39

30 3 4
                                    

Birkaç gün sonra...


Levent'ten...


Sabah 6 buçukta evden çıkıp deli gibi sokaklarda yürüdükten sonra işe gitmek kafamı dağıtmaya yetmese de Gökçe'yi ve yaptığı şeyi düşünmemi kısa süreliğine engelliyordu. Havanın sisi kafamın içindekine oranla daha seyrekti ve yollarda yürüyebilirken düşüncelerim arasında ilerleyemiyordum.

Hâkim Gökçe'ye 3,5 yıl ceza vermişti. Kimse ölmediği için bu kadar az ceza aldığını düşünüyordum ama kendi elini kirletmemek için başka birini maşa olarak kullandığı için de böyle olabilirdi. Sebebi ne olursa olsun az ceza alması bir şeyi değiştirmiyordu. Karım bizi öldürmek istemişti. Bu gerçek kalbimi iki taşın arasında eziliyormuş gibi hissettiriyordu ve kolay kolay geçeceğe de benzemiyordu.

İşe gitmek için sokağa girip yolun başına park ettiğim arabama yaklaşırken kaputa yaslanmış bir adam görmemle bir süredir beklediğim kişi olduğunu tahmin ettim. Birkaç tedirgin adımdan sonra ayak sesimi duymuş olmalı ki Fırat kollarını çözerek bana döndü. Sokak boştu. Erken sabah güneşi ışıkları altında boş sokakta durumuma bir ironi yaparcasına öten kuşlardan başka hiç ses yoktu.

Fırat beni öldürmeye mi gelmişti? Yapma Levent adamı tanımıyor musun dedim kendi kendime. Tanıyor muydum? O gece beni evden kovarken attığı yumrukların acısı yeni geçmişti. Ama haksız diyebilir miydim? Eğer ablasını aldattığımı düşünüyorsa yumrukla kurtulmam merhametti.

Ondan beş-on adım uzakta adımlarımı yavaşlatıp durdum ve derin bir nefes alıp verdim. Belki beni öldürürse annemle babamı rahat bırakırdılar. Önce onun konuşmasını bekledim sessizce. Silahına uzanıp tek kelime etmeden de beni öldürebilirdi tabi. İlla uzun ve can alıcı bir veda konuşması yapacak değildi filmlerdeki gibi.

Yüzüne dikkatle baktığımda hüzün bulmayı beklemiyordum. Beni öldüreceği için mi üzgündü?

--'Levent Bey, günaydın.' Sesi saygılı ama mesafeliydi. Hiç ummadığım bir şekilde "enişte" dememesine üzülürken:

--'Günaydın Fırat.' diye cevap verdim kararsızca. Bir adım yaklaşıp tekrar durdu.

--'Gökçe ablam sizinle konuşmak istiyor. Benimle hapishaneye kadar gelebilirseniz çok sevinirim.' Bu ikinci defa beni hapishaneye çağırışıydı ama nedenini söylememekte ısrarcıydı. Gökçe beni kendisi mi infaz etmek istiyordu?

--'Hangi sebeple? Konuşacak neyimiz kaldı ki? Kafama bir kurşun sıkmak için bu kadar zahmete gerek yok.' Ellerimi iki yana açıp teslim olur gibi durdum karşısında. Başını hayır anlamında salladı sıkıntıyla. Sanki söylediğim şey onu kırmış gibi yüzü buruşmuştu.

--'Kimse kimseyi öldürmeyecek. Size söz veriyorum. Ablam sadece konuşmak istiyor.'

Ne konuşacaktık ki? Dava bitmiş cezası kesinleşmişti. Polis memurundan öğrendiğim kadarıyla mahkemede çocuğu tanımadığını ve kimseye ailemin evini yakması için emir vermediğini söylemişti ama deliller aleyhineydi ve ceza almıştı. Zaten başka ne diyebilirdi ki? Elbette suçunu inkâr edecekti.

--'Fırat ben..' diye söze başladığımda elini kaldırıp beni durdurdu.

--'Levent Bey... Size zarar vermek gibi bir niyetimiz yok. Çok vaktinizi de almayacağız, merak etmeyin.' dediğinde gözlerinin içine baktım merakla. Kırgınlık vardı gözlerinde.

--'Fırat...' Sözlerimin geri kalanının onu sinirlendirmesi ihtimali sesimi kısmıştı. 'Ben ablanı aldatmadım. Yanlış bir şey yapmadım. Ama siz evimi yakmaya çalıştınız. Ailemi ve beni öldürmeye..' Yeniden sustuğumda put gibi karşımda dikilmesine rağmen canı acıyormuş gibi dudakları büzülmüştü. Nefes alıp verdim. 'Benden ne istiyor olabilirsiniz? Dava zaten bitti.'

KurşunМесто, где живут истории. Откройте их для себя