6 - S~KRY ; bir düş.

192 9 27
                                    


Hastanenin soğuk koridorunda yürürken beyaz duvarlar beni yıllar öncesine geri götürmek istermişçesine üzerime doğru geliyordu. Birazdan mesafeyi kapatacaklar ve ben arada sıkışıp kalacakmışım gibi hissediyordum. Hayır delirmedim! Şizofren falan da değilim. Az önce en yakın arkadaşımın idam gününü öğrendim.
İstemsizce adımlarım hızlandığında nefesimi düzene sokmak zorlaşmıştı. Asansörün yanından geçerken dönüp bakmadım bile. Kalbim bu denli düzensiz atarken onu kullanmak yapacağım son şey bile değil. Merdivenlere vardığımda biraz duraksadım ve soğuk demir korkuluğu sımsıkı kavrayarak tutmakta zorlandığım göz yaşlarımın yanaklarıma süzülmesine izin verdim. Pekala dağılmış durumdaydım ve bu halde onun yanına gidemezdim. Kendimi bile teselli edemezken ona söyleyebileceğim tek bir kelimem bile yok.
Sakince merdivene oturduğumda gözlerimi kapamak zorunda kaldım çünkü zeminin ayaklarımın altından kayıp gittiğini hissediyordum. 21 saatlik çalışmanın üzerine doktordan duyduğum şeyler sanırım tüm yaşama gücümü sömürdü. Telefon titremeye başladığında onu çantamdan çıkardım ve tepkisizce aramayı yanıtladım.

"Noona.."

Her zamankinden farklı gelen sesi duyduğumda duraksadım.

"Efendim Jackson? Bir şey mi oldu?"

"Noona nerdesin?"

"Jackson bir şey mi oldu sesin tuhaf geliyor?"

"Hayır ben sadece nerde olduğunu merak ettim."

"İşim var şu an bitince seni ararım olur mu?"

"Olur."

"Jackson? İyisin değil mi?"

Nedense alışkanlığın getirdiği bir tuhaflık çökmüştü üzerime. Tuhaf gelen ses tonunda enerjiden eser yoktu ve bu durum bana endişelenmem gerektiğinin sinyallerini veriyordu.

"Müsait olunca konuşuruz."

Israr etmek üzereydim ki telefonu yüzüme kapadı. Böylece bir sorun olduğuna emin olmuş oldum. Telefonu çantama attığımda yavaşça ayağa kalktım. Derin bir nefes alıp merdivenleri tırmanmaya devam ettim.
Enerjiden yoksun bir ses tonuyla konuşmuş olsada sesi bana her zaman huzur ve umut veriyordu. Jackson'ın üzerimdeki etkisi; bir insanın öldüğü an ölümden sonra yaşamın olduğunu öğrenmesi gibi bir şeydi. Umudun ve minnettarlığın bir ödülü. Bana baktıkça ve sesini duydukça kendimi jenerasyon geçirmiş bir zaman lordu gibi hissediyordum.
Onun için endişelenmeyi sonraya erteleyerek Rachel'ın odasına doğru ilerlemeye devam ettim. Her zaman iyi şeylere odaklanan zihnim beni terk etmiş olsada kalbim hala onun yaşayacağına inanıyordu. Yanaklarımdaki ıslaklıktan kurtulduktan sonra sakince kapıyı açarak içeriye girdim. En sevdiğim kırmızı şapkam en sevdiğim insanın daha dün akşam kesitiğimiz saçlarının yokluğumu telafi etmek için görev başındaydı. Uyuduğundan emin olduktan sonra rahat adımlarla yatağa yaklaştım ve örtüsünü iterek yatakta kendime yer açtım.
Nefes alışları düzenliydi fakat güçsüz kalp atışları hemen kendini ele veriyordu. Yorgun olmalıydı. Bu kadar kısa bir zamanda o kadar çok ilaç kullanmıştı ki.. Hala uyanmamış olması bile ilaçların yan etkisinden kaynaklanıyordu.
Gözlerimi ondan ayırıp odaya göz gezdirdiğimde biraz fazla sessiz olduğunu düşündüm. Duvarda bir televizyon vardı fakat kapalıydı. Hatta pozitif enerji vermesi adına televizyonun hemen yanına astıkları tablo bile ruhumun daralmasına neden olmuştu. Odaya renk katan tek şey başucundaki komidinin üzerine koyduğu çerçevedeki resimdi. Geçen yılki doğum günümden olan kare hepimizin mutluluk saçtığı bir anın görüntüsüydü.. Çerçeveyi elime alırken gülümsedim. Tabiki özellikle bu resmi seçmesinin nedenini biliyordum. Resimde bir dünya insan olsada Yesung Rachel'ın hemen yanındaydı. Tabiki diğerleri değilde bu resim olmalıydı..

Unwanted GoddessWhere stories live. Discover now