[47]

1K 78 50
                                    

Önümdeki karton bardağa koyulmuş çayımdan bir yudum alıp boğazımı yakmasına izin verdim. Sıcak çayı masaya bırakıp kafamdaki beremi düzelterek kulağımı kapatmasını sağladım. Kalemimi elime alıp testimi çözmeye devam ettim. Daha doğrusu devam etmeye çalıştım çünkü yanıma birinin oturduğunu hissedince kaşlarımı çatarak sol yanıma döndüm. Sol yanım, sol yanıma oturmuştu. Kahkaha şelalesinden bir yudum.

Ateş'in varlığını önemsemeden tekrar kitaba döndüm. Kaşlarımı çatarak uzun paragraflı matematik sorusunu anlamaya çalışıyordum.

"Neden soruya onu öldürecekmişsin gibi bakıyorsun?" Ateş'in sesiyle nefesimi verip ona döndüm.

"Çünkü tam olarak öyle yapmak istiyorum. Bana ne sikik bir turist kafilesinden?" Kitabı elime alıp saçmalığı Ateş'e okumak için ona döndüm. "Türk olan turist sadece Almanca, İngiliz olan turist sadece Fransızca bilmektedir. Birinci Dünya Savaşı'ndaki kutuplaşmaya devam ediyor pezevenkler görüyor musun?"

Ateş'in şen kahkası kulaklarıma ulaştığında kitabı masaya bırakıp ona döndüm direkt. Gülüşünün etkisiyle dudakları gerilmiş, beyaz dişleri meydana serilmişti. Kısık gözleriyle her türlü manzaraya taş çıkarmaya yeminli gibiydi.

Kahkahası dindiğinde masaya bıraktığım kitaptaki soruyu görmek için bana biraz daha yaklaşıp kafasını omzuma yerleştirip soruya bakmaya başladı. Kalbim bağımsızlığını ilan edercesine gümlemeye başlayınca yutkundum sertçe.

Ateş, içimde yarattığı sarsıntıların farkında bile değildi. Onunlayken kalbim ve nefesim hızlanıyordu. Bana dokunduğunda karnımdan ağzıma doğru yükselen kıpırtılar hissediyordum. Beni öptüğünde ise ağızda patlayan şekerlerden yemişim gibi bir patlama hissediyordum içimde. Bendeki etkisi garip olsa da hoşuma gidiyordu.

Ateş elimdeki uçlu kalemi alıp, kafasını omzumdan çekti ve kitabı önüne alarak soru için gerekli olan işlemleri yapmaya başladı. Saniyeler içerisinde soruyu çözüp önüme bıraktığında kaşlarım havaya kalkmıştı.

"Aslında oldukça basit bir soru. Sadece kelimelerle fazla süslemişler."

Sorunun çözümünü anlatmaya başladığında dikkatle onu dinliyordum ve yeri geldiğinde kafamı sallayarak onu onaylıyordum.

Kalemi kitabın arasına bırakıp bana döndü. "Anladın mı?" Kafamı sallayarak onaylayıp masaya bıraktığım çayımdan bir yudum aldım. Aldığım yudumla beraber suratımı buruşturmam bir oldu. Çay dolaptan çıkmış gibi soğuk olmuştu.

Ateş, sandalyemi tutup beni, sandalye ile beraber, kendine doğru çekti. Bir kolunu belime dolayıp kafasını da omzuma yerleştirdiğinde tedirginlikle etrafa baktım. "Ne yaptığını sanıyorsun? Bir gören olacak."

Omuz silkti umursamazca. "Ben bahçede kimseyi göremiyorum."

Şuan ders saatiydi. Benim dersim boştu ve Ateş de geç kalmıştı. Muhtemelen çoktan yok yazılmıştı ve derse girmeme kararı almıştı. Dediği gibi kantin tarafındaki bahçede kimse yoktu.

Belimi saran sağ elinin baş parmağını yukarı aşağı hareket ettirerek belimi okşamaya başladı. Omzumdaki kafasını kaldırıp kulağıma eğildi. "Seni öpmek istiyorum." derken sıcak nefesi boynuma ve kulağıma çarpıyordu.

Belimdeki elini çekip kendimden uzaklaştırdım biraz. Kaşları çatılırken sıkıntılı bir nefes çekti içine. "Ne oldu yine?"

"Daha dün ağzıma sıçmışken sabah hiçbir şey olmamış gibi davranma bana."

Söylediklerime alayla gülüp kafasını salladı. Alt dudağını sinirli bir tavırla ısırdı. "Ben dün gece kendi kendime kavga etmedim herhalde. Kendi tavırlarını neden yok sayıyorsun?" Cümlelerini sertçe sıralayıp sandalyesinden kalktı ve kantine doğru yürümeye başladı.

Pamuk Prens | bxbWhere stories live. Discover now