51. Bölüm

17 6 0
                                    

Gözümü açtığımda tam olarak Megfrela'ya gitmeden hemen önce durduğum yerdeydim. Muhtemelen tıpkı Megfrela'ya en son gittiğimdeki durumu yaşıyordum. Ne Zaman ne düşünce ne de Hayal Megfrela'ya gidip geldiğimi fark etmemişti bile. Onlara yapacağım bu açıklama, onların bana inanmamasına sebep olabilirdi. Hepsini gerçekten çok özlemiştim. Mevköros'u da öyle... İç sesimle "Her şey yolunda Doruk." diyerek güçlü bir tebessümle söze girdim:

"Megfrela'dan geldiğimi söylesem nasıl bir tepki verirdiniz?" Bu sorumun üstüne hepsinin donuklaştığını fark ettim. İlk olarak Düşünce söze girdi:
"Bir yargıya varmazdım. Fakat doğru söylemediğinin olasılığı dahil birçok durumu analiz ederdim. Bu beni çıkmaza sokardı, çünkü beklentilerimizin ötesinde bir hızla Megfrela'ya gidip oradan dönmüş olurdun ve bunun umudu ile bize yalan söyleme olasılığın beni ikilem içinde bırakırdı. Bize lütfen oradan geldiğini kanıtla, bir an içinde bu nasıl olabilir?" 

Düşünce'nin performansı beni yanıltmamıştı; sorgulamalarında tamamen haklıydı ve benim yolculuk şeklim onda umut ışığı doğururken temkinliliği asla elden bırakmayarak her türlü olasılığı ele alıyordu. Fakat bu sefer durum farklıydı; onların içindeki hisleri tamamen görebiliyor ve en derinliklerinde barındırdıkları arzuları algılayabiliyordum. Örneğin Düşünce, tıpkı ismi gibi yolculuk hakkındaki sözlerimi sorgularken, aslında derinliklerinde, uyguladığı bu tutumun kendine ördüğü bir duvardan ibaret olduğunu algılıyordu. O, benim açıklamamı hemen algılayıp sürecin devam etmesini arzularken, büründüğü imaj içindeki arzuyu sessiz kılıyordu. Ancak içimde çok daha güçlü bir his oluşmaya başlamıştı. O en derin dürtüsünde, zamansızlık boyutunda bu tarz bir yaşamı tercih ederek kendisine koyduğu sınırları ortadan kaldırıp özüyle bir olarak hareket etmeyi ve bu sayede gezegenini kurtarmayı arzuluyordu. Onun bu yapısı, şu anki bilincinde fark etmese dahi bilinçliydi ve içimde sonsuzluk şarkıları söyleyen çocuk Doruk, direnmek yerine kabullenmenin önemini sözlerinde vurguluyordu. Tüm saflığıyla tenime dokunan biliş, Seyrulela'da yeniden aldığım ilk solukta beni kendimden çok ama çok daha emin kılmıştı. Tebessüm ederek söze girdim:

"Bana inanmamalısın Düşünce; tıpkı sorgulayışında olduğu gibi. Benim yaşadığım ve sana aktardığım bu deneyim senin realiten değil ki. Megfrela'ya gidişim hakkında söylediklerime verdiğin tepki kalbinin hemen yanındaki o bölgeyi sıkıyor, değil mi? Bu, senin kendine verdiğin bir yanıt aslında: Açıklamalara inanmak yerine her şeye açık olmak müthiş bir deneyimdir, seni kutlarım. Fakat burada da o garip, iç sıkıcı hisse büründüğünü biliyorum. Endişelisin, hepiniz endişelisiniz çünkü gezegenin sağlığı için acele ediyorsunuz. Sizi öylesine güçlü seviyorum ki... Fakat şunu bilmenizi isterim ki, acele etmenize gerçekten gerek yok. Size bu sohbetin ardından tüm sorun olarak algılanan deneyimleri gerçekleştirebileceğinizi ve bunun asla benim sayemde olmayacağını, sizinle daimi ve hepimizle bir olan saf beyaz ışığın sayesinde olacağını söylemeliyim."  Cümlemi tamamlayıp soluklanırken Zaman konuşmaya başladı:

"Anlamıyorum Doruk, başka bir gezegene gidip geldiğini söylüyorsun ve..." 
"Ve çok uzun bir süre orada vakit geçirdiğimi, hatta kendi gezegenime dahi giderek tekrar orada bulunduğumu ekliyorum. Lütfen devam et." 
"Teşekkürler. Ben de tam olarak bunu anlamıyorum. Buradan asla ayrılmamışken iki farklı gezegene giderek farklı zaman deneyimlerini nasıl yaşayabiliyorsun? İnanmak istediğim, fakat inanamadığım nokta bu. Evet, az önceki açıklamanı anlıyorum, yani söylediklerine inanıp inanmamamızın anlamsız olduğunu belirtiyorsun. Ancak gördüğün üzere hiçbir şeyi çözemedik, sadece süreci yavaşlatabildik. Ayrıca sana gezegenle ilgili tüm sorunları belgelerle teslim edecektik, ama sen gereken her şeyin gerçekleştiğini söylüyorsun. Ben geçmişimin silinmesine ve geleceğimin yok olmasına göz yummak istemiyorum. Ben ölmek istemiyorum!" Zaman her cümlesinde daha da hiddetlenmişti. O, geçmiş ve geleceğin her adımını zihninde müthiş bir şekilde oluşturarak orada dans ediyordu ve şimdi'den bihaberdi. Düşünce ile kurduğum iletişimde gördüğüm kapı Zaman'ınkine göre daha açıktı ve bu son derece doğaldı. Öyle ki geçmişte yaşayan biri, yaşadığı günlere geri dönmeyi düşlerken bedeni tıpkı o günlerdeymiş gibi davranmaya başlayacaktı. Ancak bunu gerçekleştiremezdi; bu, bedeninin asit üretmesine sebep olacaktı. Vücudu yaşlanırdı ve stres, anda kalamayan yapısını korkuyla beslerdi. Bu bir bataklık gibiydi; kişi geçmişte bulunmaya çalıştıkça bu onu daha derinlere çekerdi ve Zaman'ın yaşadığı durum tam olarak bundan ibaretti. Ayrıca, geçmişe olan bağımlılığı gelecek kaygısı yaşamasının başlıca sebebiydi. Zaman bu bataklığın içindeyken gezegeninin geleceği konusunda sürekli korku tabanlı yargılara varıyordu. Ama yine de Düşünce'de olduğu gibi Zaman da bunları yaşamamayı, an'da kalmayı diliyordu. Söze girerek onun derinlerine inmeye devam ettim:

"Peki bu süreçte gezegenini kurtarmak için ölmen gerekseydi ölür müydün?" 
"Evet, her ne kadar ölmek istemesem de kendimi feda ederdim. Dürüst olmak gerekirse, kendimi bir kahraman olarak görürdüm."  Bu yanıtla birlikte tebessüm ettim; bu yanıtı vereceğini sezmiştim. 
"Peki ya ölümden korkuyor musun? Ölüm sence nedir?" Zaman sorularım karşısında gerilmişti, fakat ruhum her şeyin yolunda olduğunu istikrarlı bir şekilde söylemeye devam ediyordu. Zaman derin bir iç çekerek söze girdi:
"Bilinmeyen korkutucu değil mi? En iyi ihtimalle az önce belirttiğim gibi bir kahraman gibi evrene veda edeceğim, fakat bu yine de beni ürpertiyor. Herkes öyle farklı yorumlar yapıyor ki, her bir olasılık bir diğerinden daha korkutucu geliyor. Bu yüzden ne gezegenimin, ne anılarımın ne de kendimin ölmesini istemiyorum." Zaman beni şaşırtmıştı, zira ölümü korku tabanlı tanımlarken açıklayacağım konuyu destekleyecek bir noktaya değinmişti. 
"Tebrik ederim, çok güzel bir konuya değindin." dedim gülümseyerek ve konuşmaya devam ettim:

"Evet, gezegen de ölür, hatıraların da. Fakat ölüm yaşamın son bulması mıdır? Seyrulela öldüğünde onun yok olacağını mı düşünüyorsun? Veya hayatındaki tüm anıların artık orada olmadığında, onlar öldüğünde hiçbirinin artık yaşamayacağına mı inanıyorsun? Onların ölü ya da canlı olduğunu kim söylüyor? Sen. Bu, sana doğduğundan itibaren dayatılan algılardan ibaret çünkü senin yaşadığın her durumu bizzat ben de yaşadım. Dünya ve Seyrulela birbirlerine korku tabanlı olgular açısından öylesine benziyor ki, sizi anlamamam için kulaklarımı ve gözlerimi kapatmam gerekir. Konumuza dönecek olursak...
Ölüm, özünden olmayan her şeyin senden ayrılmasıdır. Anılarının, görüşlerinin, kaygılarının, pişmanlıklarının... hepsinin senden ayrılmasıdır ölüm. Evet Zaman. Sana az önce sorduğum soru tamamen gerçek; bu gezegeni kurtarmak istiyorsan öleceksin, öleceksiniz, fakat ölmeden öleceksiniz." Bilinçli bir şekilde cümlemi yarıda kesip soluklandım ve o sırada tepkilerini ölçtüm; Hayal'i, geldiğimden beri sık sık odağını kaybederken yeniden bana odaklanmıştı ve şaşkın bakışlarıyla ne demek istediğimi idrak etmeye çalışıyordu.
"Ölmeden ölmek mi? Bana bunu açıklar mısın?" diye sordu Hayal. Hayal'in konuya katılması yüzümü daha çok güldürmüştü. Konuşmaya devam ettim:
"Doğumun zıttı ölüm, ölümün zıttı ise doğumdur; yaşam ebedidir. Sizler yaşamın ta kendisisiniz ve ruhunuzu keşfedip ölerek özünüze doğru yolculuk yaptığınızda, bu gezegenin anında toparlandığına şahit olacaksınız. Bakın, yargılar içinizdeki sonsuz gücü sınırlasa bile üçünüzün isminden gelen özellikler doğru kullanıldığında size çok ama çok yardımcı olacak. Lütfen öncelikle her şeyi kabullenin. Sizler bir tırtılın kelebeğe dönüşünü yaşıyorsunuz ve tırtıl kozasını örerken tırtılın evi zifiri karanlığa bürünür. Bu süreci kabullendiğinizde, çözümün dışta değil tam içinde olduğunu görecek ve gezegeni Megfrela gibi tamamen doğal bir tabiata çevirebileceksiniz. Ve sandığınız ölümü yaşamanıza dahi gerek kalmayacak." 

Kozmik (Kitap & Sesli Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin