45- YAZICI

49.8K 5.1K 1.9K
                                    

"Erdal, paran var mı lan?"

Yatağımda uzanmış Ömer'in eski nişanlısı ile ne kadar yakınlaştığını, ona kaç kere güldüğünü, kaç kere öptüğünü düşünürken Erzincanlı elini  ranzanın demirine koymuş eğilmiş aceleyle bana bakıyordu.

"Var, dolabı aç cüzdanın içinde." dediğimde kafasını salladı, dolaba yönelmişti ki adımlarını durdurdu.

"Oğlum sana lazım değil, dimi?" sıkıntılı bir nefes alıp vücudumu kaldırdım.

"Değil, sen ne yapacaksın?"

"Sigaram bitmiş lan, annemler benim paradan göndermedi daha." dolabı açıp cüzdanımı buldu ve içindeki paralara bakıp otuz lira çıkardı.

"Tamam, lazım olduğuna bana gel."

"Sen de sigara alıyorsun lan, ihtiyacın olur. Bir kerelik aldım borç say."

"Yav ne borcu saçma sapan konuşma." hem sigarayı kendim almıyordum, Ömer kendine alırken bana da alıyordu bir paket ve cebime koyuyordu.

Erzincanlı bir şey söylemedi, cüzdanı yerine koyup dolabı kapattı.

"Hadi gel yemekhanede oturalım." dediğinde yatmaktan sıkıldığım için anında kabul ettim, postalımı giyinip ayağa kalktım.

"Nereye?" dedi Diyarbakırlı, sürümün üyelerinden biri.

"Yemekhaneye, gel." dedim kapıya ilerlerken.

Birkaç kişi daha bizimle beraber yemekhaneye gelirken yolda nöbetçi askeri gördüğümde Ömer'in beni çağırdığını anladım, sabahtan beri görmediği için özlemiş olmalıydı pezevenk.

"Erdalcığım..." dedi nöbetçi, artık beni çağırmak için emir ala ala samimiyet kurmuştu.

"Söyle canım." dedim adımlarımı durdurup.

"Gökhan Komutan seni emretti anam."

"Tamam." dedim ama ardından kaşlarım çatıldı. "Gökhan mı?"

"Evet, hadi çok bekletme."

Neden beni çağırmıştı ki şimdi? Birkaç saniyelik düşünme payı bıraktıktan sonra bizimkilere gitmelerini işaret edip ardından merdivenlere yöneldim.

Ömer'in odasına varmadan Gökhan'ın odasına geldim, şapkamı çıkarmak için elimi kafama attığımda kafamda bir şey olmadığını fark edip elimi nereye koyacağımı bilemeden kapıyı tıklattım.

Saniyeler sonra kalın sesi duydum "Gel!"

Derin bir nefes alıp içeri girdim, Volkan Komutan'ın odası gibi masa direkt kapının karşısındaydı. Masasında oturan Gökhan Komutan ve misafir koltuğuna yayılmış Albayı görünce irkildim ama bir adım attım.

"Erdal Korkmaz, Bitlis. Emredin Komutanım." dedim göz teması kurmadan.

"Gel Korkmaz, gel." Albay seslenince yutkundum ve ardından kapıyı kapatıp esas duruşta bekledim.

"Naz özlemiş seni." gerginliğim ismini duyunca geçmişti, gülümsedim hafifçe.

"Sağ olsun komutanım." ben de özledim dersem çok samimi duracaktı, bu komutanlar bipolar gibiydi aniden bağırabilirlerdi.

O sırada Gökhan Komutan'a baktım, önünde evraklar vardı onlarla ilgileniyordu ama dikkati bizdeydi.

"Hah Gökhan," dedi Albay ihtiyar sesiyle. "Erdal benim en güvendiğim askerlerden biridir, sen yanına yazıcı istediğinde aklıma başka biri gelmedi. Erdal iyidir."

Dikkatle dinledikten sonra kaşlarım havalandı, yazıcı olarak beni mi çağırmıştı? Yazıcılar komutanın peşinde dolandırdı çoğunlukla, yani kişisel olanlar.

"Geçen ceza alan askerlerden biri kendisi, yanımda biraz daha aklı başında bir asker olur." dedi ters ters. Bu komutan daha itici bir şeydi.

"Öyle mi? Aslında çok uslu bir çocuktur." Albay beni kendi çocuğu gibi överken, Gökhan Komutan uslu olduğuma pek ikna olmamış gibiydi.

"Neyse, yarın içtimadan sonra gelip şu dosyaları bilgisayara geçirmekle başla." dedi ve ardından elini kapıya doğru sertçe uzatı gitmemi emretti.

"Emredersiniz Komutanım!" dedim itiraz edemeyeceğim için.

Albaya ve ona selam verip dışarı çıktım, anında kaşlarım çatılmıştı. Birkaç saniye durup adımlarımı Ömer'in odasına yönlendirdim. Nöbetçi askerler sohbet ettikleri için umursamadılar, saniyeler sonra gel komutunu alıp içeri girdim.

Ömer masasında oturmuş dosyalara bakıyordu, yeşillerini çevirdi.

"Gel başımın belası." dedi dosyalara geri dönerken. "Hoş geldin."

"Ömer..." diye mırıldandım yanına giderken. "Gökhan Komutan beni yanına aldı."

Sandalyenin dibine gidip kalçamı masaya yasladım ve ona bakındım. Aniden kafasını kaldırıp çatık kaşlarıyla bana baktı.

"Ne?"

"Az önce çağırdılar, Gökhan Komutan yanına işleri halledecek yazıcı istiyormuş. Galiba Albaya söylemiş, o da uslu biri olduğum için beni önermiş."

"Sen ne dedin?" dedi sandalyesini benden biraz uzaklaştırıp. Aşırı sinirlenmiş duruyordu.

"Ne diyeyim, emredersiniz dedim. " omuz silktim ama üzgün olduğum gözlerimden bile belli oluyordu.

"Dangalak mısın oğlum sen? Deseydin ya Ömer Komutan beni yanına yazıcı olarak alacak diye." dedi öfkeyle, kaşlarım çatıldı.

"O an aklıma mı geldi Ömer ne bileyim? Karşımda koskocaman komutan var." dediğimde çenesi kasıldı, ayağa kalktı.

"Geri zekalı, şimdi o şerefsizin yanında dolanırsan nasıl benim yanıma geleceksin?" dediğinde bilmiyorum anlamında ağzımı büktüm.

"Komutan değil misin? Hallet bir şekilde."

Bir şey demedi, ensesini ovdu.

"Erzincalıyı ver yanına." dediğimde başkaları bana döndü.

"Erdal, sen hariç kimi verirsem sıkıntı olmaz zaten."

"Tamam yav, bana ne kızıyorsun?"

Yüzüme baktı ve ardından elini enseme koyup dudaklarımızı birleştirdi. Sıkı sıkı öptü, kokumu içine çekti. Diğer eliyle de çenemi kavradı, sinirli olunca daha sert davranıyordu.

Bacaklarımın arasına girdiğinde onu durdurdum. Hemen sikme peşindeydi.

"Git ilk önce şu işi hallet." dedim ıslak dudaklarımı ondan çekip yakasını düzeltirken.

"Mecbur halledeceğim." kafamı salladım.

"Hadi o zaman, göreyim seni aslanım." dediğimde yakasını düzeltirken bir daha eğilip öptü dudağımdan.

"Akşam giderim, şimdi direkt sen şikayet etmiş gibi görünürsün." haklıydı.

"Doğru, tamam."

Onu yeniden kendime çektim, birkaç dakika öpüştüğümüzde dışarısının kalabalıklaştığını fark edince ayrıldık. Kapının önüne gittiğimde bana eşlik etti.

"Akşama kadar hallet." dedim tek kaşımı kaldırıp.

"Emredesin komutanım." deyip kalçama bir şaplak attı.

Ona aldırmadan dışarı çıktım, bir gün dudağımın kırmızılığı ve önümdeki zor bela görünen çadırdan dolayı yakalanacaktık.

BELA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin