Kabulleniş...Bölüm 21

11.3K 743 14
                                    

"Anneannem derdi ki;

Mutlu isen mutlu görün,

Değilsen zorlamanın bir alemi yok kızım...

Kimseyi yaşadıklarına inandırmak zorunda değilsin.

Birileri üzülecek diye sürekli gülmek zorunda da değilsin.

Bir kere taşımaya kalktın mı kimse inmeyecektir sırtından,

Yorulmaya dahi hakkın olmayacaktır.

Her zorluğun altından tek başına kalkmaya çalışma kızım,

Bırak herkes üzerine düşeni yapsın.

Taşkın sel olma, duru, hatta kimsenin ha deyince gelemeyeceği,

bulamayacağı dağ gölü ol.

Gerçekten ulaşmak isteyen sana dokunsun...

Evet içinde dağları delecek,

Çölleri aşacak gücün var ama,

Sen ne Ferhat'sın ne Mecnun.

Sen Ferhat'ın sevdiği Şirin,

Mecnun'un yandığı Leyla'sın kızım...

Ve şunu söylemekten çekinme;

Çok yorgunum, yardıma ihtiyacım var..."

Yıldız Seçen' in satırlarında kayboluyor bilincim. Her ay, aldığım aylık dergiden gözümü kaldırıp, mükemmel kokusunu etrafa yayarak tükenen meşe odunlarının yanışını seyre dalıyorum.

Hamileyim. Hiç beklemediğim bir an da yüzüme vuran gerçeklikle şaşkınım. Ve korkuyorum hem de çok korkuyorum. Ne yapacağımı bilemez haldeyim, sessizce sadece ateşi izlemek geliyor içimden... Hastaneden çıktıktan sonra o yolu nasıl geldik bilmiyorum. Dilara ile Cem ayarlanan farklı bir araba ile bizi arkamızdan takip ettiler ve güvenlik ordusu eşliğinde Yiğit'le birlikte evime geldik. Yiğit 'ten de benden de tek kelime çıkmadı, arada kafasını çevirip bana baktı ama hiçbir şey söylemedi. Dudağının kenarında çok kısa bir süreliğine bir gülümseme görmüş gibi oldum ama çok hızlı kaybettim o gülümsemeyi de gözlerinde ki ışığı da.

Şimdi evdeyiz, Yiğit mutfakta bir şeyler hazırlıyor, ben ise şöminenin karşısında ki tekli koltuğa oturmuş dergi okuyorum, daha doğrusu okumaya çalışıyorum. Yıldız Seçen'in yazısına gelene kadar yaptığım eylemin dahi farkında değildim. Elimde ılık sütün olduğu bir bardak var, sahi bu nereden geldi diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Ha hatırladım, Yiğit "Elif hiçbir şey yemedin en azından şunu iç" diyerek elime tutuşturmuştu. Sıcak sütüme rağmen, onu elime tutuşturacak güvenilir insana sahip olamama rağmen korkuyorum hem de çok korkuyorum.
Sahi ben mi korkuyorum bir tek anne olmadan önce! Annelik çocuğa kendini adamak demek değil mi? Ben öyle gördüm annemden. Peki ya babalık her daim arkasında olmak kol kanat gelmek değil mi? Bir aile olup, ailenin güvenini vermek değil mi? Ama ben gördüğüm yaşadığım bu hislerin hangisini verebilirim çocuğuma. Bir ailemiz dahi yok. Biliyorum Yiğit'e bugün evlenelim desem, akşama soyadım da kütüğüm de değişmiş olur! Gerçi o çocuktan önceydi, şimdi çocuğu duyduğundan beri hiçbir sevinç gösterisi yapmadı, hiçbir duygu belirtisi sunmadı. Bu kontrolsüzlüğü yaparak hayatını mahvettim belki de. Belki de hiçbir zaman çocuk istemedi ya da benden istemedi. Tanrım kafayı yiyeceğim, artık yoruldum ve neden yorulduğumu görmezsin.

Hep böyle zor zamanlarda anlıyorum insanların uykuya olan ihtiyaçlarını, uyu uyu ki unutasın! Ve hep bu zamanlarda ihtiyaç duyuyorum uykuya, gelmeyeceğini bile bile gözlerimi kapatıyorum belki kandırırım uykucu perileri diye. Ama yok, kulağımda hala meşe odunlarının çıtır çıtır yanma sesi, şubat ayının sonunda gelen kar ile doğan ısınma ihtiyacı. Aslında o şömineyi yakmaya ihtiyacım vardı, odunların kendini tüketişini izlemeye ihtiyacım vardı. Söylenmeyin bana ne kadar saçma şeylere ihtiyacın var diye? Siz İstanbullular boğazı seyretmeye ihtiyaç duymuyor musunuz? Ya da siz Mardinliler gökyüzünde yıldızları saymaya. Ne yapayım elimde sadece bu var şimdilik. Ankara'da ne yıldızlar yıldız gibi ne de tarifi imkansız bir boğazımız var. Sığınacağımız unsurlarımızı bile ihtiyaçlarımızın belirlemesi ne kadar komik ama bir o kadar da acı değil mi? Gözlerimi kapatmış bunları düşünürken, Yiğit benim dizlerimin altından elini geçirerek kucağına alıyor beni. Kafamı kaldırarak ona bakıyorum ama kaşlarını çatmış karşıya bakarak devam ediyor. "Yiğit ben..." diye başladığım ve hayatını mahvettiğim için sunacağım özürlerim Yiğit'in "Elifim sonra şimdi değil..." demesi üzerine boğazıma diziliyor. Beni yatağa yatırarak "Yanına yatmamı ister misin? Ben içeride de uyuyabilirim" demesi üzerine, aklıma bana bir zamanlar hastanedeyken verdiği yemin geliyor "Artık istesen de beni gönderemezsin" diye, gözümden sadece bir damla yaş süzülüyor, kaybediyorum Yiğit'i ben gittiğimi zannına sahip iken aslında hiçbir yere gitmemişim.Yiğit izin vermediği sürece kalbimi bile alamazmışım ondan, sarsılıyorum bu gerçeklikle bu kabullenişle. Yiğit'e dönmeden yatakta kendi tarafıma kayıyorum biraz beklemeyle de olsa yatağa girip arkamdan beni sarıp kendine çekiyor. Beni bedenine hapsediyor. Saçlarımı derin derin kokluyor.
"Çok korktum, sana bir şey olacak diye çok korktum. Sana zarar verecekler diye çok koktum. Yaptığım hatanın telafisi olamayacak seni bulamayacağım diye çok korktum. " Derken sesinde ki yoğunluk kalbimi acıtıyor, ruhumu sarsıyor. Hiçbir şey diyemeden gözlerim kapanırken huzuruna teslim ediyorum kendimi.

Yiğit CEVAHİR

Aşırı mutsuzluktan insan yorgun düşer mi? Düşüyormuş, Elif'te gördüm. Mutsuz galiba çocuğumuz olacağı için mutsuz, sonsuza kadar birbirimize bağlanacağımız için mutsuz, aile olacağımız için mutsuz. Korunmuştuk da aslında, bu güzel sürpriz bana umut sunarken ona mutsuzluk getirdi. Belki de istemiyordur çocuk, ya da benden istemiyordur belki de ona yaptığım hata ile bitirmiştir her şeyi kafasında. Bilemiyorum, kestiremiyorum, tespit edemiyorum. Saçlarını severek onu sabaha kadar izledim, gün ağarana kadar huzurlu bir yüz ifadesi ile kollarımın arasındaydı. Bencilce diyebilirsiniz ama seviniyorum bu bebeğe, şimdiden benim en kıymetlilerim arasına girdi, şimdiden sahiplendim onu ben. Kendimi Elif'e affettirmeliyim ona ayrı kalamayacağımızı, yaptığım hatadan dolayı benim de çok acı çektiğimi göstermeliyim, ona iyi bir baba iyi bir koca olacağımı ispatlamalıyım. Peki ben daha iyi bir aile nasıl olunur bilmeden nasıl öğretebilirim, nasıl onlara bu duyguyu sunabilirim. Korkuyorum kaybetmekten, iyi bir baba olamamaktan Elif'in bana olan inancını yitirmekten hoş o inancı kaybetmiş bile olabilirim. Affettirmeliyim kendimi ona ama nasıl, para ile mülk ile ona kendimi affettirmeye çalışsam iyice kaybederim onu, biliyorum ne düşüneceğini "beni bu kadar basit mi görüyor" diye iyice hırçınlaşacak iyice yıpranacak, yıpratacak. Ahh Elifim ah azıcık kolay biri olsaydın, azıcık sıradan olsaydın, azıcık herkes gibi olsaydın. Hoş o zaman da sever miydim seni bu kadar? En sonunda aklıma bir düşünce geliyor, riskli hem de çok riskli ama başka çarem yok denemekten başka ve sınırlarımı zorlamaktan başka hiçbir şansım yok. Yavaşça üzerimizdeki battaniyeyi atıp Elif'in bacaklarına uzanıyorum parmak uçlarından öpmeye başlıyorum. Mırıldandamaya başlıyor ki Elif'in uyanma sesine hastayım. Bu kadının hiçbir şeyi sessiz değil, uyanırken uyandığının sesini alırsınız, sevişirken zevkinin, üzüntülüyse hıçkırığının yani anlayacağınız sesli kadınlardan Elif, dünyaya ses bırakan bir kadın. Bir kez daha hayran oluyorum onun her haline. Uzun geceliğini yukarıya doğru sıyırarak bacak içlerinden öpmeye başladığım sırada Elif'in hırıltılı sesi dolduruyor kulaklarımı "Yiğit ne yapıyorsun?" kafamı kaldırmadan öpmeye devam edip "Elifim izin ver affettireyim kendimi, izin ver seni kırdığım gibi onarayım, hangi yolla sana kendini değersiz hissettirdiysem aynı yolla değerini iade edeyim" diyerek öpmeye, hafif ısırıklarla yol almaya, yalamaya devam ediyorum. İnlemeleri odayı doldururken doğru yolda olduğumu biliyorum. Kasığının arasına sıkıştırıyorum kafamı ince, saten dantelli kilodunu kenara itip dilimi kaydırıyorum içeri ve yapışıyor saçlarıma. Bir hışımla kilodu çıkarıp sömürmeye başlıyorum onu. Oysa nazik olacaktım ama çıkardığı sesler, elleri normal değildi ki benim bilincimi yitirmeme sebep oluyor iyice bastırıyor kendisini bana. Dilimin yanında parmaklarım teker teker içine kayarken göğsü hızla inip kalkıyor kafamın tamamını içeri sokmak ister gibi bastırıyor beni. Açılıyor iyice önümde ve ben dilimi derinlerine gömüyorum, her tarafına hükmediyorum amansızca. Çığlık atarak boşalıyor durmuyorum, iyice emiyorum onu, damla damla içiyorum, hiçbir parçası boşa gitmesin istiyorum. İşimi bitirince durmuyorum bir süre daha yalamaya devam ediyorum onun yine bilinci kapanmaya başlıyor, Elif'in sesinde ki yoğunluktan anlıyorum yine yaklaştığını " Yiğit içimde istiyorum seni" demesi ile hızla üzerimdekilerden kurtulup bacaklarının arasındaki yerimi alıyorum. Gözlerimi gözlerine dikerek yavaş yavaş içine giriyorum, yavaş yavaş yerimi buluyorum ona sahip olurken ona kendimi sunuyorum. Hareketlerim önce yavaş başlarken sonra hızlanıyorum ve Elif'in inlemeleri, sözü dolduruyor kulaklarımı " Durma, lütfen durma" durmuyorum onu göklere çıkarıp çığlığı ile kucağıma düşürene kadar durmuyorum. Elif boşaldıktan sonra yavaşlıyorum ve hareketsiz durarak kafamı göğsünün arasına gömüyorum. "Yiğit sen neden durdun, sen boşalmadın ki" deyince sesindeki çaresizliği duymam ile kafamı kaldırıp "Elifim sakın kendinde bir sorun arama, bu sana kendimi affettirme olduğu kadar kendimi cezalandırma da. Hatalıyım her ne kadar zevk alsan da bir önce ki birleşmemizde sert olduğunu biliyorum ve bunu ancak senin isteğin doğrultusunda yapmalıydım. Seni buna zevk almaya mecbur bırakmamalıydım. Hatalıyım biliyorum düzeltmeye çalışıyorum ve kendimi de cezalandırıyorum." Elif'in gözlerinin yaşardığını görmem ile dudaklarına bir öpücük kondurarak yataktan kalktım. Hızla aldığım bir duşun ardından Elif'in yanında yeterli adam bıraktıktan sonra şirketin yolunu tuttuyorum. Artık bu işi çözmem gerekiyordu. Elif ve bebeğimiz zarar görmeden onları temize çıkarıp, şu Çeçenleri, ablamı, Mustafa Onur meselelerini temizlememem gerekiyordu. Artık bu işin şakası olmadığının farkındayım ve ben asla sevdiklerime zarar gelmesine izin vermem. Canımı yakanın canını alırım ve bunu herkese göstermekten de geri kalmam...

&

Çok beklettim biliyorum. Kusuruma bakmayın çok yoğun bir hafta geçirdim ki hala devam ediyor yoğunluğum ama daha fazla geciktirmemek amacı ile ilk fırsatta yeni bölüm ile karşınızdayım umarım beğenirsiniz. İyi okumalar güzel günler=)

GÜCENİKWhere stories live. Discover now