47. Bölüm (01.09.20..)

6.4K 420 80
                                    

Bundan sonra spoi içerikli yorumları ve Selim'in nerede olduğunu soran yorumları cevaplamayacağım. Çünkü spoi veriyorum :(( üzgünüm. Kendinize iyi bakın ve medyadaki güzel melodiyi dinleyin. Sizleri seviyorum :)))

-

01.09.20..

Aradan haftalar geçmişti...

Her gün uğraşmamıza rağmen turna kuşlarını yeni yeni bitirebilmiştik ve bitirmemizle beraber Nisan'ın bedeni de her geçen gün değişen bu dünyaya karşın daha güçsüz kalıyordu. Günden güne çöküyor, günden güne eriyordu...

Üzülüyordum ama elimden dua etmekten başka bir şey gelmiyordu. Onu her ne kadar mutlu etmeye çalışsam da olmuyordu, yapamıyordum. Nisan kan kanserini yenemeyecekti ve buna kendisini inandırtmıştı ve biz de inanmaya başlamıştık artık. Çünkü günden güne çöküşü aklımıza olumsuz yorumlar getiriyordu, doktorlar ise hiç ümitli konuşmuyorlardı.

"Zehra bak!"diye çağırdı beni bir gün. Koşarak yanına gitmiştim. Artık zoraki bir şekilde konuşuyordu ve daha çok zayıflamış, yüzü ödemden dolayı şişmişti. "Babam bana bir kedi almış."

Gülümseyerek elindeki telefon ekranına baktım. Babası Nisan'ın kedileri çok sevdiğini bildiğinden dolayı ona bir kedi almıştı. Aslında önceden alacakmış ama Nisan'ın enfeksiyon kapmaması açısından iyileşmesini bekliyordu. Sanırım içine doğmuştu... Nisan bu dünyadan göç etmeden önce ona hediyesini almış, telefondan görüntülü olarak kar gibi bembeyaz kediyi gösteriyordu.

"Ne kadar da güzel. Kar gibi bembeyaz..."dedim tebessümle kedinin mavi gözlerine bakarken.

"O zaman ismini; kar gibi saf, berrak olduğu için 'Kar' koymalıyız."

Ona gülümseyerek bakıp, başımla onaylamıştım. Telefonu kapattıktan sonra ise maskesini yüzünden çekerek "Dileğimi diledim."dedi zoraki bir şekilde gülümseyerek.

"O zaman iyileşmeni beklememiz gerekiyor artık."

Sevinçle gözlerine baktım ama o gözler, yalnızca hüzünle bakıyorlardı. Kim bilir ne kadar çok acı çekiyordu?

"İyileşmeyi dilemedim Zehra."

"Peki neyi diledin o zaman?"diye sordum şaşkınca. Çünkü iyileşmeyi her şeyden çok istiyordu.

"Öleceğimi biliyorum..."

"Böyle konuşma, üzülüyorum..."dedim gözlerim tekrardan dolmaya başlarken, sesim titrek çıkmıştı.

"Sanırım tarihim yaklaşıyor ve bunu bile bile olmayacak bir şey dileyemezdim. Çünkü biliyorum, hissediyorum, ölüm bana yakın..."

"Hiçbirimizin ne zaman öleceği belli değil ki..."

"Evet ama ben hastayım."

"İyileşeceksin Nisan!" Güçlü bir sesle ona destek olmaya çalıştım. İyileşeceğine dair inandırmak istedim onu.

Olumsuz anlamda başını salladı. Hepimiz biliyorduk... Nisan bu savaşı kaybedecekti. Artık vücudu yeterince bu yükü kaldıramıyordu çünkü. Zorlukla yutkunuyordum. Hızla yerimden kalkarak Nisan'ın yanağına derin bir öpücük bıraktım.

"Sana bir sürprizim var."

"Ne?"

"Sürpriz."dedim ellerimi iki yana açarak. Mutlu olmasını istiyordum. Mutlu olup, iyileşmesini... "Geri döndüğüm de anlarsın zaten."

İtiraz etmemişti. Ben de ona sımsıkı sarılıp odasından çıktığım gibi abime beni acilen saçlarımı lösemi hastaları için bağışlayabileceğim bir kuaföre götürmesini istedim. Saçlarım çok uzun olmamasına rağmen kestirmek zorundaydım. Bunu Nisan için yapmalıydım.

Kuaföre gittiğimizde saçlarımı düz bir şekilde ve küt kesmelerini istedim. Kuaförde çalışanların, saçlarımı bağışlayacağımı duyduklarında ise yüzlerindeki gülüşleri görmeliydiniz. Çok mutlu olmuşlardı. Çünkü güzel kalpli insanlar mutlu olmaya değerdi.

Çene hizama kadar saçlarım düzgün bir şekilde kesilmişti ve kuaförcü bana kahkül kestirmemin çok yakışacağını söyleyince itiraz etmedim. Çünkü bir değişime ihtiyacım vardı ve alnımdaki küçük yara izi gözükmeyecekti bu sayede.

Kesim bittikten sonra "Çok güzel oldunuz."dedi güler yüzüyle.

"Teşekkür ederim. Peruk ne zaman hazır olur?"

"Saçlarınızın, peruk merkezine gönderildikten sonra bir dizi işlemden geçirilmesi gerekiyor ama sizin yakınınız için bir hafta da bitirebileceklerini umuyorum."

"Çok teşekkür ederim."dedim gülümseyerek.

Ve abim beni ilk gördüğünde tanıyamamıştı ama sevmişti bu değişimimi. Günden güne iyi olmam ise onu mutlu ediyordu ve tekrardan okumak istemem ise onu daha çok mutlu etmişti. Yavaş yavaş düzeliyordum, fizik tedavim iyi gidiyor, eskisi gibi yürüyebiliyordum artık. Ve kendi kendime bir karar vermiştim; ne olursa olsun kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenecektim.

Mutlulukla hastaneye girmiştim. Nisan saçlarımı görür görmez onun için bağışta bulunduğumu anlayacaktı ve artık benimki gibi saçları olacaktı. Çok mutluydum, hayatımda ilk kez işe yaradığımı hissediyordum sanki.

Nisan'ın olduğu servise abimle birlikte girerken nedensizce içime bir korku yayılmıştı. Bir an ürpermiştim. Servisten çığlık sesleri, ağlama sesleri ve bağırışlar geliyordu. Bir an rüya gibi gelmişti her şey. Sanki ben orada değildim, yaşamıyordum. Her şey garipti. İnsanlar, mekan, dünya, her şey...

Koşarak Nisan'ın yattığı odanın kapısının önüne geldim, kapı açıktı. Ellerimle ağzımı dehşetle kapatırken şok olmuştum. Ayakta durmaya bile zorlanıyordum. Sanki her şey üzerime üzerime geliyordu. Nisan yatakta hareketsizce yatıyordu ve annesi baş ucunda uyanmasını bekliyormuş gibi dürtüp, ağlıyordu sessizce.

"Lütfen Nisan uyan. Lütfen... Beni bırakma. Küçük bedenin buna dayanamadı mı meleğim? Acılarını ben almak isterdim, yarana merhem olmak isterdim... Ama olamadım meleğim. Elimden dua etmekten başka bir şey gelmedi ki... Biliyordum, bir gün bu dünyadan göçüp gidecektin ama bu çok ani oldu meleğim. Lütfen uyan..."

Nisan'ın babası koşarak odadan çıkmıştı. Annesi ise hâlâ ağlıyordu. Doktorlar onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Sonra odadaki turna kuşlarına takıldı gözlerim. Hepsi farklı renklerdeydi, hepsi bir origamiden oluşuyordu. Hepsini ben ve Nisan yapmıştık ve dileğimiz; onun iyileşmesi yönündeydi ama Nisan iyileşmeyi dilememişti.

Koşarak Nisan'ın yattığı yatağa oturdum ve ben de onu, annesi gibi dürtmeye başladım. "Uyan..."dedim güçsüz ve ağlamaklı bir sesle. Yüzü solmuştu, hareketsizdi, güzel gözleri ise bir perde gibi kapanmıştı. "Lütfen sen de beni bırakıp gitme Nisan. Lütfen... Tüm sevdiklerim beni bu koca dünyada yalnız bırakıp gidiyor... Sen... Sen bana tekrardan bir yaşama sevinci verdin ama ben sana bir umut ışığı bile olamadım."dedim hıçkırarak.

Ne demişti Nisan: "Bak,"demişti elindeki meyve suyu kutusunu göstererek. "Her şeyin bir son kullanma tarihi vardır. Bizim de var... Tıpkı bu meyve suyunun son kullanma tarihinin olduğu gibi. Karar baştan verilmiştir... Kimsenin suçu değil bu, olması gerektiği için böyle... Tıpkı suyun yolunu bulması gibi, rüzgarın esmesi gibi... Doğal bir şey... Ve benim tarihimde geliyor... Evrenin saati böyle işliyor... Ve bu saati değiştirmek imkansız."

Ve turnalar sayısına tamamlanır, dilek dilenir... Kuşların uçması beklenir...

BÜYÜK ADAMIN KÜÇÜK AŞKI (Tamamlandı)Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon