💜 BÖLÜM 35 💜

Start from the beginning
                                    

Karan'ı tutan adamlardan biri o anda 'Araf, oğlunun Amerika'ya götürüldüğünü hiçbir zaman öğrenemeyecek. Yazık!' diyerek Emre'yi vurmuş.
Tabi öldüğüne emin olduktan sonra onu orada bırakıp gitmişler.

Olanları uzaktan izleyen bir amca Emre'nin yaşadığını fark ederek onu hemen hastaneye yetiştirmiş. Sonradan öğrendim ki bu amca, Emirhan'ın aşiretindenmiş. Biz dört bir yana haber salınca herkes gözünü kulağını açmış. Amca da bu yüzden olayları izlemiş ve Karan'ı görmüş. Tabi tek başına müdahale edemeyeceği için önceliği Emre'yi hastaneye yetiştirmek olmuş.

Emre çok şükür ki uyandı ve bana bu bilgileri aktardı. 3 gündür bu yüzden konağa gelmiyorum. Dün gece yarısına kadar kendime bir ekip hazırladım ve az sonra yola çıkıyorum."

Herkes gözyaşlarıyla dinliyordu anlatılanları. Naze annem dayanamayıp çıkmıştı salondan. Kimsenin yanında ağlamak istemiyordu.

"Bende geliyorum seninle abi."

"Hayır Barış. Eğer gelirsen aklım burada kalacak ama burada olduğun sürece ailemin güvende olduğunu bileceğim.
Cihan da gelmiyor. Onu da şirketlerin başına bırakıyorum. Ne zaman döneceğim belli değil ama oğlumu almadan dönmeyeceğim."

Yavuz babam en başından beri suskundu fakat bakışları çok şey anlatıyordu.
Hulusi ağaya olan öfkesini anlatıyordu.
Araf'ın çabasıyla gurur duyduğunu anlatıyordu.
Torununa kavuşmanın özlemini anlatıyordu.

Boğazımızdan zoraki geçen lokmalar ile tamamladığımız kahvaltının ardından veda vakti gelmişti. Araf önce anne ve babasının elini öpmüş daha sonra herkesle vedalaşmıştı. Son olarak bana ve kızımıza sıra geldiğinde ne sözlere ihtiyacımız vardı ne başka bir şeye. Alnıma uzun bir öpücük bırakarak yapmıştı vedasını.

"Verdiğim kıyafetlerin tümünü giymeye vaktin olmasın. O kadar çabuk git ve oğlumuzla gel."

Gözlerine biriken yaşlara şahit olduğumda sımsıkı sarılıp yüzümü saklamıştım ondan.

"Seni seviyorum."

"Seni seviyorum."

Kızımızı da kucağına alıp uzun süre çekmişti kokusunu içine. Minel ise babasından ayrı kalacağını hissetmiş gibi ağlıyordu. Araf'ın kucağından kızımı almak hiç kolay olmamıştı. Kapıdan çıkıp araca binmesi ile daha fazla dayanamayıp yere çökmüştüm. Ağlamıyordum çünkü gözümde yaş kalmamıştı. Yalnızca canım yanıyordu, çok yanıyordu hemde.
Öylece kalmıştım dakikalarca. Kimsenin gelip kaldırmasına müsade etmemiştim.
Her şey sırayla geçiyordu gözlerimin önünden.

Istanbul'a kaçışımız, Araf'ı ilk gördüğüm an, midemde uçan kelebekler ve buraya gelişim..
Oturup düşündüm o an. Bunları yaşayacağımı önceden bilsem acaba Araf'ı seçer miydim yine?
Elbette seçerdim.
Araf beni sürüklenmekte olduğum karanlıktan çekip almıştı. Şimdi de aynı şekilde oğlumuzu alıp gelecekti.

Yavaşça yerden kalktığımda hareketsizlikten uyuşan bacaklarım yüzünden sendelemiştim. Avluya girdiğimde sedirde oturmuş beni bekleyen Hale koşarak yanıma gelmiş ve koluma girmişti.

"Eniştem bey diye söylemiyorum fakat eli kolu baya uzundur. İnan bana getirecek bal böcüğümüzü."

Beni gevşetmeye çalıştığının farkındaydım. Hale çok başkaydı benim için. Biz, birbirimiz için dünyayı yakabilirdik. İyiki zamanında tanışmış ve bu zamana getirebilmiştik dostluğumuzu. Salona girdiğimizde kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Herkes köşesine çekilmiş, düşünceli bir halde oturuyordu. Biri bir şey söylese akmaya hazırdı halbuki gözyaşları.
Minel'e baktığımda odanın ortasında oturmuş, oyuncakları ile oynuyordu.
Büyüdüğünde bu günleri hatırlamayacaktı. Ona anlattığımızda hayretle dinleyecekti belki de.

Ferfecir (ZOR AŞKLAR SERİSİ - 1) (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now