57- YABANCI

45.4K 5.2K 3.6K
                                    

Üç gün geçmişti.

Bu üç gün içinde bana sadece yedi kere bakmıştı, ikisinde rastgele göz göze gelmiştik, üçünde eğitimde sıra bana geldi diye baktı. İkisinde ise başkalarına gülerken, benim olduğum yere bakmıştı. Yanlışlıkla mı olmuştu bilmiyordum.

On dokuz kere gülmüştü başkalarına.

Yabancıydı, düşmanken bile daha yakın hissederken şimdi sanki hiç sevişmemiş, öpüşmemişiz ve sevmemiştik. O kadar ağır geliyordu ki bana...

Haberi yoktu ama ölüyordum.

Tüm enerjim çekilmişti, sanki o bana güldüğünde tüm dünya rengarenkti ama şimdi kalbi kadar siyahtı. Simsiyah.

Annem ve babamın ölümünü, neler hissettiğimi tam anlamıyla hatırlamıyordum daha çok küçüktüm ama şimdi onu kaybettiğimde her duyguyu yaşıyordum. Yeniden kimsesiz kalmıştım.

Bu zamana kadar birkaç tane sevdiğim olmuştu ama onlarla konuşmayı kestiğimde şimdiki kadar çökmemiştim. Çünkü o zaman küçüklüğümden beri yanımda olan arkadaşlarım bana destek çıkmıştı. Şimdi de arkadaşlarım vardı ama onların yüzüne bakınca bile askeriyedeki anılarım aklıma geliyordu.

Özellikle Ömer ile ilgili olan anılarım.

"Soğan doğrarken dişinin arasına bir kürdan al, gözün yaşarmaz." Mersinli domates doğrarken, soğan doğrayanlara kendince akıl verdi.

"Yalan dolan onlar, bir sike yaramıyor." dedi Konyalı biberi düşmanı gibi doğrarken.

"Erdal'ım bir limonlu çay daha içer misin?" kantinden sorumlu olan Dersimli bana seslendi.

"İçer, getir reis." dedi Ankaralı.

"Hayır lan, içim dışım limonlu çay oldu iyiyim ben daha fazla içemem." elimdeki çaydan son bir yudum aldım ve masanın üzerine bırakıp çay kaşığını üzerine koydum.

"Sesin hâlâ götünden çıkıyor senin." Ankaralı soğandan dolayı gözyaşları teker teker düşüyordu, onu kolunun tersiyle dakika başı siliyordu.

"Hasta olunca öyle çabuk geçmiyor benimki."

"Hadi lan ordan, eğitime gelip kendimi daha da kötü ettim demiyorda."

"O vücudumu dinç tuttu." dedim geçiştirmek için, yalan söylediğim belliydi.

"Siktir lan." dedi Ankaralı.

"Erdal," nöbetçi kapıdan girip bana seslendiğinde nefesimi tuttum. "Volkan Komutan seni emretti."

Tuttuğum nefesimi üzgün, kendime kızgın bir şekilde geri bıraktım. Hâlâ bir umudum vardı, kalbim bir yanlışlık olmasını diliyordu.

Artık onun tarafından sevilmediğimi inkâr ediyordu.

"İş mi verecek? Öyleyse biz gidelim." dedi Ankaralı, aslında soğan doğramak kendi görevi bile değilken benim için geçmişti mutfağa.

"Bilemem." dedi nöbetçi akşama ne yemek var diye çözmeye çalışıyordu doğranan sebzelere bakıp.

"Sıkıntı yok." dizimden destek alıp ayağa kalktım, bizimkiler bu sefer itiraz etmedi çünkü en fazla bu kadar idare edebiliyorlardı.

Nöbetçi gerimde kalırken merdivenlerden ruhsuz bir şekilde çıktım, bakışlarım onun odasına değdi, özlemle kasıldım. Utanmasam dudağımı büküp, onu istiyorum diye ağlayabilirdim.

Kolum kanadım kırılmış, bir garip kalmıştım. Sahip olduğum şeyi kaybedip, sahipsiz kalmıştım.

Bu kadar kısa sürede her şeyim olmayı nasıl başarmıştı bilmiyordum, güzel başarmıştı. Her şeyimi elimden almayı da iyi başarmıştı.

BELA Where stories live. Discover now