31

32 3 4
                                    


Ertesi gün..

Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin! Kahretsin!

Babam yemekte bebek haberini vermek üzere Levent'in anne-babasını ve tabi ki bizi çiftliğe davet etmişti. Sabahtan beri kaç kere lanet okuduğumu ya da gitmemek için kaç tane plan kurduğumu bilmiyordum bile.

Tayfun Bey'e yalan söylemek başkaydı onlara yalan söylemek çok başka. O beni en fazla öldürürdü ama Zehra Anne ve Muhsin Baba beni... Ne yaparlardı? Fiziksel olarak canımı yakmayacaklarına göre neden bu kadar korkuyordum? Beni hayatlarından çıkarmalarından mı? Levent'e beni boşamasını söylemelerinden mi? Zaten boşanmayacak mıydık? Üçünü de kaybetmek istemiyordum ama bugünü atlatsak bile er geç onların hayatından çıkmam gerekecekti.

Ellerimdeki kanı öğrenmemelerini umsam da tek sorun o değildi. Ben gerçek değildim. Biz gerçek değildik. Oğullarının sevdiği kadın değildim. Ona uygun da değildim. Ve Allah biliyor tanıştığımızdan beri kendimi yanına yakıştırdığım tek bir an bile olmamıştı. Elleri temizdi onun. Kan yoktu, yalan yoktu hayatında. Peki şimdi?

Üstelik bu akşam Levent yanımda oturup kendinin olmayan bir bebeğe seviniyor gibi yapmak zorunda kalacaktı. Kendime lanet etmek için bir sebebim daha olmuştu artık.

Arabayı yavaşlatıp çiftliğin araç yoluna dönerken göz ucuyla ona baktım. O yalanı söylememiş olsaydım ne olacağını düşünmek ve kendime daha az kızmak istiyordum ama yapamadım.

--'Bunu ben de beklemiyordum doktor. Affedersin.' dedim pişmanlıkla kavrulurken. Başka ne diyebileceğimi bilmiyordum. Bu yalan olmasaydı şuan cenazesinde ağlıyor olabilirdim. Annesinin yüzüne bakamazdım.

Dudaklarını birbirine bastırmış, gözlerini yummuştu. Kaşları acı çekiyor gibi birleşmişti. Savaşa hazırlanan bir askerin dua edip ve kendisini hazırlamaya çalışması muhtemelen buna benzerdi. Gözlerini açıp bana döndü.

 Gözlerini açıp bana döndü

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


--'Çok sevinecekler.' dedi gülümsemeye çabalayarak. Ağlamak istemediğimizde yüzümüze yapıştırdığımız gülüşlerdendi bu.

Onlar gerçekten Levent'in bebeğini taşıdığımı sanacaktılar. Ailesine böyle bir yalan söylemek zorundaydı. Bunun onun için ne kadar ağır olabileceğini tahmin bile edemiyordum. Levent benim gibi değildi. Benden nefret edecektiler. Bir aileyi parçalamamak için yaptığımı anlar mıydılar? Oğullarını ve onları korumak için söylediğim bu yalanı affedebilir miydiler? Her şeyi anlattığımda zaten bu oyun biterdi. Onlar istese bile devam edemezdim.

Dişlerimi sıkıp:

--'Zamanı gelince onlara işin doğrusunu ben anlatırım doktor. Söz veriyorum.' dedim en azından açıklama yükünü sırtlanacağımı bilsin diye. Başını kararlılıkla iki yana salladı ve bedenini iyice bana çevirip:

--'Hayır.' diye itiraz etti. 'Bebeğin..' Yutkundu. Hareket eden âdem elması ne kadar acı çektiğini ve içinde kopan fırtınayı daha iyi görmeme sebep oldu. Devam ederken gülmeye çalıştı ama bu sefer başaramadı. 'Benim olmadığını asla söylemeyeceğiz. İkisi de dayanamaz. Gerekirse hiç boşanmayız. Ona babalık ederim. Ama onlara gerçeği söyleyemeyiz. Bana söz ver. Senden sadece bunu istiyorum.' derken son derece ciddiydi. Ve haklıydı da. O insanlar böyle bir şeyi kaldıramazdı. Onların dünyasında böyle şeyler yoktu.

KurşunWhere stories live. Discover now