Yiğit ve Elif deponun aynı odasında tutuluyordu. Ve biz de hemen o depoya girdik. Yiğit uyanıkken, Elif uyuyordu. Ve ikisinin de sandalyelerin üzerinde elleri ve ayakları bağlıydı tabiki.

Sırıtarak Yiğit'e bakmaya başladık. Bize öfkeyle bakıyordu. Arkamızda ki korumalara dönüp, "uyandırın şunu." dediğimde hemen biri yerde ki bir kova soğuk suyu eline alıp Elif'in başından aşağı dökünce, cırlayarak gözlerini açmıştı. Bizi gördüğünde aynı öfkeli bakışlarını o da gönderiyordu.

"Nasılsınız bakalım?" diye sordum alaycı bir sesle. Elif hemen, "size Bulut'un yerini söyleyeceğimizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz." diye cırladı.

Gülümseyerek bizimkilere baktığımda birden kahkahalarla gülmeye başladık hepimiz. Yiğit ve Elif'te anlamayan gözlerle bize bakıyorlardı.

"Ahhh, bunu da nereden çıkardınız? Aksine, biz de sizi onun yanına götürmeye gelmiştik. Belki özlemişsinizdir, haaa." dediğimde şaşkınlıkla bakmaya başladılar şimdi de. Yiğit, "yalan söylemeyin!" diye bağırdı. Kaşlarımı çatarak başımı ona çevirdim.

"Önce o sesinin tonunu ayarla!" dedim tıslayarak, ardından sesimi alçaltarak, "az sonra gidince göreceksiniz yalan mı söylüyoruz, doğruyu mu söylüyoruz." dedikten sonra korumalara, onları da Bulut'un yanına götürmelerini söyledim. Biz de zaten derslerden sonra gideceğiz oraya.

Depodan çıkıp arabalara bindik. Dersimizin başlamasına az kalmıştı.

***********

Dershaneye gelince indik ve yürümeye başladık. Dersimiz Türkçe'ydi. Sınıfa girdik ve dersin başlamasını beklemeye başladık.

40 dakikanın ardından hepimiz kantine inip yiyecek bir şeyler alıp herhangi bir masaya oturduk. Göz ucuyla Kerem'e baktığımda öfkeli gözlerle bir yere doğru bakıyordu. Bakışlarını takip ettim. Başka bir masada bir çocukta bana bakıyordu. Umursamayıp yemeğimi yemeye devam ettim. Fakat umursayanlar vardı. Kerem gibi mesela.

Dayanamayıp derin bir nefes aldım, "artık önündekileri yesen." dediğimde beni duymuyor gibiydi. Tekrar o çocuğa kaydı gözüm. Sırıtarak bana göz kırpınca Kerem'in ipleri kopmuştu artık. Birden ayağa kalkıp o masaya doğru adımlamaya başladı.

Elini sertçe masaya vurup korkutucu bir sesle, "sen kime baktığını sanıyorsun lan!" diye resmen kükredi. Fakat çocukta, eceline susamış gibi hiç istifini bozmadan Kerem'e bakıyordu sırıtarak. "Güzele bakmak sevaptır."

İşte ne olduysa o zaman oldu. Kerem birden yakasına yapışıp çocuğu ayağa kaldırdı ve ona kafa attı. Öyle sertti ki, çocuğun burnundan 'çıt' diye ses çıkmıştı. Sanırım burnu kırıldı. Bende dahil bizimkiler de şaşırmışlardı tabi. Fakat Kerem durmayıp, bu sefer de üstüne çıktı ve yumruklamaya başladı. Bu nasıl bir kıskançlıktır, nasıl bir öfkedir yaa.

Sonunda erkekler kendilerine gelip Kerem'i çocuğun üstünden almayı başarmışlardı. Kentindekiler de ağzı açık bir şekilde bakıyorlardı. Offf yaaa. Resmen rezillik. Hemen Kerem'in yanına gittim. Ama hâlâ aynı öfkeyle o çocuğa bakıyordu. İşaret parmağını tehdit edercesine sallayarak konuşmaya başladı.

"Bir daha o arsız gözlerin ona değmeyecek bile anladın mı lan!" diye bağırdı. Bizi, kimseyi görmüyordu bile. Sadece ona odaklanmıştı, ona bakıyordu hâlâ. Dayanamayıp bağırmaya başladım.

"Kerem kendine gel artık! Ne bu öfken. Bu sinirin kime!" sonunda başını bana çevirmişti. Ama ben ne olduğunu bile anlamadan birden elimden tutup beni sürüklemeye başladı. Ne oluyor yaaa?

İNTİKAM MELEĞİ (TAMAMLANDI) Where stories live. Discover now