Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)

By yamakk

147K 9.5K 2.5K

Kitap Adı: Hüzün Yapmurları Yazar: Burçin Çelik Sayfa Sayısı: 432 Babam... Büyüdükçe bir tarafım anladı onu a... More

Hüzün Yağmurları
1. Bölüm: SİS
2. Bölüm: Araf
3. Bölüm-Kayıp
4. Bölüm-Pas Tadı
Geçmiş Zaman Olur Ki-Karşılaşma
ARTA KALAN
Geçmiş Zaman Olur Ki-Kayıp
8. Bölüm: Kuyu
Geçmiş Zaman Olur Ki- Tamamlanmayan Parça
10. Bölüm: Acı
Geçmiş Zaman Olur Ki- Dostlukla Kesişen Yollar
Geçmiş Zaman Olur Ki- İlk Düğüm
13. Bölüm: Nefes
Geçmiş Zaman Olur Ki- Kimsesizler Mezarlığı
Part 1: Bitiş
Part 2
16. Bölüm: Yiten İnançlar
Geçmiş Zaman Olur Ki- Beni Sev
18. Bölüm: Alyans
Geçmiş Zaman Olur Ki- Bir Zamanlar
Geçmiş Zaman Olur Ki- Cem Yüzbaşı
21. Bölüm: Alışacaksın
22. Bölüm: Yar/a
Geçmiş Zaman Olur Ki- Köşe Kapmaca
23. Bölüm: Unutmabeni Çiçekleri
24. Bölüm: mektup
Geçmiş Zaman Olur Ki- Yeni Bir Yolculuk
26. Bölüm: Emanet
Geçmiş Zaman Olur Ki- Mucize
27. Bölüm Part-2 : Vazgeçilmeyen
Geçmiş Zaman Olur Ki-Gelin Tokası
29. Bölüm: Yanılgı
Online Sipariş Linkleri
Geçmiş Zaman Olur Ki- Nikâh Defteri
Birlikte Saracağız
geçmiş zaman olur ki-kerevet
33. Bölüm: Paye
34. Bölüm
35. Bölüm: Adım Adım
Geçmiş Zaman Olur Ki
İtiraf
Geçmiş Zaman Olur Ki-Umut Çiçekleri
Deprem
Final

anımsa

1.9K 183 32
By yamakk

Son bir saattir hiç kıpırdamadan aynı yerde oturuyordu genç kadın. İzin kullandığı nadir zamanlardan biriydi. Bunalmıştı… Aylardır sığınak bildiği duvarlar birer kafese dönüşmüştü. O da soluğu dışarıda almıştı.
Onun ruhunun sıkkınlığının aksine, Van bahar renkleriyle bezenmiş taze bir gelin gibi cıvıl cıvıldı. Göle nazır mekânlardan birine girmiş, uygun bir yere oturmuştu genç kadın. Ama ne önünde uzanan göl manzarasını gördüğü vardı, ne de başının üstünde coşkuyla dönen kuşları… Dakikalardır bakışlarını tek bir noktaya odaklamış, parmağındaki yüzüğü çeviriyordu sıkıntıyla. Taşıdığı o yüzük parmağına yük olmuştu âdeta. Çıkaramıyordu… Takınca da ağırlığında sıkılıyordu. Cem’i kendinden bu denli ırakta bırakmışken, o yüzüğü taşımak formaliteden farksızdı. Her şeyin farkındaydı Berrin… Kendi dengesizliğinin, bu karmaşasının Cem’i ne denli sarsıp yıpratacağının, her şeyin… Yine de başka türlü davranamıyordu. Karmaşasını sonlandırıp önüne bakamıyordu.
Garson üçüncü defa başka bir şey isteyip istemediğini sorduğunda çaresiz yiyip içmeyeceği bir şeyler daha sipariş etti. Sahi niye oturuyordu ki orada? Etrafını gördüğü, amaçladığı gibi kafasını dağıttığı yoktu ki… Sıkıntılı bir iç çekip, açık saçlarını sol omzuna topladı. Eliyle ensesini ovuşturup bir kez daha gözlerini kapattı. Bitsin istiyordu… Tüm bu karmaşası bitsin, hayatı düzene otursun, içindeki bu kasvet tükensin… Aylardır sıkışıp kaldığı şu cehennem azabı artık son bulsun istiyordu. Yorulmuştu… Tükenmişti… Adım atacak takati kalmamıştı.
Gözlerini tekrar açtığında on yaşlarında bir çocuğun masanın başında durmuş dikkatle onu seyrettiğini gördü. İlk anki şaşkınlığını atlatır atlatmaz gülümsedi çocuğa. Bir şey söylemesine gerek kalmadan çocuk elindeki paketi Berrin’e uzattı. Genç kadın kavrar kavramaz da tek bir açıklama yapmadan koşarak uzaklaştı. Koşan çocuğun ardından birkaç saniye şaşkın bakışlarla baktı Berrin. Hemen ardından bakışlarını elindeki pakete çevirdi. Kafasını kaldırıp merakla etrafa bakındı. Aradığı şey belliydi… Ama ne kadar çabalarsa çabalasın göremedi. Bakışlarını tekrar pakete çevirdiğinde içindeki merakın baskın geldiğinin farkındaydı.
Kendine karşı dürüsttü Berrin. Bahaneler uydurup, ardına sığınmıyordu. İstese o paketi açmayabileceğini, bir şekilde Serdar’ı hayatından uzak tutabileceğini biliyordu. En azından çabalayabileceğini… Seçeneksiz değildi. Ama içindeki meraka engel olamıyordu. Serdar’ı kendinden uzak tutmaya çalışan yanının aksine, diğer tarafı merakla adamın attığı, atacağı adımları gözlüyordu. O tarafı ikna edilmeye, adamdan geleceklere dört elle sarılmaya öyle meyilliydi ki... O yanının zayıflığından nefret ediyordu Berrin.
Paketin etrafına sarılmış ipi çözüp, paketi yırttı. İçinden çıkan kutunun kapağını merakla kaldırdı. Kaldırır kaldırmaz da gördükleri vurgun gibi çarptı kadını. En üstte ona gülümseyerek bakan, eskilerde kalmış bir çifti konuk eden bir çerçeve vardı. O yüzler o kadar uzaktı ki şimdi Berrin’e… Objektife bu denli tasasız gülümseyen sahiden onlar mıydı? Alışılmış düğün fotoğraflarının, çalışılmış pozlarından öyle farklıydı ki o kare…
O gün… O gün Berrin’in hayatının en güzel günüydü. Ansızın önüne koyulan evlenme teklifi, Serdar’ın planladığı tonla hazırlık, alelacele gittikleri nikâh… Belki hayalleri süsleyen cinsten bir düğün değildi; ama Berrin’in mucizesiydi. Saatler içinde Serdar’ın karısı olmuştu genç kadın. Adamın tüm korkularını yendiğini, bağlanmaktan artık korkmadığını, beraber kök salacaklarını düşünmüştü. Ne büyük bir yanılgıydı…
Çerçeveyi alıp göremeyeceği şekilde ters çevirip masanın üzerine bıraktı. Onu kaldırınca kutuya özenle yerleştirilmiş gelin tokası çıktı ortaya. Burukça gülümseyip tokayı eline aldı. Ne kadar da aratmıştı bunu Berrin’e… Demek ki en başından beri ondaydı. Eline alıp zarif bir işçiliğin eseri olan dalları ve çiçekleri okşadı. Belli ki Serdar’ın amacı o günü anımsatmaktı. Oysa Berrin zaten hiç unutmamıştı… Unutamamıştı…
O gün o kuaför salonunda, saçını yapan usta toka kutusunu önüne koyup açmasını beklediğinde nasıl da şaşırmıştı. Hele kutunun kapağını açtığında… Pahalı bir kadifeye bırakılmıştı. Elini uzatıp özenli işlemelerini okşadığında vurulmuştu tokaya. Ama daha da çok Serdar’ın inceliğine… Kim bilir ne kadar aramış, nasıl da önceden hazırlanmıştı…
Berrin’in gözlerini doldurdu o günün anısı. Bir kez daha dolaştı bakışları etrafta adamı görmek için; ama göremedi. Öyle sarsılmıştı ki elleri titriyordu. Bakışlarını dolduran gözyaşları gözlerini sızlatıyordu. Neden bunlarla sınıyordu ki onu? Yetmemiş miydi? Tokayı ve çerçeveyi tekrar kutuya yerleştirip gelişigüzel çantasına attı. Cüzdanını çıkarıp hesaba yeteceğini düşündüğü kadar bir miktar para bıraktı masaya ve telaşla dışarı çıktı.
Biliyordu, buralarda bir yerdeydi. Böyle bir şeyi onu izlemeden yollamış olamazdı. Birkaç adım atıp durdu ve dikkatle süzdü etrafını. Çok geçmeden gördü Serdar’ı. Az evvel oturduğu masayı gören bir yerde, elleri ceplerinde ona bakıyordu. Kısacık bir an öylece durdu Berrin. Aralarındaki mesafeye inat görebildiği tüm ayrıntıları kazıdı beynine. Sonra derin bir nefes alıp Serdar’a doğru ilerlemeye başladı. Belli ki konuşmaları gerekenler vardı…

Geçmiş Zaman Olur Ki- Gündoğumu

Telefonun tiz sesi kulaklarına dolduğunda derin bir uykunun kollarında süzülüyordu Berrin. Mesleğinin getirisi olarak normalde uykusu hafifti; ama ya yolculuğun rehavetinden ya da gözlerini kapayalı daha birkaç saat olduğundan zihni uyanmayı reddediyordu. Yine de gözlerini açmadan, komodinin üzerine bıraktığı telefonu el yordamı alıp kulağına götürdü.  Karşıdan Serdar’ın enerjik sesi geldiğinde dudaklarından sadece belirsiz bir mırıltı döküldü genç kadının.
Berrin’in aksine Serdar uyumamıştı. Uyuyamıyordu… Ve belli ki bir müddet daha uyuyamayacaktı. Berrin’i odasına bıraktıktan sonra arkadaşı Akın’ı bulmuş, defalarca tüm detayları telefonda konuşmuş olsalar da bir kez daha üzerinden geçmişti. Akın’ın pek de gizli olmayan alaycılığına maruz kalmış, sessiz sedasız endişesinin içine gömülmüştü. Evet, o da durumuna dışarıdan bakabiliyor olsa eğlenceli birkaç yan görebilirdi; ama bakamıyordu. Aksine Serdar’ın midesi endişeden düğüm düğümdü.
Akın’ın yanında geçirdiği vaktin ardından odasına geçmiş, beklediği zaman gelene dek odanın içinde dört dönmüştü. Dakika başı saatine bakmış, geçmeyen dakikalara sövmüş, ne söyleyeceğini, ne yapacağını defalarca zihninden geçirmişti. Öyle çok korkuyordu ki… Eline yüzüne bulaştırmaktan, Berrin’in kabul etmemesinden, bir şeyler yapayım derken elindekini de kaybetmekten… Ama denemeden de göremeyecekti. Beklediği vakit gelip çatınca telefonunu alıp Berrin’in telefonunu aradı. Bir yandan da yan odadan gelebilecek en ufak bir sese dikkat kesildi. Telefon defalarca çaldı, çaldı, çaldı… Serdar kendi odasından bile duyuyordu Berrin’in telefonunun melodisini. Tam açacağından ümidi kesmişti ki telefon açıldı.
Serdar heyecanla “Berrin!” dedi. Daha gün doğmamışken ‘Günaydın,’ demek çok mantıklı görünmemişti. Gerçi Berrin’in duyduklarını çok da umursadığını söyleyemiyordu adam. Çünkü aldığı tek yanıt belirli belirsiz bir “Hımm…” oldu. Belli ki Berrin’in zihni uyanmayı reddediyordu. Ama Serdar azimli bir adamdı.
“Berrin…” dedi yeniden. Berrin’den tekrar bir hımlama yükseldi. Serdar şansını tekrar deneyip “Uyanmayı düşünüyor musun?” diye sordu. Berrin bu kez “Hı hı…” dedi. Bu da bir ilerleme sayılabilirdi; ama Serdar’ın sabrı kalmamıştı. Berrin’in gerçeği öğrenince çok kızmamasını umarak “Birisi fenalaşmış, doktor lazım!” dedi. Bu kez kayda değer bir tepki aldı genç kadından. “Hı? Nerede? Bekle geliyorum hemen!”
Telefon yüzüne kapandığında Serdar muzırca gülümsüyordu. Biliyordu ki bir dakikaya kalmadan Berrin yataktan çıkmış ve ayılmış olacaktı. Hemen ardından da onu arayacaktı. Nitekim beklediği gibi oldu. Telefonu çalar çalmaz cevapladı genç adam.
“Hasta nerede Serdar?”
“Burada işte…”
“Pardon?”
“Diyorum ki hasta ettin beni kadın! Hastayım sana!”
“Serdar! Kıro musun? Gecenin bu vaktinde beni bunun için mi uyandırdın?”
“Kıroyum ne var! Kiminle takılmaya başladıktan sonra böyle oldum acaba?”
“Serdar! Saat daha gecenin dördü! Ve sen ne kadar kıro bir insanla muhatap olduğumu idrak etmem için mi uyandırdın beni?”
“Tamam tamam… Sadece bunun için değil. Hazırlan hadi yarım saate çıkmamız lazım.”
“Bu saatte? Serdar, sen iyi misin?”
“İyiyim hayatım, daha iyi olacağım. Hadi hazırlan. Yarım saate kapındayım.”
Genç kadının cevap vermesine fırsat tanımadan kapattı telefonu Serdar. Berrin’in ‘Kıro musun?’ diye soruşu aklına gelince kahkahasına engel olamadı.  Son yarım saati vardı beklemesi gereken. Sonrası… Sonrasını düşünmemişti Serdar. Sonrası muhakkak güzel olacaktı.
Aradan geçen yirmi dakikanın sonunda çalan oda kapısını duyduğunda Berrin’in geldiğini biliyordu. Yüzünde kocaman bir tebessümle açtı kapıyı. Berrin karşısında çatık kaşlarla dikiliyordu. Üzerinde basit bir kot pantolonla, salaş bir tişört vardı. Adamın konuşmasını beklemeden “Söyleyin bakalım neler karıştırıyorsunuz Serdar Bey?” diye sordu.
Serdar’ın gülümsemesi iyice büyüdü.
“Ne karıştırabilirim Berrin aşk olsun! Balon turumuz var, gündoğumunu gökyüzünden izlemek istemez misin?”
Serdar’ın cümlesi biter bitmez Berrin’in kaşları düzeldi ve yüzü ışıldadı. “Balon turu mu? Eee, dün neden söylemedin?”
“Unutmuşum… Aklıma geldiğinde uyumuştun. Ben de uykunu böleceğime, uyandırma servisliği yapmayı tercih ettim.”
“İyi ettin… Eee, ben hazırım o zaman.”
“Tamam. Zaten birazdan tur aracı almaya gelir.”
Lobiye indiklerinde Berrin kendini öylesine gezinin heyecanına kaptırmıştı ki Serdar’daki gerginliğin farkına varamadı. Yıllardır ertelediği Kapadokya gezisindeydi… Üstelik yanında Serdar vardı. Tur şirketinin yönlendirdiği araca binip uçuşa başlayacakları yere götürüldüler. Serdar cebinden siyah bir göz bağı çıkarıp alacağı tepkiden korkarak genç kadına baktığında Berrin şaşkınlıkla adama bakakaldı.
Serdar Berrin için yeterli olmasını umarak, “Sana bir sürprizim var,” dedi. “Ama izin verirsen gözlerini bağlamam lazım…”
Kelimenin tam anlamıyla kalakaldı Berrin. Bir tarafı bu fikri ürkütücü bulsa da diğer tarafı peşinden gelecek olanı merak ediyordu. “Bağla bakalım…” derken hissettiklerinin karmaşası sesine yansımıştı.
Balon sepetine girer girmez genç kadının gözlerini bağladı Serdar. Bu hareket olacakların fitilini ateşlemiş gibi pilot balonu havalandırdı ve aynı anda yerde bir hareketlilik baş gösterdi. Serdar tam Berrin’in arkasına geçip genç kadının saçını sol omzuna topladı. Dudaklarını açıkta kalan sağ kulağına yaklaştırıp “Gün doğuyor,” dedi. “Birazdan gözlerini açtığımda sen de göreceksin. Gecenin katranını tüm inadıyla delip umudu fısıldar gibi doğuyor güneş. Tıpkı senin ömrüme doğuşun gibi… Karanlığımı dağıtışını, ruhumu arındırışını başka türlü anlatamam Berrin. Sen de güneş gibi benim karanlığıma doğdun. Sen benim güneşimsin…”
Bakışlarını aşağı çevirip hazırlıkların tamamlanıp tamamlanmadığına baktı. Hemen ardından da sepetin içine… Berrin’in gözüne bağladığı bağın ilk düğümünü yavaşça açarken konuşmaya devam etti: “Tüm ışığınla öyle bir doğdun ki karanlığıma… Senden başka her şeye kör, her şeye tepkisizim Berrin. Bir sen varsın… Sadece sen…”
İkinci düğümü de çözüp, genç kadını kendi vücuduyla sepetin kenarı arasında sıkıştırırken bağı usulca çekip kelimelerini özgür bıraktı. “Hep sen ol Berrin… Ömrüm yettiğince… Aldığım her nefes seni mıhlasın yüreğime. Gözlerimi her açışımda bir seni göreyim. Geceleri gördüğüm son yüz seninki olsun. Senden ötem olmasın Berrin… Benden öten olmasın… Evlen benimle. Karım ol…”

*********

Serdar’ın panikleten sabah telefonunun ardından balon turunu öğrendiğinde içi içine sığmamıştı Berrin’in. Turun başlayacağı alana gelip de hazırlıkların yapıldığını gördüğünde parıl parıl gözlerle bakmıştı karşısındaki adama. Henüz güneş doğmamıştı; ama tahmin ediyordu ki gün doğumunun eli kulağındaydı. Ve onlar balonla yükselip, o eşsiz vadiye gökyüzünden bakacaklardı güneş doğarken. Daha büyük bir mucizeye tanık olabilir miydi insanoğlu? Daha büyük bir mucizeye ihtiyaç duyabilir miydi? Berrin’in daha büyük mucizelere ihtiyacı yoktu. Yanındaki adam en büyük mucizesiydi zaten. Serdar yüreğiyle tanışıklığı, gizli kalan yanını keşfiydi.
Yüzündeki gülümsemeyle hazırlıkların tamamlanmasını beklerken Serdar’ın cebinden çıkardığı siyah bağa takıldı genç kadının bakışları. Hemen ardından da yüzündeki o ifadeye… Yalvaran bir bakış vardı Serdar’ın yüzünde, “Ne olur itiraz etme,” der gibi bakıyordu. Gözlerinin bağlanma fikri her ne kadar ürkütücü gelse de; Serdar, “Sana bir sürprizim var; ama izin verirsen gözlerini bağlamam lazım…” dediğinde itiraz edemedi. “Bağla bakalım…” dedi kabullenmişlikle. Peşinden ne geleceğini deli gibi merak ediyordu çünkü.
Balon sepetine girdiklerinde Serdar usulca uzanıp gözlerini bağladı Berrin’in. Gecenin karanlığına bir de bağınki eklendi. Ürperse de sesini çıkarmadı. Etrafındaki hareketliliğin ürkek sesi kulaklarını doldurduğunda, merakla bir şeyleri anlamlandırmayı denedi; ama başaramadı. Sonra havalandıklarını hissetti. Ellerini uzatıp sepeti kavradı sıkıca. Aradan ne kadar geçtiğini tam olarak kestiremese de çok geçmeden Serdar’ın dokunuşunu hissetti teninde. Serdar saçlarını nazikçe sol omzunun üzerine topladı. Sonra sıcak nefesini sağ kulağında hissetti. Hemen ardından da kelimelerini duydu. “Gün doğuyor,” dedi adam.
Gün doğumunu gözlerinin önünde canlandırmaya çalıştı ama başaramadı. Sadece elinin altındaki sepetin sert dokusunu ve kulağına değen Serdar’ın nefesini hissediyordu. Ve kelimeleri… Onlar kulaklarında yankılanıyor direkt yüreğine ulaşıyordu.
“Birazdan gözlerini açtığımda sen de göreceksin. Gecenin katranını tüm inadıyla delip umudu fısıldar gibi doğuyor güneş. Tıpkı senin ömrüme doğuşun gibi… Karanlığımı dağıtışını, ruhumu arındırışını başka türlü anlatamam Berrin. Sen de güneş gibi benim karanlığıma doğdun. Sen benim güneşimsin…”
Süzülüyordu Berrin… Adamın sözcükleri ruhunu okşuyor, onu ipekten bir şilte gibi sarıp sarmalıyordu. Her bir harfi duyuyor, kana kana içiyor; ama ağzını açamıyordu. Dudaklarından dökülecek tek bir seda, ânın tılsımını bozacaktı sanki.
Gözündeki bağın ilk düğümünü açarken, “Tüm ışığınla öyle bir doğdun ki karanlığıma… Senden başka her şeye kör, her şeye tepkisizim Berrin. Bir sen varsın… Sadece sen…” diye devam etti adam.
O düğüm gibi çözüldü Berrin… Eridi… Berrin, adamın vücudunun baskısını sırtında hissederken, gözündeki bağı tamamen çözüp açtı Serdar. Kadının gözleri baktığını henüz fark edemezken; adam, “Hep sen ol Berrin… Ömrüm yettiğince… Aldığım her nefes seni mıhlasın yüreğime. Gözlerimi her açışımda bir seni göreyim. Geceleri gördüğüm son yüz seninki olsun. Senden ötem olmasın Berrin… Benden öten olmasın… Evlen benimle. Karım ol…” dedi.
Berrin’in bakışlarının önünde uçsuz bucaksız bir vaha gibi Peri Bacaları uzanıyordu. Güneş yüzünü göstermiş, karanlığı dağıtmıştı. Gökyüzü tatlı bir aydınlığa bürünmüş, her şeyi masalsı bir fanusun içine hapsetmişti. Ve Serdar mesafelere meydan okurcasına yakınındaydı. Kelimeleriyse… Asıl büyü onlardı. Kıpırdamaya korktu Berrin. Sanki kıpırdarsa tüm o büyü bozulacaktı. Her şey yavaşça gözlerinin önünden silinip, ürpertici bir gerçeğe bırakacaktı yerini. Korkuyordu… Ömründe ilk kez elindekileri kaybetmekten korkuyordu. Serdar yanı başında “Karım ol…” diyordu ve Berrin tüm kalbiyle bunu gerçek kılmak istiyordu.
Bakışlarını aşağı çevirdiğinde yerde açılmış pankartı gördü. “Evet demene ihtiyacım var,” yazıyordu. Serdar’ın bilmediği asıl Berrin’in ‘Evet’ demeye ihtiyacı olduğuydu. Genç kadın arkasını dönüp Serdar’a baktı pür dikkat. Adamın alacağı cevaptan korktuğunu bakışları apaçık ele veriyordu. İkisi de ortak bir korkuyu büyütüyordu yüreğinde. Kaybetmek…
Düşünecek bir şeyi yoktu Berrin’in. Gözlerine birikenlere inat dudakları kıvrıldı. Ömründe ilk kez gözleri yaşaracak kadar mutluydu.
Korkudan kalbi duracaktı Serdar’ın. İçi öyle doluydu ki kelimelerle, ağzından dökülenler içindekilerin onda biri bile değildi. Bu kadarını bile söyleyebilmesi mucizeydi aslında. Kadının her tepkisini kana kana içti. Önce donup kalışını, ardından aşağıya bakışını, dönüp bakışlarını onunkilere odaklayışını... Gözlerine biriken o inci tanelerini… Geçen her bir saniye sabırsızlığını besleyip, korkusunu güçlendirdi. En sonunda dayanamayıp, “Ne diyorsun?” diye sordu. Berrin’in dudaklarından dökülecek bir “Hayır” adamın felaketi olurdu.
Berrin muzipçe gülümseyip “Soru sormadın ki!” dedi.
O an fark etti Serdar kadına henüz sormadığını… Her bir hücresi ayrı ayrı utanmışken kadının muzip yanına sığınıp eksiğini tamamladı. “Benimle evlenir misin Berrin?” diye sordu.
Berrin tek bir saniye tereddüt etmeden yanıtladı adamı. “Evlenirim,” dedi. “Seninle evlenirim…”

Continue Reading

You'll Also Like

757K 43.7K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
773K 43.7K 36
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
112K 18K 39
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓
249K 11K 50
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...