+21

879 67 153
                                    

Gifte konuşmadan konuşuyorlar görüyor musunuz :')

Bir hevesle bölüm yazıyorum diyorum beklemesin kimse hemen atayım sonra bir bakıyorum aaaaa o da ne hiç oy yok diyorum hey maşallah

"Neven! Nasılsın?"

Kalbimi ağzımda hissediyordum. Elimi göğsüme koysam kalp krizi geçirdiğimi sanacağımdan emindim.

"Uzun zaman oldu, hiç ortalarda yoksun."

Bakışlarımı başka tarafa çevirdim. Topla oynamalıydım, maçıma bakmalıydım, ısınmaya devam etmeliydim. Ayakta dikilmiş boş boş etrafı seyretme lüksüm yoktu ancak beynimin farkında olduğu şeye vücudum tepki vermemekte ısrar ediyordu.

"Martin!"

Sesini her duyuşumda yaptığım gibi yine yutkundum sertçe. Koşar adımlarla Raúl'un yanına atmayı başardım kendimi. "Heyecanlandın mı?" Gülen suratına vurma isteğimi omzuna yöneltim. Kaşlarını çatıp omzunu tuttuğunda yandan bir bakış attım toplanmış konuşan kalabalığa. "Çok dikkat çekiyorsun. Git ve selam ver. Saner'in izlediğini unutma ama." Sinirle karışık şaşkın bir bakış attım. Oturup tek kelime dert anlatmamışken, üstelik sürekli neler olduğunu sormasına rağmen, nasıl her şeyi anlıyordu?

"Seninle bir konuşalım."

"Ben de onu diyorum!" diye yükselince sessiz olması için parmağımı dudağıma bastırdım panikle. "Gerçekten iyi bir dinleyiciyimdir."

"Finale odaklan," dedim ondan ziyade kendime hatırlatmak adına.

"Pamir, Mete ne yapıyor? Özledim onu."

Taraftarların seslerini duymaya çalışıyordum ama her ağzını açışında kulağım bunca ses arasında yalnızca o tarafa kabarıyordu. Ofladım uzunca. "Yandık, yandık."

Raúl onlara yönelmem için hafifçe itti belimden. Dönüp ona baktığımda güç verircesine gülümsedi. "Konuş gitsin."

"Sen neden gelmiyorsun?"

"Biz konuştuk zaten, yalnız sen kaldın."

Nefesimi tuttum, iki adımlık yolda cesaretimi toplamayı umdum Pamir'in sesi gittikçe yüksek gelirken. "Daha sık gelirsen görürsün, hayırsız."

"E sen çık gel. İngiltere kötü bir yer mi sanki."

"Tüm aile çıkıp gelmemiz mi mantıklı, sadece senin gelmen mi?"

Oflaz bir şey diyemeden gülümseyerek yanlarına ulaştım. "Selam."

Çok kısa bir duraksamanın ardından gülümseyişime karşılık vererek ağzını açtı ancak bakışları gözümün altına takılınca kaşları çatıldı. "Gözüne ne oldu?"

"Senin neyden haberin var ki?" dedi Pamir, yolda tadilat görmüş amcalar edasıyla arkasında birleştirdiği ellerinden birisini havada sallayarak.

"Burada yaşamıyorum, normal değil mi? Siz de hiçbir şey anlatmıyorsunuz, ben ne yapayım." Raúl haklıydı, Pamir her Oflaz'la atıştığında, Oflaz samimiyetinden bir şey kaybetmemiş şekilde konuşunca üzerimdeki gerginlik azalıyordu. Ortamın garipleşmemesi, kaldığımız yerden devam etmemiz hoşuma gitmişti; uzun vadede üzecek miydi, bilemezdim. "Pamir'e soru yok artık." Pamir suratını büzüştürerek onun taklidini yaptıktan sonra ayağına top alıp üç metre uzakta topla uğraşmaya başladı. Oflaz, arkadaşlıklarını sorguladığına emin olduğum ama eğlenen bakışlarla Pamir'i, bense onu inceliyordum. Normalde uzatıp arkaya yatırdığı siyah saçları şimdi daha kısa ve dikiliydi. Koluna büyük bir dövme ekletmişti. Yakışacak şekilde kilo da almıştı. Ona zayıf olduğunu söylediğimde önce kendime bakmamı, iskeletten farksız olduğumu söylerdi hep.

UzatmalarWhere stories live. Discover now