grindhouse // taekook

Autorstwa saintanie

3.3M 244K 713K

Bana nefesini ver, kalbimden kalbine sonsuz adımlar atayım. Bitmeyecek gecelerimize bir kadeh kaldıralım ve g... Więcej

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
Final

39

74.2K 3.2K 15K
Autorstwa saintanie




The Weeknd - Shameless

Taylor Swift - Don't Blame Me

Şarkıları bölümün sonlarına dek dinlemenizi tavsiye ederim. :)

*

Adrenalinin damarlarınıza nüfuz ettiği o anı bilirsiniz. Başta nabzınız adeta kulaklarınızda pompalanıyormuş gibi kontrolden çıkar. Ense kökünüzden inen o ılıklık tüm vücudunuzu keşfeder. Öyle hızlı nefes alıp vermeye başlarsınız ki ağzınız kurur; geriye yutkundukça dilinize bıraktığı tatsız kekremsi tat kalır. Şimdi bu dondurucu ve karanlık depoda önümdeki adamın bir adım gerisinde yürürken hissettiklerim tam da bunlardı. Adrenalin damarlarımı zonklatıyor, depoya ilk adımımızı attığımız  andan beridir kanımı zehirliyordu.

Üzerimdeki ince gömleği aşındırıp içime işleyen soğuk titrememe neden olsa da umursayamıyordum. Adımlarımı sağlam atmaya çalışıyor, heyecandan titreyen ellerimle sanki güç alır gibi altımdaki pantolonun kumaşına sımsıkı tutunuyordum. Taehyung önümdeydi. O önümde acelesiz adımlar atarken sırtını izleyerek peşinden gidiyordum.

Seokjin'i yakalayıp getirdikleri depodaydık. Her şey dakikalar içinde olup bitmişti. Her şey sadece birkaç dakika içinde olup bitmiş ve ben olanları sindirememiştim bile. Taehyung'un adamları onu kıstırdıkları yerde arabasından alıp nefes bile almasına izin vermeden arabaya bindirmişlerdi. O süreçte arabadan çıkmamış, öylece oturduğu koltuktan arabaya bindirilişini izlemişti. Onu yakaladıklarından bu yana hiç konuşmamıştı. Yalnızca susmuş ve adamların arkasından arabayı bu terk edilmiş depoya kadar sürmüştü. Endişeliydim. Endişeliydim çünkü onun sessizliği korkutucuydu. Ne zaman susmaya karar verse arkasından bir felaket geliyordu. Onlarca kez bu felaketlerin altında kaldığımdan tehlikenin farkındaydım. Beni huzursuz eden de buydu. Bizi neyin beklediğini bilmiyordum.

Şimdiyse buradaydık. Bizi deponun girişinde karşılayan adamların yönlendirdiği şekilde yürüyorduk. Karanlık deponun içinde adımlamaya devam ederken önümüzde bize öncülük eden adamlardan birinin adımları kör bir floresan ışığının sızdığı plastik şeffaf bir perdeyle kapalı kapının önünde durmuştu. Sessizce geri çekilip Taehyung'a yol verdiğinde Taehyung'un bir süre hareketsizce olduğu yerde bekleyişini izlemiştim. Onun durmasıyla birlikte duraksamış, bakışlarım yandan görebildiğim kadar yüzüne çıkmıştı. En ufak bir duygu yansımıyordu. Ne acı, ne öfke... Yalnızca dümdüz önüne bakıyor, dudakları bir daha asla açılmayacak gibi birbirinin üzerinde sımsıkı kapalı duruyordu. Bakışlarım tereddütle hemen yanımızda sessizce bekleyen Namjoon'a döndü. Tam da o an bakışlarımı fark eder gibi bana dönmüştü. Onun da Taehyung'dan bir farkı yoktu. Yüzünde dehşet bir ifadesizlik taşıyordu.

Bir süre sonra Taehyung duraksadığı yerden başını kaldırmış, elleriyle kavradığı perdeyi sertçe kenara çekerek kaldırmıştı. Onun arkasından kaldırdığı perdeden geçerken nabzım etimi parçalayacakmış gibi daha da hızlanmış, bakışlarımı kaldırıp doğrudan karşımdaki manzaraya bakmıştım. Bakışlarım başta içlerinde yalnızca Bobby ve P.J.'yi tanıdığım birkaç adamla buluşmuştu. Daha sonra tavandan sarkan lambanın kör ışığının altında bir sandalyeye bağlanmış Seokjin'i görüşümle birlikte ise nefesimi bir daha geri vermeyecekmiş gibi içimde tutmuştum.

Oturduğu sandalyede başını önüne eğmiş, terli saçları yüzünü kapatıyordu. Elleri oturduğu sandalyenin arkasından bağlanmıştı. Sanki geldiğimizi fark eder gibi usulca başını kaldırmış, bakışlarının ilk hedefi kapının önünde şaşkınca ona bakan ben olmuştum. Onunla göz göze geldiğimiz anda tenimden geçen ruhani bir ürpertinin önünü alamamıştım. Sanki çırılçıplak buzun içine atılmışım gibi hissediyordum.

Bakışları bir süre bende oyalanmış, ardından hemen yanımda tepkisizce ona bakan Taehyung'u bulmuştu. Kurumuş ve bu mesafeden ve kör ışıktan görebileceğim şekilde çatlamış dudakları aralanırken bir süre ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi öylece kalakalmıştı. Ardından çıt çıkmayan deponun sessizliğinde aralık dudaklarından kayıp düşen fısıltısını işitmiştim.

''Taehyung...''

Taehyung tepki vermedi. Öylece yüzündeki ifadesizliğiyle onu izlemeye devam etti. Belki de saniyelerce hiç sesini çıkarmadan ona baktı. O ifadesizdi belki ama ben içinde olan biteni hissediyordum sanki. İhanetiyle karşı karşıyaydı. Sindirmeye çalıştığını biliyordum.

''Neden bağladınız onu?'' Taehyung ilk kez sessizliğini bozup bakışlarını ondan çektiğinde odanın bir köşesinde sandalyede oturan Bobby'e dönerek konuştu.

Bobby tavrını bozmadan oturduğu yerde bacak bacak üstüne atıp kollarını göğsünde birleştirmiş, derin bir nefes vererek konuşmuştu, ''Uslu durmadı.''

''Çözün.'' dedi Taehyung sert bir sesle. Bakışlarım şaşkınlıkla onu bulduğunda kaşlarının çatıldığını görmüştüm. Bobby bir şey demek için ağzını açacaktı ki, ''Hemen.'' diyerek konuşmasına izin vermeden devam etti.

Bobby derin bir nefes verirken eliyle yanında ayakta bekleyen adamlardan birine işaret vermişti. Adam emri alır almaz Seokjin'e yaklaşmış, önce ayak bileklerindeki ipleri, ardından ellerindekileri çözerek onu serbest bırakmıştı. Seokjin çözülen bileklerini ovuştururken bakışları yeniden Taehyung'a çıkmış, kaşlarını çatarak konuşmaya başlamıştı.

''Taehyung...'' demişti yeniden, ''Neler oluyor? Neden getirdiniz beni buraya?''

Olanları bilmiyormuş gibi konuşması kafamı karıştırmıştı. Sanki ne yaptığını bilmiyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde. Masum rolü yaptığının farkındaydım. Suç üstü yakalanan bir adamın başvuracağı ilk taktiği uyguluyordu. Bilmezden geliyordu.

''Üzerini aradınız mı?'' Taehyung sanki hiç konuşmamış gibi onu umursamadan yeniden Bobby'e dönerek sordu.

Bobby başını sallayarak onaylamış, ''Temiz.'' diyerek yanıtlamıştı.

''Peki arabası?'' diyerek yeni bir soru sordu.

''Çocuklar kontrol etti. O da temiz,'' diyerek yanıt verdi Bobby, ''Sonra da arabadan kurtuldular.''

Kaşlarım çatıldı. İçimde bir huzurluk vardı. Her şeyin bu kadar pürüzsüz olması garipti. Taehyung da böyle düşünüyor olmalı ki bakışlarını yeniden Seokjin'e çevirdiğinde bu kez gözlerinde bariz bir şüphe belirmişti. Bir şey düşünüyordu. Düşündüğü şeyi de az çok tahmin edebiliyordum. Seokjin'in arkasında amcası varken yakayı bu kadar kolay ele vermeyeceğinin ikimiz de farkındaydık.

''Taehyung,'' dedi yeniden Seokjin, ''Neler oluyor anlamıyorum. Beni neden buraya getirdiniz? Ben hiçbir şey yapmadım.''

Taehyung konuşmadı. Sanki o ne derse desin cevap vermemeye yeminliymiş gibi davranıyordu. Bakışları Seokjin'i tepeden tırnağa tararken bir şey arıyor gibi bir hâli vardı. Bir şey düşünüyordu. Ne düşündüğünü merak etsem de sessizce yapacağı hamleyi bekliyordum.

Seokjin, Taehyung onu izlerken kaşlarını çatmış, ''Hiçbir şey anlamıyorum,'' demişti sert bir sesle, ''Taehyung ben senin dostunum. Beni buraya neden getirdiğini söyle. Bana ne yaptığımı söyle.''

''Gömleğini çıkar.'' Taehyung sözünü kesip sakince konuştuğunda bakışlarım şaşkınlıkla ona dönmüştü. İfadesizce ona bakıyor, isteğini yerine getirmesi için bekliyordu.

Seokjin'in kaşları çatılmış, ''Ne?'' demişti.

''Gömleğini çıkar.'' dedi Taehyung bir kez daha kendini yineleyerek. Seokjin bir süre şokla ona baksa da bir kez daha söyletmemiş, elini üzerindeki gömleğe atıp düğmelerini çözmeye başlamıştı. Bakışlarım onda düğmelerini çözmesini izlerken aklım Taehyung'daydı. Aklında ne vardı, ne düşünüyordu bilmiyordum. Ama şu an bile bir şeyler planladığından şüphem yoktu.

Seokjin, tıpkı benim gibi odadaki herkesin bakışları üzerindeyken bir an için bile sert bakışlarını Taehyung'dan ayırmadan gömleğin tüm düğmelerini teker teker çözmüştü. Taehyung'un gözlerinin içine bakarak üzerindeki kumaşı omuzlarından indirdiğinde bakışlarımı bir an için üzerinden ayırmıyordum.

Tamamen gömlekten kurtulup kucağına bırakmış, ellerini iki yana açarak bitirdiğini göstermişti. Taehyung ona doğru adımlayıp yaklaştığında pür dikkat onları izliyordum. Adımları Seokjin'in önünde durduğunda bile bakışlarını ondan çekmemişti. Gözleri bir süre Seokjin'in çıplak gövdesini taramış, ardından bakışlarını ondan çekmeden, ''P.J.'' diyerek seslenmişti. Seokjin'in hemen yanında sandalyeye ters bir şekilde oturmuş onları izleyen P.J.'in yüzünde ona seslenmesiyle birlikte bir sırıtma oluşmuştu. Taehyung sol elini kaldırıp ona uzattığında ellerini cebine atıp bir şey çıkararak Taehyung'un avucuna bırakışını izlemiştim. Başta ışıktan dolayı ne olduğunu görememiştim. Gözlerimi kısıp daha dikkatli baktığım an eş zamanlı olarak Taehyung da elindeki cismi açarak bana yardımcı olmuştu. Kısılan gözlerim cismi tanımamla birlikte irileşmiş, endişe yumruğunu mideme indirdiği an iri bakışlarımla Taehyung'a dönmüştüm. Elindeki bir çakıydı.

Her ne kadar ona doğru hamle yapıp durdurmak gibi bir içgüdüyle güdülensem de ona güveniyordum. Seokjin'e zarar vermeyeceğini biliyordum. Ama içimdeki huzursuzluk bana rahat vermiyor, her an tetikte olmam için sinyal gönderiyordu.

Taehyung Seokjin'in sağ bileğini tutup havaya kaldırdığında gözlerimi bile kırpmıyordum. Çakıyı tutan elinin baş parmağıyla kolunu okşarken ortamın garipliği giderek daha da gerilmeme neden oluyordu. Seokjin'in bakışları Taehyung'un elindeki çakıya indiğinde sinirle gülmüş, ''Ne yani?'' demişti alttan bakışları ona döndüğünde, ''Öldürecek misin beni? Bir bıçakla mı?''

''Basit bir çakıyla ölmeyeceğini biliyorsun,'' dedi Taehyung sakince. Sesi kulağa öyle doğal geliyordu ki sanki tüm öfkesi, kini ve kırgınlığından arınmıştı, ''Seni öldürmeyeceğimi de biliyorsun.'' diyerek devam etti.

Eli hâlâ Seokjin'in kolunu okşuyordu. Aralarındaki gerilimden haberdâr olmasam bunun dostane bir hareket olduğunu bile düşünürdüm. Ama Taehyung'un ona karşı bütün dostluğunu öldürdüğünü biliyordum.

Çakının kabzasını kavrayıp sivri ucunu Seokjin'in beyaz teninde gezdirirken Seokjin'in oturduğu yerde gerilişine anbean şahit oluyordum. Taehyung bıçağın sivri yüzünü en ufak bir zarar vermeden bileğinden omzuna dek tüm kolunda gezdirirken bakışlarını da ona aşağıdan bakan Seokjin'den çekmiyordu.

''Ben hiçbir şey yapmadım.'' dedi Seokjin son kez deneyerek. Ama sözü aniden boğazından kopan bir çığlıkla kesilmişti. Taehyung elindeki bıçakla Seokjin'in kolunun ortasındaki bir noktaya kesik açarken panikle öne doğru bir hamle yapmıştım ki kolumdan tutularak durdurulmuştum. Bakışlarım kolumdaki ele, ardından elin sahibine çıktığında Namjoon'un sert yüzünü görüşümle duraksamıştım. Başını iki yana sallamış, beni nazikçe yanına çekmişti. Onu dinledim. Ne kadar zor olsa da uslu durup önümdeki manzarayı izlemeye devam ettim.

Seokjin çığlık atmaya devam ederken acıyla yerinden doğrulmaya çalıştığında yanındaki iri cüsseli adamlardan biri tarafından omzundan bastırılarak durdurulmuştu. Adam onu sertçe kavrayıp hareket etmesine engel olurken Taehyung da kolunda açtığı kesiğin içine bıçağın sivri ucunu sokmaya başlamıştı. Seokjin bununla birlikte avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamış, çığlıklarına dayanamayarak gözlerimi sıkıca yumup açmıştım. Kolundan sicimle akan kan içimi bulandırıp yüzümü buruşturmama neden olsa da bakışlarımı çekmeden yaptığı şeyi izlemeye gayret ediyordum.

Seokjin'in çığlığı kulaklarımı çınlatırken Taehyung da bıçağın ucunu açtığı kesikten çıkarmıştı. Çığlık bir anda kesildi. Taehyung elindeki bıçağı tavandan sarkan lambaya doğru tuttuğunda bakışlarım dehşetle açılmış, şok bütün hücrelerime hücum etmişti. Odadaki herkes bıçağın ucunda duran sim kartı büyüklüğündeki siyah cisme bakıyordu şimdi. Bu bir çipti. Takip çipiydi.

''Seni öylece göndermeyeceklerini biliyordum,'' dedi Taehyung alayla gülerek bıçağın ucundaki çipi incelerken. Elindeki bıçağı sakince P.J.'e uzatmış, P.J. çiple birlikte dışarıya çıkarken depodaki herkese hitaben, ''Toparlanın.'' demişti, ''Dakikalar içerisinde depoyu basacaklar.''

''Bobby.'' dedi ardından sandalyesinden ayaklanan Bobby'e dönerek, ''Onu alın ve güvenli bir yere götürün. Kolunu temizleyip sarın. Uzun bir süre misafirimiz olacak.''

İri bakışlarım Seokjin'e dönmüştü. Yüzünde az önceki ifadesinin yerinde bambaşka bir ifade gördüğümde afallamıştım. Az önce aklı karışmış, endişeli hatta korku dolu ifade tamamen silinmişti. Terden sırılsıklam olan saçları gözlerini kapasa bile o bakışların hedefindeki Taehyung'a nasıl bir ifadeyle baktığını net bir şekilde görebiliyordum artık. Az önce masumca suçsuz olduğunu söyleyen adamın aksine bambaşka bakıyordu şimdi. Düşmanca bakıyordu.

Taehyung da bunun farkındaydı. Bu yüzden bakışlarını uzun bir süre ona düşmanca bakan gözlerin sahibinde tuttu. Belki de tam da şu an ihanetini tamamen çıplak gözle gördüğü andı. Ona yukarıdan bakarken dudaklarını aralayıp, ''Onu konuşturun.'' dedi ifadesiz bir sesle.

Bobby sessizce başını sallayıp onu onayladığında Seokjin'e dönüp kolundan tutarak acıyla bağırmasını umursamadan ayağı kaldırmıştı. Taehyung da o sırada olanları izleyen bana dönmüş, eli avuçlarıma kayıp sımsıkı tutarken konuşmuştu.

''Gidelim.''

*

Yaşananları sindirebildiğimde arabada, eve dönüş yolundaydık. Vücudumdaki titremeden henüz kurtulabilmiştim. Şok beni terk etse de gördüğüm o görüntünün etkisinden çıkamıyordum. İhanetle burun buruna geldiğim, birebir çarpıştığım o anı bir türlü kafamdan silemiyordum.

Şimdi fark ediyordum. Son ana kadar direndiğimin, son ana kadar bir yanlış anlaşılma olabileceğini düşündüğümün şimdi idrakına varıyordum. Ne Hoseok'un köstebeği deşifre edişini, ne Taehyung'un bilgisayarındaki o dosyalarda gördüğüm görüntüleri yeterli bulmamıştım belki de. Ancak az önce depoda gördüğüm o çipten sonra kabullenebilmiştim tam anlamıyla. Ancak az önce Seokjin'in gözlerindeki düşmanca bakışı gördüğümde kabul etmiştim.

Aklım almıyordu. Böyle bir ihaneti aklım almıyordu. Yaşadığım en ağır tecrübeydi bu. Ben bu kadar sarsılmışken Taehyung'u düşünemiyordum bile.

Bakışlarım geçtiğimiz yollardaki sokak lambalarının sarı ışıklarıyla aydınlanan yüzünü bulduğunda titrekçe bir iç çekemeden edememiştim. Bakışları yoldaydı. Akşamın en sakin zaman dilimindeydik. Sanki bu sakinlik onun ruhuna da çökmüş gibi sessizdi. Onu izledim. Bir eli direksiyonu kavramış, diğeriyle şakaklarına masaj yapıyordu. Ne kadar yorulduğunu, ne kadar acı çektiğini hissedebiliyordum sanki. Omuzları ne kadar dik olsa da içten içe çöktüğünü biliyordum. Şimdi ne kadar sessiz olsa da içinde kopan fırtınaları görüyordum.

Bir süre sonra araba tenha bir yolda durduğunda etrafa bakmıştım. Bomboş arazilerin çevrelediği bir yoldu. Etraftan tek bir araba bile geçmiyor, yolu yalnızca bir sokak lambası aydınlatıyordu. Taehyung kapısını açtığında bakışlarım oraya dönmüştü. Arabadan inip dışarı çıkmış, ben de beklemeden kapıyı açıp onu takip etmiştim. Arabanın kaputuna yaslanıp başını havaya kaldırarak sanki boğuluyormuş gibi derin derin nefesler almaya başladığında ne yapacağımı bilmeden onu izliyordum. Derin derin soluyor, sakinleşmek için kendine zaman tanıyordu sanki. Bir şey yapmak istemiştim. Ona iyi hissettirmek için bir şey yapmak istemiştim. Ancak her ne kadar adımlarım bedenine yaklaşsa da tam da şimdi ona müsaade etmem gerektiğini, nefes almaya ihtiyacı olduğunu biliyordum. Bu yüzden sessizce onu izlerken toparlanması için bekleyip ona izin vermiştim.

Bir süre sesli bir şekilde solumuş, ardından arabaya dönüp ön kapıyı açmıştı. Bir an için binip yola devam edeceğimizi düşünerek kendi kapıma doğru yürüyecektim ki ön camdan arabaya binmeyip yolcu koltuğuna doğru eğilerek torpido gözünde bir şey aradığını fark ettiğimde duraksamıştım. Aradığını bulduğunda arabadan çıkıp kapıyı kapatmış, bakışlarım elindeki sigara paketine inmişti.

Taehyung çok sık sigara içmiyordu. Yeni yeni fark ediyordum. Ne zaman bir şeyler ağır gelse o zaman yokluğunu arıyordu. Kaputa yaslanıp sessizce paketi açtığında içinden bir dal çekerken ellerinin titrediğini fark etmiştim. Bu görüntü içimi acıttı. Elleri tir tir titrerken sigarayı dudaklarının arasına koyuşunu izliyordum şimdi. İçim acıyordu çünkü ilk kez maskesini düşürüyordu. Günlerdir hatta aylardır güçlü olmak için verdiği mücadeleyi açık etmişti. Dayanamıyordu artık.

Bir süre titreyen elleriyle çakmağı yakmaya çalıştı. Fakat ne kadar denese de titreyişleri ve ona doğru esen akşam rüzgârı izin vermemişti buna. Dayanamadım. Uzanıp elimi titreyen eline kapatarak avuçlarım arasında tutmuştum. Eli ellerimin arasında kuş gibi çırpınıyordu sanki. Yutkundum. Dudaklarından sarkan dalla yoğun kahveleri dikkatle beni izlerken eğilip avuçlarım arasındaki titreyen elinin üzerine dudaklarımı bastırmıştım. İçi titrer gibi kesikçe soluyuşunu işittim. Dudaklarımı elinin üstünden çekip derin bir nefes vererek elindeki çakmağı kavradığımda avucumu dudaklarındaki dala siper edip çakmağı çakarak tutuşturmuştum. Bakışları tüm bu süreçte üzerimdeydi. İşimi bitirdiğimde bakışlarına karşılık vermiş, sessizce gözlerine bakmıştım. O sırada sigarasından derince bir nefes almış, zehrin ciğerlerini gezinmesine izin verip geri bırakmıştı.

Burnuma dolan koku ona eşlik etme isteği doğurmuştu. Ben de beklemeyip elindeki paketi alarak içinden bir dal çekip dudaklarımın arasına bıraktım. Çakmakla uğraşmamıştım. Ne yaptığımı izlemek için bana dönen yüzüne yaklaşıp elimi çenesine koymuş, ağzımdaki dalın ucunu dudaklarının arasında yanan dalın ucuyla tutuşturarak geri çekilmiştim. Tüm bu süreçte gözleri bendeydi. Beni izledikçe gevşediğini hissediyordum. Dudaklarındaki sigarayı tutmak için elini kaldırdığında fark etmiştim. Az önceki kadar şiddetli titremiyordu.

Bu görüntü bir nebze rahatlamama neden olduğunda tıpkı onun gibi kalçalarımı kaputa yaslamış, dudaklarımdaki daldan uzunca bir soluk çekerek önümüzdeki bomboş yola bakmıştım. Akşamın serinliği içime işliyordu. Fakat şikayetçi değildim. Temiz hava zihnimi açıyor, bir nebze de olsa iyi hissettiriyordu. Bir süre sessizce sigaramdan sert yudumlar alıp cırcır böceklerinin çıkardığı sesleri dinlemiştim. Ardından sessizliği bozmaya karar vermiş, parmaklarımın arasındaki daldan bir nefes alıp geri vererek konuşmuştum.

''Çipin yerini nasıl bildin?''

Sanki bu soruyu bekler gibi gülmüş, tıpkı benim gibi içine çektiği dumanı geri verirken, ''Tahmin ediyordum,'' demişti açıklamaya başlayarak, ''Sağ kolunda daha önce görmediğim hafif bir dikiş izi vardı.''

Dişlerimi alt dudağıma geçirip bir süre sindirmeye çalışırken, ''Aklım almıyor,'' dedim kafamı iki yana sallarken, ''O senin en yakın dostundu. Ailenden biriydi. Nasıl yapar aklım almıyor.''

Güldü. Keyiften yoksun bir gülüştü bu. Sigarasından koca bir yudum çekip geri bıraktığında, ''Son ana kadar,'' demişti, ''Son ana kadar bekledim. Haftalarca onu takip edip ihanetini gözlerimle görmeme rağmen o sandalyede suçsuz olduğunu söylediğinde bir an için ona inanmak istedim. Üzerindeki çipi görene dek ona inanmak istedim.''

Gözlerim yanarken dişlerimi sıkıp ona baktım, ''Başından beri biliyordum,'' dedi sesi titrer gibi olduğunda, ''Başından beridir içimizde olduğunu biliyordum. Kabullenemedim. Ailemden biri olmasını kabullenemedim.''

Bir süre aramıza bir sessizlik düşmüş, onun sigarasını bitirişini izlemiştim. ''Peki ya onu da tehdit ettilerse,'' dedim mantıklı bir neden ararken, ''Amcanın ve hükümetin taktiği bu değil mi? Tıpkı sen ve Hoseok gibi onu da birileriyle tehdit ettilerse? Ailesiyle. Ya da sevgilisiyle. Herhangi biriyle?''

''Sorun da bu ya,'' dedi bana döndüğünde, ''Seokjin kimsesiz. Onu tehdit edebilecekleri kimsesi yok.''

Dudaklarım aralanmış, sersemleyerek ona bakarken o da açıklamaya başlamıştı.

''Onu doğuran kadın doğduğu gün yurda bırakmış. Ardından bir köprüden atlayıp intihar etmiş. Hatta o dönem bununla ilgili haber bile yapılmış. O döneme ait gazete kupürleri var,'' diyerek açıkladı, ''Annesinin bir fahişe olduğunu duymuştum. Seokjin'i doğurup intihar ettiğinde daha çok gençmiş. Yirmilerinin başında olduğunu duymuştum.''

Tüylerim ürperdiğinde ne diyeceğimi bilemeden öylece anlattıklarını sindirmeye çalışmıştım. Taehyung da o sırada devam etmiş, ''Tüm bunları Seokjin anlatmıştı bana. Ondan şüphelenmeye başladığımda yetiştirildiği yurda gidip doğru söyleyip söylemediğini öğrenmek istedim.'' demişti. ''Arşivden pek bir şey çıkmadı. Onun yurda bırakıldığı dönemde görev yapan emekli yurt müdürünü buldum sonra. Hakkında detaylı bilgiler edindim. Yurt müdürü Seokjin'i hatırladı. Seokjin'in anlattığı her şeyi doğruladı. Annesinin onu yurda bıraktığında perişan bir hâlde olduğundan bahsetti. Hatta yeni doğum yaptığının çok belli olduğunu, elbisesinin eteğinde koyu bir kan lekesi taşıdığını, kucağındaki bebeğin sadece göbek bağının kesilip temizlenmeden bir havluya sarıldığını detaylarıyla anlattı. Bebek o kadar küçük ve soğukmuş ki neredeyse ölü olduğunu düşünmüşler. Müdür kadını o hâlde gördüğünde hastaneye götürmeyi teklif etmiş ama kabul etmemiş. Yurttan ayrıldıktan yarım saat sonra ise o civardaki köprüden atlayıp intihar etmiş.''

''Kadının ne bir yakını ne de tanıdığı varmış,'' diyerek açıklamaya devam etti kanım donarak onu dinlerken. ''Seokjin'i yaşlı bir adam alıp yetiştirmiş. Onun da kimsesi yokmuş. Taşrada çiftçilik yapıyormuş. Seokjin liseyi bitirdiğinde ise kalp krizi geçirerek ölmüş. O günden sonra da kendi başının çaresine bakmış.''

''Peki sevgilisi var mı?'' diye sordum, ''Değer verdiği biri?'' Bir süre durmuş ihtimal vermesem bile düşüncemi dile getirmiştim, ''Namjoon'la çok yakınlardı. Belki de onu öldürmekle tehdit ettiler.''

''Sevgilisi yok.'' diyerek açıkladı, ''Onu çok uzun zamandır takip ediyorum. Attığı her adımdan haberim var. Değer verdiği birine sahip olsaydı bilirdim. Namjoon'la ilişkileri de yalnızca seks arkadaşlığından ibaretti. Bir ihtimal aralarındaki ilişki bundan fazlası olsa bile Namjoon'un amcama hedef olmayacak kadar zeki olduğunu biliyordu. Üstelik benim tarafımdayken ne onun can güvenliği ne de Namjoon'unki bir tehdit bile sayılmazdı. Her şekilde onu tehdit edecekleri bir neden yoktu. En azından benim tarafımdayken böyleydi.'' Durdu Bakışları bir noktada sabitlendiğinde sertleşmiş, dudaklarından dökülen sözcükler de bir o kadar sert çıkmıştı, ''Anlaşılan o ki o hiç benim tarafımda olmamış. Benimle kurduğu dostluğun sebebi de buydu. Başından beridir amcam için çalışıyormuş.''

Birçok sorunun cevabı havada kalsa da daha fazlasını kaldırabileceğimi düşünmüyordum. Taehyung da bundan fazlasına sahip değildi. Seokjin'in ihanetinin bir nedeninin olduğunu düşünürken her şey daha kolaydı. Ama başından beridir amcasına çalıştığını bilmek sindirilir gibi değildi.

Tam da bu esnada, ''Anlamıyorum,'' dedi başını iki yana sallayarak, ''Yıllardır birlikteyiz. Onunla Jimin'le birlikte Kore'den kaçıp Japonya'da yaşadığımız dönemde tanıştık. Hayatı öyle sıradandı ki. Yıllardır benimleydi. Aynı evde kaldığım, aynı sofrada yemek yediğim; birlikte gülüp birlikte ağladığım birinin, her şeyimi bilen, bana bu kadar yakın olan birinin...''

Devam edemedi. Sesi titremiş, derin bir nefes alarak duraksamıştı. Beklememiştim ben de. Elimdeki sonuna geldiğim sigara izmaritini düşürmeyi umursamadan onu çekip göğsüme yaslamıştım. İki kolumla sanki dünyadaki bütün kötülüklerden koruyacak gibi bedenini sarıp sarmalıyordum. Ellerim saçlarına karıştığında, o da başını boyun girintime yaslamış, derince solurken sıkıca bedenime tutunmuştu. O an kendime söz vermiştim. Onu ne olursa olsun koruyacağıma, artık canını kimsenin yakmasına izin vermeyeceğime söz vermiştim.

*

''Seokjin konuşmamakta ısrar ediyor.''

Bakışlarım etrafı incelerken Namjoon'un konuşmasıyla dikkatim dağılmış, ona dönmüştüm. Ertesi akşamüzeri bir dağ evine gelmiştik. Namjoon Seokjin'i buraya getirdiklerini söylemişti. Dün akşamdan beridir onu burada tutuyorlardı. Biz de tam şimdi onu tuttukları evin bahçesinde yürüyor, bakışlarım evin yüksek taştan duvarlarında ve yemyeşil bahçesinde geziniyordu. Evin kapısına dek yürürken bahçede tanımadığım birkaç adamın önünden geçmiştik. Bizi fark ettiklerinde Taehyung'a sessizce baş selamı vermişler, o da aynı şekilde karşılık vermişti. Bu adamların evi korumak için burada olduklarını tahmin edebiliyordum.

''Sonsuza kadar susacak değil.'' Yanımda dimdik omuzlarıyla yürüyen Taehyung ifadesizce konuşmaya başladığında dikkatim ona çevrildi. Çatık kaşlarına ve anıt gibi sert yüzüne rağmen sesi sakin çıkmıştı. Ona bakarken dün akşama göre toparladığını, daha iyi durumda olduğunu görebiliyordum. Her ne kadar tüm gece uyuyamamış olsa da bu sabah uyandığımda tazelenmişti sanki. Hatta ben uyanmadan önce Yeontan ile yürüyüşe çıktıklarını öğrenmiştim. Onu böyle görmek bir nebze de olsa rahatlamama neden oluyordu. ''Elbet konuşacaktır.'' diye devam etti derin bir nefes alıp geri verirken.

Bakışlarım sessizleşen Namjoon'a dönmüştü. O an fark etmiştim. Dağılmıştı. Onu hiç tanımayan biri bile sadece kızarık gözlerine, çökük göz altlarına ve dağınık kumral saçlarına bakarak dağıldığını söyleyebilirdi. Onu ilk kez böyle solgun görüyordum.

Tam evin kapısına yaklaşıp içeri girecekken araç yoluna giren arabanın teker seslerini işitmiş, üçümüzün de bakışları oraya çevrilmişti. Daha önce gördüğüm emin olduğum lüks bir araba araç yoluna park ettiğimiz arabanın yanına park ederken arabanın camlarındaki siyah filme rağmen içindeki kişiyi tahmin edebilmiştim. Tam da o an tahminlerimi doğrular gibi arabanın kapısı açılmış, bakışlarım çakıl taşlı zemine inen ince siyah topukluya, ardından mini etekli çıplak bacaklara; daha sonra tamamen arabadan inen bedenin porselen gibi pürüzsüz yüzüne tırmanmıştı. Marsilya uzun siyah saçlarını omzundan geriye doğru savurarak arabasının kapısını kapatmış, bize doğru yürürken gözündeki güneş gözlüğünü çıkarmıştı. Bakışları bizi turlamış, kırmızı rujlu dudakları kıvrılırken konuşmuştu. ''Parti çoktan başladı mı?''

Ses tonu bile rahatsız ediciydi. Aramızdaki atmosferin anında değişmesine neden olmuştu. Kimseden ses çıkmazken Taehyung onu umursamadan açık kapıdan içeri giren ilk kişi oldu.  Onu arkasından takip etmiştim. Namjoon ve Marsilya arkamızdan gelirken nedensizce keyfimin kaçtığını hissediyordum. Onu yeniden görmek dün sabah yaşananları anımsamama neden olmuş, öfkenin sinsice kanıma işlemesine yol açmıştı. Ondan hoşlanmıyordum. Bunu kabulleneli çok olmuştu. Ondan da, Taehyung'a olan yakınlığından da hoşlanmıyordum.

Adımlarımız içi döşeli evin içerisindeyken bizi salonda P.J. karşılamıştı. Oturduğu kanepeden kalkmış, ''Selam.'' demişti genişçe gülümseyerek. Bize bir odaya dek öncülük ederken ince uzun bir koridora girmiş, omzunun üzerinden onu takip eden bize doğru dönüp, ''Seokjin çetin ceviz çıktı. Konuşmuyor.'' demişti.

Seokjin'in konuşmamakta inat edeceğini tahmin edebiliyordum. Ama bu P.J. koridorun ucundaki bir kapıyı açıp odaya girmemiz için müsaade edene kadar sürmüştü. Odanın ortasında bir sandalyeye bağlanmış perişan hâldeki Seokjin'i görüşümle birlikte tüm tezlerim çürümüştü. Başı önüne düşmüştü. Beyaz gömleği kan lekeleriyle kirlenmiş, saçları terden sırılsıklamdı. Öyle perişan duruyordu ki sanki günlerce hırpalanmış gibiydi. İçeri girişimizle birlikte önüne eğdiği başını kaldırıp darmadağın olmuş kanlar içindeki yüzünü görmemizi sağladığı anda gördüğüm görüntü içimi bulandırmıştı.

''Onu bu hâle kim getirdi?'' Taehyung onun hâlini gördüğü an sinirli bir sesle söylediğinde bakışlarım ona gitmişti. Kaşlarını çatmış, öfkeden dişlerini sıkıyor, boğazında atan damarı çıplak gözle görebiliyordum. Odadakilerden çıt ses çıkmazken bir süre gergin bir sessizlik oluşmuştu. Sessizlik onu sinirlendirmiş olmalı ki, ''Onu bu hâle kim getirdi dedim!'' diyerek bağırmıştı bu kez.

Bağırışıyla irkilmeme engel olamamıştım. O sırada Taehyung'un çaprazında duvarın dibinde duran adamlardan biri elini kaldırmıştı. Uzun boylu, siyah saçlı, iri bir adamdı. Yüz hatları sertti. Taehyung o elini kaldırdığı an sert bakışlarını bir rüzgâr gibi ona çevirmişti. Adam elini indirip gevşek bir tavırla omuz silktiğinde, ''Kendime hâkim olamadım.'' diyerek açıklama yapmıştı.

Taehyung iki adımda adamın dibinde bitip yakasına yapışırken her şey iki kalp atımı sürede olup bitmişti.  Yakasını tutup sert bir şekilde kendine doğru çekerken her ne kadar paniklesem de hareket etmemek için gayret etmiştim. Adamın yüzüne yaklaşarak dişlerinin arasından tehditkâr bir ifadeyle konuşmaya başladığında nefesimi tuttum, ''Ben de kendime hakim olamayabilirim. Görmek ister misin?''

Adam kıpkırmızı olmuş yüzüyle başını iki yana salladığında onu yakasından tutup iri bedenini Seokjin'in önüne doğru savurmuştu. ''Çöz onu.'' demişti dişlerinin arasından. Adam sendeleyerek doğrulmuş, Seokjin'in yanına yaklaşarak birkaç saniyede tıpkı dün akşamki gibi ellerini ve ayaklarını çözmüştü. Seokjin bu süreçte hiç ses çıkarmamış, şişip morarmış gözleriyle olanları izlemişti. ''Onun için temiz kıyafet ve yiyecek bir şeyler getirin,'' demişti Taehyung, ''Yüzünü de temizleyin. Bundan sonra ona zarar vermeye kalkışan herkes bedelini ağır öder.''

Adamlar emri alır almaz birer birer odadan çıkmaya başladığında Taehyung da son kez sert bakışlarını üzerlerinde gezdirmişti. Odada yalnızca P.J., Marsilya, Namjoon, ben ve o ikisi kalana dek beklemişti. Herkes çıktığında Seokjin'e doğru adımlamış, önünde durmuştu. Hareketsizce durduğum köşede onları izliyordum. Taehyung kenardaki sandalyelerden birini çekip Seokjin'in önüne koymuş, bacaklarını açıp saldalyeye ters bir şekilde oturup kollarını da sırtına yaslayarak dikkatle dağılmış yüzüne bakmıştı.

Seokjin de bakışlarını ona çevirip dik bir şekilde yüzüne bakarken bulunduğu duruma rağmen nasıl böylesine cüretkâr bakabildiğine hayret ediyordum. Taehyung bir süre sessizce ona bakmış ardından bakışları sargılı koluna inmişti. Dün akşam çipi çıkardığı yerin üzeri bir sargı beziyle sarılmıştı.

''Kolun nasıl?'' Elini uzatıp sargılı koluna uzanacağı vakit Seokjin sert bir şekilde kolunu geriye çekmiş, ona dokunmasına izin vermeden dümdüz bir ifadeyle Taehyung'a bakmaya devam etmişti. Taehyung havada kalan elini kendine doğru çekip yeniden sandalyenin sırtına bıraktığında bakışları bu hareketi bekliyormuş gibi ifadesizdi. Sessiz kalmış, ona bakmaya devam etmişti.

O sırada içeriye az önce dışarı çıkan adamlardan biri elinde bir tepsiyle girmiş, onlara doğru adımlamıştı. Taehyung dönüp elinden tepsiyi aldığında bakışlarım tepsidekilere değmişti. Tepside bir sandviç ve içecek bir şeyler vardı. Adam tepsiyi bırakıp odadan çıkarken Taehyung da sandviçin jelatinini açmış, içeceğin kapağına açıp tepsiyi Seokjin'in dizlerine bırakırken, ''Bir şeyler ye.'' demişti başıyla tepsiyi göstererek.

Seokjin'in ruhsuz bakışları Taehyung'dan dizlerindeki tepsiye inmişti. Bir süre öylece ifadesiz bir şekilde tepsiye bakışını izlemiştim. Gözlerinde öyle bir şey vardı ki sanki düne kadar tanıdığım adamdan bambaşka biri vardı önümde. Kuruyan ve çatlayan dudakları sımsıkı kapalıydı. Yüz hatları o kadar gergindi ki dişlerini sıktığını belirginleşen çene hattından anlayabiliyordum. Tepside gezen ifadesi anbean tiksintiye evrilirken elini kaldırıp kucağındaki tepsiye doğru savurarak içindeki her şeyin tepsiyle birlikte etrafa saçılmasına neden oluşunu şaşkınlıkla izlemiştim. Hamlesinin şokuyla bakışlarım yerdeki dağınıklıktan ona tırmanmıştı. Sanki tepsiyi bilerek düşüren kendisi değilmiş gibi ifadesizce Taehyung'a bakmaya devam ediyordu.

Taehyung yaptığı hareketten hiç etkilenmemiş gibi bakışlarını Seokjin'den çekmeden sakince ona bakıyordu. Odada oluşan gerilimi elle tutabilecek kadar somut hissediyordum şimdi. Şaşkındım. Şaşkındım çünkü Kim Seokjin'i neşeli, capcanlı, zararsız biri olarak tanımıştım. Maskesi düştüğünde o maskenin altında sakladığı tehlikeli adamı görmek sersemletmişti beni.

Bir süre sessizlik oluşmuş, kimseden çıt ses çıkmazken, ''Konuşmayacak mısın?'' demişti Taehyung son derece sakin bir sesle. Sesini nasıl bu kadar ifadesiz tutabiliyordu anlayamıyordum.

Seokjin ağzını açmadan dümdüz ona bakmaya devam etti. Sanki konuşmamaya yemin etmiş gibiydi. Sımsıkı dudakları birbirine öyle kenetlenmişti ki sırf konuşmamak için her şeyi göze almış gibi kararlı duruyordu.

Taehyung derin bir nefes alıp dudaklarını ıslattı. Ardından, ''Seni istesem de sonsuza kadar koruyamam Seokjin,'' dedi net bir sesle, ''Bu insanları görüyor musun?'' dedi eliyle odadakileri göstererek, ''İntikam istiyorlar. Yaşadıkları için birini sorumlu tutmak istiyorlar. Ve ellerindeki tek şey sensin.''

Seokjin konuşmadı. Gözlerini bile düz bir ifadeyle Taehyung'a bakıyordu.

''Ne zamandır amcama çalışıyordun?'' dedi Taehyung kısa bir sessizliğin ardından.

Seokjin yanıt vermedi. Dudaklarını bile aralamadı. Yalnızca öylece yüzüne baktı. Giderek sabrımın tükendiğini hissediyordum. Odada kıpırdanmaya başlayan bedenlerin de benden bir farkı yoktu. Ama Taehyung bizim aksimize son derece sakin ve sabırlı duruyordu.

''Cevap vermeyecek misin?'' dedi Taehyung o konuşmamaya devam ettiğinde. Seokjin tepkisizce yüzüne bakmaya devam ediyordu. Taehyung, Seokjin'in konuşmayacağını anladığında derin bir nefes vermiş, ''Kendi yararın için konuş,'' demişti, ''Onlar seni korumayacak. Ölmeni umursamayacaklar. Şimdi seni serbest bırakıp gitmene izin versem bile seni sağ bırakmayacaklar. Çünkü artık kim olduğunu biliyorum Seokjin. Seninle işleri bitti. Yolun sonundasın.''

Seokjin susmaya devam etti. Böylesine kararlı oluşu hayrete düşürmüştü beni. Yolun sonundaydı. Buna rağmen konuşmamak için inat etmesi kafamı kurcalıyordu.

Taehyung onun konuşmayacağını anladığında derin bir nefes vermiş, ''Peki,'' demişti, ''Vaktimiz bol. Konuşmaya karar verene kadar bekleriz.''

Beklediğim gibi tepki vermedi. Yalnızca Taehyung'un yüzüne bakmaya devam etmiş, o sandalyeden kalkıp geri çekilene kadar bakışlarını onda tutmuştu. Taehyung da bakışlarını ondan çekmeden, ''Onunla biraz daha konuşun,'' demişti P.J.'ye hitaben konuştuğunda, ''Konuşmaya karar verdiğinde beni çağırın.'' Bakışları bir süre sessizce ona alttan alttan bakan Seokjin'de durmuş ellerini pantolonunun cebine sokarken, ''İyiliğin için konuş, Seokjin.'' demişti.

*

Odadan çıktığımızda hiçbir cevap alamadığımız için gergin hissediyordum. P.J. haklıydı. Seokjin gerçekten de çetin ceviz çıkmıştı. Taehyung'dan sonra tanıdığım en kararlı adam olabilirdi. Bunca baskıya rağmen asla konuşmuyordu.

Uzun koridordan geçip salona doğru giderken aniden cebimde hissettiğim titreşimle dalgınlığımdan sıyrılmış, adımlarım koridorun ortasında duraksamıştı. Taehyung da benim durduğumu fark ettiğinde adımlarını durdurup bakışlarını bana çevirdi. Elimi cebime sokup bu sabah evden çıkmadan önce Taehyung'un verdiği telefonu çıkardığımda ekranda yanıp sönen yabancı numarayla içime çöreklenen heyecanın önünü alamamış, merakla bana bakan Taehyung'a dönüp, ''Hoseok!'' demiştim. Hoseok uçaktan iner inmez arayacaktı. Bu yüzden tüm gün aramasını beklemiştim. Bekletmeden bir çırpıda çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürmüş, eş zamanlı olarak Hoseok'un sesi kulaklarıma dökülmüştü.

''Jungkook?''

Sesini duyar duymaz içime bir rahatlık çökmüş, ne zaman tuttuğumu bile bilmediğim nefesimi bırakırken, ''Hoseok!'' demiştim heyecanlı bir sesle, ''İyi misin?''

''İyiyim,'' demişti capcanlı bir sesle yanıt verdiğinde. Sesi keyifli geliyordu, ''Viyana'ya ineli yarım saat kadar oldu. Valizimi banttan alır almaz hattımı değiştirip seni aradım.''

''Yolculuk nasıl geçti?'' dedim daha rahat konuşabilmek için Taehyung'u ardımda bırakıp evdeki kapısı açık boş odalardan birine girdiğimde.

''Yorucuydu...'' dedi sözlerinin aksine canlı bir sesle, ''Saatlerdir havadayım. Ayrıca aktarma yaptım. Tanrım... Bütün kaslarım ağrıyor. Avusturya neden bu kadar uzak ki?''

''Beni bırakıp dünyanın bir ucuna gidersen böyle olur işte.'' dedim kaşlarımı çatıp sitemli bir sesle. Canım hâlâ benden bu kadar uzağa gidişine sıkkındı, ''Oh olsun sana.''

''Jungkook...'' Şevkatli sesi hattın ucundan kulaklarıma ulaştı. Kalbim ne kadar benden uzak olmasına kırık olsa da daha ilk dakikadan onu üzmek istemiyordum. Böyle yaparsam aklı bende kalacaktı, biliyordum. Bu yüzden yutkunmuş, sanki hemen karşımdaymış gibi gülümseyip az önceki hâlimden kurtulurken sesimi canlı çıkarmaya çalışarak konuşmuştum.

''Ee Jung Hoseok,'' demiştim yaramaz bir sesle, ''Hemen Viyana sokaklarına dalıp A1 seviye Almancanla çapkınlık mı yapmayı düşünüyorsun yoksa?''

Karşı hattan kulaklarıma dolan kıkırtısı neşemi yerine getirirken, ''İlk işim evi bulup iki gün boyunca ölü gibi deliksiz uyumak olacak sanırım,'' demişti. Durmuş, ardından sahte bir öfkeyle, ''Ayrıca ben A1 seviye Almancamla bile seksiyim. Jung Hoseok'un cazibesine kim dayanabilir ki?'' demişti.

Kıkırdadım. O da karşı hattan kıkırtılarıma eşlik ederken gevşediğimi hissediyordum. Her ne kadar gergin olsam da Hoseok'un sesini duymak bile kafamı dağıtmamı sağlamıştı. Kıkırtılarım kesilip yerini kapalı bir gülüşe bıraktığında, ''Dikkat et orada kendine,'' dedim, ''Sonra cazibene dayanamayıp kaçırırlar seni.''

''Merak etme, dikkat ederim,'' dedi gülerek. Ardından, ''Sen nasılsın?'' diyerek sordu.

''İyiyim,'' dedim. Bir an için içinde bulunduğum ev ve burada bulunma nedenimi hatırlarken yutkunmuştum, ''Çok iyiyim.'' demiştim ona bir şey belli etmemeye çalışarak.

Hoseok da canlı tutmaya çalıştığım ses tonuma kanmış olacak ki, ''Dikkat et kendine tamam mı?'' demişti, ''Öğünlerini falan geçiştirmeyeceğine söz ver.''

''Söz,'' dedim gülümseyerek.

''Jeon Jungkook sözü mü?'' demişti çocuksu bir ifadeyle çok eski bir alışkanlığımızı tekrarlarken.

''Jeon Jungkook sözü.'' demiştim gülerek.

O da gülmüş, ardından, ''Şimdi kapatmam gerek,'' demişti, ''Sonra yine konuşuruz, tamam mı?''

Gülümsedim. Sanki görebilirmiş gibi başımı sallamış, ''Peki...'' demiştim, ''Ama tekrar müsait olunca ara mutlaka, tamam mı? Merakta bırakma beni.'' demiştim hızlı hızlı.

Gülmüş, ''Tamam,'' demişti, ''Eve yerleşince fotoğraf da atarım. Bir yerleşeyim gittiğim her yerin fotoğrafını atacağım sana.'' Gülümsedim. Bir süre ne diyeceğimi bilememiştim. Kapatmak istemiyordum. Hoseok yanımda yokken onu çok özlüyordum. Şimdiyse dünyanın bir ucunda olduğunu bilmek daha da özlememe neden oluyordu. ''Jungkook,'' demişti kısa bir sessizliğin sonunda, ''Hyung seni çok seviyor.''

''Ben de seni seviyorum hyung.'' dedim içim sıcacık olurken. Ardından çağrı bitmişti. Öylece yüzümdeki tebessümle kararan telefon ekranına bakıyordum.

Bir nebze gerginliğimden sıyrılmış hissediyordum şimdi. Telefonu kilitleyip cebime koymuş, ardından odadan çıkarak Taehyung'u bulmak için boş koridorda ilerlemiştim. Ev çok büyüktü. Geldiğim yolu takip edip çıkışa doğru giderken salondan gelen sesleri işitmiş, adımlarımı seslerin geldiği yere çevirmiştim. Salona girer girmez Namjoon diğerlerini bir şeylerle meşgul hâlde bulmuştum. Daha sonra bakışlarımı kısaca salonda gezdirmiş, salonun baş köşesinde oturan Taehyung'u bulmuştum.

Taehyung salonun baş köşesindeki tekli deri koltukta oturuyor, hemen karşısındaki P.J.'le bir şeyler konuşuyordu. Onun birkaç adım ilerisinde ahşap mini bar köşesinden kendisine bir şeyler dolduran Marsilya bakışlarıma takıldığında bir an için dikkatim dağılmıştı. İşi bittiğinde elindeki kadehle birlikte Taehyung'un oturduğu koltuğa doğru yaklaştı. Ardından sanki oturacak başka yer yokmuş gibi, sanki bunu hep yapıyormuş gibi bir rahatlıkla kalçasını Taehyung'un oturduğu koltuğun koluna yaslamasını izlemiştim.

Kaşlarım çatılmış, çenem bu görüntüyle kasılırken damarlarıma yayılan ateşi somut bir şekilde hissetmiştim. Marsilya ona o kadar yakındı ki. Ben ona o kadar yakınken kokusunu alabiliyordum. Şimdi o kadının da onun kokusunu alabiliyor olması ihtimali midemin acıyla kasılmasına neden olmuştu.

Taehyung geldiğimi fark etmemişti. Hatta odadaki kimse fark etmemişti çünkü herkes Taehyung ve P.J.'in konuştuklarına odaklanmıştı. Bir konu hakkında tartışıyorlardı. Ne hakkında olduğunu bilmiyordum. Muhtemelen konuşmanın ortasında geldiğim için ne söylediklerini anlamıyordum. Hoş, şimdi öfkeden nabzım kulaklarımda atmaya başlamış, çevremde olanı biteni işitemez olmuştum.

Kendime hâkim olmak istemiştim. Sinirlenmemek, saçma bir şey yapmamak. Bunu öyle güçlü istiyordum ki verdiğim o çabayla tırnaklarımın avuçlarıma geçtiğini ancak hissettiğim acıyla idrak etmiştim. Ama umursamadım. Acıyı umursamadım. Çünkü Marsilya, Taehyung'un çenesine bakımlı parmaklarını koyup başını ona doğru çevirerek dikkatini kendisine çevirdiği an göğsümün ortasında beliren ateş diri diri yakmıştı beni.

Her ne kadar Taehyung çenesini tutuşundan kurtarıp hafifçe kaşlarını çatarak başını geri çekse de kanıma karışan öfke gözümü karartmıştı bir kere. Sanki kalbim damarlarıma kan yerine sicim sicim kor pompalıyordu. Sanki etten kemikten değil de salt ateştendim artık.

''Amcan bu hafta şehir dışındaki mitingler için başkana eşlik edecek,'' demişti Marsilya konuşulanları yavaş yavaş algılamaya başladığımda, ''Kasadakileri almak istiyorsak elimizi çabuk tutmalıyız.''

Neden bahsettiğini anlamak için zihnimi zorlamama gerek kalmamıştı. Taehyung daha önce bundan bahsetmişti. Amcasının kasasındaki bilgileri almak için ona Marsilya yardım edecekti.

''Biliyorum,'' dedi Taehyung kayıtsız bir sesle, ''O dönmeden harekete geçmiş oluruz.''

Marsilya'nın kan kırmızısı dudakları tatminkâr bir ifadeyle kıvrılmış, işaret parmağıyla Taehyung'un yanağını hafifçe okşamıştı. Kısacık sürmüştü. Kısacık bir an okşayıp geri çekmişti. Ama ben o kısacık anda midemden defalarca tekme yemişim gibi ağır bir sancı hissetmiş, öfkenin kurbanı olmuştum. Marsilya kirpiklerinin altından Taehyung'a cilveli bir şekilde bakmış, ''Uzun zaman oldu,'' demişti. Daha sonra kıvrılan alt dudağını hafifçe emmiş, gözlerindeki parıltıyla, ''Seninle eğlenceli bir şeyler yapmayı özlemiştim.'' diyerek devam etmişti.

Seninle eğlenceli bir şeyler yapmayı özlemiştim.

Zihnimin duvarlarına kurşun gibi saplanan kelimelerle kaşlarım daha da çatılmış, yanağımın içini sertçe ısırmıştım. Öyle hoyrat yapmıştım ki bunu dilimin ucunda kanın tadını alabiliyordum.Uzun zaman oldu, demişti. Onunla bir şeyler yapmayı özlediğini söylemişti. Şimdi bu kelimeler zihnimi mesken edinmişken kafayı yiyecek kadar sınırda hissediyordum. Bu plan onu neden böylesine heyecanlandırıyordu?

Ona böyle dokunmaya nasıl cüret edebiliyordu?

Bunları düşünürken Taehyung ona cevap vermeden oturduğu yerden kalkmak için doğrulmuştu. O sırada salonun girişinde öylece onlara bakan beni fark eder gibi bana dönmüş, bakışlarımız birleşmişti. İçimdeki ateşi gözlerimde de görmüş müydü bilmiyorum. Fakat bana bakarken kısacık bir süre duraksadığını görmüştüm. O koltuktan kalkarken Marsilya'nın bakışları da onun baktığı yere, bana dönmüştü. Tavrını bozmadan oturduğu yerde tepeden tırnağa bana bakarken dudaklarında oluşan o tehlikeli kıvrılma avuçlarımı karıncalandırmıştı.

Taehyung salonun çıkışına, benim durduğum yere doğru adımlamaya başlamadan önce yanında oturan P.J.'ye doğru, ''Burayla ilgilenirsiniz.'' demişti. Daha sonra bana doğru yürürken bakışları ona sertçe bakan gözlerimi bulmuştu. Öyle öfkeliydim ki mahvetmek istiyordum onu. O gözlerime bakarken bile bakışlarımla canına okumak istiyordum.

Adımları önümde durduğunda onu beklememiştim. Sırtımı dönüp hızlı adımlarla önden kapıya doğru giderken öfkeden gözüm dönmüştü çünkü. Nabzım kulaklarımdaydı. Her an boğazımı aşacak kadar hızlı atan damarı bile hissediyordum. Kontrolden çıkmıştım.

''Jungkook.'' Arkamdan seslendiğini duysam bile duraksamamıştım. Dönüp bakmamıştım bile. Çenem kasılırken sert adımlarla dimdik yürüyor, bir an önce bu evden kurtulmak istiyordum.

Mantıklı düşünemiyordum. Kesinlikle mantıklı düşünemiyordum. Mantığım az önce o odada terk etmişti beni. Bu yüzden dışarı çıkıp araç yoluna doğru yürürken ona dönmüş, ''Ben kullanacağım.'' demiştim soğuk bir sesle.

Tavrımı beklemiyor olmalı ki bakışları şaşkınlıkla açılmış, dudakları aralanmıştı. Ardından kısa süreli şaşkınlığından sıyrılıp elini cebine atarak arabanın anahtarını çıkarıp bana uzatmıştı. Anahtarı almış, adımlarım yeri delecek kadar sertken onu beklemeden dönüp araç yoluna doğru adımlamıştım. Bakışlarını sırtımda hissediyordum. Arkamda beni takip etmeye başladığı sırada bahçedeki adamlardan birinin ona seslenerek durdurduğunu işitmiş ama dönüp bakmamıştım. Onu beklememiştim bile. Öfkem öyle ağır basıyordu ki şimdi hiçbir şey düşünemiyordum.

Planım arabaya binip onu beklemek, o geldiğindeyse basıp gitmekti. Ama arabaya yaklaştığımda bakışlarım hemen bizim arabamızın yanına park edilmiş Marsilya'nın lüks arabasına takılmış ve o an işler değişmişti. Marsilya'nın arabasını görmek az önceki yaşananların tekrar tekrar zihnimde sahnelenmesine, damarlarımda kaynayan öfkenin tazelenmesine neden olurken kulağıma üfleyen şeytanla el sıkışmam da gecikmemişti.

Adımlarım benden bağımsız lüks araca giderken içimdeki öfkeye rağmen soğukkanlı bir şekilde etrafıma bakıp kontrol etmem birkaç saniyemi almıştı. Bahçede kimse yoktu. Taehyung'un da sırtı bu tarafa dönük olduğu için bakış açısına girmiyordum. Zaten iki aracın arasında olduğumdan ne yaptığımı da göremezlerdi. Bu yüzden beklememiştim. Elimdeki anahtarın sivri ucuyla Marsilya'nın pırıl pırıl parlayan lüks siyah arabasını ön kapıdan arka kaputa kadar boylu boyunca çizerken en ufak bir rahatsızlık bile duymamıştım. Aksine hazzı iliklerime kadar hissetmiş, geriye çekilip eserime gururla bakmıştım.

İşim bittiğinde hiçbir şey olmamış gibi bizim arabanın kapısını açıp sürücü koltuğuna yerleştim. Öfkem biraz bile hafiflememişti. Yeterli değildi. İçimdeki ateşi dindirmeye yetmemişti. Sert bakışlarla ön camdan karşımdaki yolu izleyerek onu beklerken yerimde duramıyordum. Bir şeylere zarar vermek istiyordum. Kırıp dökmek, avazım çıktığı kadar bağırmak, hırsımı geçirene kadar hasar yaratmak. İçimde öyle şiddetli depremler oluyordu ki o yıkıntıyı dışarıya taşırmak istiyordum. Dünyanın en tehlikeli hislerinden ikisine; kıskançlığa ve öfkeye teslim olmuştum ve bedelini en ağır şekilde ödüyordum.

Birkaç dakika sonra yan tarafımdaki kapı açılmış, Taehyung sessizce yolcu koltuğuna yerleşmişti. Bakışlarının bana döndüğünü hissetsem de ona bakmamıştım. O kapıyı kapatır kapatmaz arabayı çalıştırıp hızlı bir manevrayla araç yolundan çıkarken tek kelime bile etmemiştim.

Evden uzaklaşıp yola çıktığımızda arabada radyodan gelen kısık sesli şarkıdan başka ses çıkmıyordu. Gerilimi hissediyordum. Bu gerilimin sorumlusu olmaktan da son derece memnundum. Geldiğimiz ev şehirden çok uzakta olduğu için yollar bomboştu. Bu yüzden ayağımın altındaki gaz pedalına yüklenip hız yapmaktan çekinmemiştim.

''Jungkook.'' Taehyung adımı seslendiğinde onu umursamadım. Soğuk bakışlarla gaza yüklenip kulaklarımı ona kapatmış, elimi uzatıp radyodaki şarkının sesini biraz daha açmıştım. Şaşkın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Fakat konuşsun istemiyordum işte. Şimdi istediğim tek şey eve gitmekti. Geldiğimiz yolu kıt sıt hatırlıyordum. Girdiğim yollardan emin değildim ama bu bile umrumda değildi.

''Jungkook.'' dedi Taehyung yine onu görmezden gelmemi umursamadan radyonun sesini bastıracak bir sesle. Cevap vermedim. Vücudum cayır cayır yanıyordu. Dilim yanağımın içini dürtüyor, gaza yüklendikçe yükleniyordum. Öyle ki hız ibresi her gaza basışımda bir tık daha yükseliyor, zorlanan motor adeta çığlıklar atıyordu. İlk kez bu kadar kontrolsüz bir şekilde araç kullanıyordum. Ağaçlar, levhalar ve şeritler bir rüzgâr gibi yanımızdan geçip gidiyor, sadece önümdeki yolu görebiliyordum.

''Jungkook yanlış yola girdin.'' dedi Taehyung bu kez rastgele bir orman yoluna girdiğimde beni uyararak. Sinirlerim bozulmuştu. Gerçek anlamda sinirlerim bozulmuştu. Nefesimin altından güler gibi bir ses çıkarmış, alayla mırıldanmıştım.

''Sikerler yolu.''

Beni duymuş olmalı ki şaşkınca bana dönen bakışlarını yüzümün yan kısmında hissetmiştim. Bakışlarımı yoldan ayırmadım. Direksiyonu öyle sıkı tutuyordum ki parmak boğumlarım kireç gibi beyazlamış, elim uyuşmuştu.

Dakikalar boyunca bir an için bile yavaşlamadan hiç bilmediğim yollara sürmüştüm arabayı. Kaybolmuş olmamız bile umrumda değildi. Patlama noktasında olduğumu biliyordum. Marsilya sonunda bam telimi bulmuştu. Artık geri dönüşü yoktu.

Asfalt yoldan ormanın içine, toprak yola girip arabayı orman yolunda tenha bir yere çekerken direksiyonu sağa kırmış, öne doğru savrulmamızı sağlayacak kadar sert bir frenle durmuştum. Etkilenmemiştim bile. Soğuk bir ifadeyle karşımdaki yola bakarken Taehyung savrulduğu yerden doğrularak bana bakmış, bakışlarımı ona çevirmeden ifadesizce konuşmuştum, ''İn arabadan.''

Bir süre hareketsizce beklemişti. Amacımı çözmeye çalıştığını biliyordum. Ardından sessizce kapısını açıp arabadan inerken ben de beklememiştim. Tıpkı onun gibi kapıyı açıp hızla dışarı çıkmıştım. Arabadan iner inmez dışarıdaki serin hava üstümdeki kumaşı aşıp içime nüfuz etse de alev alev yanan vücuduma tesir etmemişti. Hava kararmıştı. Etrafta ağaçlardan başka bir şey yoktu. Buraya bizden başka herhangi bir arabanın yolunun düşeceğini bile düşünmüyordum çünkü ormanın çok içindeydik; ve etrafta değil bir levha, olduğumuz yeri aydınlatacak bir sokak lambası bile yoktu. Nerede olduğumuzu bile bilmiyordum.

Taehyung kendi tarafından yürüyerek farları açık arabanın önünde durmuş, bakışlarını tereddütle bana çevirip sessizce beni beklemişti. Şimdi ona bakarken bile zihnimde daima aynı görüntüler sahneleniyor, sinirden dilimi yanağıma bastırıp duruyordum. Marsilya'nın söylediği şey aklımda bozuk bir plak gibi kendisini tekrarlıyor, aklımı aynı şeyi düşünmekten kurtaramıyordum.

İçimde kaynayan öfkeye tezat ona doğru sakin adımlar atıp önünde durmuştum. Dudaklarım alayla kıvrılırken tek kaşım havalanmış, ''Demek seninle eğlenceli bir şeyler yapmayı özlemiş.'' demiştim buz gibi bir sesle.

Kaşları çatılıp dudakları aralanmış, yüzüme anlam vermeye çalışır gibi bir ifadeyle bakarken şaşkınlıktan cevap verememişti. Ama onu umursamamıştım. Aramızdaki mesafeyi kapatıp bedenini bedenimle arabanın arasına sıkıştırırken avuçlarımı iki yanından kaputa yaslamış, hamlemin şokuyla sersemleyen yüzüne eğilip konuşmuştum, ''Bahse girerim benimle daha çok eğlenirsin.''

Donup kalmıştı. Nefesini tuttuğunu hissediyordum. İri gözleri, hırsla parlayan gözlerimin içinde dururken bir an için gözlerimden aklımı ne kadar yitirdiğimi görür gibi olmuştu. Zira bana bir kaçıkmışım gibi bakmasının başka açıklaması yoktu. Ama beni bunun için suçlayamazdı. Aklımı onun yüzünden kaybetmiştim.

Bana öylece bakmaya devam ederken bakışlarım bu yakınlıkta karşı duramadığım bir dürtüyle bir an için kuruyan dudaklarına kaymış, bir süre iki güzel et parçasında oyalanmıştı. Hırstan ve öfkeden içim içime sığmazken dudaklarının şeklini hatta alt dudağının hemen üzerindeki küçük beni nasıl uzun uzun inceleyemiştim bilmiyorum. Kalın dudakları içimde alev alev yanan yangınları harlamış, ateşin kokusunu alan şeytanlarımı uyandırmıştı. O esnada dudaklarının aralanışını izlemiştim. Nihayet konuşacak gücü bulur gibi bir fısıltıyla mırıldanmıştı, ''Jungkook...''

Ona cevap vermedim. Sıklaşmaya başlayan solukları bir meltem gibi sus çizgime çarparken bakışlarımız birbirine tutunmuştu. Arabanın açık farlarının yansıttığı kadar aydınlanan yüzünü inceledim. O an fark etmiştim. Birbirimize bu kadar yakın olmamız sadece beni etkilememişti. Zira göz bebekleri ona bir soluk uzaktaki dudaklarıma indiğinde orada yanmaya başlayan arzuyu kanlı canlı görebiliyordum artık.

Dudaklarıma bakarken kuruyan dudaklarını ıslatmak için alt dudağına indirdiği dil darbesiyle bakışlarım bir rüzgâr gibi oraya düşmüş, gözüm kararmıştı. Arzu damarlarımda akan saf ateşle dans etmeye başladığında kendime hâkim olmak için çok geç kalmıştım.

Saniyeler içerisinde ellerimden biri çenesine tutunup dudaklarına saldırır gibi bir hırsla yapıştığımda hıçkırır gibi verdiği nefesi ağzımın içinde kaybolmuştu. Anında dudaklarını aralayıp karşılık vermeye başlarken iki yanında öylece duran kolları boynuma sarılmış, soğuk avuç içlerini ensemde hissetmiştim. Onu kaputla aramda sıkıştırmayı umursamadan bedenimi ona bastırırken kasıklarımda başlayan karıncalanmalar yoğun bir hâl almış, boğazından yükselen boğuk iniltiler kulaklarımı okşamıştı.

İplerin koptuğu nokta tam da bu andı. Çünkü içimdeki ateş dışıma taşıp bizi çevrelemeye başlamıştı çoktan. Onun da benim kadar yandığını ısınmaya başlayan teninin üzerinden hissediyordum.

Yüzünde duran elimle çenesini sıkıp ağzını daha çok aralamasına neden olurken alt dudağını dudaklarım arasına alıp emmiş, dilimi dudaklarından içeriye göndermiştim. Öyle hoyrat davranıyordum ki sızlanır gibi inleyişleri kulaklarıma dolsa da onu umursamıyordum. Her şey çok hızlı gelişmişti. Dilim diline karıştığı an elim bacaklarına inmiş, dar pantolonunun üzerinden baldırlarını avuçlarken birbirimizin ağzına doğru aynı anda inlemiştik. Başını yana eğip dilimi emmeye başladığı an ellerim baldırlarından yukarıya doğru çıkmış; iki avucumla kalçalarından kavrayarak bir çırpıda bedenini kucaklarken bacaklarını hızlıca belime sararak onu kaputa oturtmama yardım etmişti.

Kaputa otursa da bacaklarını belimden çözmemişti. Aksine öpüşmemiz giderek derinleşirken belime sardığı bacaklarıyla bedenimi kendisine doğru çekmiş, kasıklarımı kalçalarına yaslamama neden olmuştu. Dar pantolonunun üstünden sıkı kalçalarını hissettiğim an kasıklarıma tatlı bir zevk yayılmış, ağzına doğru inleyerek onu göğsünden hafifçe itmiş, sırtını kaputa yaslamasını sağlamıştım. Dudaklarımız bu süreçte bir an için ayrılmamıştı. Hızlıydım. Çok aceleciydim. O da telaşıma kapılıp bana ayak uydurmuştu. Ellerimle kaputtan destek alarak üzerine doğru eğildiğim an keyifle ellerini saçlarıma daldırmış, uzayan tutamlarımı karıştırarak paylaştığımız öpücüğü derinleştirmişti.

Dışarıda birbirimizi yer gibi öpüşmeyi önemsemiyordum o an. Hoş, bizi görebilecek herhangi bir insanoğlunun da yolu buraya düşmezdi. Ormanın içinde, Tanrı'nın bile unuttuğu bir yerdeydik. Etrafta ağaçlardan başka bize şahit olacak kimse yoktu.

Nefeslenmek için dudaklarından soluk soluğa ayrılıp ıslak dudaklarımla ağzının kenarından başlayarak yanağından çene hattına doğru tüm yüzünü öpmüş, başımı boynuna gömmüştüm. ''Jungkook.'' diye mırıldanmıştı o sırada nefes nefese. Kokusuyla mest olduğum boynunu emmeye başladığımda saçlarımdaki tutuşu sıkılaşmış, ağzından kısık kısık inlemeler kaçmıştı. ''Jungkook...''

Şehvete bulanmış ses tonu içimde alev alev yanan arzuya benzin dökerken parmaklarım üzerindeki kumaşa tırmanmış, tek elimle aceleyle ilikli düğmelerini çözmeye başlamıştım. Çıldırmış gibi hissediyordum. Hırstan ve kıskançlıktan gözüm dönmüştü. Mahvetmek istiyordum onu. Darmadağın etmek istiyordum.

Açıkta bıraktığım bağrına gömülüp merhametsizce tenini emmeye başladım. Taehyung anında dişlerinin arasından tıslayarak yattığı kaputtan doğrulmaya çalışırken ona izin vermemiştim. Ellerim bileklerini bulmuş, başının iki yanına sabitleyerek gövdesini kaputa bastırmış, hareket etmesini engellemiştim.

Kulaklarıma inleyişi dökülse de umursamamıştım. Hâlâ yarısı ilikli gömleğinin yakalarından tutup kumaşı sertçe iki yana çekmiş, göğüslerini tamamen açığa çıkarmıştım. Bakışlarımın birleştiği dikleşmiş pembe göğüs uçları kasıklarımı sızlatıp ağzımı sulandırırken dudaklarımı hazla ısırmadan edememiştim. Enfesti. Önüme en sevdiğim yemek konulmuş gibi bir iştahla sağ göğüs ucuna kapanıp inleyerek emmeye başlamam saniyelerimi almıştı. ''Siktir!'' Göğüs ucunu emmeye başladığım an aniden göğsü havalanmış, yüksek sesli bir şekilde inlerken inlemelerine karışan küfrü daha da hırslanmama neden olmuştu. Elimi kumaşın üzerinden ince beline atıp avucumla etini sıkmış, aralık dudaklarının arasından kesik bir soluk çekerek vücudunun sıçramasına neden olmuştum.

Ağzımdaki küçük tomurcuğa dilimle eziyet ediyor, dişlerimi sürterek emiyordum. O da bu esnada elimin altında adeta kıvranıyordu. Ağzından ağlar gibi dökülen inlemeleri kasıklarımın sancımasına neden oluyor, sabrımın giderek tükendiğini hissediyordum. Dişlerimin arasına aldığım tomurcuğu çekiştirirken kesik kesik inleyerek başını kıvranır gibi geriye doğru atmış, bakışlarım kirpiklerimin üzerinden ona tırmandığında onu izlemiştim. Hazla açılan ağzına avucunu yaslıyor, boğuk iniltileri sımsıkı bastırdığı avuç içlerine rağmen işitilirken inlemelerini bastırmaya çalışıyordu.

Hoşuma gitmemişti bu. Sesini benden sakınması hoşuma gitmemişti. Kaşlarım çatılmış, dişlerimle dudaklarımın arasında eziyet ettiğim göğüs ucunu çekiştirerek serbest bırakmış, bileklerini yakalayıp sertçe ağzından çekmiştim. Açılan ağzından dökülen inilti keyfimi yerine getirmiş, belimden düşmek üzere olan bacaklarını baldırından pençeler gibi kavrayarak belime sarmıştım.

''Jungkook.'' demişti sayıklayarak. Bakışlarım yüzüne çıktı. Baygınca bana bakıyordu. İhtiyaçla mırıldanışı öyle tatmin etmişti ki beni daha fazlasını yapmak için güdüleniyordum. Baygın bakışlarıyla gözlerimin içine bakarak, ''Jungkook.'' diye sayıkladı yine. İçimdeki ateşin beni kavurduğunu hissetmiştim o an. Belime sardığı bacaklarını etrafımda sıkılaştırarak kalçalarının çok yakınında duran kasıklarımı kendisine yaslamış, sertliğimde hissettiğim sıkılıkla başım dönmüş, gözlerim kısacık bir süre hazla kapanıp açılmıştı. Gözlerimin içine bakarak elleriyle üzerimdeki gömleğin eteklerinden kavrayıp sıkı sıkı avuçlarında tutmuştu. Sanki beni çıldırtmak ister gibi kalçasını bana iterken kendime hâkim olmaya çalışıyordum.

''Jungkook.'' diye sayıkladı bir kez daha neredeyse duyulmayacak bir fısıltıyla. Ona bakmadım. Başımı boynuna gömüp emmeye başlarken parmaklarımla az önce emdiğim nemli göğüs uçlarından birini sıkıştırmış, dudaklarından bir, ''Ah!'' nidasının dökülmesine neden olmuştum. Teninin üzerindeki dudaklarım çıkardığı sesle tatminkâr bir şekilde kıvrılırken diğer elimle bacaklarını kavrayıp baldırından avuçlayarak yana açmış, avuçlarımı açılan bacaklarının iç kısmına sürükleyerek üzerindeki kumaşın üzerinden okşamaya başlamıştım.

''Jungkook.'' demişti yine. ''Jungkook. Öp beni.'' demişti dayanamıyormuş gibi bir ses tonuyla.

Onu dinlememiştim. Başımı boynundan kaldırmamıştım bile. Dudaklarım gerdanından aşağıyı, hızlı hızlı inip kalkan göğsünü bulduğunda, ''Jungkook.'' demişti yine sızlanır gibi. Başını kaldırıp doğrulur gibi olduğunda ben de başımı göğsünden kaldırmış şişmiş dudaklarımı yalayarak ona bakmıştım. Çenesini kaldırıp dudaklarıma ulaşmaya çalışırken başımı hızla geriye çekip kaşlarımı çatmış, ''Hayır.'' demiştim otoriter bir ses tonuyla.

Onu reddedişimle birlikte afallayarak duraksamış, gözlerimin içine bakmıştı. Her ne kadar dağılmış olsam da yüzümün bir anıt kadar ifadesiz olduğunu biliyordum. Sinirliydim. Bu soğuk bir öfkeydi. Hırsımı alana kadar durmayacaktım.

Bakışlarımı gözlerinden çekip elimi üzerindeki gömleğe atmış kalan düğmelerini çözmeye başlamıştım. Dudaklarım yeniden tamamen açılan üst gövdesine kapandığında ellerim rahat durmamıştı. Onu göğüs kafesinden aşağılara, göbeğinin altındaki dövmeye kadar öperek kasılmasını sağlarken parmaklarım bacaklarının iç kısmını okşayarak yukarılara, kasıklarına çıkmış, pantolonun üzerinden sertliğini kavramıştım. Tüm kasları dudaklarımın altında gerilirken heyecandan içine göçen karnını öpmüş, çıkardığı mırıltıları dinlemiştim.

''Jungkook.'' demişti sertliğini avuçlarımın içiyle okşarken nefes nefese. Onu okşayan elimin bileğine yapışmış, sımsıkı tutmuştu. ''Dayanamıyorum.'' diye sayıkladı zorlandığı her hâlinden belli olan bir ses tonuyla. ''Jungkook ne olur öp beni.''

Bardağı taşıran son damla bu oldu. Kaya kadar sağlam iradem o onu öpmem için yalvarırken parçalanarak darmadağın olmuş, ince beline yerleştirdiğim elimle onu doğrultarak bir çırpıda bedenini kaputtan kaldırıp kucaklamam iki kalp atımı sürede olup bitmişti.

Onu öpmemiştim. O düşmemek için sımsıkı boynuma sarılıp bacaklarını belime sararken arabaya doğru yürümüştüm. Kucağımda o varken kapıyı açmakta zorlansam da kısa sürede başarmış, açtığım kapıdan başını çarpmamaya dikkat ederek bedenini arka koltuğa yatırmıştım. Anında başını kaldırıp bana bakarken bacaklarını arasına girmem için açmış, arkamızdan kapıyı kapatmıştım.

O sabırsızca kıpırdanarak ne yapacağımı beklerken hemen altımda yatan bedenini es geçip arabanın ön tarafına doğru eğilerek direksiyona ulaşmış, hızlı bir şekilde hâlâ açık duran farları kapatıp kapıları kilitlemiştim.

Şimdi yalnızca arabanın tavanındaki lamba aydınlatıyordu etrafımızı. Radyodan eski bir melodi dökülüyordu. İşim bittiğinde ona doğru dönüp üzerine doğru eğilirken yattığı yerden hafifçe doğrularak üzerimdeki gömleğin düğmelerini heyecandan titreyen elleriyle çözmesine izin vermiştim. Sabrı kalmamıştı sanki. Öyle aceleci davranıyordu ki düğmelerimden birini çözmeye çalışırken yanlışlıkla koparmıştı. Hızla bileğini kavrayıp sımsıkı avuçlarımda tutarken yüzüne eğilip fısıldamıştım, ''Fazla sabırsızsın, Kim Taehyung.'' dedim aralık dudaklarına çarpan tehditkâr fısıltımla. Bileğini öyle sıkı tutuyordum ki hemen elimin altında atan nabzını avuçlarımda hissedebiliyordum, ''Sana sabretmeyi öğreteceğim.'' diye fısıldadım dudaklarına bakarak, ''Aksi hâlde yeterince eğlendiğinden emin olamam.''

Bana baygınca bakan gözlerine çıktı bakışlarım. O sırada inleyerek dudaklarıma atılmış, sertçe emmeye başlarken bacaklarını belime sarmıştı. Elim sıkıca kavradığım bileğinden çözülmüş, düğmeleri açık gömleğinden çıplak belini kavrayıp uyarır gibi sımsıkı tutmuştum. Dillerimiz birbirine karışırken ağzımın içini keşfetmesine izin veriyor, parmakları aceleyle gömleğimin düğmelerini çözmeye kaldığı yerden devam ediyordu.

Çok serttim. Onun da benden hiçbir farkı yoktu. Öyle uyarılmıştı ki hareketleri giderek daha da hırçınlaşıyordu. Nihayet düğmelerimi çözmeyi bitirdiğinde dudaklarına dişlerimi geçirip çekiştirerek serbest bırakmış, geriye çekilmiştim. Elini çözdüğü gömleğimin yakalarına atıp aceleyle omuzlarımdan indirmeye çalışırken, ''Çıkar.'' demişti nefes nefese.

Dediğini yaptım. Gömleğimi çıkarmasına yardımcı oldum. Kurtulduğum kumaşı ön koltuklara fırlatmış, hızla ona dönüp onun da gömleğini kollarından sıyırmıştım. Kumaşı bir kenara fırlatırken dudaklarım yeniden boynuna kapanmış tenini acımasızca emmeye başlayarak kendime ait imzalar bırakmıştım.

Onu ilk kez böyle domine ediyor, ilk kez böylesine bastırıyordum. Merhametsizdim. Hoyrattım. Hırs ve şehveti aynı anda yaşıyordum. Ellerinden birinin kasıklarıma doğru indiğini hissederken pantolonumun üzerinden usulca sertliğimi kavramış, hissettiğim dokunuşla vücuduma yayılan zevk dudaklarımdan sesli bir inlemenin dökülmesine neden olmuştu.

Başımı boynundan kaldırıp zevkten açık tutmakta zorlandığım gözlerimle yüzüne bakarken şehvete bulanmış bakışlarıyla gözlerimin içine bakmıştı. Dişleri alt dudağına geçmiş bakışları gözlerimden okşadığı yere, kasıklarıma indiğinde ısırdığı dudakları kıvrılmış, bakışlarını yaramazca gözlerime çıkarmıştı.

Dayanamıyordum. Yemin ederim dayanamıyordum. Bana öyle bir bakıyor, beni öyle bir zorluyordu ki aklım durmuştu. Yavaşça yattığı yerden doğrulmuş, çenesini dudaklarıma doğru kaldırarak, ''Çok seksisin.'' diye fısıldamıştı dudaklarımın üzerine. Parmakları sertliğimi okşarken baygınca gözlerimin içine bakarak devam etmişti, ''Siktir Jungkook, öyle seksisin ki...''

Devam etmesine izin vermedim. Dudaklarına kapanıp onu sertçe öpmeye başlamıştım. Öpücüğün arasında altımdaki bedeni hareketlenmiş yan dönerek yer değiştireceğimizi haber verirken kısacık bir süre dudaklarından ayrılmak zorunda kalmıştım. Sırtım koltuğa değmiş, o da üzerimdeki yerini alarak onun için araladığım bacaklarımın arasına girmişti. Yüzüme eğilip dudaklarıma kısacık bir öpücük bırakarak boynuma yönelmiş, bir süre orada durup derin derin nefesler alarak kokumu içine çekmişti. Ardından dudaklarını hissetmiş, tenimi emmeye başlamıştı.

Hissettiğim tatlı sızıyla vücuduma yayılan zevk gözlerimi yumarak inlememe neden olmuş, ellerimi saçlarına çıkarıp tutamlarına karıştırarak onu daha da kendime yaslamıştım. Oyalanmadı. Dudakları boynumdan gerdanıma, gerdanımdan göğüs kafesime sırayla inerken, karnımda durmuş bir süre oraya ıslak öpücüklerini bırakmıştı. Ardından dudakları pantolonumun kenarına inmiş, başımı kaldırarak ne yapacağını izlemeye başlamıştım.

Kirpiklerinin altından bakışlarını bana çevirerek yaramazca gülerken pantolonun üzerinden kısa bir süre sertliğimi okşamış, ardından kemerimin tokasını çözmeye başlamıştı. Kemeri çözüp hızla fermuarımı açarken parmaklarını iç çamaşırımın üstünde hissetmiştim. Onu bu şekilde hissetmek kafayı yememe neden olmuştu. Sabrım kalmamıştı. O da bunun gayet farkındaydı. Bu yüzden oyalanmadan pantolonumun kenarlarına parmaklarını geçirmiş bacaklarımdan sıyırmaya çalışırken kalçamı kaldırarak ona yardım etmeme izin vermişti.

Pantolonumu bacaklarımdan aşağıya doğru sıyırdığında ayakkabılarımın topuklarının arkasını aceleyle birbirlerine sürtüp ayaklarımdan çıkararak koltuktan aşağı fırlatmış, pantolonu ayaklarımdan sıyırıp atmasına izin vermiştim. Karşısında yalnızca iç çamaşırımla kaldığımda vücudumu süzerek alt dudağını emmiş, kasıklarıma eğilmişti. Elleri kısacık bir süre iç çamaşırımın üzerinden beni okşamış ardından parmaklarını lastiklerine geçirip aşağı indirerek sertliğimle karşı karşıya gelmişti.

Gözlerimin içine bakarak eliyle penisimi kavrarken aniden vücudumu esir alan zevkle dudaklarımdan yüksek sesli bir soluk kaçmış, başımı kaldırıp ona bakmıştım. Elini hafifçe hareket ettirdiğinde heyecanla dirseklerimin üzerinde doğrulmuştum. Ellerinden boş olanı çıplak baldırımda dinlenmeye başladığında sertliğimin üzerindeki avucunu hareketlendirmeye başlamıştı. Beni aşağıdan yukarı okşarken aldığım zevkle başım arkaya düşmüş dudaklarımı dişlemiştim. Ellerini öyle güzel hareket ettiriyordu ki avucunun sıcaklığından başka bir şey düşünemeyecek hâle gelmiştim.

Bir süre beni okşamaya devam etmişti. Ama dayanamıyordum. Bunu uzun tutmak isterken yavaş yavaş sabrımı da yitirmiştim. Sanki ne kadar sabırsızlandığımı bilir gibi kasıklarıma eğildiğinde sıcak nefesini penisimin üzerinde hissetmiş, ağzımdan çok yüksek sesli bir soluk kaçmıştı. Dudaklarını sertliğimin ucuna bastırmıştı ilk önce. Ardından dilinin muazzam sıcaklığını hissetmiş, bütün kayışlar kopmuştu. Dilini ucunda gezdirmiş ardından gözlerini yumup inleyerek ucuna kapanıp emmeye başlamıştı. ''Siktir!'' Ağzımdan yüksek bir oktavda çıkan küfür arabanın içini doldurduğunda ellerimden birini saçına daldırmıştım. Bu esnada gözlerini açmış, ağzında varlığım varken güzel gözleriyle bana aşağıdan, kirpiklerinin altından bakmaya başlamıştı. Gözlerimin içine bakarak sertliğimi santim santim sıcak ağzının içine alırken öyle hızlı nefes alıp vermeye başlamıştım ki göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyor, ölecek gibi hissediyordum. Muazzamdı. Ağzı öyle sıcaktı ki başım dönüyor, tüm vücudumu kaplayan hararete direnmeye çalışıyordum.

Sertliğimin yarısı ağzını doldurduğunda ellerimden boş olanını da bir şeylere tutunma ihtiyacıyla koltuğun sırtına çıkarmış, parmaklarımın arasındaki saç tutamlarını sımsıkı tutmuştum. Başını ileri geri hareket ettirerek sertliğimi emmeye başlamıştı. Ağzı öyle güzeldi ki tapmak istiyordum. O başını hareket ettirdikçe sertliğime sarılı dudaklarının her köşesini hissediyor, dişleri canımı acıtmayacak şekilde penisime sürtünüyordu. Köküne doğru zorlanarak aldığı varlığımla yüzü kızarmaya başlamış, hepsini ağzına almak için çalışırken mahvetmişti beni. ''Siktir Taehyung, siktir!'' Aldığım zevkle bağırarak başımı geriye doğru atarken parmaklarımın arasındaki saçlarını çekiştirmiş, sertliğimin üzerine doğru boğukça inlemesine neden olmuştum.

Başını hareket ettirmeye devam ederken artık dayanamıyordum. Kalçamı kaldırıp ağzının içinde hareket etmeye başladığımda ağzımdan bir, ''Siktir!'' nidası daha dökülmüş, gözümün önünde kayan yıldızlar görmeye başlamıştım. Dişlerimi sıkarak ağzının içinde hareket etmeye devam ederken sertliğim boğazına çarpmış gözüm kararmıştı. Hissettiğim sıkılık beni öyle alt etmişti ki Taehyung'un sıkı sıkı çıplak baldırlarıma tutunup tırnaklarıyla iz bırakacak kadar sıktığının farkında bile değildim. Ağzının içinde çıldırmışım gibi hareket ediyor, başını yüzünün kasıklarıma gömüleceği şekilde kendime bastırıyordum. Öyle kendimi kaybetmiştim ki onu nefessiz bıraktığımı fark ettiğimde saçlarından tutup başını geri çekmiş öksürerek geri çekilmesini sağlamıştım.

Nefes nefese soluklanmaya çalışırken dudaklarının kenarından salyası akıyor, darmadağın bir hâlde gözlerimin içine bakıyordu. Dayanamamıştım. ''Buraya gel.'' diyerek onu yanıma çağırmıştım. Uslu bir şekilde bacaklarımın arasından doğrulup yüzüme yaklaştığı anda ıslak dudaklarına yapışmış, inleyerek boynuma sarılmasına neden olmuştum. Kendi tadımı dudaklarından alabiliyordum. Ve bu öylesine tahrik ediciydi ki dillerimiz birbirleriyle savaşa girdiğinde dudaklarından ayrılmadan pantolonunun kemerini çözmüş, düğmesini ve fermuarını aceleyle indirerek iki yanından kenarına tutunmuştum. İç çamaşırıyla birlikte bir çırpıda bacaklarından sıyırırken dudaklarından ayrılmış, ''Arkanı dön.'' demiştim nefes nefese.

Hiç tereddüt etmeden arkasını dönmüş, kapıya doğru yaklaşıp dizlerinin üzerinde durarak omzunun üzerinden merakla bana bakmıştı. Ellerimden birini ince beline diğerini sırtının ortasına koymuş eğilmesini sağlarken açığa çıkan çıplak kalçasına bakmıştım iştahla. Öyle güzeldi ki. Baştan aşağı özenle yaratılmıştı. Her bir ayrıntısı iştah kabartıcıydı.

Elimi sırtının ortasından aşağıya kaydırıp parmaklarımla belinin üstünü okşayarak kalçasına indirmiştim. Dudaklarından sesli bir soluk dökülmüştü o an. Avuçlarım dolgun kalçalarını kavradığında başını telaşla bana doğru çevirip bakmıştı. Gözlerinin içine bakarak iki elimle kavradığım kalçalarına eğilirken, ''Jungkook.'' dediğini işitmiştim. Onu umursamadım. Hemen yüzümün önünde duran kalçalarına okşayarak yaklaşmış, üzerine küçük bir öpücük kondurmuştum. Bu sırada sesli bir soluk vermiş ellerinden biriyle koltuğun sırtına tutunmuştu.

Nefesimi kalçalarının arasına verip sırıtarak bakışlarımı kirpiklerimin üzerinden yüzüne çevirmiş, dudaklarını ısırarak bana baktığını görmüştüm. Öyle seksiydi ki. Darmadağın olmuş terli saçları, öpüşmekten şişmiş dudakları, kızarmış yanakları... Öyle güzeldi ki. Mahvediyordu beni. Ona baktıkça içim gidiyordu sanki. Böyle bir şeye sahip olduğuma hayretler ediyordum. Çünkü dünyanın en güzel şeyi benimdi. Sadece benimdi.

Elimle kalçalarını sıkıp iki yana ayırırken, dudaklarımı kalçasının arasına gömmüş, ''Siktir Jungkook!'' diye çığlık atarak başının arkaya düşmesine neden olmuştum. Dilim küçük deliğine değdiği an gözlerim zevkle kapanmış, inleyerek emmeye başlamıştım. Onu emerken çıldırmış gibi inliyor, kalın sesi kulaklarımı kutsuyordu. Ellerimle dolgun kalçalarını iyice ayırırken ortaya çıkan deliğinin içine dilimi göndermiş bu kez dudaklarından çok sesli bir, ''Jungkook-ah!'' nidası dökülmüştü.

Dilimle en ücra köşelerini keşfederken kendini öyle bir kasıyordu ki onu rahatlatmak için elimi kalçalarında dolaştırıyor, tenini okşuyordum. Bacakları titriyordu. Öyle lezzetliydi ki... Onu doya doya keşfederken, ''Jungkook! Siktir, siktir, evet!'' diye nefes nefese ağlar gibi inlemiş, belini kıvırıp ellerinden birini saçlarıma atmıştı.

Bakışlarımı yüzüne çevirmiştim. Avucunu cama yaslamış tutunuyor, onu aç bir şekilde yiyen beni yukarıdan baygın gözleriyle izliyordu. Manzaram öyle şahaneydi ki kendimi sanki dilimin ucunda bal varmış gibi inleyerek kalçasına, derinlerine gömülürken bulmuştum. O böyle kan ter içinde adımı sayıklayacaksa bunu sabaha kadar hiç yorulmadan yapabilirdim. Dilimi içine kıvırdığımda, ''Jungkook-ah!'' diye bağırmış, kalçalarını bilinçsizce ağzıma itmişti. Onu seve seve kabul etmiştim. Ağlar gibi inleyerek tek eliyle tutunduğu saçlarımı çekse de acıyı hissetmemiştim. Şu an zevkten başka hiçbir şey hissedemiyordum.

Geriye çekilip nefeslenirken kalçalarını okşamış o da bitik bir vaziyette omzunun üstünden bana bakmıştı. ''Dayanamıyorum...'' diye sızlandı neredeyse ağlayacak gibi, ''Jungkook dayanamıyorum lütfen.''

''Lütfen ne?'' dedim kaşlarımdan biri havalandığında.

''Lütfen, lütfen, lütfen...'' diye sayıkladı. Sanki bilinçsiz gibiydi. Öyle bitap düşmüştü ki bedeni titriyordu.

''Daha fazlasını mı istiyorsun yoksa?'' diye sordum sakin bir sesle okşadığım kalçalarına sert bir şaplak indirdiğimde, ''Dilimi mi istiyorsun?''

İnleyerek başını hızlı hızlı sallamış, beni onaylamıştı. Gülümsedim. Onu bu hâle getirdiğim için mutlu hissediyordum. Yeniden kalçalarına eğilmiş, iki yanından kavrayıp ayırırken dudaklarımla arasına gömülmüştüm. Anında inleyip başını geriye atmış, saçlarıma tutunmuştu. Onu emmeye devam ederken kalçalarını baldırlarına dek boylu boyunca okşuyor, onu rahatlatmaya çalışıyordum. Dilimle girişini dürterken bakışları omzunun ardından bana dönmüştü. Oynamak istemiştim. Dudaklarım kıvrılırken dilimi bir kedi gibi hafif hafif deliğine sürtmüştüm. Hoşuna gitmiş olmalı ki tıpkı benim gibi gülmüş, elleriyle okşadığı saçlarımı çekiştirerek kalçasını bana itmiş, belini kıvırarak dilimin üzerinde hareket ettirmişti. Kendisini bana itmesine izin vermiştim ben de. Arsızlığı hoşuma gitmişti. Geriye çekilip kalçasını ısırarak bir şaplak indirmiş, kızaran kalçasına bakarak dişlerimin arasından zevk dolu bir nefes çekmiştim. Sanki canı yanmış gibi nazlı nazlı inlemişti.

Sınır noktam da tam bu ana tekabül ediyordu. Sabrımın artık tam anlamıyla taşmasıyla beraber geriye çekilip doğrulmuş, koltuğa oturup, ''Kucağıma gel.'' demiştim.

Beni bekletmemişti. Saniyeler içinde dönüp kucağıma yerleşmiş, kollarını boynuma sarmıştı. Çırılçıplak kucağımda oturuyordu şimdi. Nemli vücudunu çıplak tenimin üzerinde hissetmek öyle paha biçilmezdi ki geriye kalan her şeyi unutmuştum o an. Dudaklarına yapışıp dilimi dudaklarının arasına gönderirken beklememiştik. Eliyle sertliğimi kavramış dillerimiz birbiriyle savaşırken yavaş yavaş okşamıştı. Elimi kalçasına atıp işaret parmağımı nemli kalçasının arasına gönderirken irkilerek dudaklarımın arasına inlemiş, boştaki elimi beline koyup okşayarak onu sakinleştirmeye çalışmıştım. Canını yakmak istemiyordum. Bu yüzden onu düzgün bir şekilde hazırladığımdan emin olmak istiyordum.

