59- KİMSESİZ

42.2K 5.1K 3.9K
                                    

Bugün günlerden kimsesizlikti.

Askeriyeye gelirken bile bu duyguyu tatmıştım, tüm asker adayları otobüse binerken anne babasından, akrabalarından helallik alıp ağlayarak veya gülerek otobüse binerken, ben gelen tek tük arkadaşlarımla kucaklaşıp öyle geçmiştim otobüse.

Belki bazıları için küçük bir şeydi bu ama o koltuğa oturup, otogardaki insanların oğullarına bakışlarını gördüğümde içten içe hiç tanımadığım aileme özlem duymuştum.

Askeriyeye geldiğimde daha çok hissedeceğimi biliyordum, tahmin ediyordum ama hiç ummadığım bir şey olmuştu ve edebî düşmanım bana hem anne, baba, arkadaş, dost ve sevgili olmuştu.

Belki de ömrüm boyunca ilk defa ait hissetmiştim. Birine ve onun bana ait olan güzel yüreğine.

Şimdi ise yapayalnız kaldım.

Etrafımdaki insanlar bile sanki bir anda vebalıymışım gibi benden uzaklaşmaya başlamıştı ya da ben öyle hissediyordum.

Bugün, kimsesizliğimin yüzüme vurulduğu gündü.

Aileler aylar sonra ziyarete gelmişti. Albayın emriyle.

Bankta oturmuş sigaramı içerken göz ucuyla bahçenin diğer köşesindeki kargaşayı izliyordum. Masaların üzerinde yemekler varken, herkesin yüzü gülüyordu. Çoğu orta yaşlardaki kadın yanındaki üniformalı askere zorla yemek yedirip sürekli öpüp kokluyordu.

Bizim koğuştan birkaç kişiyi gördüm, yüzlerinde güller açıyordu. Özellikle çocuklarına kavuşmuş olanların mutluluğuna diyecek yoktu.

Erzincanlı beni yanına davet etse de gitmek istemedim çünkü o ne kadar iyilik yapmak istese de ailesinin yanında özenip, kendimi kötü hissedecektim. Her ne kadar ailesi bana ondan farksız davransa da.

Benim gibi birkaç asker daha vardı ama onların ailesi uzun yolu gelemediği için yalnız bırakmışlardı, bu da onların çok umrundaymış gibi görünmüyordu. Çoğu kişinin de arkadaşları bile gelmişti.

Sigaramdan derince bir duman çekip dirseklerimi diz kapağımın üzerine koydum ve kafamı eğip gözlerimi kapattım. Hemen içeri gidip uyumak istiyordum ama koğuşa geri döndüklerinde beni o halde görürlerse acıyacaklarını bildiğimden kendimi bahçede sakince durmaya zorluyordum.

"Erdal," ismimi duyunca durduğum pozisyonu bozmadan kafamı kaldırıp baktım, nöbetçi askerdi. "Gökhan Komutan seni emretti."

"Tamam." dedim kafamı sallayıp ve vücudumu dikleştirip sigaramdan son dumanıda çekip bankın üzerinde söndürüp çöpe fırlattım.

Nöbetçi asker önde, ben arkada yürüyüp binaya girdik. Merdivenleri çıktıktan sonra Gökhan'ın odasına geldiğimde kapıyı tıklattım.

Saniyeler içinde gel komutunu alınca içeri girdim.

Misafir koltuğunda oturan Ömer ile afallasamda gözlerimi ondan çekip Gökhan Komutan'a diktim ve esas duruşta selam verdim.

"Erdal Korkmaz, Emredin Komutanım!"

"Gel bakalım Erdal." dedi Gökhan Komutan, elimi indirdim.

Ömer'in bana baktığını hissediyordum ama ona bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum.

"Otur şöyle." dedi Ömer'in hemen karşısındaki deri koltuğu işaret ederken.

İkilemde kalsam da elimi pantolonuma sürüp kafamı salladım, geçip deri koltuğa oturdum. Yeşillerin yüzümde dolandığının farkındaydım, belki de ilk defa bu kadar uzun süre bakıyordu. Beni bıraktığından beri.

Başkalarına kırk beş kere güldükten sonra.

"Birkaç dosyam var, onları incelemen için çağırdım." dediğinde kaşlarım çatıldı. Daha sonra Erzincanlının ailesinin yanında olduğunu, yazıcılıktan birkaç saatte olsa izinli olduğunu fark ettim.

"Emredersiniz komutanım." dedim sakince.

"Önce bir yemek yiyelim, açım ben." dedi Ömer, sesini duyuyordum ama ona bakmıyordum.

"Hah, tam onu düşünüyordum. Biraz yemek yiyip sohbet edelim."

"Ben çıkayım komutanım izninizle." dedim ayağa kalkmaya meyillenirken.

"Otur," dedi Gökhan sakince. "Sen de bize eşlik et."

"Estağfurullah komutanım..." Gökhan Komutan hiç böyle yapacak biri değildi, robot gibi olduğunu düşünürdüm.

"Otur, otur."

"Ev yemekleri yapan bir yer var, orayı arıyorum." dedi Ömer, istemsizce ona dönüp baktığımda cebinden telefonunu çıkarıp ekranı açtı.

"Özlemişim ev yemeklerini komutanım, söyleyin." dedi Gökhan Komutan önündeki dosyalara dönerken.

Ömer bir numara tuşladı ve ardından kulağına götürdüğünde yeşillerini kahvelerime dikti. Birkaç saniye sonra alo dediğinde hâlâ bakışını çekmemişti.

Benim sevdiğim yemekleri söyleyip, bir de üstüne sütlü tatlıdan sipariş etti.

Gökhan Komutan sanki biz burada değilmişiz gibi dosyalarla ilgilenmeye devam etti, beni buraya kendi düşüncesiyle çağırdığını düşünmüyordum.

Buraya çağıranın Ömer olduğunu biliyordum.

Ömer siparişi verdikten sonra telefonu kenara koydu, odanın içinde kimse konuşmuyordu. Sessizdi ve gericiydi. Benim için ise oldukça zordu çünkü gözlerim dolu dolu olmuştu.

Yine kimsesiz hissetmemi önlemişti.

Ama yine de kötü hissediyordum.

Kafamı eğip öylece oynadığım ellerime baktım, ağlamak istiyordum. Dışarısı kötü hissettiriyordu ama Ömer'in bu davranışı mutlu edecekken daha fazla üzmüştü.

Diğer yanım ise ondan başka kimsemin olmadığını haykırıyordu.

Gökhan Komutan bir ara elindeki dosyayla dışarı çıktığında ikimiz tek kaldık, kafamı kaldırıp bakamadım suratına çünkü gidip sarılarak ağlamak istiyordum.

Bu öyle kötü bir duyguydu ki.

"Çipil gözlü," aniden onun sesini duyunca irkildim, kafamı kaldırıp üzgün suratımla baktım yüzüne.

"Ağlama." dedi normal bir sesle.

Cevap vermedim, hiçbir şey dökülmedi siktiğimin dudaklarından.

Niyetim olsa bile zaten aynı saniye Gökhan girdi içeri, Ömer bakışlarını benden çekip ona dikti. İkisi konuşmaya başladılar.

On dakika kadar birbirleriyle sohbet ederken oturduğum koltukta küçücük oldum. Yemek geldiğinde Ömer ikimizin yemeğini önümüzdeki sehpaya koyarken, Gökhan kendi masasının üzerine koydu.

İştahım yoktu, yine yiyemedim hiçbir şey. Sadece Gökhan Komutan üstüme gelmesin, ısrar etmesin diye birkaç lokma aldım ağzıma.

"Hepsini ye asker, kalmayacak tabakta." dedi Ömer kendisi iştahla yerken.

Neden böyle davranıyordu?

Aklımı kaybetmek üzereydim.

Odanın içinde saatler boyu tek kelime etmeden, onun yüzüne bile bakmadan bunu düşünüp durdum.

BELA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin