11

157 16 14
                                    


"Kahve yaptım, içer misin?"  Chan hafif mayışık bir halde koltukta küçülmüşken duyduğu sesle kafasını kaldırdı. "İyi olur, teşekkür ederim." Diyerek uzandı Minho'nun elindeki sıcak kahveye. Yeni yerlere alışması zaman alıyordu, gece de muhtemelen uyanık kalacaktı. Bu yüzden kahve içerek kendine gelmesi iyi olurdu. En azından soruşturma hakkında bir şeylere bakardı. Kafasına takılan bir şeyler vardı çünkü.

Sıcak kupayı avcunun arasına alıp ellerini ısıtırken karşısındaki koltuk yerine yanına oturan adama çevirdi bakışlarını. Ne gerek vardı dip dibe oturmaya, o kadar yer varken diye düşünürken kenardan aldığı dosya dikkatini çekti. "Biraz da iş. Çok boşladık." Kafasını sallayıp az önce düşündüğüne tezat daha çok yaklaştı yanındaki adama. "Kurbanların arasındaki bağ daha iyi anlaşılması için şema haline getirmiştim." Chan kahvesinden bir yudum alıp gözlerini dosyada gezdirdi.

"Bir şey daha var sanki. Yani bunları ölümleri ile bağdaştıramıyotum." Chan'ın söylediği şeye kafasını salladı Minho. "Tam olarak ben de bunu düşünüyorum. Çünkü mesele kumar olsaydı, masayı kurandan başlaması gerekmez miydi?" Minho gözlerini Chan'ın elindeki kahvede gezdirdi. Şimdiden içmişti yarısını. "Belki de senin gibi düşünmüştür." Dedi kafasını Minho'ya çevirirken. Minho kaşlarını çattı. Katil ile onu neden bağdaştırdığını ya da neyi benzettiğini anlayamadı o an. Chan ise onun karışmış bakışlarını görünce düzeltmek ister gibi devam etti. "Yani sen de mekana baskın yaptırmadın ya. Dağılırlar diye düşündün. Belki katil de böyle düşünmüştür diyorum."

Minho, aklından geçen hiçbir ihtimalin gerçekleşmediğini anlayıp sakince kafasını salladı. "Bir ihtimal ama dedigin gibi başka bir olayları daha var bence. Mekana sızabilsek daha iyi olacak aslinda her şey." Aklındaki planı devreye sokmak için konuştu Minho. "Bu dava ile ilgili bir şey çıkar mı ki?" Chan elindeki bardağı yanındaki sehpaya bırakıp Minho'ya yaslandı bilinçsizce. "Sanmıyorum ama daha büyük şeylerin çıkacağı kesin." Minho güldü kendisine yaslanan bedenle. Kafasını hafif eğip yüzüne baktı.

"Uykum geldi." Diye mırıldanıp esnedi Chan. Elini ağzına koyacak hali bile yoktu şu an. "Sonra devam edelim istersen?" Minho'nun sorusuna hemen kafasını salladı. Minho onu rahatsız etmeden elindeki dosyayı kapatıp yan tarafa fırlatırken yüzünden sırıtışı eksik olmuyordu. Bedenin bilincinin tamamen kapandığını hissettiğinde koltuğa dikkatlice yatırmış daha sonra sessizce evden çıkmıştı.

"Felix, teşekkür ederim bugün için." Changbin'in söylediği şey ile gülümsedi Felix. Bu yönünü seviyordu komiserinin. Teşekkür etmesini bilen, saygılı ve insanları önemseyen birisiydi. Birimdekilerin aksine... Rütbesi yüksek olsa bile iyi kalmayı başarmıştı.

"Ne demek Bay Seo. Asıl ben teşekkür ederim beni bıraktığınız için." Bugün onu fazla yorduğu hatta mesai bittikten sonra bile başka bir dosya ile ilgilenen kendisine yeniden yardım ettiği için bunlara karşılık onu evine bırakmak istemişti. Şu anda da sarışının evinin yolunu tutmuşlardı. "Ayrıca bugün kendimi polis gibi hissettim." Dedi kıkırdayarak. Changbin ise onu sinir etme fırsatını kaçırmadı. "Doğru, kahve yapmak görev tanımında yok." 

Felix onun görmeyeceğini düşünerek gözlerini devirdi. "Bay Seo, daha ne kadar yüzüme vuracaksınız bunu. Gerçekten hiçbir şey bilmiyordum. İlk staj yerim burası." Ellerini kucağında birleştirip baş parmağı ile oynadı. "Ayrıca benimle ilgilenemeyecek kadar mesguldu herkes. O yüzden de bir şeyler soramadım işte." Changbin gözünü yan koltuktaki mahçup bedende gezdirdi. "Çocuk değilsin sen Felix, neden seninle ilgilensinler. Bugün de seninle ben ilgilenmedim, okulda öğrendiklerini uyguladın." Sarışın gözlerini ellerinden kaldırıp yanındaki muhteşem adama çevirdi. Eve gidip annesine 'Anne ben büyüyünce Seo Changbin olacağım!' der gibi hayranlıkla bakıyordu.

"En azından sana bir iş verselerdi hem meşguliyetleri azalırdı hem de sen kendini işe yaramış hissederdin."  Dudaklarını büzdü Felix. "Gerçekten sadece getir götür yapınca tüm hayatım gözümün önünden geçmişti. Meslek seçimimi sorgulamaya başlamıştım." Changbin onun bu söylediği ile kahkaha attı. Çocuk gibi mızmızlanışı çok komikti çünkü.

"Bu güldüğünüz şeyler benim dramım." Diyerek kollarını birbirine bağladı. Changbin gerçekten bugün onun yetenekli birisi olduğunu anlamıştı. İlk başlarda bu mesleğe ilgisi olmadığını düşünse de, tam olarak olması gerektiği yerdeydi.

"İlk staj yeri her zaman travmadır. En azından tanışmamıza sebep oldu." Dedi gülmesini durdurabildikten sonra. Felix alt dudağını ısırıp kafasını sallamış daha sonra da evine yaklaşmaları ile panikle konuşmuştu. "Şey, şurada durabilirseniz. Geldik sayılır." Changbin kaşlarını çattı. "Hangi sokakta, söyle önünde bırakayım." Felix kafasını iki yana sallayıp emniyet kemerini çözdü. "Hemen şu sokak zaten." Dedi parmağı ile işaret ederken. "Dönüşü zor olur, çıkmaz sokak. Size zorluk olmasın."

Changbin ısrar etmedi. Kafasını sallayıp sarışında gezdirdi gözlerini. Gözleri caddede dolaşırken, ayak ucuna koyduğu çantasını alarak ona bakan gözlere döndü. "Yeniden teşekkür ederim Bay Seo. Sizin gibi birisi ile karşılaştığım için çok şanslıyım." Changbin'in bir şey söylemesini beklemeden hızla arabadan inmiş, kapüşonunu takarak gösterdiği sokağa doğru ilerlemişti. "Ben de." Diye mırıldanıp iç çekti Changbin. Hala beklediğini fark edince kendisine gelmiş ve evinin yolunu tutmuştu.

Lee Minho, maskesinden içeriye sızan soğuk ile burnunu çekti. Asansöre ilerlerken maskesini çıkartmış ve cebine sıkıştırmıştı. Eldivenlerini de aynı şekilde kabanının iç cebine yerleştirmiş, kaldığı daha doğrusu kaldıkları apartmana doğru ilerlemişti. Bugün onun için fazla yorucu geçmişti. Uzun zamandır bu kadar zorlanmamıştı. Kapıdaki şifreyi tuşlarken derin bir nefes almış ve yutkunmuştu.

Sessizce kapıyı kapattı. Hala koltukta yatan beden ile kabanını çıkartıp portmantoya aşmış, ayakkabılarını da çıktığı an bulundukları yere titizlikle yerleştirmişti. Soğuk ellerini birbirine sürterek ısınmasını sağladı. Bedeni de yavaş yavaş ısınırken koltuğa ilerleyip televizyonu açtı. Gözleri saatte gezindiğinde henüz gece 3'e gelmediğini görünce kafasını arkaya atarak gevşetti bedenini. Yavaş yavaş ısındığını hissederken, kumandayı Chan'ın eline sıkıştırmış ve biraz daha bedenine yaklaşarak dürtmüştü.

"Chan, kalk hadi yatağına yat." İki uç dürtmeden sonra gözlerini araladı Chan. Elindeki kumandayı düşürdüğü için çıkan ses ile irkilip karşısındaki bedene baktı. Evinde olmadığını anlayıp yavaşça doğruldu. "Noldu?" Dedi boynunu ovarken. Anlamlandıramıyordu uyku sersemi. "Televizyon izlerken uyuyakalmışsın." Dedi Minho. Daha sonra eğilip düşürdüğü kumandayı almış ve televizyonu kapatmıştı. "Rahat değildir burası, yukarı çıkalım." Chan kafasını sallayıp onu onaylamış tutulan boynu ile yüzünü buruşturmuştu. Hiç huyu değildi tv karşısında sızmak.

"Sen uyumadın mi?" Diye sordu onu ayağa kaldıran Minho'ya. Minho bu aralar sıkça yaptığı gibi kolunu beline sardı Chan'ın. "Su içmeye kalkarken fark ettim seni." Chan kaşlarını kaldırdı anladım der gibi. Odaya girip bedenini yatağa bıraktı. "Sağ ol ya. Çok kötü boynum tutulmuş." Minho onun bu söylediği ile elini boynuna getirdiğinde Chan'ın sıcacık bedenine göre soğuk kalmıştı eli. Chan gözlerini kapatıp mırıldandı. "Buz gibi ellerin." Minho onun bu söylediği ile hızla ellerini boynundan çekip yatağın örtüsünü açarak Chan'ı içine yerleştirdi. "Yarın da ağrırsa krem süreriz." Chan kafasını sallayıp Minho'yu umursamadan yatakta kıvrıldı.

"İyi geceler."dedi Minho derin bir nefes alarak. Yavaşça odadan çıkarken duyduğu küçük "Sana da." Karşılığı ile gülümseyip kendi odasına girdi.

Bu gece gerçekten fazla uzamıştı.

loveless | MinchanWhere stories live. Discover now