Drunk rabbit⁹

412 68 72
                                    

Sarhoş tavşan, içkiyi fazla kaçırdığı zaman kusuyordu.

Eğer fikrini değiştirirsen, lobide buluşalım demişti. Fikrimi  değiştirmiştim. Fakat Rosé, saatler geçmesine rağmen lobiye gelmedi. Bayan Jeeun'la göz göze gelmemin otuzuncu seferinde, bir sığıntı gibi lobide oturmaya devam edemeyeceğimi fark ettim ve kalkmaya karar verdim. İki seçeneğim vardı.
Kalkıp Rosé'yi bulmak.
Ve içine çökmüş koltuğun bir köşesinde uyuya kalmak.

Onu arama şıkkını seçerken bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim.
Rosé, D bölümünde onu bulabileceğimi söylemişti. Yalnız bu bilginin yetersiz olacağını tahmin edememiş olmalıydı. Onu aramaya çıkalı neredeyse 20 dakika oluyordu. D bölümünde dolaşmaya başlayalı 20 dakika. Neredeyse on dakikamı, bölümün D mi, yoksa E mi olduğunu hatırlayamaya çalışarak kaybetmiştim.
E ve D harfleri birbirine benzemediği halde kafamı bu kadar bulandırmış olması, olacak iş değildi.

Bu yaşadığım kafa karışıklığının ve dalgınlığın neyin nesi olduğunu hâlâ çözememiştim. Rosé'nin söylediği harfte takılı kalmış, net bir şekilde duyduğuma emin olduğum harfi hatırlamaya uğraşmıştım.
Sanki hatırlamaya çalıştıkça daha çok unutmuştum.
Yoksa yavaş yavaş bir aptala mı dönüşüyordum?

Yukarı çıkan merdivenlerin başına geldiğimde durdum. Ve gözlerimi yumup kendime bir mola verdim.
Rosé bugün kafamı ve bedenimi fazlasıyla yormuştu.
Hem bedenimi hem de beynimi. Kurduğu anlamlı veya anlamsız her cümle, kafamın içirisine giriyor ve maalesef çıkmıyordu. Kelimeler beynimin kenarlarına, buldukları boş yerlere yapışıyordu sanki.
Bu kötü müydü yoksa iyi mi anlamlandıramıyordum.

Girişteki güler yüzlü hemşire, 309 numaralı oda 3'üncü katta dediğinde onu hemencecik bulurum diye düşünmüştüm. Fakat ilerledikçe 309'a hiç yaklaşamayacakmışım gibi geliyordu.

Hava kararmıştı ve ben bu akşamı burada geçirmeye karar vermiştim. Başta içkinin yasak olması ve Rosé'nin gözetimi altında takılma fikri pek cazip gelmesede, bir şekilde eve gidememiştim. Fikrimi değiştirmeme yardım eden asıl unsur ne bilemiyordum. Belki de eve gitmek, burada kalıp terasta gazoz içmekten daha kötü bir seçenek gibi gelmişti. Önce Rosé'yi bulmalı, ardından teras dedikleri yerde kafa dengi birilerini aramalıydım. Kimseye konuşmama gerek yoktu aslında. Sessizce bir kenarda oturup kafamı da dinleyebilirdim.

Neredeyse son bir aydır, kendime ait bir zamanım yoktu. Hayatın bu kadar yorucu olduğunu hiç bu kadar hissetmemiştim.
Sadece burasıda değildi beni yoran. Ev ve okulda beni sıkıştırıp bezdirmek için yemin etmişti sanki.

Bulunduğum D bölümü, Çocuk bölümünden biraz daha farklıydı.
Öncelikle oldukça sessizdi. Sadece dışarıdan gelen birkaç kuş sesini, koridorda yürüyen hemşirelerin ayak seslerini, metal kapların birbirine vuruşunu, fotokopi makinasının uyuz sesini duyuyordum.
Bütün bu seslere rağmen, etraf oldukça sakin ve huzurluydu.

Yetişkinliğin sessizliği ve yorgunluğu burayada çökmüştü sanki.
Huzurlu hissettirdi. Bir hastane ne kadar huzurlu hissettirebilirse.
Bir tekerlikli sandalye yanımdan geçtiğinde kenara çekildim. Hemşire kolunda hortumlar olan bir adamı ittiriyordu.

İlaç kokusu bazı kapıların önünden geçerken keskinleşiyordu. Sevmedim yine bu kokuyu. Ve yine huzursuz etti beni. Ceketimin koluyla burnumu kapattım. Ara sıra yanından geçtiğim kapılar aralansada o taraflara bakamıyordum. Gözlerimi koridorun ilerlerinde bir yere sabitliyor, başımı sabit tutmaya uğraşıyordum.
Her şeyden çok odaların içindeki hasta bedenleri görmek huzursuz ediyordu beni.
Eğer o tarafa bakarsam kalbim çatırdayıp ortadan ikiye ayrılacaktı sanki.
Olası bir yıkım korkusu, gözlerimi sabit tutuyordu.

Conteur fille | JungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin