Old giant¹²

393 62 73
                                    

Kederlerinden korkma, sessiz kalsanda kollarını sana dolamış o şeyden korktuğunu biliyorum.
Gökyüzünden yardım dileyip, yalnızlığa da bel bağlama. Kurtulmak istiyorsan eğer, bir eli sıkıca tut ve yükseğe zıpla.

Chan ses kayıt cihazının başlatma düğmesine bastıktan sonra gizemli olduğunu düşündüğü bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Bugün 10 ocak çarşamba." Saatine baktı. Çocukların içinde yalnızca onun, yeşil kenarlı, ördekli bir saati vardı.
"Kısa çubuk birin üzerinde, uzun olan ise yirmi ikide. Rüzgar orta hızlı, tehlikeli değil. Kulaklarım ve burnum üşüyor fakat yünlü pilot şapkam sayesinde idare edebiliyorum. Jungkook bugünde gelmedi, o yüzden yemin törenimiz yine ertelenecek gibi görünüyor. Rosé aşağıda oturup bizim için kurdele kesiyor ve bugün dünden de güzel görünüyor. Miya onun saçlarını ördü ve örgüsünün ucuna siyah bir kurdele bağladı. Tek eksiğimiz Jungkook. Ayrıca... önemli bir sorunumuz var... Hara bütün kekleri nerdeyse bitirdi. Böyle giderse Jungkook'a verecek tek bir kekimiz bile kalmayacak. Ben kaptan Chan, günlük rapor bu kadardı."

"Hey, Chan," dedi Miya, kafasını yukarıya kaldırmış, kaşlarını çatmıştı.
"İn artık. O gelmeyecek içeri giriyoruz."

"Beş dakika daha, belki gelir."

"Rosé, içeri girmezsek üşüteceğimizi söylüyor."

Chan dürbününü kaldırıp hastanenin giriş kapısını tekrar görmeye çalıştı. Gelen yoktu, olacak gibi de görünmüyordu.
Dürbünü indirmeden kıza doğru seslendi.
"Siz gidin, ben biraz daha bekleyeceğim."

Miya yukarı bakmaktan boynu ağrıdığı için göz devirdi ve oğlana son kez seslendi.
"Seni Rosé'ye söyleyeceğim."

Chan onu duymadı. Gözleri dürbünün gördüğü en uzak noktada, küçükte olsa bir hareketlilik arıyordu.
Uzaktan gelecek bir lord bugünü şenlendirecekti. Ve bugün onu beklemek kesinlikle kaptan Chan'in göreviydi.

Oldum olası soğuğu sevip, ona maruz kalmayı sevmemişimdir. Üşümek her zaman iyi hissettirmiyordu. Hatta zaman ve mekana göre beni çileden çıkarabiliyordu. Rüzgar ve kışın sert havası birleşince kendimi titremekten, saçlarımı ise yüzümü işgal etmekten alıkoyamıyordum.

Ellerimin hissisleştiği ve burnumun iyice kızardığı o an, soğuk bana kılıç sallayan bir düşmandan farksız görünüyordu. Bedenimin soğuk havayla ilgili problemleri çoğaldığı anda dayanamamış ve ağacın üzerinde nöbet tutan çocuğun yanında bitmiştim. Başımı yukarı kaldırıp ona doğru seslendim.

"Chan." Biraz daha burada beklersek hepimiz üşütecektik. Hem benim de üzerimdeki mont artık çok yardımcı olmuyordu.
"Aşağı in, içeriye giriyoruz."

"Lütfen Rosé, biraz daha. Bugün biraz daha fazla bekleyelim."

Chan, elleri boşlukta olduğu için bir an dengesini kaybeder gibi oldu. Son anda korkuyla dala tutunmuştu. Elinden kayan dürbünü önüme, ayaklarımın dibine düştü.

"Dikkat et, beni korkutuyorsun."

Eğilip dürbünü aldım.
Yüksekten korktuğu halde ağacın yüksek dallarına tırmalıyor oluşu, beni her seferinde daha fazla şaşırtıyor ve etkiliyordu.

Bu bana küçükken sahip olduğum çocukluk cesaretimi anımsatıyordu.

Küçükken korktuğum şeylerin üstesinden sanki bir hiçmiş gibi geldiğimiz anlar olurdu. Korkuyu önemli bir terim olarak algılamadığımız zamanlar.

Korkmak neydi ve nelerden korkulurdu? Bütün bunlar çocukken benim için önemli değildi. Karanlıktan korkuyorsam o tarafa bakardım ve yine canavarladan korktuğum an, onlarla yüzleşmeyede hazırdım.

Conteur fille | JungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin