ANTRLAR DİVANI IV

155 15 5
                                    


Antrlar kendi aralarında, geri dönmek istemeyen daha da önemlisi bulunmak istemeyen, Antr Sid’i nasıl bulabilecekleri konusunu tartışıyorlardı. Bulundukları geniş salonda, Üykül ve Arkhana’nın giriştikleri mücadele sonucu oluşan dev çukurlar, salonun bütün ihtişamını bozuyordu. Gerçi olan olaylar düşünülünce diğer tüm antrların hissettikleri bir tek şey vardı: endişe. Bunun tek sebebi de olmaması gereken Antr Üykül’ün kendi tahminlerinden çok daha büyük bir güce sahip olmasıydı. Çünkü antrlar, Arkhana’ya karşı verdikleri ilk ve son mücadelelerinde neredeyse hepsi bir arada olmasına rağmen ona yaklaşamamışlardı bile. Ama Üykül, Apsyny’daki devasa sarayda, Arkhana’ya meydan okumuştu. Hatta daha da ileri giderek, Arkhana’yı tedbirli olmaya zorlamış ve onu savunmadan saldırıya geçirmeyi başarabilmişti.
Duru yeşil gözlerini sarayın zeminindeki çukurlara odaklamış olan Thelepsh’in aklındaki tek düşünce elbette Üykül’ün Arkhana’ya karşı olan mücadelesi değildi. Her ne kadar diğer antrlar bilmese de, Arkhana bu dünyaya şekil veren, onu düzenleyen, yaşama uygun hale getiren bir güçtü. Bu güç sadece fiziksel olarak kalmıyordu çünkü tüm bu düzenin kendisini yok etmeden devam edebilmesi için göz önüne alınmış yaşam dengesi ile alakalı hesaplamaları bile içeriyordu. İşte tam da bu noktada Thelepsh’in kafasını kurcalayan bir durum vardı: antrlar Üykül’e Arkhana’nın kim olduğunu anlatamamış olsalar bile, bu dünyanın kurucusu olduğunu açıkça ifade etmişlerdi. Arkhana, içinde yaşadıkları sistemin kurucusuydu. Doğal olarak bu sistemin içindeki her şeyin olası hareketlerini göz önüne alabilirdi. Bu durumda Üykül’ün Arkhana’ya yapacağı tüm saldırı olasılıklarını Arkhana zaten görecekti. Kısaca Üykül’ün yapacağı tüm saldırıları Arkhana görebileceği için saldırılar yersizdi. Bunu Üykül de elbet biliyor olmalıydı. Peki, bile bile yenileceği bir saldırıya neden girişmişti: işte Thelepsh’in kafasına takılan şey tam olarak buydu. Kafasında bu soru daha fazla yer kaplıyordu.
Yerdeki göçüklere bakarken de Üykül’ün nasıl bir hızla koştuğunu tekrardan aklında canlandırıyordu. Ve gördükleri kendisini bir kez daha şaşkınlığa düşürüyordu. Üykülün koşmaya başladığı anda oluşan bir iz ve sonrasında seri halde gelen çatlaklar ve çukurlar haricinde görebildiği hiçbir şey olmamıştı. Kendisi bile o kadar güçlü ve irfan sahibi iken Üykül’ün hareketlerini bile takip edemiyor olması şaşkınlık vericiydi.
“Thelesph ….?” birisinin kendisine ismiyle hitap ettiğini duymuş ve gerisini önemsememişti. Sonra omzunda hissettiği baskı ile beraber kafasını hafif soluna doğru çevirmişti.  Tabi ki de kendisine ismi ile hitap edebilecek tek kişi Eynetes Hanımdı ve solunda gördüğü kişi de oydu,
“Eynetes hanım…” diyerek cevap verebilmişti Thelepsh. Kafasını bir türlü toparlayamadığı için de Eynetes tekrar konuşmuştu,
“Thelepsh, hepimiz seninle aynı endişeleri taşıyoruz: Üykül bizim bile ötemizde bir güce sahip –“
“hayır Eynetes Hanım, beni düşündüren Üykül’ün güçleri değil… Tamam Üykül bizden güçlü ama Üykül’ün bizden daha güçlü olduğu bir taraf var: her zaman bir planı ve bu planı için önleyici planları var. Nira’ya karşı olan savaşı kazanabilmek için planları vardı: en basiti alcham, yine de diğer taraftan kuzey halklarını yanına çektiği bir önleyici planı daha vardı. Savaş alanında, hepimiz duyduk, kuzey halkları Qin imparatorluğunu savaş dışı bırakmıştı, Nira savaşta tek kalmıştı…
Diğer taraftan bir ejderha ile mücadeleye girdi, neredeyse ölüyordu ama kurtuldu. Ejderhalara karşı savaşabilmek için kurması gereken bir plan vardı, ama bunu ejderhalardan gizlemesi gerekiyordu bu yüzden de önleyici plan olarak ikinci kez ejderha ile karşılaştığında tüm gücünü baskıladı. Yine ölümle yüz yüze geldi ama ejderhalar onun gücünü o zamana kadar kavrayamadı –“ Thelepsh’in konuşmasına devam etmesi ve bazı antrların kafalarının karışmaya başlamış olması kıpırdanmalara sebep olmuştu ve Antr Ashem, Thelepsh’in sözünü kesmişti,
“ne demek istediğini anlayamıyorum Usta” Thelepsh, bakışlarını Asheme çevirip dikkatlice yüz hatlarını inceledi ve tane tane konuşmaya başladı,
“Üykül, Arkhanaya karşı gireceği mücadelede kaybedeceğini biliyordu peki bunu bile bile neden savaşa girmeyi tercih etti? İşte beni korkutan bu…” Shouaphie derin bir iç çekti ve sonrasında konuştu,
“bizim görmediğimiz plan ne? Ne diyorsun Choun?” Thelepsh bu sorunun özellikle Choun’a yöneltildiğini biliyordu. Ne de olsa aralarında en sinsi olan oydu: bu zamana kadar birçok antr’ın başını beladan kurtarabilmiş ama kimseye bir şey belli etmemişti. Choun daldığı derin düşüncelerden bir an kopartılmış gibi bir ifadeyle cevap verdi,
“Efendim, üzülerek söylüyorum ki her hangi bir fikrim yok. Çünkü antrların belirli bir düşünce ve icraat şekli vardır ama Üykül, olmaması gereken bir antr oldugu için sanırım, bizler gibi düşünmüyor ve bizler gibi hareket etmiyor. Bu yüzden de ne yapacağı benim için de bir bilinmez.” Thelepsh, bu sözleri duyunca gözlerinde parlayan ufacık umut ışığı hızlı bir şekilde sönmüş ve antrlar mutlak bir sessizliğe gömülmüşlerdi. Ta ki salonun kapıları açılarak içeri dört genç girene kadar: Ritka, Niran, Ennab ve Nultas salona adım atmışlardı… Tüm gözler onlara çevrildiğinde Ritka konuşmaya başlamıştı,
“Yüce efendiler, Antr Üykül’ün bizlere bahşettiği yetkilerle tüm antr ordularına komuta ederek savaş bölgelerine gönderilmek –“ Ennab araya girmeden edememişti,
“yüce Efendiler, arkadaşımın acelesini mazur görün. Sizlere bilgi vererek devam etmemiz gereken bir savaşımız var ve bu yolda Antr Üykül sizin de işinize yarayacak bazı bilgilerle beraber saygılarınızı iletmemizi istedi.” Tüm antrlar kendi aralarında homurdanırlarken Ennab usulca konuşmaya devam etmek istemişti ancak sessiz sedasız duran Choun hiddetlenerek Ennabı susturmuştu,
“o kim oluyor ki sizlere bizim ordularımızı veriyor?” enerjisindeki hiddet sesine yansıyarak gençlerin iliklerine kadar korku hissine sebep olmuştu ama gençlerden hiçbirisi geri adım atmamıştı veya sinmemişti. Ennab devam edecekken bu sefer hiddetlenen Ritka araya girmişti,
“sizleri ve bizleri bu savaştan kurtarma ihtimali olan tek kişi olarak Usta Choun. Şimdi cevap verin kurtulmak ve kurtarmak istiyor musunuz yoksa kendi bokunuzda tüm dünyayı boğmak niyetinde misiniz?” Ritka tüm cesareti ile antrların gözlerine tek tek baktıktan sonra, kimsenin konuşmayacağından emin olmuştu ve sözlerine devam etmişti,
“Üykül’ün girdiği mücadeleyi biliyoruz, bununla beraber birçok şey daha biliyoruz. Öncelikle Usta Abrit, enerjileri en iyi anlayan sanırım sizmişsiniz. Antr Sid’i bulmak için bir enerji taraması yapmanız –“ Abrit sözün bitmesini bekleyememişti,
“Üykül sizinle nasıl irtibat kurdu bilmiyorum ama Sid bulunmak istemiyor yani –“
“evet Usta Abrit, bu yüzden de muhtemelen tüm enerjisini baskılayacak bir rün veya tılsım kullandı. Tam olarak sizin aramanız gereken şey de bu olacak: enerjinin olmadığı bir yer. Bildiğimiz kadarı ile her ne kadar enerji kullanımımızdan çekiliyor olsa da tabiatta var olmaya devam ediyor, havada suda toprakta… işte tam olarak bu enerjilerin olmadığı yerde Antr Sid’i bulacaksınız.
Diğer mevzu, savaş bizim tahminimizden farklı şekilde cereyan etmeye maalesef başladı. Bu yüzden de ben Ritka, Antr orduları batı komutanlığına; Nultas doğu komutanlığına; Ennab kuzey komutanlığına ve Niran Güney komutanlığına Üykül tarafından getirildik. Buradan giderken beraberimizde tüm orduları götüreceğiz.” Thelepsh hafiften tebessüm ediyordu, çünkü düşündüklerinde haklı çıkmıştı: Üykül belli bir sebepten dolayı dayak yemişti. Yine de emin olmak isteyerek sordu,
“ve muhtemelen tüm bu yaratıkları –ki efsanelerde bile unutulmuştur artık çoğu, belli bir noktaya çekerek savaşa orada devam edeceksiniz. Ve bu noktada, eğer bizlerde başarılı olabilirsek Antr Sid’i de alarak, sizlere katılacağız ve son darbeyi indireceğiz. Peki, Üykül’ün rolü ne?” Ritka usulca cevap vermişti,
“hayır efendim, yanlış anladınız: tüm o efsanevi yaratıklarla bizler mücadele edeceğiz, sizler ejderhalara karşı –“
“daha önce kimse onları yenemedi, ben bile” diyerek araya girmişti Abrit,
“cümlemi bitirmemiştim efendim – sizler ejderhalara karşı biraz direnerek zaman kazanacaksınız. Şimdi müsaadelerinizle, kurmamız gereken bir plan; eğitmemiz gereken askerler ve girmemiz gereken bir savaş var” diyerek sözlerini tamamlamıştı Ritka. Sonrasında dört genç sol dizlerinin üzerine çökerek Antrları selamlamışlardı ve gerisin gerisi odadan çıkmışlardı. Thelepsh ne yapacaklarını merak ettiği için salonun penceresine doğru yavaş adımlarla yürürken, meraktan onu takip eden diğer antrların farkında bile değildi.
İlk önce Nultas çıkmıştı saraydan ve balkonun gördüğü geniş alanda sanki karşısında biri varmış gibi konuşarak ‘batı ordusu, dikkat’ demişti sakince. Önünde beliren batı ordularını sanki binlerce yıldır tanıyormuş gibi izlemiş sonrasında ise havaya bir rün çizerek orduyla beraber gitmişti. Thelepsh biraz daha gülümsemişti, bunların bu kadar zamana güçlenebilmelerinin sıradan bir izahı yoktu çünkü. Sonrasında sırasıyla Niran ve Ennab gelmişti onlar da aynı şekilde orduları inceleyip gözden kaybolmuştu. En son gelen Ritka ise askerlerin hepsini tek tek tanımak ister gibi bakmıştı önce ve sonra sakince konuşmuştu,
“Ben batı orduları komutanı Ritka. Bu zamana kadar çok yattınız. Şimdi ilk olarak Apsyny’i şu gereksiz zararlılardan temizleyeceğiz. Sonrasında ise gitmemiz gereken bir savaş var: tek kural var kafalarını patlatmayacaksınız veya kesmeyeceksiniz…” Thelepsh, sözleri duyduktan sonra biraz daha gülümsemişti sadece…
-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*
“ne düşünüyor bu lanet olasıca velet…”
“oooo Arkhana ben de seni bekliyordum, geciktin” Arkhana bu küstah cevap karşısında hiddetlense de cevap vermemişti, cevap vermeye layık birisi olarak görmüyordu. Ama diğer taraftan da merak ediyordu,
“Kıçın iyileşmiştir umarım?” pis pis sırıtmıştı Arkhana bunu sorarken. Daha önce birinin kıçını tokatlayarak öldürebileceğini düşünmemişti ve bunun iyi bir aşağılama yöntemi olduğuna karar vermişti en son,
“ahh o mesele… Aslında biliyorsun bu durumda olmamın sebebi kıçımı tokatlaman değil: kıçımı tokatlarken oluşan etkinin enerji meridyenlerimden tut da enerji merkezime kadar her yeri sarsması; kemiklerimin ve iç organlarım zarar görmesi.”
“ukala velet! Bok çuvalı! Ne demek istediğimi anlıyor musun sen?”
“maalesef Arkahan –Üykül alenen sırıtmaya başlamıştı- ben diğer insanlarınki, ah son anda aklıma geldi ben bir antr’ım, diğer antrlarınki gibi bir düşünce şeklim yok: kıçın nasıl dersen, nasıl olduğunu anlatırım sana” Arkhana iyice sinirlenmeye başlamıştı ama şu durumda içinden bir şey yapmak da gelmiyordu. Ne de olsa Üykül’ün derin meditasyon halini ziyaretteydi. Diğer taraftan da yaptığı her şeyi hesaplayarak yapmıştı ve bu hesaplamalara Üykül’ün kendisi de dâhildi. Zaten sırf bu yüzden Üykül’ün kıçını pataklarken enerji merkezine ve meridyenlerine bir şey olmaması için özen göstermişti. Gereksiz muhabbete daha fazla girmek istemiyordu artık,
“neyse bok yığını, hatta yığın bile olamazsın sen, bok olabilirsin ancak… gidip eğlenmeme bakacağım”
“ahh tabi Arkhana tabi, rahatına bak ama lütfen sana bir iki soru sormama izin ver” cevap vermeye bile tenezzül etmemişti Arkhana, belki sorular ilgisini çekerse cevap vermeyi düşünebilirdi. Üykül de bu yüzden devam etti,
“bu dünyanın –deyim yerindeyse- sahibi sensin. Ama sen de aslında bok çuvalından daha özel bir şey değilsin değil mi?”
“bunu da nerden çıkarttın?”
“boş ver neyse, diğer bir soruya geçelim: arkadaş o neydi öyle, zaman ve mekânı bükmek nedir hala aklım almıyor; tutuştun değil mi?”
“hahahhhh daha ne çeşit güçlerim ve tekniklerim olduğunu bilsen şaşarsın sünepe. Artık gidiyorum, ve bu dünyayı olması gereken haline sokacağım –“
“son sorumu sorayım madem, kazanamayacağını daha fark edemedin değil mi?” arkhana karnını tutarak gülmeye başlamıştı, bu velet kesinlikle çok cüretkârdı ve hayal dünyasında yaşıyordu: kendisini yenebileceğini mi iddia etmişti o,
“evet evet gerçekten de öyle Antr boku, unutma senin var olmanın tek sebebi benim planlarım” demişti ve Üykül’ü derin meditasyon halinde bırakıp gitmişti.
-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-
Shouaphie, Thelepsh’in söylediklerini uzun uzadıya düşünmüştü ve haklı olduğuna kanaat getirmişti. Ancak nasıl bir ardıl plan olacağı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Söz konusu Üykül olduğu zaman hesaplar genellikle yanlış çıkardı. Yine de kafasına takılan bir şeyler de yok değildi. Bu yüzden de Üykül hakkında detaylı bir konuşma yapmak istiyordu. Ancak bu konuşmayı kimlerle yapabileceği konusunda net bir fikre sahip değildi. Bu yüzden direk divanda konuyu tartışmaya açmaya karar vermişti:
“Üykül’ün kimin nesi olduğu hakkında her hangi bir fikri olan var mı? Nasıl oluyor da dünkü çocuk, bizim binlerce yıldır bulamadığımız Sid’i bulma yolundan bize bahsedebiliyor. Nasıl oluyor da, bence en önemli mevzu bu, Arkhana’ya tek başına kafa tutabiliyor?” herkes birbirine bakarken Thelepsh cevap vermişti,
“öncelikle Antr Sid’i bulmaya başlasak nasıl olur?”
“Usta Thelepsh, bahsettigin mevzu gayet önemli bir mevzu: bu çocuğun gerçekten ardıl bir planı varsa şayet ve bizler Antr Sid’i bulursak bunun sonuçları ne olacak?” shouaphie, dikkatleri üzerine çekmeyi sonunda başarabilmişti. Buradan da geçmek istediği tek bir nokta vardı: Üykül’ün aslında kim olduğu. Kimseden bir ses çıkmayınca da başta Eynetes Hanım olmak üzere herkesi süzdükten sonra konuya giriş yaptı,
“şu anda bildiğimiz bir tek şey var: o da Üykül’ün tüm insanlığı kurtarmaya çalışması. Bu da demek oluyor ki aslında Üykül hem bizim hem de Arkhana’nın karşısında. İçinde bulunduğumuz durum şu: Arkhana’yı karşısına aldı bunu hepimiz gördük. Ritka ile de bir tek haber gönderdi: ejderhalara karşı biraz direnmemiz. –“
“görüşmeyeli yaşlanmışsınız ve fikirleriniz körelmiş Usta Shouaphie” diyerek araya girmişti Abrit. Bu yüzden de tüm gözler şimdi onun üzerindeydi. Shouaphie de Abrit’in neler söyleyeceğini merak eden gözlerle onu takip etmeye başlamıştı. Abrit beklenti dolu gözlerle karşılaşınca da sözlerine devam etmişti,
“Üykül her ne kadar hepimizden güçlü olsa da üç durum hakkında net bir bilgisi yok: birincisi biz tüm antrlar bir araya geldiğimizde ne kadar güçlü olabiliyoruz. İkincisi, Arkaha’nın bize karşı nihai tutumu ne yönde. Üçüncüsü ise, Arkhana’nın tek başına ve başımıza tebelleş ettiği diğer yaratıklarla beraber ne kadar güçlü olduğu. –“ cümlesini devam ettirmek istese de Shouaphie araya girişmişti çünkü konuyu çekmek istediği yere, Abrit getirmişti:
“söylediklerin ilginç Abrit, ‘hepimizden güçlü olsa da’ dedin ve ekledin ‘net bilgisi yok’ bu da demek oluyor ki Üykül bir şekilde kendisinin ne kadar güçlü olduğunu biliyor, peki bunu sen nasıl biliyorsun?” abrit yüzünde bir şaşkınlık ifadesi ile beraber konuşmaya başlamıştı,
“sizin bunu çoktan fark ettiğinizi düşünüyordum: Üykül hepimizin hem kan olarak hem de bahşettiğimiz enerji olarak torunu. Bu yüzden hem bedenen hem de enerji dağıtım kanalları olarak bariz bir farkı ve bu farktan kaynaklanan bizden öte bir gücü var” diğer tüm antrların yüzünden bu sefer şaşkınlık akıyordu. Birçokları her ne kadar kendileri için insanlarla olan münasebeti olası olarak değerlendiriyor olsa bile, özellikle Eynetes hanıma bunu konduramıyorlardı. Bu yüzden de yüzlerindeki şaşkınlık yerini utanmaya bırakmış ve sayısız dönem yaşamış olan antrlar utanma duygusu ile yüzlerini yere çevirerek susmuşlardı. Shouaphie’nin buradan anladığı bir şey daha o da Üykül’ün Antr Sid’in de kanından geldiğiydi. Bu utanç mevzusunu daha fazla üstelemek istemediği için de konuyu apayrı bir noktaya çekmişti,
“Peki, şimdi ne yapıyoruz?” bu soruyu Antr Abrit cevaplamıştı,
“Ritka’nın bahsettiği şeyi yapacağız: öncelikle hepimiz merkezde bir halka şeklinde toplanalım ve yüzlerimizi dışa çevirelim. Ben bu sırada ortada olacağım. Eynetes Hanım, Usta Thelepsh ve Usta Shouaphie, enerji yayılımı yapacağız ve geri dönen enerjiyi inceleyeceğim. Sizin enerjileriniz beni aşabileceği için lütfen benim sahip olduğum enerjiden daha yoğun enerji yollamayın.” Diyerek herkesin ne yapması gerektiğini özetle anlatmıştı. Temel olarak, enerji sahibi herkesin yaptığı; enerjiyi serbest bırakarak ortalığı taramak haricinde bir şey değildi. Tek fark ise giden enerji dalgasından farklı enerji boyutu ve türüyle etkileşime girerek yansıyan enerjiyi değil de tam tersine enerjinin yansımadığı hatta soğurulduğu bir yeri aramaktı. Gerçi Shouaphie aklında Abrit’in neden çemberin ortasında olacağını düşünürken bulmuştu kendisini ama Abrit enerjiyi çok aralarında en iyi anlayan antrdı. Bu yüzden de üzerinde çok fazla durmamıştı.
Yapılacak olan ayin gibi etkileşimde, herkes enerjisini Abrit’in talimatları doğrultusunda serbest bırakacaktı. Herkes omuz omuza vermiş beklerken ilk enerji dalgalanmasının Abritten geldiğini hissetmişlerdi. Tüm antrların da yanı şeyleri hissettiğini düşünüyordu Shouaphie: iki kürek kemiklerinin arasına oluşturulan bir baskı ile dential merkezlerinden enerji salınımı başlamıştı. Antrların bedenlerinden dalga dalga yayılan enerjinin geri yansıması bir harita çıkartıyordu. İlk etapta antrların gördükleri şey sarayın kendisinin ne kadar enerji barındırdığı olmuştu: sanki her bir taşı, her bir parçası enerji ile üretilmişti ve enerji ile bir araya getirilmişti. Bu enerjinin buradaki hiç kimsenin enerjisine benzememesinin tek sebebi ise, bu sarayı inşa eden kişinin Antr Sid olmasından kaynaklanıyordu. Shouaphie, yansıyan enerjiye baktığında anladığı şey korkudan titremesine sebep olmuştu. Bir zamanlar güçsüz olduğunu düşünerek alay ettiği Antr Sid, bu sarayı oyle bir güçle oluşturmuştu ki, kullanılan enerji ortalama bir antrın sahip olduğu enerji kadardı.
Sonrasında ise enerji biraz daha uzak mesafelerdeki hareketleri yansıtmaya başlamıştı. Bununla beraber Shouaphie bir şeyi fark etmişti: yansıyan iki enerji dalgası arasında bariz farklar vardı. Bunun açıklaması da basitti: Batı orduları Komutanı Ritka, emrindeki askerler ile beraber Apsyny’deki düşmanlarının icabına bakmakla uğraşıyordu. Solup giden bedenlerde soğuyarak solan enerji öldükleri anlamına geliyordu… Bunlardan bir kısmının daha önce ölmüş olan varlıklar olduğu düşünülünce Üykül’ün Ritka’ya farklı taktikler ve teknikler öğrettiği kolay bir şekilde anlaşılabilirdi.
Shouaphie, yansıyan enerji dalgalarının ne anlamlara geldiğini çözmeye çalışırken ne kadarlık bir süre geçtiğini bilmediğini fark etti. Aklına çok basit bir soru ve bu soru ile beraber yığınla düşünce gelmişti: acaba bütün dünyayı mı tarayacaklardı bu şekilde? Artık daha uzak mesafelerden gelen enerji yansımalarını tanımlarken arkasından Abrit seslenmişti,
“bulduk” herkes bir anda üzerlerine çöken rahatlama duygusu ile beraber sevinçle Abrite bakmışlardı. Ancak onun yüzünde daha çok şaşkınlık ifadesi vardı. Kimse bu yüzden konuşmaya cesaret edememişti. Abrit devam etti,
“çok fazla zamanımız yoktu ve bana bir şeyi söylemediniz sanırım: Antr Sid şakacı birisi miydi yoksa çok mu kurnazdı?” tabi ki bu soru sadece Antr Sid’i tanıyanlara yöneltilmiş bir soruydu ama sorulma sebebini ne Eynetes ne Thelepsh ne de Shouaphie anlayabilmişti. Bu yüzden cevap vermemişlerdi ve Abrit de konuşmaya devam etmişti:
“sarayın altındaki mahzende uyuyor” ilk gelen üç antr aynı anda şaşkınlıkla cevap vermişti:
“ne?” sonra Shouaphie alaycı bir sekilde devam etti,
“ne derler bilirsiniz: kaybettiğin şeyi baktığın yerlerde bulamıyorsan zaten elinde olduğu içindir”
“ne yani usta sen daha önce Antr Sid’i aradın mı?”
“tabi ki aradım Thelepsh, siz kafası çalışmayan ukalalarla ne kadar sıkıldığım hakkında en ufak bir fikrin var mı?”

ejderha günceleriWhere stories live. Discover now