+20

1K 67 234
                                    

Hemen serpiştirelim Saner'imizi

Şimdi bu yazıyı okuyanlardan ufak bir ricam olacak. Oy veren kişiler bir tanecik de olsa yorum yapabilir mi? Valla sadece merak

"Bence bu buraya ait." Bir elimdeki parçaya, bir önümdeki yapboza, bir de bakacağım yeri şaşırarak Saner'e bakmaya tam bir saat önce başlamıştım. Nereye ait olduğunu bulduğu parçaları heyecanla yerlerine yerleştirişini hayretle izliyordum. Toplasam iki parça yerleştirmiştim.

"Yok, yapamıyorum." Nefret ettiğim ama yakın zamanda bedenimi sıklıkla yoklayan yenilgi hissi bir kez daha baş gösterdi parçayı olabildiğince uzağa atmamak için kendimi tutarken.

"Bunu dikkatin dağılsın diye yapıyoruz. Tam tersi dikkatin toplanmaması gereken yere toplanıyor." Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi, omzumun üstünden elimde gevşekçe tuttuğum parçaya baktı. "O şuraya." Yerleştirmesi için ona uzatınca bileğimden nazikçe itti. "Sen yerleştir."

Sabırsız bir nefes çektim içime. Ne vardı yerleştirseydi? Düşünmem gereken onca şey varken neden yapboz yapıyordum ki zaten? Yarın final oynuyorduk. Dile kolay, eksiklerimizin üzerinden geçmemiz, sıkıca çalışmamız, nasıl yeneceğimizi planlamamız için yalnızca bir günümüz kalmıştı. Bense oturmuş yapboz yapıyordum. Dikkatimin dağılması gerektiğini, kafayı takmış durumda olduğumu, onu endişelendirdiğimi söylüyordu Saner. Evet belki yatıp kalkıp neler olabileceğini düşünüyordum, hangi pozisyon olur, nasıl tepki vermemiz gerekir, biz nasıl atak yaparız, ani ataklarda kime pas verilmeli ve düşünmekten yorulan beynimin hatırlayamadığı, üstelik cevaplayamadığı bir sürü soru soruyorum kendime lakin bunlara çözüm bulmaya çalışmam benim kafayı takmış olduğumu değil, yenilmek istemeyen, sorumlu bir futbolcu olduğumu göstermiyor muydu?

Kastığım çenemi, ne kadar acıdığını idrak ederek sonunda serbest bıraktım sakinleşmek adına. "Buraya mı?" Parçayı yerine yerleştirince ciddi anlamda boş bir işle uğraştığımı fark ettim. "Benim daha önemli işlerim var."

Saner ağzını açacakken ben çoktan salonun çıkışına yönelmiştim. İçimde tarif edemediğim, patlamaya hazır bir sıkıntı vardı. Tek sebebi maç mıydı, bilmiyordum. Ömrüm boyunca bu kadar önemli bir maça çıkmamıştım, umuyordum ki sebebi sahiden buydu.

Takımın grubuna gelen mesajların, şans dileyenlerin, sosyal medya hesaplarımda karşıma çıkan, çoğunluğu Oflaz'ı ve takımını destekleyen maç sonu tahminlerinin, Oflaz'la kimliğimizi açıkladığımızdan beri ilk defa yan yana gelecek olmamızı heyecanla veya dalgayla bekleyenlerin arasında o kadar sıkılmıştım ki yapboz yapmanın çok da kötü bir aktivite olmadığını düşünmeye başlamıştım. Yalnızca on dakikada tüm bunları gösteren telefonumdan korkarak yatağıma bıraktım. İnternetin neden insanları intihara sürüklediğini her geçen gün daha iyi anlıyordum.

Uyku modundan uyandırdığım bilgisayarım gelen bildirimle bana seslendiğinde dahi dalgınlığımdan kurtulamamıştım. Çok fazla olasılık vardı ve ben bunların bir tanesinin bile gerçekleşmesini göremeyebilirdim. Yedekte olma hatta belki olmama ihtimalim vardı, Fabián'ın bana olan inancına, risk alma isteğine bağlıydı.

Oflaz'ın teknik direktörünün tüm olan bitenden haberinin olup olmadığını merak ettim o an. Yine de oynatır mıydı? Profesyonelliğine güvenip ne yaşadığını umursamadığını söyler miydi? Fabián'dan bana da bunu söylemesini istediğim kadar istemiyordum da. Oynamayacaksın demesi, kestirip atması işime gelirdi, oynamak istediğimi ama oynatmadıklarını söyleyerek kandırabilirdim kendimi. Öte yandan oynamamı isteyip üstümde bir baskı kurması, ileride illa ki yaşayacağım zorluklardan kaçmamam adına güzel bir tecrübe olurdu, bunu da biliyordum.

UzatmalarWhere stories live. Discover now