"peki seni bu kadar özel yapan ne Rıtkay?"

"Efendi Üykül, ben sadece bir kılıç ustası değilim aynı zamanda şeknamek olabilirim, zira okulda hem kılıçta hem de yayda başarılıydım."

"Ooo tam bir ashas askeri yani: gelecek vadediyorsun Rıtkay seni hayatta tutmakla iyi etmişim, ama her ne kadar tekniklerin etkili olsa da çok çaylaksın. Beni yanlış anlama senin seviyende olan bir kimse için yeterli özelliklere sahipsin ancak hem arinn hem de şeknamek olarak yetişmek istiyorsan daha çok caba sarfetmelisin"

Bütün bunları inanarak söylüyordu Üykül. Ve bu yüzden de onu ashas'a götürmeye kararlı idi.

"Bak şimdi Rıtkay: aslında ben de Ashas'a gidiyorum ve senin de kölem olarak benimle gelmen yerinde bir karar olur. Bu sırada da sana biraz talim yaptırarak yöntemlerini geliştiririz. He ama bana tutup da 'dentia nasıl geliştirilir, seviye nasıl artılır' falan diye sorma: ben sana taktik öğretirim gelişip gelişmemek sana kalmış. Tabi eğer gerçekten ashas akademisine gitmek istiyorsan.."

Üykül, Rıtkay'ın şaşkınlığını gözlerinden okuyabiliyordu, çünkü Rıtkay ve ölü arkadaşlarına göre Üykül habisti, arızalıydı, çöptü hatta boktu. Ama yenilgiden ders alabilecek ve haddini bilebilecek bir kimseydi. Yol arkadaşlarını yarı yolda bırakmamıştı, haklı olduğunu düşündüğünde geri adım atmamıştı. Tabi bütün bunlar gerçek hayatta insanı ancak ölüme götürürdü: dışarıda beklemeyi bilmek gerekti.

Üykül atını dörtnala sürmeye başladı zira gidecekleri yol uzundu. İki gün boyunca yedeklerine aldıkları atlarla nerdeyse durmadan dinlenmeden at sürdüler, hatta bazı zamanlarda at üstünde uyuyarak neredeyse bir hafta at sürdüler. Sonuç olarak kavgasız gürültüsüz bir şekilde Venrehiş'e vardılar.

Burası, krallığın ticaret yolları üzerinde bulunan bir kasabaydı. Küçük olsa da her zaman hareketli olurdu ve hanlarda kalacak yer bulmak gayet sıkıntılıydı. Kasaba merkezdeki kalenin etrafına toplanmış irili ufaklı meskenlerle çevrili idi ve eğer sur içi diye tabir edilen yerde yer bulamazlarsa köylülerden yer isteyecekler veya sokaklarda yatacaklardı.

Surdibine geldiklerinde nöbetçi askerler Rıtkay ve Üykülü süzdüler. İsteselerdi sorun çıkartabilirlerdi ki burası bir ticaret şehri olduğu için kervan üyeleri, kayıtlı tüccarlar vs gibi kim oldukları bilinen kimseler içeriye girebilirlerdi. Bu babasının koymuş olduğu bir kanundu: her kafasına esen ikamet ettiği şehirden kafasına göre ayrılamazdı, nüfus dengesini korumayı amaçlıyordu. Eğer zaruri bir durum varsa katiplerden seyahat izni alınırdı. Neyse ki Üykül'de Ashas akademisinin davetiyesi vardı ve yanındaki de kölesiydi.

Orta sınıfın rahatlikla kalabilecegi bir handa iki kisilik bir oda ayirtti Üykül, yemekleri bitene kadar o da hazırlanmıştı. Ritka daha once bir handa hic gecelememişti. Ortama tamamen yabanciydi, hem bu Üykül madem bu kadar gucluydu neden daha iyi bir otelde kalmamislardi; dikkat cekmemek istiyorsa kactigi neydi, butun sorularini sormak uzere odaya dogru cikmaya basladi.

"Bana bak, sana yenilmis olabilirim, senden korkuyor olabilirim ama emin ol ki ilk firsatta..." Üykül sozunu kesmisti

"Bak Ritka, ne ben seni taniyorum ne de sen beni, yollari kesismis ve ayni yere giden iki yabanciyiz sadece: eger hayallerin varsa gidecegimiz yer ayni, eger canima kast etmeye kalkarsan daha gucumu gormedin, dikkat etmeni tavsiye ederim"

"ulan piç, kim oldugun sikimde mi sanıyorsun: anlayamadigim kadar guclusun anladik, ama bu gucle bu sefil otelde geceleyecek kadar umutsuz durumdaysan bil ki seni kovalayanlarin tarafini tutacagim"

Piç lafini duyduktan sonra Üykül karsisindaki cocugu oldurmemek icin kendisini tutmaz zorunda kalmisti ama sirf cumlenin devamini merak ettigi icindi bu. Cocugun kararliligi takdire degerdi:

ejderha günceleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin