Hem ihanet etmiştim, hem de seviyordum. Bu yanlıştı evet, ama şimdi Suada'yla evlenecektim ve ona ihanet etmek mi? Asla. Bana güvenmeyi öğretecektim. Sonra beni sevmeyi.

Onca zaman beklemiştim; Koca bir beş sene! Kürek mahkûmlarının bedensel yorgunluğu, benim kalbimin ruhenki yorgunluğu altında hiç sayılırdı. Onu, sırf babamı kıramadığım için gittiğim üniversiteden dolayı doğru dürüst göremiyordum zaten. Babamın isteklerine hep saygı duyardım. Ailevi sorunumuz hemen hemen hiç yoktu. Birbirine âşık bir anne baba, haylazlık dışında mükemmel bir kardeş. Başka ne istenirdi ki? Mükemmel bir ailem vardı. Fakat Bahadır dışında herhangi bir akrabamın Suada'dan haberi yoktu. Onlara başı kapalı bir gelin getirsem, kriz falan geçirirlerdi herhalde. Bahadır ise her zamanki gibi arkamda duruyordu. Sevgime saygı duyuyor ve Suada'nın başının kapalı olmasına veya yaşam tarzına karışmıyordu. Şuanlık bende karışmıyordum ama evlendikten sonra 'başörtüsü' konulu bir konuşma illaki yapacaktım. Onun muhteşem kumralımsı saçlarını kapatacak örtü, bana çevremde görmediğim için değişik geliyordu. Zaten onu ilk gördüğümde başörtülü değildi. Saçlarını hep salık bırakıyordu, ta ki üniversiteye geçene kadar. Üniversiteye geçtiği zamanlarda, hangi üniversiteye geçtiğini araştırıp bulmuş ve onu yüzünden tanıyabilmiştim. Güzel giyiniyordu ama başını örtmesine şaşırmıştım. Bir daha da başı açık göremedim onu. Gizliden gizliye de izliyordum ama bu izleme olayını, onu ilk gün gördüğüm zamanki gibi, İspanya'dan Türkiye'ye ziyaret ettiğimde yapabiliyordum. Her geldiğimde daha da olgunlaşıyordu veya ben öyle düşünüyordum. Tek bildiğim şey, onu çok özlediğimdi.

Ben bu düşüncelere dalmışken, hâlâ bana bakmıyordu. Sol dizim hafif hafif uyuşmaya başladı. Sabırsızlanmış, 'evet' cevabını bir umut beklemeye devam ederek, pozisyonumu değişmemeye karar kılmıştım. Akşama kadar böyle bekleyebilirdim. O cevabı verecekti.

Gözlerimle bedenini süzerken, kolları kapalı dahi olsa bakışlarım kollarına takıldı. Bencil herifin tekiydim. Sırf o benim olamayacak diye onu öldürtmeye bile kalkışmıştım. Kendimden utanıyordum. Ben onu hiç hak etmiyordum ki. O gün belki de hiç yaşanmasaydı, hastaneye kaldırılmayacak ve bir ay boyunca o iğrenç hastane köşelerine tıkılmayacaktı. Gözlerimi bir iki saniyeliğine sımsıkı yumdum. Karşımdaki su perisi gibi saf ve duru güzelliği olan kıza evlenme teklifi ediyordum. Benim kararmış kalbime tezatlık oluşturacak bir rengi vardı kalbinin; beyaz, bembeyaz, şeffaf rengi.

Onu hak etmiyordum belki ama o benim olmalıydı. Sadece benim. Sımsıkı yumduğum gözlerimi iki saniyelik aradan sonra açtım ve onca sene beklediğim kızın, şuanda; kedili pijamaları ve ayıcıklı terlikleriyle karşımda masumluğuna masumluk katacak bir şekilde durmuş, bana anlam yükleyemediğim bir şekilde baktığını gördüm. Şu an düşündüğüm tek şey ne yaptığımdı. Gerçekten de ben ne yapıyordum böyle? Ona, en sevdiği turuncu orkidelerden almış ve kaç sene önce İspanya'dan aldığım yüzüğü, narin yüzük parmağına takmak için hiç bir kızın önünde daha önce yapmadığım bir pozisyona maruz kalmıştım. Bir kadının önünde diz çökmüş olmam, benim bile tuhafıma gitmişti.

Sanırım... Dünyanın en berbat evlilik teklifiydi.

-SUADA'NIN AĞZINDAN-

Ne yapıyor bu? Evlilik teklifi mi?

Sevdiğim bir erkek bu kadar romantik bir evlilik teklifi etse bir an bile düşünmeden 'evet' derdim ama gel gör ki, bu teklifini yapan şahsiyet; Nefret üstüne nefret ettiğim Burak şahsiyetiydi.

Kırmızı renkli küçük kutucuğu açıp, o sözleri söyleyince şok olmuştum. Beni sevdiğini daha da belli etmişti. Hem de romantikleşerek. Şimdi ne yapacaktım? Hayır desem kahrolurdu. Evet desem? İstekli olduğumu düşünürdü, bu evliliği istediğimi. En iyisi ortasında durmaktı; Ne evet, ne hayır.

Burak'ın ısrarcı gözlerine kaçamak bakışlar fırlatırken, rahatsızca kıpırdandım.

"Burak..."

Fısıltıyla konuşuyordum.

"Hmm... Efendim? Cevabını bekliyorum." dedi, benim aksime sesini sonlara doğru güçlendirerek.

Hâlâ sol dizinin üstünde, bir elinde çiçeği, bir elinde de kırmızı yüzük kutusunu tutarak bana bakıyordu. Bakışları ısrarcıydı. İki üç dakika öylece durduk. Artık bir karar vermem gerekiyordu. Buna hazır değilim, üzgünüm Burak.Yerden bakışlarımı ağırca kaldırdım ve hızlıca sol elindeki turuncu orkideleri aldım.

"Sonra görüşürüz." deyip, suratına kapıyı kapattım. Kapıyı kapattıktan sonra sırtımı kapıya yaslayıp, yavaşça yere çömeldim ve ayaklarımı öne doğru uzatarak yere oturdum. Kafamı geriye doğru atar atmaz derince bir iç çektim.

Dakikalar birbirini kovalarken öylece durmanın ardından oturduğum yerden doğrularak ayağa kalktım. Kapının deliğinden dışarıya baktım. İki basamaklı girişe oturmuş, kafasını sağ elinde tuttuğu yüzüğe doğru eğmişti. Kalbimi acıma duygusu kapladı. Portmantodan feracemi alıp giyindim. Gözlerimi kapayıp elimi kapı koluna uzattım. Her kim olursa olsun, birisi benim yaptığım davranıştan dolayı üzülmemeliydi.

Kapıyı açık bırakarak Burak'ın oturduğu iki basamaklı merdivene doğru yürüdüm. Burak'ın yanına ulaştığımda, yanına biraz mesafe koyarak oturdum. Başını, parmakları arasında çevirdiği yüzükten hafifçe kaldırıp bana döndü.

"Eve git." dedi sakince. Tekrar iç çekip, ona baktım.

"Ben hazır değilim anlıyor musun? Yani... Yüzük için."

"Sana eve git dedim."

Sakindi. Duygularını hiçbir zaman mı çözemeyecektim? Benim dediklerim umurunda bile değildi. Sadece bunu anlamıştım. Ayağa kalkıp, sanki pismiş gibi arkamı bir iki defa elimle çırptım.

"Pekâlâ, senin yanına gelmekle aptallık ettim zaten." dedim sakinliğimi korumaya çalışarak ve eve doğru yürüdüm. Beyefendiye bak sen! Ben acıyıp yanına geleyim, sen bana 'eve git' de. Bir daha yanına gelirsem iki olsun.

Aralık kapıyı açacağım sırada arkamdan bileğimi tuttu. Kızgınlıkla başımı hemen ona çevirdim.

"Bana bu hareketi yapma demiştim."

Sinirle soluyup, bileğimi sertçe geri çektim. Kafasını öne eğip sırıttı ardından kafasını kaldırdı ve elimi nazikçe tuttu, elindeki yüzüğü sağ yüzük parmağıma geçirdi.

"Sana sormakla asıl ben aptallık ettim. Tabii ki benimle evleneceksin."

Elini hemen ittirdim. Yüzüğü sol elimle kavramıştım ki, "Çıkarırsan pişman ederim." demesiyle duraksadım. Yüzü ciddiyetle kasılmıştı. Hiçbir şey diyemedim. Yutkunup, ellerimi arkama aldım.

"Artık git."

Güldüğünü duydum. Kafamı yavaşça yukarıya kaldırdım. Ellerini, hardal rengi pantolonunun ceplerine sokup yukarıya baktıktan sonra bana gözlerini çevirdi.

"Baksana, bugün hava çok güzel. Bir yerlere mi gitsek?"

Kafasını gökyüzünden tamamen çekip bana doğru eğdi. Kaşları kalkık bir şekilde yavru köpek bakışlarını atarken, sıkıntıyla iç çektim ve arkamı dönüp, kollarımı iki yanıma açarak evin kapısına doğru yürümeye başladım.

"Ya da ben defolup giderim!" dedim sesimi hafifçe yükselterek.

Aralık duran kapıyı çarparak geri kapattım. Kapatmadan hemen önce ondan tek bir cümle duymuştum;

"Yüzük yakıştı."

MÜSTAKBELİMWhere stories live. Discover now