14

131 16 20
                                    


"Sen aptalsın!" Chan defalarca kez alnına elini vurup aynı zamanda da ne kadar aptal olduğunu sayıklayıp duruyordu. Çünkü gerçekten aptaldı.

"Ya sen nasıl bu kadar gerizekali olabilirsin? Ya sen nasıl üç günlük adamın yanında ağlarsın? Sen aptal mısın Chan? Nasıl ya nasıl?" Gözleri hala şişti bunları söylerken. Çünkü konuşmaları üzerinden çok bir vakit geçmemişti. Chan, Lee Minho'nun omzunda ağladıktan sonra onun kolları arasından çıkmış ve hiçbir şey demeden odaya kapatmıştı kendini. Derin bir of çekip yatağa oturdu Chan. Neden böyle olduğunu anlamamıştı. Gerçekten anlamamıştı. Nasıl bu adam onu bu kadar iyi tanıyordu? Nasıl ona bu kadar yaklaşmaya cesaret edebiliyordu? Nasıl onun hakkında nokta atışı tespitler yapıyordu?

"Kalbim kırıldı." Dedi Chan, kendine de itiraf ederek. Dizlerini kendine çekip yatağın başlığına yaslanmıştı. Tekrar ağlama isteği belirdi içinde ama bunu geriye attı. Şu an onun sırtını okşayıp sakinleştirecek birisi yoktu çünkü. Ağlarsa duramayabilirdi. Sahi? En son ne zaman ağlamıştı acaba. Yakın bir zaman olmadığı kesindi.

Kafasını dizlerine gömüp kollarını da dizlerine sardı Chan. Bu dünyadan yok olmak istiyordu. Küçülmek ve daha fazla küçülmek, yerin dibine girip yok olmak istiyordu. "Nefret ediyorum. Bu aptal adamdan nefret ediyorum. Her şeyi bilmesinden de nefret ediyorum." Sızlandı bir süre. Daha sonra kaldırdı kafasını dizlerinden. İçine dolan büyük sıkıntı ile. Şikayet ettiği şey, onunla bu kadar ilgilenmesi ve onun içini görmesiydi ama aynı zamanda bunu yapmaya devam etmesini de çok istiyordu. İçten içe, kendine belli etmemeye çalışsa da Chan benliğini göstermemeye o kadar alışmıştı ki... O görsün istiyordu. O görmek için çabalasın istiyordu.

"Seni tanısa ne olacak ki?" Dedi bu düşüncesi ile. Alt dudağı titredi, kendinin farkına vardı. Pis ve çirkin, sevilmeye layık olmayan benliğinin farkına vardı. "Nefret edecek benden. Her şeyi öğrense..." Kafasını yatağın başlığına vurdu. Aptaldı Chan. O adama söylüyordu bunu ama kendi ondan daha çok aptaldı.

Tıklanan kapı ile gözleri oraya kaydı. Kendine çeki düzen verme gereği duymadan seslendi Minho'ya. "Gelebilirsin."  Minho hemen ardından kapıyı aralamış ve elindeki tepsi ile odaya adım atmıştı. "İlaçlarını almayı unuttun."  Dedi kibar ses tonuyla. Neden nazik davranıyordu ki Chan'a. Keşke ilk baştaki gibi egolu, kibirli ve üstten bakan o itici insana geri dönebilseydi. "Sağ ol." Dedi karşılığında. Ona ilaçlarını getirmesi bile şu an Chan'da farklı duygular açığa çıkarıyordu.

"Aşağıdayım ben. Bir şey olursa seslenirsin." Gözleri yatağın üstünde küçülmüş bedende gezdi. Chan ise sadece kafasını sallayarak onayladı onu. Minho'nun elindeki tepsiyi aldı. İlaçlardan önce bir şeyler yemesi için de çorba getirmişti ilaçlarla birlikte. Minho onu daha fazla zorlamadı, zaten diyecek bir şeyi var mıydı bilmiyordu da. Kapıyı sessizce kapatıp aşağıya indiğinde Chan hala tepsideki çorbaya bakıyordu.

"Bay Seo! Bay Seo!!! Şuna bakın!" Changbin Felix'in kapıyı çalmadan girmesi ile şaşkınlıkla ona baktı. Heyecanlı bir şekilde ona yaklaşıyordu Sarışın. "Boş dururken ana binanın kamera kayıtlarını izliyordum da. Baksanıza kesintinin başladığı yerdeki kayıtta birisi yakalanmış kameraya."

Changbin onun bu söylediği ile yerinde doğrulup sarışının elindeki tablete çevirdi bakışlarını. "Aslında hiçbir kameraya yakalanmamış, sanki yerlerini biliyor gibi ama bu köşedeki kamerayı hesaba katmamış sanırım. Yüzü az da olsa gözüküyor. Tarama yapılırsa-" Changbin, tabletteki gözlerini sarışına çevirdiğinde Felix susmuştu çok fazla konuştuğunu o an anlamıştı çünkü. Heyecanlıydı, ne yapabilirdi ki?

"Peki bildirdin mi? Tarama yapılması için?" Hızla kafasını salladı Felix gülerek. "Hem de çok havalıydı- yani evet söyledim, Bay Kang halledeceğini söyledi." Changbin onun bu hevesli hallerine güldü. Gerçekten bu işi seviyordu sanırım ya da Bay Seo'nun gözüne girmeyi?

"Aferin Felix. Bu adam çözülürse, cinayetleri de çözebiliriz." Ondan aldığı bu 'aferin' ile 32 diş güldü Felix. Daha sonra Changbin'in önündeki dosyalara baktı. "Sizde bir gelişme var mı?"  Diye sordu merakla. Changbin ise kafasını iki yana salladı umutsuzca. "Hayır. Başım ağrıdı odaklanarak bakmaktan." Eli ile alnını ovuşturduğunda Felix'in suratı düşmüştü. "Ağrı kesici var mı yanınızda?" Diye sordu yardımcı olabilmek adına. "Yok, ilaç kullanmıyorum zaten zorda kalmadıkça." Kaşlarını havalandırdı Felix.

"Peki bu ipucunu bulma şerefine..." Elindeki tableti göstererek konuştu. "Kıdemli stajyer Lee Felix, size masaj yapsın ister misiniz?" Changbin onun bu söylediğine küçük bir kıkırtı kaçırdı dudaklarından. "Kıdemli, öyle mi?" Kafasını salladı sarışın. "Felix sunbaenim diyecek yeni gelen stajyerler. Sonuçta çok şey öğrendim sizden. Kesinlikle kıdemli olmayı hak ettim." Kollarını çiçek yapmış, karışsındaki adamın da onu övmesini bekliyordu şirin bir yüz ifadesiyle. "Doğru, kısa sürede geliştirdin kendini." İstediğini verdi Changbin ona. Yüzünde sadece bu cümle ile bile gurur ifadesi belirmişti. "Fakat bu deneyimlerini masörlüğün ile bağdaştıramadım." Diye devam etti, onunla dalga geçerek. Çünkü kendisini övmek için alakasız bir konuyu atmıştı ortaya. Felix ise az önceki teklifi için dediğini anlamıştı.

"Bay Seo, uzakdoğu masaj tekniklerine hakimim. Siz beni hiç tanımıyorsunuz gerçekten." Felix kollarını çözmüş, elini Changbin'in masasına yerleştirecekken küçük eli karşısındaki adamın tutuşuna maruz kalmıştı. Soğuk elini kavrayan sıcak parmaklarda gezindi gözleri, daha sonra da nedenini anlamak ister gibi Seo'ya çevirmişti bakışlarını. Changbin ise sırıtıp tuttuğu eli yavaşça kendine çekmiş ve alnına yerleştirmişti. "Tanışalım o zaman Lee Felix'le."

"Gerizekalı!" Lee Minho, karşısındaki adama tüm siniri ile bağırmıştı. "Nasıl böyle bir hata yaparsın? Nasıl bir hata yaparsın sen?"

"B-bay Lee." Dedi pişmanlıkla karşısında titreyen adam. "Gerçekten çok dikkat etmiştim. Yemin ederim benim suçum değil." Eli ile alnını ovdu stresle. "Şimdi seni ortadan kaldırmam gerekecek." Dedi tüm soğukkanlılıkla karşısındaki adama bakarken. Göz bebekleri titredi, tüyleri ürperdi korkan adamın. Kirpiklerine kadar titriyordu bedeni. O kadar dikkatli olmasına rağmen en ufak hatayı kabul etmeyen bu işte büyük bir hata yapmıştı. "Ne? Nasıl yani? Ne demek bu?"

Minho kollarını doladı önünde. Kafasını eğerek oturan bedende gezdirdi tek bir duygu barındırmayan gözlerini. "Sence?" Diye sordu adama. "Her an kimliğin tespit edilebilir. Her an sorguya çekilebilirsin." Daha sonra dikleştirdi duruşunu. Gözlerini aptal adamdan çekti.  "Ölü insanlar konuşamaz değil mi Hyunjin?" Dudaklarını birbirine bastırdı sahte bir üzüntüyle. "Ah be, çok da gençtin."

Bir hışımla ayağa kalktı karşısındaki beden. "Böyle anlaşmamıştık Bay Lee." Minho'ya karşı kalan son cesaret kırıntılarını kullanıyordu. "Evet, böyle anlaşmamıştık." Dedi onu tekrar ederek. "Sen aptal gibi davranmayacaktın mesela." Diye de devam ettirdi cümlesini. Hyunjin, onun bu dediği ile yutkundu. Haklıydı ama ölmeyi ha ediyor muydu gerçekten? Ya da Lee Minho onu gerçekten öldürecek miydi ki?"Ölmek istemiyorum, yemin ederim kimseye bir şey söylemem." Dedi yalvarma moduna geçerek. "Ben yaptım derim, ben öldürdüm derim o adamları. Yemin ederim sizden bahsetmem bile."  Minho onun bu tavrına güldü. "Bahsetsen bile sana inanırlar mi sanıyorsun gerizekalı?"

Onun kurduğu bu senaryo ile yüzünü ekşitti aynı zamanda. Eğer katil bulunursa, dosya kapanırdı ve Minho henüz bunu istemiyordu. Yani çok aptalca bir senaryoydu bu. "Bana bak Hwang." Dedi elini çenesine yerleştirip yüzüne eğilerek. "Aptal fikirlerini kendine sakla, aptallığına katlanamıyorum." Gözlerini devirdi daha sonra. Derin bir iç çekti. Çenesini kavradığı parmakları ile ittirdi yüzünü. "Seni bu işe almak büyük hataymış."

Hyunjin dolan gözleri ile mırıldandı. "Öldürecek misiniz beni?" Minho ise cıkladı bu soruya karşılık. "Daha iyi bir fikrim var." Dedi derin bir nefes alarak. "Ama sen şimdilik, evine git ve polislerin seni almasını bekle." Gözlerini korkak bedende gezdirip ondan uzaklaştı bir kaç adımda. "İşe yeni girdin, hata yaptın ve işinden olmamak için sakladın." Hyunjin onun ne dediğini anlayarak kafasını salladı hızlıca. "Ne eksik ne fazla, farklı bir ifade verdiğini duyarsam ölmek için yalvarırsın bana." Kaşlarını kaldırdı arabasının kapısını açarken. "Anladın mı?" Kafa sallama aldı karşılığında. "Güzel, evine git şimdi."

loveless | MinchanWhere stories live. Discover now