10.Bölüm: DAVET

En başından başla
                                    

"Öyle oturarak dikkatini çekemezsin." Dedi Aleda. "Onunla tanışmaya gitmeyeceksin, o seninle tanışmaya gelecek." İmkansızdı.

"O nasıl olacak? Bence yol yakınken Aleda alsın benim görevimi." Omuzlarım çökmüştü.

"Dik dur Efsa, bunu sen yapacaksın." Demir gerçekten dediğim dedik bir adamdı.

"Nasıl?" Aleda sırıtarak öne eğildi.

"Git ve çarp ona. Gerisi gelecek." Bunu yapamayacaktım. Adama baktım, çevresindekiler gitmişti, tek başındaydı. Etrafı seyrediyordu. İşim çok zor olacaktı.





Tamı tamına yarım saat olmuştu, adam benim olduğum yöne bile bakmamıştı. Burada oturarak onun ilgisinin çekemeyeceğimin farkındaydım. Demir gitmemi bekliyordu ama beni sıkıştırmakta istemiyordu. En sonunda Aleda dayanamadı ve öne eğildi hızla.

"Bak lavaboya gidiyor, sende git ve çarp ona. Yanlışlıkla olmuş gibi göster." Ellerim titriyordu çünkü bunun büyük bir görevin başlangıcı olacağını hissediyordum. Bunu yapmak istemiyordum, içimde kötü bir his vardı. İnsanlar canı yanacaktı bu işin sonunda.

Demir destek verircesine sıktı omzumu. İnanıyordu, yapacağıma. Ayağa kalktım, sırt dekoltem beni rahatsız ediyordu. Çıplak gibi hissediyordum. Masanın üstündeki çantamı aldım.

"Bana şans dileyin." Arkamı döndüm. Sırtımda bakışlarını hissediyordum, yapabilecek miyim merak ediyorlardı. Tabelalardan lavaboyu görmek zor olmamıştı. Aleda yanılmıyorsa buraya gelmişti. Durdum ve çantamdan telefonumu çıkardım. Kalbim heyecanın etkisiyle küt küt atıyordu ve ellerim terlemişti.

Oradaydı. Benim olduğum tarafa doğru yürüyordu. Kafamı hızla telefonuma eğdim. Sanki biriyle mesajlaşıyormuş gibi ellerimi ekranın üzerinde hareket ettirdim ve bende ona doğru yürümeye başladım. Yaklaşıyorduk git gide. Dar ve uzun koridorda sadece ikimiz vardık. Gözlerim telefondaydı ama çaktırmadan ona bakıyordum. Bana bakmıyordu, direk önüne bakıyordu. Neredeyse yan yana gelecektik. Tam yanımdan geçeceği sıradan ayağımı burkmuş gibi topuklu olan ayağımı yana çevirdim ve sendeledim elimde olmadan.

Numara yaparken gerçekten düşecektim ki sert kolu belimi tuttu. Bunu beklemiyordum. Gözlerimi kırpıştırarak karşımda beni tutan adama baktım. Yakından çok daha göz alıcıydı, bu adam bana bakmazdı ki. Göz gözeydik ve bir erkekle bu kadar yakın olmanın verdiği rahatsızlığı yaşıyordum. Ne o elini belimden çekiyordu ne de ben çekiliyordum. En sonunda ondan bir adım uzaklaştım. O da elini belimden çekti.

"Çok teşekkür ederim, siz olmasanız yere çoktan kapaklanmıştım." Kapaklanmıştım mı? Adam sanat adamıydı bende tam sokak ağzıyla konuşuyordum. Gülümsedi, gamzeleri vardı.

"Her gün güzel bir kadını düşerken tutmuyorum." Güzel kadın demişti, bana demişti, güzel demişti. Şaşkınlıkla yutkundum. Tebessüm etmeye çalıştım tabi gerginlikten ne kadar yapabiliyorsam. Heyecanımı ve korkumu belli etmemeye çalışıyordum ama elimde değildi.

"Topuklu ayakkabılara pek alışık değilimdir." Elini uzattı yüzündeki muhteşem gülümsemeyle.

"Ben Ali Çetinler." Biliyordum çok iyi biliyordum hemde. Bende elimi uzattım ama tutmak yerine dudaklarına götürüp öptü. Tamam belki de adam kız düşkünüydü, o yüzde bana da yakın davranıyordu.

"Efsa Keskin." Elimi çektim elinden. "Babanızı tanıyordum, başınız sağolsun." Şaşkınlıkla kırpıştırdı gözlerini.

"Teşekkürler. Acaba babamı nereden tanıdığını sorabilir miyim?" Bakışları üstümde gezindi, süzdü beni çaktırmamaya çalışarak. Sanırım hatırlamaya çalışıyordu.

KİRALIK CEHENNEMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin