21

131 22 34
                                    


"Çek biraz elini, yürüyorum ya zaten!" Chan'ın kolunu tutan kişi o kadar sıkıyordu ki, canını acıtıyordu. Zaten nereye gittiklerini bilmiyordu şu an. Her şeyden önce yanında onunla beraber yürüyen adam onu dakikalar önce öpmüştü. Göz ucu ile Minho'ya baktı. Gözlerinin üzerinde olduğunu fark edince önüne dönerek ilerlemeye devam etti.

Chan'ı ittirmeye çalıştı yanındaki. "Kaçacak yer mi var bıraksana oğlum!" Kolunu ittirip kurtuldu sıkı tutuştan. "Koluma girmesen yürüyemiyorum çünkü ben." Üzerindeki gömleği düzelterek yürümeye devam etti. Aynı zamanda kendisinden küçük olan çocuğa da ters bakışlar atmaya devam ediyordu. Evet biraz gergindi. Birazcık...

"Abiye haber verdin mi?" Bu adamlar arasındaki en kıdemli aynı zamanda Chan ile de takışan adamın sorduğu soru ile kafasını salladı kapıda bekleyen adamlardan bir başkası. O kadar kalabalıklardı ki, Chan sadece Changbin'in kalabalık gelmesini umuyordu. "Sizi bekliyordu." Cevap veren bücür kapıyı açtı. Chan nasıl koruma olarak buraya alındığını çokça merak etmişti. Evet beynini bu şekilde meşgul ediyordu, etraftaki her şeyi inceliyordu çünkü aptal aptal sele düşünmezse aklında sadece bir an dönüp duracaktı. Kalbini yeni sakinleştirmişken iyi olmazdı.

Minho hiçbir şekilde konuşmuyor ya da etrafı incelemiyordu. Sadece ilerliyordu, denileni yapıyordu. "Geç bakalım." Minho'yu kapısı açılan odaya soktuğunda Chan da hızlıca peşlerinden gitti. "Beni unuttun! Arkamdan gelmen gerekmiyor mu senin?" Önündeki uzun boylu ve kalıplı adam kafasını çevirip üstte baktı Chan'a. "Sanki kaçabilirmişsin gibi." Dedi gülerek. "O zaman niye oramı burami tutuyorsunuz ikide bir? Havalı hissetmek için herhalde." Gözlerini devirdi aynı zamanda. Bir iki adımda önündeki adama yetişip yanında ilerlemeye başladı. "Bu işin raconu böyle." Chan yüzünü garip bir hale sokup adama baktı. "Anladım." Dedi kafasını yavaş yavaş sallayıp mantıklı bir şey söylemiş gibi.

Ayrıca evet, bu büyük adamla konuşmak önündeki Lee Minho'nun ense tıraşını seyretmekten daha mantıklıydı. Ya da daha sağlıklı.

Bir iki dakika içerisinde vardıkları koridorun sonundaki odanın kapısını çalmış aldığı komutla da "Hadi girin." Diyerek ikiliyi yönlendirmişti. Minho gözlerini Chan'da gezdirdi. Chan ise o sırada geldikleri yeri incelemekle meşguldü. Tabi Minho odaya girene kadardı bu inceleme. Odaya girmeden önce büyük adama bakıp konuşa konuşa girdi odaya. "Matruşka gibi oda içinden oda çıkıyor, iyi hafıza varmış sende de." Buralar dutluktu edası ile konuşurken, konuşmasını kesen şey karşısındaki masada gördüğü adamdı.

2004 arşiv dosyası... Gözünün önünden dosyadaki tüm şüpheliler geçti. Kurbanların kan dondurucu otopsileri geldi aklına.

Karşısındaki adam da tam olarak baş şüpheliydi. Park Jungseok... Bir şekilde davadan sıyrılmış olan o kişi, aynı zamanda çetenin lideri. "Hoşgeldiniz." Yaşı sesine de vurmuştu tabi. O dosyada otuzlarının başında olan bu adam, şimdi ellilerine merdiven dayamıştı. "Hoşbulmadık pek." Dedi Chan, kaşlarını çatarak. "Kuyruk acın var herhalde bizi getirdiğine göre." Diye devam ettirdi konuşmasını. Sinirle dolmuştu şu an.

Aklındaki tek şey bu ilgilendikleri davanın, yani bu cinayetlerin başında da bu adamın olduğuydu.

Bu soruşturmadan çekilmesini istediğine göre, işin ucundaki de bu adamdı. Hatta belki de eski davasını da tıpkı bu şekilde memurları korkutarak kapttırmıştı. Chan'ın aklından bunlar geçiyordu.

Chan'ın dik başlığına gülerek cıkladı bir kaç kere. "Lütfen oturun, misafirimsiniz." Dedi daha sonra nazikçe. "Bay Lee, ayakta kaldınız." Minho'nun suratındaki nefreti iliklerine kadar hissetmişti Chan. "Ne diyeceksen de sen de. Uzatma." Laflarını sıraladı. Çünkü gerçekten karşısındaki adamı öldürecek gibi bakıyordu Minho ve hızlıca buradan ayrılmak daha iyiydi.

loveless | MinchanWhere stories live. Discover now