7- SİNİR

56.9K 5.2K 2.3K
                                    

Kolumun sargısına bakarken ortamda dönen muhabbete bir türlü dahil olamıyordum.

Sol kolum ezilmişti ve bej renginde bir sargı bezi takmıştı revirdeki kadın doktor. Dikkat etmem konusunda uyarıp gönderdi, zaten bir saat kadar sonra artık acısını hissetmemeye başlamıştım.

Canımın acısı dindi ama öfkem bir türlü yatışmıyordu. Koğuşta ki insanlar bile gelip Ömer Komutan'ın bana neden bu kadar sert davrandığını sordular. Herkesten daha farklı bir kinle yaklaşıyordu, daha sert davranıyordu onlara göre. Tabi aramızda ne geçtiğini bilmedikleri için herhangi bir sebepten göz hapsine girdiğimi düşünüyorlardı.

Düşündükçe deli oluyordum, aldığım nefes bile sinirden gözlerimin dolmasına sebep oluyordu.

Dişlerimi sıktım, sikerler böyle işi.

Yataktan kalkıp koğuşun çıkışına yöneldim, kafam öyle dalgındı ki üniformamı bile çıkarmamıştım.

Düşünmeye fırsat vermeden büyük adımlarla yukarı kata çıktım, onun odasının olduğu yöne ilerledim. Kapıyı çalmadan aniden açıp içeri girdim.

Öfkem o kadar ağır basmıştı ki ne yaptığımı bile bilmiyordum.

Kapı aniden açılınca sandalyesinin yanında ayakta durmuş adam öfkeyle kimin geldiğine baktı. Kapıyı ardımdan kapattım, çatık kaşlarımla bir şey demesine fırsat vermeden üzerine yürüdüm. Zaten o da tek kelime etmemişti.

O da öfkeyle üzerime geldiğinde askerliğimi yakma ihtimalini bile umursamadan geldiği an yakasından tutup sağlam olan elimi sıktı ve  çenesine sert bir yumruk geçirdim.

Büyük bir sinirle o da yumruğunu yüzüme geçirdi, bir yumruk daha atacakken bileğinden tutup postalımın ucuyla karnına tekme attım.

"Orospu çocuğu." diye sessizce mırıldandı, dışarıdaki insanlara duyurmak istemediğini anladığımda ise işler değişmişti. Bu sefer kimsenin haberi olmayacağını bilerek daha da rahatladım.

Yeniden üzerime geldi ve bu sefer sargılı elimi tutup ters çevirdi, hem ani hareketiyle kemiklerime kadar acı hissederken, diğer yandan ezilmiş kolum olduğu için daha fazla canım yandı. Yüzümü buruşturdum.

Kolumu kendime çekmek için bir hamle yaptım ama izin vermedi, bu sefer postalımın ucuyla diz kapağına daha da sert tekme indirdim. Tutuşu zayıfladığı anda acımı umursamadan arkamı döndüm, yakasından tutup yüzüne ard arda yumruklar attım.

Yumruklarım onu hiç etkilemezken karnıma tekme attı, nefesim kesilirken bedenim iki büklüm oldu. Bir kere daha vurup diz çöktürdü.

Yakamdan tutup ard arda yumruklar indirdi suratıma, buna engel olmaya çalıştığımda karnıma dizini yasladı, diğer bacağını da yere koyup büyük bir kinle yüzümü yumruklara boğdu.

"Kimsin ulan sen anasız piç?" dedi bir yumruk daha atarken. "Kimsin de gelip bana böyle saldırabiliyorsun?"

Dişlerimi sıkıp ağzımdan çıkan kanları umursamadan yüzüne büyük bir darbe indirdim, onu üzerimden atıp bu sefer boğazından sıkıca tutup yumruklarımı yüzüne indirmeye başladım.

Öfkeyle yüzüne vururken eğitim almış biriyle dövüşmenin zorluğunu ilk o an anlamıştım. Attığım yumruklar etki etmiyordu, iki bileğimden tutup üzerinden attı beni.

Vücudum yana düşerken aniden yanda duran silahını kılıfından çıkardı, diğer eliyle silahın sürgüsünü çekti ve saniyeler içinde namluyu alnıma doğru hedefledi.

Sıkılı dişleri, orman yangını gibi yanan yeşil gözleri, öfkeli nefes alışverişleri... O an nedense dört yıldır birbirimize yapamadığımız şeyi yapıp, beni buracıkta vuracak diye düşünmüştüm.

Nefes nefese yüzüne baktım, bir şey yapamazdım. Her zaman olduğu gibi onun elinde silah vardı, silahını bile alamazdım bu sefer.

Odanın içinde sadece nefes alışverişlerimiz yankılanırken, saniyeler içinde kapı tıklatıldı.

"Bekle!" diye bağırdı Ömer öfkeyle, kapıyı çalan kişiye.

Silahını birkaç saniye daha tutup yüzünü buruşturdu ve ardından emniyetini kapatıp yeniden kılıfına koydu.

"Kimsin?" diye seslendi ayağa kalkarken, ben hâlâ az önceki dehşet anının etkisindeydim.

"Komutanım, aracınız hazırlandı. Onu söylemeye gelmiştim." dedi dışardaki ses ufak bir korkuyla. Muhtemelen komutanın öfkeli sesi onu tedirgin etmişti.

"Anladım, gidebilirsin asker."

"Emredersiniz komutanım!"

Askerin gittiğini anladığında bakışlarını yerde oturur pozisyonda duran bana çevirdi.

"Bunun cezasını ödeyeceksin ama bir asker gibi değil." dedi, bu tutanak tutmayacağını gösteriyordu. "Düşmanım gibi ödeyeceksin."

"Elinden geleni ardına koyma." dedim yüzüne öfkeyle bakarak. Ardından yerden destek alarak ayağa kalktım.

"Merak etme."

Öfkeli bakışlarımı ondan çektim, kapının önüne vardım. Dağılan üstümü düzeltip kafamı eğdim ve dışarı çıktım.

Kimse görmeden kendimi tuvalete attım ve ilk başta yüzümdeki kanları temizledim. Yüzümdeki yaraları ise saklayacak bir çözümüm yoktu. Yalan söyleyecektim.

Şu an vücudum acısa bile umrumda değildi. O piçe dayak atmıştım, benden daha mutlusu yoktu şimdi.

BELA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin