[49]

733 74 197
                                    

Titreyen ellerimle tuttuğum telefonu tekrar beyaz masanın üzerine bıraktım. Bacaklarımın beni daha fazla taşıyacağını düşünmediğimden kalktığım koltuğa geri çöktüm. Dolan gözlerimi kırpıştırarak geri plana atmaya çalışırken kendimi düşünmeye zorluyordum.

Mantıklı düşünmem gerekiyordu. Gördüğüm mesajın aklıma gelen iğrençlik dışında bir açıklaması olabilir mi, diye ama yoktu.

Parçaları birleştirdiğimde daha net idrak edebiliyordum. Birkaç saat önce uyuduğu zaman boynunda gördüğüm morluklar bunun yegane kanıtıydı. Bir de üzerine bana karşı olan isteksizliği de cabası.

Beni istemiyordu çünkü artık hayatına istediği başka birini dahil etmişti. Ateş'in böyle bir şeyi bana yapacağını hiç düşünmezdim. Ona o kadar çok güvenmiştim ki... Sığındığım limanın, verdiğim tüm güvenin üzerime yıkıldığını hissettim. Koca bir enkazın altında kalmış gibiydim.

Ve bu enkazı üzerime yıkan sadece sevdiğim adamın ihaneti değildi, herkese ördüğüm duvarları bir tek ona karşı indiren bendim aynı zamanda.

Ona hiç kimseye davranmadığım gibi davranmıştım. Onun için değiştiğimi bile söyleyebilirdim. Tek bir gülüşüne tüm hayatımı önüne sereceğim kadar çok seviyordum onu. İşin kötüsü o da bana karşı aynı şeyleri hissediyor sanacak kadar salaklaşmıştım.

Çoktan akmaya başlayan gözyaşlarımı sildim. Kendimi fazla aciz hissediyorum. Kabullenemiyordum ama mesajın, boynunun ve benden etkilenmemesinin başka bir açıklaması da gelmiyordu aklıma.

İçime derin derin nefesler çekip kendimi sakinleştirmeye çalıştığım sırada Ateş'in salona gelmesiyle ona döndüm. Küçük adımlarla yanıma yaklaşıp, koltukta yanıma oturduğunda gözlerimi üzerinden çekememiştim hâlâ.

Midem kasılıyordu ve her an kendimi kusacak gibi hissediyordum. Büyük bir aptallık gibi gelecekti belki ama her şeyin bir yanlış anlaşılmadan ibaret olmasını diledim.

Ateş masaya eğilip telefonunu eline aldığında gözlerimi üzerine diktim. Mesajı okurkenki tepkisini merak ediyordum. Telefondaki bakışlarını bana değdirip kaçamak bir bakış attıktan sonra dudağını ısırıp yanıt vermek için ekranda dolaştırdı parmaklarını.

Sinirle dişlerimi sıkarken ağzının ortasına bir tane geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. Ateş telefonunu arka cebine sıkıştırıp bana döndü.

"Şimdi gitmem gerek." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim içime. Onun yanına gidiyordu. Gözümün içine baka baka beni aldatmaya gidiyordu.

"Nereye?"

"Birkaç işim var." Yanıt vermemi beklemeden ayağa kalkıp dış kapıya doğru ilerkediğinde göz devirerek peşinden ilerledim.

Kapının önünde askılığa asmış olduğu siyah kot ceketini alıp giyerken öylece onu izliyordum. Kot ceketini giyip bana döndü. Deminki öpüşmelerimizin yüzünden hafif pembeleşmiş ve şişmiş dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında kafamı yana çevirip yanağımı öpmesini sağladım. Normal şartlarda dudaklarının bu hali iştahımı açtıracak boyutta olsa da şuan sadece midemi bulandırıyordu.

Yanağımı öpüp geri çekildiğinde kaşlarını hafif çatarak, suratındaki afallama ifadesiyle bana bakıyordu. Yine de bir şey demeyip evden çıktı.

Üzerime siyah montumu geçirip babamın 18. doğum günümde aldığı beyaz Range Rover'ının anahtarını ve ev anahtarını kapıp evden çıktım hemen. Arabaya atlayıp ileride nokta haline gelmiş olan Ateş'in peşinden sürdüm.

Nereye gittiğini öğrenmek hakkımdı. Önce emin olacaktım. Her şey apaçık ortadayken hâlâ emin olmak istemem zavallıcaydı ama konduramıyordum ona.

Pamuk Prens | bxbWhere stories live. Discover now