Conqueror⁴

609 93 76
                                    

Ve şimdi Jeon Jungkook'ta manolya kokuyordu.

Tamamıyla mutlu ve yenilenmiş hissetmeyeli ne kadar oluyordu bilmiyordum.

Namjoon hastaneye yattıktan sonra bazı şeyler yarım gelmeye başladı. Bunu nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. Çünkü ben ilk defa yarımlaşıyorum.

Sabahları kafamı yastıktan kaldırırken güneşin doğduğuna sevinmemeye başladım ilk önce. Daha sonra sevdiğim o renkli gevrekleri yiyememeye.

Değiştik ve eksildik.

Değişen şey sadece hayatımız ve yaşadığımız yer değildi. Beraberinde sürüklediği birkaç şeyde vardı.

Mutluluk, hisler, heyecanlar ve hevesler.

Bunlar eskisi gibi ilgimi çekmiyordu artık. Hissettiğim bütün şeylerin yanında bunlar basit birer kelimeye dönüşüyordu.

Giderek eksiliyordum. Günden güne. Eksilmekle kalmıyordum, yağmalanıyordum da.

Hasta olan yalnız Namjoon değildi. Sanki ikimizde hastaydık.
Beraber geçirdiğimiz zamanında hastalıklı olduğunu düşünüyorum.
Kısıtlı ve belirsiz.

Bunları düşünmek bazen beni o kadar yoruyordu ki bütün bunlarla nasıl başa çıkacağımı merak etmeye başlıyorum.

Depresif duyguların esiri olmayacağıma dair Namjoon'a söz vermiştim.

Namjoon hissettiğim acıyı depresif duygular olarak adlandırıyordu.
Oysa bu acı düşündüğünden daha fazlasıydı.

Bana söz verdirmişti. Fakat kendi bir söz vermemişti. Bedeninde ve kalbinde bir acı olduğunu biliyordum. Bunu gizlemek için büyük bir çaba gösterse de...
Eskisi kadar gülmüyordu mesela. Gamzelerini haftada bir iki kere görüyordum. Sık sık uyuyordu. Uyanık olduğu zamanlar ise gözlüklerini takıyor ve şu sevdiği mitoloji kitaplarına gömülüyordu.

Her ne kadar ona bir söz vermiş olsamda Namjoon ve ben hastane odasının kapısını kapattığımızda bununla yüzleşmek zorunda kalıyorduk.

Okuldan çıktığım gibi koşarak buraya gelmemin sebebi de buydu aslında. Onu yalnız bırakırsam duvarlar onu sıkacak hasta olduğunu yüzüne vuracaktı.
Buna izin verirsem ben onun küçük kız kardeşi Rosé olamazdım.

Yanında olmazsam melek Rosé'nin kanatları bana lanet ederlerdi. Ne kanatlarım affederdi beni ne de kendim.

Herkes eksikleriyle savaşmıyor muydu zaten.

Beni eksilten şey aynı zamanda tamamlıyordu.
Küçük hasta perilerime kanatlarımı açıyor Namjoon'un o ilaç kokan odasında bütünleşiyordum.

Her şeye rağmen iyiydim. İyiydik.

Elimdeki pasta kutusuna tutunup gülümsedim. Yeni bir günde yeni bir tatlıyla hastaneye giriyordum.
Gözlerimin yanmasına engel olmak için bir pasta kutusundan yardım istiyordum.

Melek Rosé aslında güneşin doğduğu herbir gün bulutun bir köşesinden düşüyordu.
Sonra tekrar kalkıyor ve etrafındakiler için iyi olmaya çalışıyordu.

Benim için hayatta şu an sadece iki şey vardı.

Namjoon ve çocuklar.

"Rosé, Rosé, Rosé!"

Yorgunluğumu bir kenara kaldırıp bana doğru koşan çocuklara gülümsedim.  Kötü ya da hasta hissetmek kimin umrundaydı. Buraya adım attığım anda hepsi rafın en arkasını boyluyordu.
Unutmuyordum fakat en azından düşünmeyi bırakıyordum.
Bu bedava bir ilaç gibiydi.

Conteur fille | JungkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin