[64]

248 30 31
                                    

"İşte ondan sonra Baran'a, arkadaşının sevgilisini beraber içilen sigara gibi kullanmaya devam edip etmediğini sordum." dedi Sinan elindeki birasından bir yudum daha alırken. Beraber sahile kadar yürümüştük, şimdi de geri dönüyorduk. Geçen günlerde Baran ile karşılaşma anısını anlatıyordu bana.

"O ne dedi?"

"Sen ne saçmalıyorsun, dedi. Baktım üzerime yürüyor. Bir çaktım nevri döndü."

Eğlenerek güldüm. Komik bir şey anlatmıyordu ama anlatış şekli komikti. "Harun'u da dövsem, pardon görsem iyi olurdu ya."

Omuz silktim. "Sal artık şunları."

"Yok, ben kullanmıyorum."

Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki yakınlardan gelen bağırma sesiyle söyleyeceklerimi geri yuttum. Acı dolu bir bağırmaydı ve erkek sesine benziyordu.

"Nereden geldi o?" diyebildim sonunda sokağın köşesini dönerken.

Sinan elindeki birayı kenara bırakıp bana döndü. "Emin değilim ama Ateşlerin evinden galiba. Bir bakacağım."

Ateş'in evinin çok az ilerisinde olduğumuzu yeni fark ettim. Birayı elimden bırakıp eve doğru yürüyen Sinan'a yetiştim. "Ateş sizde değil miydi?"

"Birkaç eşyasını alacağını söylemişti. O piçin evde olmadığını düşünüyorduk."

Bahçe kapısını açıp havuzun yanından dolandık. Örtülü olan evin kapısına baktığımızda Sinan kapıyı eliyle ittirdi. Kapı direkt açıldığında kaşlarımızı çatarak birbirimize baktık. Gelişigüzel bir şekilde örtülmüştü, kapalı değildi. İçeri geçtiğimizde dağınık salon ve kırıkları etrafa saçılmış vazo dikkatimi çekti.

"Çek o pis ellerini üzerimden!"

Bu bağırma sesi kesinlikle Ateş'e aitti. Sinan hızla merdivenlere koşunca peşinden gittim. Bir odanın kapısına vurdu. Sanırım kilitliydi. İçeriden ağır bir şeylerin yere düşme sesi geldi. "Polisi ara." dedi Sinan hareretle. Telefonumu elime alıp numarayı tuşladım. O sırada Sinan da geriye açıldı ve sağ omzuna yüklenerek onunla kapıya vurdu. Aynı hareketi ikinci kez tekrarladığında kapı kırılmıştı.

Sinan direkt içeri girerken ben de telefonu açan kişiye durumun acil olduğunu ve adresi sıralıyordum. Telefonu kapattıktan sonra odaya girdim. Oda muhtemelen Ateş'e aitti. Onun olduğunu bildiğim kıyafetler etrafa saçılmıştı. Kitaplığındaki bazı kitaplar özensizce yere düşmüş, yatağın başındaki lamba da yere düşüp kırılmıştı. Siyah duvarlara kırmızı boyayla garip çizimler yapılmıştı. Sanırım kırmızı çizimleri Ateş kendisi yapmıştı. Korkunç bir şekilde gülümseyen kadın, palyaço, ürkütücü yazılar...

Odanın ortasında ise yerde öylece uzanan Taner ve ona silah doğrultan saçı başı dağılmış Ateş vardı. Kendini tamamiyle kaybetmiş görünüyordu. Gözleri ağlamaktan kızarmış, üzerindeki gömleğin boyun kısmı yırtılmıştı.

Sinan da benim gibi şaşkınca ikiliye bakıyordu. Hayır, Ateş üvey abisini vurmamıştı. Muhtemelen onu ittirip silahını doğrultmuştu. Belki de silah Taner'e aitti.

"Ateş," dedim ona doğru bir adım atarken.

Hızla silahını bana doğrulttu. "Yaklaşma."

Olduğum yerde durdum. Ateş tekrar silahı Taner'e doğrulttu. "İkiniz de çıkın."

"Çıkacağız ama önce bir sakin ol konuşalım."

Delirmiş gibi kafasını iki yana salladı şiddetle. "Konuşacak bir şey yok ki. O ölmeyi hak ediyor."

Pamuk Prens | bxbWo Geschichten leben. Entdecke jetzt