[50]

835 74 150
                                    

Medya Ateş 🛐 Çocuk çok iyi, bayılmak.

Ateş işine devam etmeye gittiğinde daha fazla orada beklemeden eve geçmiştim bende. Düşünmem gerekiyordu, anlamıyordum hiçbir şeyi.

Düşünmek istediğim bahanesiyle eve gelsem de bu eylemi pek gerçekleştirebildiğim söylenemezdi.

Saat 03:37'ye kadar yatağımda oturarak Ateş'i beklemiştim. Sonraki gün okul olduğunu umursamadan sırf geleceğini söylediği için onu beklemiştim.

Tam gelmeyeceğini yavaş yavaş kabullenirken mesaj atmıştı kapının önünde olduğunu belirten. Babamın evde olma ihtimalini düşünüp çalmamıştı zili. İyi de yapmıştı çünkü babam sahiden de evdeydi. Uykusundan uyansaydı ona bu durumu açıkalayamazdım.

Şimdi de Ateş'le benim odama geçmiştik. O puflarından birine çökmüşken ben de çalışma masamın önündeki dönen sandalyeyi pufun karşısına getirmiş, oraya oturmuştum. İkimiz de sesimizi çıkarmadan öylece duruyorduk. Ateş bardaki sinirli haline göre oldukça sakinleşmişti. Benden bir atak bekliyordu muhtemelen ama bende öylece kitaplığımdaki kitaplara bakıyordum.

Bunun böyle olmacağının bilinciyle öksürdüğümde yere indirdiği bakışları hızla yüzümü turladı. Pufun üzerinde bacaklarını rahat bir şekilde açmış, dirseklerini de dizinin üzerine koymuş, ortada kalan ellerini de birleştirmişti.

"Şimdi sen bir süredir o mekanda barmenlik yapıyorsun ve F.A, yani Fırat, senin patronun oluyor. Doğru mu anlamışım?" dedim ne diyeceğimi bilemeyerek.

Kafasını sallayarak onayladı beni. "Evet, normalde bugün çalışmayacaktım ama çalışması gereken kişinin annesi hastalanmış, gelemedi. Mustafa da tek başına yetemeyince bana kaldı." dedi sakince kendini açıklarken. Mustafa molaya çıkarken haber verdiği diğer barmen olmalıydı.

"Fırat için arkadaş olduğunuzu söylemiştin?" dedim sorarcasına. Fırat'ın onu aradığını gördüğüm zaman arkadaşım demişti onun için.

"Gay Bar'da olduğumuz günü hatırlıyor musun?" Kafamı salladım onaylarcasına. Tanımadığım bir çocukla öpüşmüştüm. Bir de üzerine Ateş gelmişti ve onu tanımıyormuş numarası yapmıştım. Neyse ki yalanımı ortaya çıkarmamıştı. Gecenin sonunu da beraber kapatmıştık. Eğlenceli bir gündü. Yaptığımız saçma şeylere insanların verdiği tepkiler aklıma gelince gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Ciddi bir şey konuşuyorduk, şuan gülemezdim.

"O gün arkadaşımı almaya geldiğimi söylemiştim sana. Arkadaşımı aldığım zaman Fırat'la karşılaştık. Arkadaşımı evine bırakmama yardım etti. O mekan da onunmuş hatta. İş aradığımı öğrenince de el attı." Doğruyu söylediğinden emin olmak için dik dik gözlerine bakıyordum ama bal rengi gözlerini benden kaçırmıyor, lafı dolandırmadan direkt anlatıyordu. "İnsanlar, özellikle de Taner, öğrenmesin diye öyle kayıtlı."

"Taner?"

"Üvey abim." dedi suratını buruşturarak. Ondan haz etmediğini tahmin edebiliyordum.

"Sinan'la konuştuktan sonra kendini kaybettiğin gün seni evime getirmiştim. Boynunda morluklar gördüm. Nasıl oldu onlar?" diye yeni bir soru sordum. Aklımda soru işaret bırakmak istemiyordum. İlişkimizi daha sağlam bir temelle devam ettirmek istiyordum.

Tişörtünü çıkardı bir çırpıda. "Bunları mı soruyorsun?" Kafamı onaylarcasına salladım. Gözlerim boynunun çevresindeki morluk ve kızarıklıklarda dolaştı. O gün gördüğüm gibi belirgin değildi. "Taner'in halt yemesi işte." dedi omuz silkerken. Yutkunup gözlerini kaçırdı ilk kez. "Alıştım artık."

Ayağa kalkıp büyükçe kitaplığımdaki kitapların önüne geçti. Olasılıksız adlı romanı eline alıp incelemeye başladı sakince. Kaslı sırtı ve belirgin kalçası gözler önündeydi. Ben de ayağa kalkıp yatağıma oturdum. Yandan da olsa yüzünü görebiliyordum artık. Kaşları çatık bir şekilde elindeki kitabın arkasında yazan satırları okuyordu.

Pamuk Prens | bxbWhere stories live. Discover now