11- MİCKEY

56.3K 5.8K 2.4K
                                    

Biz sıcaktan bayılmış halde eğitim yaparken, Ömer şerefsizi gölge kısımda durmuş bize emirler veriyordu.

"Allah bu komutanın şerrinden korusun." dedi Erzincanlı yanımda sürürnürken.

"Amin!" diye bağırdı üç beş kişi, aniden ses çok çıkınca orospu çocuğu Ömer huysuzlandı.

"Konuşmayın!" diye bağırdı öfkeyle. Konuşmayın, sürünün, yatın, kalkın. Bu neydi lan böyle, sürekli onun istediğini mi yapacaktım ben?

Engelden sürünerek çıktığımızda diğer engele dirsek ve dizlerin yardımıyla aynı şekilde ilerlemeye devam ettik. O sırada binadan çıkan bir asker Ömer'in yanına gitti, ne söylediyse şerefsiz sinirlendi. Askere çenesinin ucuyla bizim tarafı gösterdi, asker korka korka bizim yanımıza geldi.

"Erdal," dedi albayın odasının önünde duran askerlerden biriydi. "Naz hanım seni çağırıyor."

Sırıttım, sonunda kaybolan faresini unutup beni hatırlamıştı.

"Ulan sendeki şans bizde olacaktı var ya." dedi Amasyalı sürürnürken.

"Valla istemezdiniz bendeki şansı." dedim ayağa kalkıp, katlanmış askeri tişörtümü düzelttim.

"Aslan kardeşim yakışıklı, çocukların dilinden de anlıyor. Senin gibi hödük mü?" dedi Erzincanlı, onlar kendi arasında benim için atışmaya girmişken sırıtarak arkamı döndüm.

Ömer bana tip tip bakıyordu, yanındaki askerler biraz ileride duruyordu. Albayın yanından gelen askerle beraber binaya girecekken bana seslendi.

"Gel buraya." dedi elini arkasında bağlamış, uzunca boyu ve güneş gözlüğüyle öylece dururken.

Sıkıntıyla nefes aldım, illa bulaşacaktı. Diğer asker beni bırakıp giderken ben de onun önüne gidip asker selamı verdim ve ardından taşşak geçer gibi yüzüne bakmaya başladım.

"Sen iyi alıştın kaytarmaya." dediğinde güldüm.

"Napayım? Koskoca komutanın kızı beni emrediyor." dedim iyice sinirlenmesi için alayla konuşurken.

"Bir haftaya kız gidecek, o zaman sana  bu kaytarmalarının hesabını soracağım." dedi kafasını tehdit eder gibi sallarken. Omuz silktim.

"İstediğini yap komutan bey."

"Sen benimle nasıl konuşuyorsun-" dedi ama ardından gözleri arka tarafta bir yere takıldı, kaşları çatıldı. Elini arkasından çekip, omzuma dokundu ve çekilmem için hafifçe kenara itti. Gözlüğünün kenarından tutup, gözlerini kısarak baktı.

"Fare?" diye sordu kendi kendine, anlamayarak ilk ona daha sonra da omzumun üzerinden arkaya baktım.

Bir siyah kedi, Mickey'i kuyruğundan yakalamış yürüyordu. Gözlerim iri iri oldu.

"Hassiktir..."

"Asker!" diye bağırdı Ömer bir adım yanıma gelip, diğer engele geçmek için koşan tertiplerin hepsi bize döndü. Ömer işaret parmağıyla kediyi gösterdi. "Kediyi yakalayın!"

Askerler birbirlerine baktılar ama daha sonra emir büyük yerden diyerek eğitimi bırakıp hayvan gibi kedinin üzerine koştuklarında, kedi korkup bizim tarafa kaçtı.

Ömer gözlüğünü elinde tutarken kediye doğru adım attığı sırada kedi onca askerin koşmasından çok boyu uzun bu adamdan korkup diğer tarafa kaçtı.

Büyük bir kahkaha attığımda yanımdaki adam bana ters ters baktı.

"Gülme." dedi ters ters.

O sırada kedinin ağzından kurtulmuş yaralı fare bizim üzerimize koştu, fareden korktuğum için istemsizce yılana, yani Ömer'in bileğine sarılıp diğer köşeye geçtim.

Ömer bileğini tutmama hiçbir şey demezken, tüm asker fareyi bırakmış kediyi kovalamaya devam ediyordu.

"Lan kediyi bırakın, fareyi yakalayın!" dedi Ömer öfkeyle. Korkuma rağmen daha fazla güldüm.

Askerler bu sefer emir değişikliği yapıp küçücük farenin peşinden koşmaya başladılar.

Bir dakika kadar onları izlerken hâlâ onun bileğini sıkı sıkı tuttuğumu fark edip bıraktım ama o tuttuğumu fark etse de bıraktığımı anlamadı.

Yaralı fareyi başka bir kedi kaptığındaysa, iyice dağılmıştım.

---

"Mickey!" Naz gözlerinden akan yaşlarla ağlayarak bağırıyordu.

Yasin bilen bir asker, albayın emriyle ufacık mezarın önünde dua okurken bizim koğuşta ki askerlerde cemaate katılmıştı.

Bu cemaatin içinde Ömer ve Volkan komutan ve ayrıca Albay bile vardı.

Ömer resmen başına silah dayamışlar gibi güneş gözlüğünü çıkarmadan öylece bu tiyatronun bitmesini bekliyordu. Aslında herkes bir yandan gizli gizli gülüyordu bu duruma. Özellikle Ömer'e, çünkü zebani gibi adamın küçük bir farenin 'cenaze töreninde' olması komik geliyordu.

Naz babasının kucağında ağlarken beni gördü, beni isteyince gidip aldım. Bu sefer birazda benim kucağımda ağladı.

"Başınız sağolsun komutanım." dedi gevşek askerlerden biri.

"Senin..." dedi Ömer sinirle ama bir yanında çocuk diğer yanında albay olduğu için devam etmedi.

Askerler gülmeye başladığında naz görmesin diye kafamı yana çevirip ben de güldüm. O sırada Ömer bana döndü ve bir küfür mırıldandı. Daha fazla güldüm.

Hep beraber dağıldığımızda, arkadaşını kaybeden küçük kızı teselli etme görevi bana düşmüştü.

BELA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin