40.Bölüm: RUH KATİLLERİ

70.1K 3.9K 2.2K
                                    

Moby - Extreme WaysMoby - Lift Me Up


Mahvolmak. Sözlük anlamı ortadan kalkmak, yok olmak. Bir insan nasıl yok olur ya da insan sadece öldüğünde mi yok olur? Cevabından pek emin değildim ama mahvolmak ne demek biliyordum. Mahvomakta mahvetmekte ne demek iyi biliyorduk aslında çoğumuz. Katildik çoğumuz, canlı bir bedeni öldürmek gerekmezdi katil olmak için, bir ruhu öldüren de katil olurdu zaten. Eğer öyleyse hepimiz birer katildik. Bazen kendi ruhlarımızın, bazen başkalarının ruhlarının.

Gerçekler acı veriyordu, ona da verecekti bu acıyı. İçinde olduğumuz girdap her geçen gün biraz daha derinleşiyordu. Usulca soğuk savaşa çekilmiştik hepimiz. Herkes en ağır silahlarına kuşanyordu. Benim savaşım Demir'in beni bulduğu o soğuk gecede başlamıştı. Ne kadar geçmişti üzerinden? Yıllar geçmiş gibi hissediyordum. Olgunlaştığımı hissediyordum, büyümüştüm, değişmiştim.

Sanki bu hayattan alacağım her şeyi almıştım, Ilgar dışında yaşamak için sebep kalmamıştı. Aslında kalmıştı, bu soğuk savaşımız kalmıştı. Ondan sonra sadece Ilgar kalabilirdi. Ilgar'dan geriye ne kalmıştı peki? Bu savaşta annesi öldürülmüştü, babasını kendi elleriyle öldürmüştü. Tam da bu an Demir'in tahmin ettiğimden daha hastalıklı bir adam olduğunu anlamıştım. O normal değildi, akıl sağlığı yerinde değildi. Ailesi ölmeden önce nasıldı bilmiyordum ama şimdi gözünü intikam hırsı bürümüştü. En önemli soru ise bizim ailesinin ölümü ile alakamız neydi?

Bir evlada nasıl babasını öldürtebilirdi? Bunu yapacak kadar gözü nasıl kararmıştı? Ilgar, çok acı çeker miydi? Çekecekti, onu tanıyordum. Benim ise yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Oturduğum yatağın çarşafını sıktım, her an Demir'e olan nefretim biraz daha arttı.

Ayağa kalktım ve camın karşısına geçtim. Yağmurlu İstanbul sabahını seyrettim. Yağmurun cama vuran rahatlatıcı sesi bile rahatlatamıyordu. Ona nasıl söyleyecektim, böyle bir şey nasıl söylenirdi? Sıkıntıyla nefesimi verdim. Odasından çıktım, kendi odama girdim. Üzerimdeki tişörtünü çıkardım. Kendi kıyafetlerimi giyindim, dişlerimi fırçaladım. Yüzümü soğuk suyla yıkadım kendime gelmek için. Ardından aşağı indim.

Boş ikili koltuğa oturdum. Aleda ve Karan her zaman ki gibi birbirlerine laf sokuyorlardı. Onların komik halleri bile yüzümü güldüremedi.

"Hayalet görmüş gibisin." Dedi Çağkan yanıma yanaşarak. Diğer yanıma da Aleda oturdu.

"Kim üzdü yine benim kızımı?" Aleda kolunu omzuma atarak beni kendisine çekti.

"Ben sana neyin iyi geleceğini biliyorum." Çağkan'ın sinsice söylediği kelimelerin ardından ikisi bakıştılar. Sonra birden beni gıdıklamaya başladılar. Dudağımdan çıkan kahkahalarla onu durdurmaya çalıştım ama nafileydi. Ve bu an ne kadar mutlu hissettiğimi fark ettim. Bu soğuk savaş bittikten sonra da bir arada olabilecek miydik? İçimde bir his vardı, adlandıramıyordum.

Kahkahalarım hıçkırıklara dönüştü, gözümden yaşlar akmaya başladı. Birden ikisi de durdu, buruk bir şekilde baktılar.

"Sorun ne Efsa?" Gözyaşlarımı sildi Çağkan elleriyle.

"Hissetmiyor musunuz? Oyunun sonu yaklaşıyor, Demir katlarını artık açık oynuyor." Söylediklerimi anlayamayarak birbirlerine baktılar.

"Oyun ne Efsa?" Dedi Aleda. Başka bir şey söylemedim. Yanlarından kalkıp öylece gittim. Eğer Demir, Ilgar'a babasını öldürttüyse bize başka neler yaptırmıştır?








Alt kata indim. Ilgar'la antrenman yaptığımız salona gittim. Üzerimdeki hırkayı çıkardım. Isınma hareketlerine başladım ancak ısınamıyordum, burası üst katlara göre soğuktu.

KİRALIK CEHENNEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin