29- YUMRUK

63.1K 5.7K 6.1K
                                    

"Yemin ederim gözümü kırpacak halim yok."

"Revire gideceğim, kemiklerim sızlıyor."

Eğitimden çıkalı yarım saat kadar geçmişti, duş bile almıştık ama yorgunluğumuz geçmiyordu. Dünkü eğitime göre, bugün daha fazla yormuştu.

"Yorgunluktan bayılacağım." dedi Erzincanlı yatağına uzanmış, daha akşam görev alacaktık üstelik.

Koğuşa baktım, herkes o bir kenara yığılmış konuşmaya bile mecalleri yoktu. O kadar fazla şınava, eğitime kimse dayanamazdı.

Daha fazla dayanamayarak bir anda ayağa kalktım, kimse fark etmemişti bile. Yorgun bedenime ve öfkeden deliye dönmüş kalbime aldırmadan koğuştan çıkıp merdivenlere yöneldim.

Bu böyle gitmezdi, bana karşı öfkesi varsa önceden olduğu gibi sadece bana kusmalıydı kinini.

Komutanların bulunduğu kata çıktım, nöbetçi bana seslendi ama ona komutanın beni çağırdığına dair bir şeyler geveleyip Ömer'in kapısını dikkat çalmasın diye tıklatıp, ardından gel demesini bile beklemeden içeri girdim.

İçeri girip kapıyı kapattığımda Ömer'i şapkasını çıkarmış, masanın üzerine koyarken ayakta gördüm. Eğitim alanından geliyor olmalıydı, kafasını kaldırıp bir anda odasına dalan kişiye baktı. Beni görünce öfkelendi.

"Gel dedim mi asker?" diye sordu sinirle. "Bu ne saygısızlık?"

"Başlatma saygısızlığına." dedim yanına yürürken. Kaşları havaya kalktı, bu dediğime afalladı ama öfkeli bir şaşırmaktı.

"Erdal, karşında komutanın var." dişlerinin arasından konuştu, bir iki adım ötesinde durup yeşillerine baktım.

"Senin de karşında askerlerin var, hiç mi vicdanın yok lan?" üç günün öfkesini kusuyordum, görünce siktiğimin kalbinin ritminin değiştiği surata. "Üç gündür siktin belalarını."

"Eğitim bu, mecburlar." dedi sert sesiyle, gözleri meydan okuyor gibiydi.

"Bu kadarına değiller, emin ol bu kadar değil." dedim kafamı iki yana sallayıp, sinirle gülerken.

"Buna sen karar veremezsin, çık dışarı." dedi gözlerini benden çekip. Yine kaşlarım çatıldı.

"Bana bak lan," dedim elimi hafifçe masaya vurup, kafasını ağır ağır bana çevirdi ilk masaya vurduğum elime daha sonra da bana baktı. "Derdin, meselen neyse benimle çöz."

"O elini kırarım senin." benim aksime daha sakin ama korkutucu bir sesle.

"Bok kırarsın." sesimi alçak tutmaya özen gösterdim, dışarıdakiler duymasın diye.

"Erdal..." diye mırıldandı, sabrının taştığı sesinden belli oluyordu.

"Anladığını biliyorum." dedim birden, "İnkar etmeyeceğim, sen de zaten inanmazsın."

Sustu, neyden bahsettiğimi anlamıştı. O da anladığını inkar etmedi.

"Belki ilk başta inanmazsın diye düşünüyordum, sonuçta düşman olduğunu bir erkeğin sana böyle bir şey hissedeceği aklının ucundan geçmezdi." erkek kısmını bastırarak, kendime ve ona hatırlatıp konuştum. "Ama işte oldu, ben de istemezdim. Oldu."

Bunu benim ağzımdan duymak, gerçekle yüzleşmek onu daha fazla öfkelendirmiş gibiydi.

"Kes sesini." dedi sadece, duymak istemediği belliydi.

"Yoo kesmiyorum." kafamı iki yana salladım. "Madem sen bunun bilincinde bana öfkelenip ceza veriyorsun, o zaman ben de içimde tuttuğum hisleri haykırabilirim öyle değil mi?"

"Ne hissinden bahsediyorsun lan sen?" dedi üzerime bir adım attı, şimdi tam dibimde duruyordu. "Bu sikimsonik şeyi normalleştirmeye mi çalışıyorsun?"

"Hayır, sana hisler beslemek pek normal değil."

"Erdal..."

"Bak aylar sonra gideceğim, bir daha da asla karşına çıkmam. Burda göz göze bile gelmem seninle, yani senden beklediğim hiçbir şey yok." diye açıkladım, ondan hoşlanıyorum diye bir şey beklediğimi sanmasın diye.

Bekliyordum ama bu imkansızdı işte.

"Merak etme, bu hislerimi gözüne bile sokmayacağım. Yeniden bana düşmanda olabilirsin ki olmuşsun zaten, bu da sıkıntı değil. Sadece kinin öfken benim üzerimde olsun, başkalarını bulaştırma."

Hiçbir şey demeden dümdüz suratıma baktı, çenesi kasılıyordu.

"Sana meraklı değilim, burdan çıktığımda emin ol senden daha iyisini bulurum. Korkma, başına bela olmam." deyiverdim birden.

Ömer'in gözlerinde anlık bir öfke geçti, onu sorgulamaya fırsatım olmadan yakamdan tuttu ve sıkılı yumruğunu çeneme geçirdi.

Başım yana savrulduğunda saniye içinde geri ona döndüm ve aynı şekilde ben de çenesine bir yumruk attım. Karnına postalımın ucuyla bir tekme attım.

Bu onu çok etkilemedi, aynı şekilde tekmeyle bana karşılık verdiğinde geriye birkaç adım attım. Büyük adımlarla yanıma gelip bir tekme daha geçirdi.

"Amına koduğum." diye mırıldandı öfkeyle. Yüzümü buruşturdum, bir kez daha vurdu.

Kalkmaya çalıştığımda üzerime eğildi ve yakamdan tutup yere bastırdı. Yüzüme ard arda yumruklar geçirdi, canım çok yanıyordu.

Yumruklarını durdurmak için bileğinden tüm gücümle tuttum, karnına tekme atıp sersemletirken üzerimden attım. Yana düşen bedenine zaman kaybetmeden çıkıp yumruk atmak için elimi kaldırım. Elim titriyordu.

Ömer yeşillerini kahvelerimden ayırmadı. Öfkeli yeşilleri alev almıştı sanki, orman yangını çıkmıştı gözlerinde.

Sıkılı dişlerimle burnumdan hızlı soluklar alıp verirken öylece durdum.

Siktir, gözünün içine bakarak vurmaya kıyamıyor muydum?

Elimi yavaşça indirdim, inanılmaz bir dürtüyle yüzüne yaklaştım. Sadece bana bakıyordu, kaşları çatık duruyordu. Hareket etmedi.

Gözlerinin içine bir kez daha bakıp gözlerimi kapattım ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

****

Ömer: Asker-

Erdal:

Erdal:

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
BELA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin