23

123 17 39
                                    


Yalnızlık. Chan'ın korkulu rüyası. Tek kalmak, etrafında kimsenin olmaması o sessizliğin etrafını sarıp onu boğması... Gerçekten katlanamayacağı bir şeydi. Bu yüzden etrafında her zaman birilerini bulundururdu. Herkesle iyi anlaşırdı. Sorun çıkarmazdı. Hani her evde kendi kendine büyüyen, sorumluluklarını küçüklükten beri üstlenen birisi olurdu ya. Ya da çevresi hakkında her şeyi bilen, her şeye hakim olan ama kendisi hakkında sorulan en ufak soruda saatlerce düşünen insanlar... Chan onlardan biriydi işte. Uyumluydu, kendini es geçse de çevresine karşı uyumluydu.

Ama tüm bunlara rağmen yalnızdı... İnsanın içi, ne kadar çabalarsa çabalasın değişmiyordu. Çevresi ne kadar kalabalık olursa olsun onu kimse tanımıyordu. Onun hakkında bildikleri hiçbir şey yoktu. Çoğu zaman dinlerdi birilerini ama kendisi anlatmazdı. Bir gün karşısına çıkmasından korkardı çünkü. Kimseye güvenmiyordu Chan. Bu da ne kadar etrafı kalabalık olursa olsun yalnız olmasının sebebiydi. Onun hakkında kime sorarsanız sorun diyecekleri tek şey iyi birisi olduğuydu.

Fakat Chan ilk defa kendisini birisine anlatmak istiyordu. Birisini merak ediyordu. Onu öğrensin istiyordu, tüm her şeyi ile sevsin istiyordu ama bir tarafı da yine susturuyordu onu. Kimse seni, senken sevmez diyordu. Seni annen bile sevmemişken, başkasının nasıl sevmesini beklersin diyordu. Onca şeye rağmen seni neden sevsinler diyordu. Seni tanıdığı an seni bırakır zaten diyordu ve asla susmuyordu o sesler.

Yine yalnız kalmaktan korkuyordu ama başka çaresi de yoktu. Yalnız kalması lazımdı Chan'ın. Onun hak ettiği buydu. Hayatı boyunca sevgisizliği benimseyip yoluna devam etmeliydi. Sevilmek onun için çok büyük hayallerdi zaten, neden şimdi bunun hayali ile yanıp tutuşmuştu ki. Ne zaman onun yanında olan birisi yarar görmüştü de şimdi görsündü.

Kolları birbirine bağlıyken kapalı olan gözlerini açtı. Karşısında yatakta uzanan adama baktı. Sakin sakin uyuyordu. Dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu. Parmakları dudaklarında gezindi bir kaç saniye. Kalbinin var olduğunu bile unutmuş birisine güzel duygular tattırmıştı Lee Minho.

Ayağa kalkıp yatağa doğru ilerledi. Ağrısı dinsin diye ilaç vermişlerdi ve ağır gelmiş olacak ki kısa sürede uykuya dalmıştı. Yatağın kenarına oturup elini avcunun arasına aldı. "Başından beri haklısın." Dedi derin bir nefes alırken. Zordu bunu kabullenmek Chan için. "Sanırım ben bu işe uygun değilim... Dikkatsiz davranıyorum sürekli." Baş parmağı ile elinin üzerindeki damarları okşadı. "Hem kendimi koruyamıyorum hem de başkalarını tehlikeye atıyorum." Minho ise daha dikkatliydi. O adamların onlara zarar veremeyeceğini düşünmesine rağmen çelek yelek giymişti. Kendini garantiye almıştı. Chan ise Minho'nun onca uyarısına rağmen korumaları atlatıp çıkmıştı evden. Peşinde birilerinin olduğunu bilse bile görmezden gelmiştir o ihtimali. Dikkatsizdi işte.

"Bu meslekten vazgeçemem. Benim her şeyim çünkü. Yaşama sebebim." Burnunu çekti. Böyle sulu göz olmaya devam ederse kendini imha edecekti. "Minho..." Gözlerini Minho'nun soluk yüzünde gezdirdi. "Seni seviyorum." Elini bırakıp gözlerini sildi. Daha sonra oturduğu yerden kalkıp çıktı odadan.

"Changbin, Bay Kim'e götürür müsün beni?" Arabası ne halde, nerede bilmiyordu Chan. Telefonu da yoktu. Changbin'den yardım istemekten başka çaresi yoktu yani. Adeti olmasa da zordaydı. Ayrıca onun için bekliyordu Changbin kaç saattir. "Ne alaka hyung birden? Biraz dinlensene. Şu haline bak." Kafasını iki yana salladı Chan. "Yok yok, iyiyim. Lütfen gidelim." Daha sonra gözleri Felix'e kaydı. "Felix, senden bir şey isteyebilir miyim?"

Felix kafasını salladı tabii ki. Chan gülümsedi ona karşılık. "Doktorlar bir şey söylerse bana haber verir misin? Bir de Minho uyanırsa."

"Tabii ki Bay Bang." Kolunu okşadı Chan Felix'in. "Teşekkür ederim." Diyerek Changbin'le hastaneden çıktı.

loveless | MinchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin