28- CEZALAR

61K 5.8K 2.1K
                                    

Bölüm şarkısı: Gözlerinin Yeşilini Özledim

Ahdhhshdhshsh

***

İki gündür gözleri yanlışlıkla bile olsa gözlerime değmiyordu.

Odasından çıkıp, koğuşa gittiğim akşamın gecesi belki de anlamamıştır diye kendi kendimi rahatlatıp, sabah uyandığımda ise sadece bana karşı olan yumuşak duruşu gidip yerini yine sert bir insana bırakmıştı.

Diğer yandan düşünceli görünüyordu, ne düşünüyorsa ki belliydi, onu sinirlendiriyor gibiydi. Aynı kendi kendime sinir olmam gibi.

Yerde sürünürken bizden biraz daha ileride duran adama baktım, gözünde güneş gözlüğü vardı nereye baktığı belli değildi ama bana bakmadığını nereye gitsem tersi yöne baktığında anlıyordum.

"Erdal, hadi hızlı git. Yağmur yağacak birazdan, bitirelim şu eğitimi." dedi Erzincanlı arkadan beni dürtüp.

"Götümde motor yok." diye söylendim sinirle, güldü ve kalçama iki kere vurdu.

"Valla kasa sağlam aslında." dediğinde sırıtarak ayağımla hafifçe vurdum.

"Oğlum gülüşmeyin adam gibi geçin engeli, Ömer Komutan sinirlendi şimdi ceza verecek yine." dediğinde gözüme giren topraktan dolayı yüzümü buruşturup göz ucuyla onun olduğu tarafa baktım. Çenesi kasılmıştı.

Anında önüme döndüm, bu hâli korkutucu geliyordu. Hele ki tüm güç onun elindeyken.

Sürünme engelini geçtikten sonra bir atlama daha yaptığımızda bugünlük eğitim tamamlanmıştı. Hepimiz kan ter içinde, hafif esen rüzgarla beraber tek sıra halinde durduk. Bilerek en arka yere geçtim.

"Rahat!" diye bağırdı başçavuş. "Hazır ol!"

Verdiği komutlara uyarken başımız dikti, tüm uzuvlarım ağrıyordu. Normalde de bu eğitimi yapıyorduk ama iki gündür daha fazla zorlanıyordum sanki.

"Şınav pozisyonu al!" diye bağırdı Ömer.

Herkes göz ucuyla birbirine baktı, normalde yemeğe dağılmamız gerekiyordu. Birkaç saniye komutanın dediğini yapmazken, saniyeler sonra herkes mırıldanmaya başlayarak şınav pozisyonu aldı.

"Anamızı sikecek." dedi Adanalı yorgunca, ağlayacak gibi duruyordu.

"Bir!" diye bağırdı tok sesiyle.

Kollarımız tutmazken, şınav çekmeye başladık. Kaçta bırakacağımızı bile söylememişti, başımızda durmuş sayıyordu.

"Dokuz!" dedi bir kez daha yükselip inen bedenimize bakıp.

"Bir!" dedi bu sefer, titreyen kollarımla etrafıma bakındım. Diğerleri de benden farksızdı.

Bu döngü on kere tekrarlandı, alnımda biriken terler yere düşerken yorgunluktan bayılacak gibiydim. Ömer ise sertçe bağırmaya devam ediyordu.

Bana olan sinirinden dolayı yapıyordu bunu.

Yağmur hafif hafif aktarmaya başladığında, yarım saat sonra yani bitirmişti bu insafsız şınav olayını. Ayağa kalkmaya bile mecalimiz yoktu ama karşısında iki büklüm durmaya hakkımız yoktu.

Yeniden tek sıra halinde, perişan halde dururken ben hariç diğerleri kafasını eğmiş yorgunlukla nefes alıyordu. Çenemi dikleştirip meydan okur gibi çıkardığı güneş gözlüğünden yeşil gözlerine baktım.

Yüzü öfkeyle kasılıyordu, yeşilleri bana değmese bile öfkesinin hedefi olduğunu biliyordum.

Başçavuş bizi serbest bıraktığında Ömer hiç beklemeden büyük adımlarla kışlaya ilerledi. Tüm askerler arkasından küfür ederken birkaç dakika yerimizden kıpırdayamadık.

"Ne güzel bir ara durulmuştu, yine başladı terör estirmeye." dedi Edirneli yorgunluktan buruşmuş yüzüyle.

"Hay sikeyum böyle komitani." dedi hamsi.

Sesimi çıkarmadım, herkes yemekhaneye ilerlerken benimle beraber birkaç kişi yüzünü yıkamak için tuvalete geldi.

Aynanın karşısına geçtiğimde yorgunluktan yanaklarımın al al olduğunu gördüm. Ağrıyan ellerimle musluğu açıp avucuma doldurduğum soğuk suyu yüzüme çarptım. Bu işlemi birkaç kere tekrarladıktan sonra diğerlerinin toplanmasını bekledim.

"İnşallah yemekte güzel bir şey vardır, yoksa bu yorgunlukla isyan çıkarırım. Zaten yanımızda solcuda var, alışıktır eylem yapmaya." dedi Erzincanlı gülerek, aslında komutanla eskiden kanlı bıçaklı olduğumu bildiğinden bana güveniyordu. Tabi komutana bir şey yapamazdım.

Zaten tek derdim yorgunluk değildi.

Benim yüzümden tüm arkadaşlarıma ceza veriyordu, dönüp yüzüme bile bakmıyordu. Gelip sorsa inkar edecektim, belki inanmazdı ama adam gibi sorsaydi inkar edip bir daha ona yanaşmamaya çalışacaktım.

Oysa o yeniden düşman olmayı seçmişti.

"Hadi gidelim Sarı Komutan." dedi Erzincanlı beni dürtüp, kafamı sallayıp takip ettim onları.

Yemekhaneye vardığımızda güzel yemeklerin olduğunu gördüm ama asla canım istemiyordu. Yine de göze batmamak için tabağımı alıp masaya geçtim, anında masa tamamiyle doldu.

"Bugün güzel bir uyku çekeriz he." dedi koğuşun en küçüğü, ana kuzusu. Yorgunluktan çatalı tutmaya bile mecali yoktu ama yüzü hâlâ gülüyordu.

Onun masum gülüşünü gördüğümde gözlerim dolu dolu oldu, kalbime bir ağırlık çöktü.

Benim yüzümden onlar da acı çekiyordu hem de hiçbir suçları yokken.

"Sarı Komutan, noldu yine ağlayacak gibi duruyorsun?" Adanalının sorduğu soruyla kendime geldim. Bakışlarımı ondan çektim.

"Yok be oğlum, iki şınav yüzünden ağlayacak adam mıyız?" dedim gülerek. Ama gülüşüm bile ağlayacak birinin ifadesinden farksızdı.

O sırada Ömer Komutan yemekhaneye girdi, büyük adımlarla komutanların bulunduğu bölüme giderken gözleri sadece bir saniye kadar yüzümde turladı. İfadesiz yüzünü hiç bozmadan önüne döndü. Umursamadı.

Elimdeki kaşığı sıktım.

Onun böyle olması kalbimi yaralıyordu, siktiğimin kalbi.

BELA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin