18

46 3 0
                                    


Ağrım birden geldi. Salonda oturmuş boş gözlerle televizyona bakıyordum. Levent yemek yiyordu masada sessizce. Ellerimi yumruk yapıp dişimi sıktım acıyla. Beynim korkularla dolunca titremeye başladım. Bu korkunun beni hala etkileyebilmesinden nefret ediyorum. Ölüyor muydum yoksa regl miydi? İki ihtimal var. Birbirinden uzak ve alakasız iki ihtimal. Regl olmalıydı değil mi? Yakın zamanda dışarıda bir şey yiyip içmiş miydim? Korku düşünmeme bile izin vermiyor. Lanet olsun! Kafamı bir toplayabilsem.

Zehirlenmiş olabilir miyim? Şüpheli olabilecek bir şey yedim mi? Aptal mıyım ben? Beynim durdu yine. Ölüyor gibi miyim? İnsan ölüyor olduğunu anlayabilir mi ki? Anlayamaz, değil mi? Fırat'ı çağırıp hastaneye gitsem mi? Babam duyar. Ama ya ölüyorsam? Ya ölmüyorsam? Hayır, çok kızar. Daha bastonumu yeni almışken böyle bir zayıflık gösteremem. Ölsem sorun yok. Ölmez de sadece.. Kahretsin! Neden sadece zavallı bir kadın olarak dünyaya geldim ki?

Aniden koşup odama girdim. Sonra da banyoya girip kontrolümü yaptım. Reglim başlamamış. Ama bu ağrı ne? Kapı tıklanınca sıçradım. Levent:

--'Gökçe? İyi misin?' deyince:

--'Git buradan!' diye bağırdım duyguların karmaşasıyla. Korku içindeydim ve beni böyle görmesini istemiyordum.

--'Sesin kötü geliyor, iyi misin?' diye ısrarla sordu. Zehirlendiysem kurtulabilir miydim? Hayır. Beni kim zehirlediyse kurtulabileceğim bir yol bırakmaz. Çünkü ben öyle yapardım. Peki, Levent zehir olup olmadığını anlayabilir mi? Kendi kendime başımı umutsuzca iki yana salladım. Eğer zehirse anlayamazdı, test falan gerekirdi. Değilse zaten kimsenin yapacağı bir şey yoktu.

--'Odadan çık. Beni yalnız bırak.' dedim hızlıca. Kesik kesik nefes alıp veriyordum ama bana yetmiyordu. Duş almak ve beklemek istedim. Eğer bir şekilde biri beni zehirlediyse çok vaktim olamazdı. Bir saat? Yok, o kadar sürede hastaneye falan yetiştirilirdim. Belki beş-on dakika? Evet. En fazla o kadar vaktim olmalıydı yaşamak için. Kalbim bu kadar hızlanmışken muhtemelen bedenime daha hızlı yayılacaktı.

Ses gelmeyince banyodan çıktım ama birkaç adım uzakta karşımda buldum Levent'i. Yüzünde gerçeğe benzeyen bir endişe vardı. Yaklaşmak için bir adım attığında elimi kaldırmaya çalıştım ama titrediğini görünce hemen arkama sakladım.

--'Sana git demedim mi doktor?' dedim sert görünmeye çabalayarak. Alnımda ve sırtımda ter biriktiğinin farkındaydım. Buz kesmiştim. Beni duymamış gibi gelip elini alnıma koyduğunda "O kadar aciz görünüyorum ki adam benden korkmayı bıraktı." diye düşündüm. Telaşla:

--'Sen yanıyorsun..Hastasın.' deyip kolunu belime doladı. Onu iteleyip iki üç adım geri attım ve kendimi kaybettim.

--'Hasta falan değilim! Ölüyorum!' Bağırışımdan çok söylediğim şey onu şoka uğratmıştı. Yaralı değildim. Neden ölüyor olabileceğimi anlayamıyordu haliyle. Aramızdaki mesafeyi cesurca bir kere daha aştı ve alnımla yanağıma dokundu.

--'Anlamıyorum Gökçe, ne ölmesi?' dediğinde sanki öleceğimi söylemiş –doğrulamış- gibi gözlerim karardı. Dizlerim güçlerini kaybederken düştüğümü hayal meyal fark edebilmiştim ama tepki verecek halde değildim.

Yerden yükselmemle Levent'in kokusunun ciğerlerime dolması bir olunca "Tamam." dedim kendi kendime, "Ölebilirim. Böyle ölebilirim. Bir mezarım olur en azından."

Banyonun olduğunu hemen anladığım parlak beyaz ışığa geçtiğimizde gözlerimdeki rahatsızlıkla kıpırdandım. Levent duş kabininin kapısını açıp beni içeri bırakınca ne yapmak istediğini anladım ama itiraz edemeyecek kadar güçsüzdüm. Karşımda diz çöküp yüzüme baktı.

KurşunWhere stories live. Discover now