi bir dokunuş... Belki de hayatımın en değerli anıydı.

İlk aşk, ilk öpücük...

☘️

Eeee, ne düşünüyorsunuz?

Bölümün uzunluğundan umarım memnun kalmışsınızdır.

Geçmiş sahnelerini çok fazla uzatmak istemediğimden biraz da sizinle sohbet eder gibi yazmak istedim. İyi yapmış mıyım? :) Hı, şımarık yazar!

Umarım Oğuz ve Leyla'yı sevmişsinizdir. Hoş, şimdilik sevilmeyecek bir yanları yok :)

Siz sormadan ben söyleyeyim hikâye tamamen kurgudan ibaret. Gerçek hayatla alakası yok. (Tamam, azıcık olabilir. Ama azıcık...)

Heh! Unutuyordum. Bölüm başlıkları için sizden fikir istiyorum. Çünkü bu kitaba yakışacağını düşündüğüm bir etkinlik olacak. Yani 1.bölüm yazmak yerine İlk Öpücük, İlk Aşk yazmak gibi...

Şarkı sözü bile olabilir ama bana azıcık yardım edin. Hem ilham olmuş olur :)

Tamaaam çok uzatmayacağım. İlk bölümden bütün enerjinizi çekmeyeyim.

Bölüm günleri konusuna gelecek olursak. Bu defa haftada bir gün yayınlayacağım ve o da Çarşamba günleri olacak.

Boş yere söz verip de bekletmektense haftada bir gün diyelim kafamız rahat olsun.

Sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın, seviliyorsunuz...
Berna.

Continue Reading

You'll Also Like

143K 1.1K 3
Bahar başını yavaşça kaldırdı yerden. Bakışları tedirgin ve ürkekti. Ellerini önde bağlayıp kısık bir sesle "Elif'e hırkasını götürdüm, aceleyle çıkt...
65.6K 5.5K 27
AŞK-I NEY SERİSİNİN DEVAMIDIR.. Ateş mi ? Yakmazdı onu bilirdi. O ateşle kavrulalı çok olmuştu.. Korkmak mı? Asla... Ateşin aşkına düşen pervane kork...
1.2M 51.5K 37
Demokan Korkut... Karaları kuşanmış, zehir zemberek dili ve sert bakışları ile insanı intihara sürükleyen bir adam. Ermen Korkut... Nazik, tatlı sert...
483K 2.1K 3
Tamamlandı ve kaldırıldı. Geçmişten gelen sırlarla dolu adam, bir daha dönmeyeceğini düşündüğü genç adamın hayatını karartan olayda tek görgü tanığ...