İşaret parmağımın yanına orta parmağımı da yerleştirmiş, içinde gel git yapmaya başlarken dudaklarıma doğru sızlanır gibi inlemeye başlamıştı. Eli penisimde beni çekiştirirken öyle sert hissediyordum ki bundan ileriye gitmesek sadece bu şekilde ellerinin arasına gelebileceğimi biliyordum. Bu yüzden oyalanmamıştım. Parmaklarımı içinden çıkarmış, ince beline tutunmuştum. Dudaklarımız ayrıldığında geri çekilip gözlerime bakmıştı. Gözlerimin içine bakarak kalçasını kaldırıp sertliğime oturmaya başladığında aniden hissettiğim darlık başımı döndürmüş ağız dolusu inleyerek başımı geriye atmıştım. Beni yavaş yavaş cennetine kabul ederken belinden tutup ona yardım ediyordum. Dudaklarından acılı bir inilti koptuğunda kesik kesik inleyerek, ''Jungkook.'' demişti nefes nefese, ''Sevgilim.''

Beni tamamen içine almaya o kadar zorlanmıştı ki kendisini kasıyor, beni tam anlamıyla sıkıştırıyordu. Kan ter içinde kalmıştı. Yüzündeki acı dolu ifade telaşa kapılmama neden olmuş, ''Taehyung,'' demiştim ona seslenerek, ''Zorlama kendini aşkım. Canın yanıyor.''

Beni dinlememişti. Sanki duymuyor gibiydi. Dişlerini sıkarak sertliğime tamamen oturduğunda dudaklarından öyle acı bir inilti kopmuştu ki telaşa kapılıp yüzünün her yerini öpmüş, ''Geçti.'' demiştim, ''Geçti aşkım. Geçti.''

Bir süre öylece gözlerini kapayıp alnını alnıma yaslayarak nefeslenmişti. Ardından gözlerini açmış, geriye çekilip alnıma bir öpücük kondurarak kalçasını kaldırıp hareket etmeye başlamıştı. Dudaklarından dökülen sızlanışlar sesli bir hâle geldiğinde dişlerini dudaklarına geçirmiş, omzuma tutunarak yavaş yavaş sertliğimin üzerinde hareket etmişti. Duvarları öyle güzel sıkıyordu ki beni böyle bir zevkin hayalini bile kuramayacak kadar yabancılığını çekiyordum. Şimdiye kadar yaşadığım hiçbir tecrübeme benzemiyordu. Sıcak duvarları öyle sarmalıyordu ki etrafımı daha önce hiç böylesini yaşamadığıma emin olmuştum.

Kim Taehyung her şeyi yeniden tecrübe ettiriyordu bana. Acıyı. Aşkı. Şehveti... Sanki onunla yeniden doğmuştum ve bildiğim her şeyi ilk kez yaşıyor, ilk kez tecrübe ediyordum.

Üzerimdeki hareketleri hızlanmaya başladığında vücudunu gevşediğini hissetmiştim. Alışmıştı. Belinden tutarak zıplamasına yardımcı olmaya başlamış, ''Jungkook.'' diye sayıklamıştı o esnada terli yüzüyle nefes nefese gözlerimin içine bakarak. Beline sarılıp nemli göğsünü öpmüş hareketlerinin zevkini tadarak dudaklarımı boynuna çıkarmıştım. Tam emmeye başlayıp yeni izler bırakacakken beni içinde öyle bir ezmişti ki aldığım zevkle dudaklarımdan bir, ''Ah!'' nidası dökülmüş, gözlerimi sımsıkı yummuştum. Öyle güzel hareket ediyordu ki dayanamıyordum. Başımı koltukta geriye doğru atıp nefes nefese hareketlerini izlemeye başlarken bakışlarım kayan gözlerine çıkmış, o sırada, ''Jungkook.'' diye sayıklamıştı yine, ''Çok.'' demişti kesik kesik inleyerek, ''Çok güzel.''

Beni çıldırtmıştı. Beline sarılarak oturup kalkmasına yardım ederken, ''Siktir, Taehyung!'' demiştim almaya başladığım zevkle dudaklarımdan dökülen nidanın önünü alamayarak. İnleyerek kendisini bana ittiriyor, kasıklarıma öyle bir oturuyordu ki beni mahvediyordu. İşler bu noktaya gelene kadar onu ben mahvederim sanıyordum ama yanılıyordum. Ben Kim Taehyung'a her şekilde mağlup olmaya mahkumdum.

''Aşkım.'' dedim beni dar duvarlarıyla ezmeye devam ederken dudaklarının üzerine doğru. Hareketleri hırçınlaşmıştı. ''Siktir!'' diye bağırarak hızlı hızlı zıplamaya başladığında zevkin tüm bedenine yayıldığından emin olmuştum. Gözlerini sıkarak kapatmış, elleriyle tutunduğu omuzlarıma tırnaklarını geçirmişti.

Onu belinden sarıp içinden çıkmadan kaldırarak koltuğa yatırmış üzerine uzanarak hareket etmeye başlamıştım. Zevk her yerimdeydi. Parmak uçlarımda hatta saç diplerimde bile hissediyordum onu. Hızlanarak boynuna gömülmüş öpmüştüm onu. İçinde hızlı hızlı hareket ederken çıldırmış gibi inliyor, araba hareketlerimizle sarsılıyordu.

''Sen benim sevgilimsin.'' dedim belimi kıvırarak içine daha sert vuruşlar yapmaya başladığımda. Tüm hırsım saklandığı yerden çıkmıştı o an. ''Duydun mu beni, Kim Taehyung. Sen benim sevgilimsin. Seni biri eğlendirecekse o kişi ben olmalıyım.''

Baygın bakışları bana çıkmış inleyerek gözlerime bakarken dudakları yaramazca kıvrılmıştı. ''Beni eğlendirebilecek tek kişi sensin Jeon,'' dedi şehvetli bir sesle, ''Yalnızca sen içimdeyken eğlenebilirim.''

Gözüm kararırken içinden çıkmış, onu koltuktan doğrulttuğum gibi bedenini kapıya doğru çevirip yüzünün cama dönmesini sağlamıştım. Onu iyice kapıya yaslayıp beline elimi bastırarak kalçasını çıkarmasına neden olurken kasıklarımı ona yaslamış, üzerine doğru eğilp saçlarına attığım ellerimle sol yanağını arabanın camına bastırarak bana bakmasını sağlamıştım. ''Nasıl,'' diye fısıldadım kulağına eğilerek şehvetli bir sesle, ''Yeterince eğleniyor musun?''

''Çok...'' dedi inleyerek. Sanki bunu göstermek için kalçasını yaramazca bana ittirmişti. Gözüm iyice dönerken beklememiştim. Geriye çekilip hızla içine girerken avucumu boylu boyunca yalamış, sertleşen penisini çekiştirmeye başlamıştım. İçinde hızlanmaya başladığımda avuçlarıyla yanağını yasladığı camdan destek alıyor, çıldırmış gibi inliyordu.

Arabanın camları vücutlarımızın ısısıyla buğulanmıştı. Ben kalçasına vuruş yaptıkça sarsılıyorduk. ''Jungkook, Jungkook, Jungkook!'' diye çığlık attı içinde hızlanmaya başlayıp elimi de aynı hızda hareket ettirirken. İkimiz de sona yaklaşmıştık şimdi. Kasılmaya başlayan vücudu sonun haberini ediyordu. Öyle ki beni bilinçsizce içinde sıkıştırıyor, zevkten uçuruyordu. ''Siktir, Taehyung!'' diye bağırmış yüzümü sırtına gömerek sancıyan kasıklarımı sertçe kalçalarını vurmaya başlamıştı. Ağlar gibi inlemeye başladığında kasıklarında kaynayan cenneti arabanın deri koltuğuna bırakmış, çok geçmeden onun arkasından bilinçsizce kastığı duvarlarının içine gelmiştim.

İçinde öylece kalarak bir süre yüzümü gömdüğüm çıplak sırtında nefes nefese dinlenmiştim. O da yaslandığı yerden kalkmamış, nefeslerini kontrol altına almak için kendisine müsaade etmişti. Yemin ederim, yemin ederim yaşadığım en güzel tecrübeydi. Daha önce yalnızca o içimdeyken böylesine zevk almıştım. Hiçbir şey onunla sevişmekten güzel olamazdı.

Nefeslerimi toparladığımda geri çekilmiş, o da benim gibi yaslandığı camdan doğrulmuştu. Ensesinden öperek içinden çıkmadan ikimizi de koltuğa yatırdığımda sırtı bana dönüktü bu yüzden omuzlarını öpmek için fırsatım olmuştu.

''İyi misin?'' demiştim merakla. Omzunun üzerinden bana dönüp gülümseyerek bana bakarken devam ettim, ''Canın yanıyor mu?''

''Hayır.'' dedi başını iki yana sallayarak beni reddederken. Gülümsemesi bir an için yüzünden silinmiyordu, ''Çok iyi hissediyorum. Bu yaşadığım en iyi şeydi.''

Dudaklarım kıvrılırken elimi yüzüne yaslamış terli saçlarını okşamıştım sessizce. Aynı hisleri paylaşıyor olmak içimi kıpır kıpır etmişti. Çok mutlu hissediyordum.

Temizlenip giyinmek için içinden çıkmaya çalıştığımda telaşla beni durdurup elini çıplak bacaklarıma atmış, ''Çıkma.'' demişti, ''İçimde kal. Uzanalım böyle.''

İçim bir hoş olsa da gülümsememi bastırmaya çalışıp, ''Seni temizlemem gerekiyor.'' demiştim açıklayarak, ''Terlisin. Üstünü giysen iyi olacak. Hasta olabilirsin.''

''Umrumda değil.'' demişti omzunu silkerek, ''Lütfen sevgilim. Biraz böyle kalalım.''

O bana böyle güzel bakarken onu reddedememiştim. Beline sarılıp terli ensesini öperek sessiz kalmıştım. Bir süre öylece uzanmıştık. Benim dudaklarım nemli omuzlarında, boynunda ve ensesinde gezinirken o da elini saçlarıma atıp usul usul okşuyor, seks sonrası tembelliği yapıyorduk.

Bir süre sonra kıkırdadığını işittiğimde bakışlarım şaşkınlıkla yüzüne gitmiş, nedensizce dudaklarım kıvrılmıştı. ''Neye gülüyorsun öyle?'' diye sordum merakla.

Gülüşünü bastırıp dişlerini alt dudağına geçirmiş hâlâ gülmeye devam ederken, ''Mutluyum çünkü.'' demişti.

''Öyle mi?'' demiştim oyuncu bir sesle. Dudaklarımı kulağının arkasına bastırarak devam etmiştim, ''Neden mutlusun peki?''

Belini hafifçe koltukta kaydırıp yüzünü bana dönmüş, gözlerinin içi bile gülerken dudaklarıma doğru fısıldamıştı, ''İçimdesin çünkü.''

Mest olmuştum. Yemin ederim mahvetmişti beni. Kollarımla belini sarıp onu biraz daha kendime çekerken, ''İkinci turu yapacak hâlin kalmadı. İstersen zorlama beni.'' demiştim gülerek.

''Aslında ikinci turu evde rahat yatağımızda yaparız diye düşünmüştüm,'' dedi gülerek.

Bir an için ev mevzusu açıldığında yüzüm düşmüştü. O evin Marsilya'ya ait olduğu gerçeği sinirlerimi bozuyordu. O da yüzümün düştüğünü fark etmiş, ''Hey,'' demişti endişeli ama bir o kadar yumuşak bir sesle, ''Sorun ne bebeğim? Neden suratını astın?''

''O eve gitmek istemiyorum.'' dedim dürüst olarak, ''Orada kalmak da istemiyorum.''

Dudakları aralık bir şekilde bir süre öylece ne diyeceğini bilemez gibi yüzüme bakmıştı. Ardından derin bir nefes vermiş, ''Biliyorum.'' demişti anlayışlı bir sesle. ''Rahatsız olduğunu biliyorum. Ama orada çok kalmayacağız sevgilim. İşimiz çok yakında bitecek. Birlikte başka bir ülkeye gidip temiz bir sayfa açacağız.''

''Evimiz de olacak mı?'' dedim masumca gözlerine bakarken.

''Elbette.'' demişti gülümseyerek. ''Hatta sen nasıl istersen öyle olacak. Kocaman bir bahçesi olacak. Bir sürü de odası. İçini birlikte dizayn edeceğiz. Duvarlarını birlikte boyayacağız. Hatta önünde sana kitap okuyabileceğim bir şöminemiz bile olacak.''

''Peki orada özgür olabilecek miyiz?'' diye sordum içimi bir heyecan kapladığında.

''Evet.'' dedi gülümseyerek bana bakmaya devam ederken, ''El ele sokaklarda gezebileceğiz. Hiç korkmadan.''

Sessizleştim. İçim içime sığmıyordu o an. Birlikte tüm bunlardan kurtulduğumuzda neler yapabileceğimizi düşünüyordum. Onunla öyle çok şey yapmak istiyordum ki kafamda çoktan upuzun bir liste oluşturmuştum bile.

''Taehyung?'' dedim bir süre sonra ona seslenerek.

''Efendim sevgilim?'' dedi.

''Bahçemize kuşlar için havuz da yaptırır mıyız?'' diye sordum.

''Yaptırırız.'' dedi gözlerinin içi bile gülerken, ''Yaptırırız sevgilim.''

*

Merhaba!

Umarım bölümü çokça beğenmişsinizdir. Hatalarım varsa affedin, kısa sürede dönüp kontrol edeceğim. Kendinize güzel bakın, sizleri çok seviyorum!



Czytaj Dalej

To Też Polubisz

301K 28.2K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
29.3K 3.3K 19
"MİNHO EZ BENİ"
29K 1.7K 38
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
24K 1.3K 8
güneşi ararken peşini bırakmaz ay * Eğer kaçırılan Alaz olsaydı ve Asi sokakta büyümeseydi. *Aslaz role reversal*