/Ekim

35 1 0
                                    

Sıcacık yatağından çıktığında kendini Antarktika'nın ortasına düşmüş gibi hissetti. Buzul çöllerinde bir başına titriyordu. Parmak uçlarında yürüyerek çalışma masasına ulaştı, üzerinde duran tepsiye baktı. Yumurta, peynir, ekmek, zeytinler, muz ve bir bardak portakal suyu ile onu Antarktika'dan kurtaracağını düşündüğü küçük hapla bir bardak su vardı. Masasına bırakılan notu okudu "Ekim, benim bugün nöbetim var baban da geç gelir, akşam yemeği için bizi bekleme sen ısıt yemeğini ye. Seni çok seviyorum. Annen."

Kahvaltısını yaparken küçük sarı not kâğıdına uzun uzun baktı. Kâğıdın üstündeki buruşuklukları, kurşun kalemin üzerinde nasıl dağıldığını, kıvrılmış kenarını... Yapıştırıldığı yerde huzursuzca duran küçük kare sarı yapışkanlı kâğıt, sinirlerini bozmaya başladı. Kâğıdı alıp avcunda sıkıştırdı, parçaladı, ezdi, yok etti.

Kahvaltısını yaptı, hapı dilinin arkasına yerleştirip iki yudum su ile yutağının derinliklerine yolladı. O yuvarlak ilacın yutağından nasıl geçip midesine gittiğini orada sindirilip bağırsaklarından nasıl emilip kana geçtiğini hayal etti. Biyoloji dersinde görmüşlerdi geçen sene sindirim sistemini. Biyoloji kitabındaki sindirim sistemi çizimini hala unutmuyordu. O pastel renkleri o kadar güzel kullanmışlardı ki! Kırmızı ağız, sarı yutak, mor karaciğer, turuncu mide, yeşil safra kesesi, koyu sarı ve koyu turuncudan oluşan ince bağırsak ile kalın bağırsak. O resim sayesinde geçmişti biyoloji dersini.

Oturduğu yerden kalkıp tepsiyi mutfağa taşıdı. Ayağını sürüyerek odasına geri döndü, pijamalarını çıkarmayı hiç istemiyordu. Pijamalarını çıkarması dışarı çıkacağı anlamına gelirdi sırf bunun düşüncesi bile nabzını arttırmaya yetiyordu. Odasının penceresine doğru yürüdü. Oturdukları sitenin çevresindeki ağaçlar o kadar çok sarsılıyordu ki şüphesiz hava soğuktu. Denizi de görüyordu, limandaki kayıkların nasıl birbirlerine çarpacakmış gibi sallandığını...

Titremesinin geçtiğini, içinin ısındığını hissetti. Bilmiyordu ilaçtan dolayı mı böyle hissetmişti yoksa kaloriferin önünde durduğu için mi? Sonradan kaloriferlerin yanmadığını fark etti.

Dolabını açıp okul formasını çıkardı, üzerini değiştirdi. Bordo rengini hiç sevmezdi çünkü hiç sevmediği iki rengin, siyah ile kırmızının karşımı gibi gelirdi. Yine de çaresiz giydi okulun yakasız tişörtünü. Üstüne de kendisine büyük gelen gri kapüşonlusunu geçirdi. Tuvalete gitti, uçlarını beyaza boyattığı uzun siyah saçlarını hızlıca ördü, yüzünün çok ortaya çıktığını görünce de saçlarını geri açtı.

Yanağında sivilcelerin bıraktığı yara izleri vardı. Hepsinden ayrı ayrı nefret ediyordu kapatıcıyla yaralarını kapamaya çalıştı. Lavabonun önünde duran yeşil lenslerini taktı. Artık okula gitmeye hazırım diye düşündü. Halkalı çantasını sol koluna astı, aynı terapistinin ona öğrettiği gibi yavaş ve uzun nefesler alıp nefesini geri bıraktı. Sarı botlarını giyip çıktı evden.

Uzun rezidansın içinden çıktığında başını öne eğdi. Oturdukları siteden çıkarken tek gördüğü ayakkabılarının burnuydu. Ayakları çoktan okulun yolunu öğrenmiş, beyni uzun süreli hafızaya kazımıştı, her sabah gitti her akşam döndüğü adresi. Hiç çevreye bakmasa da okula varırdı. Yine de araba çarpmasın diye karşıdan karşıya geçerken arada başını kaldırması ve bir anlığına çevredeki insanları, arabadaki sürücüyü görmesi gerekiyordu. Eskiden nasıl bir kalp çarpıntısı yaşardı o anlarda neyse ki bu aralar aldığı terapiler iyi geliyordu. En azından karşıdan karşıya geçerken başını yerden kaldırmaktan çekinmiyordu artık.

Okula girdiğinde, okulun en iri yapılı kızının kalabalık arkadaş grubuna heyecanla bir şeyler anlattığını gördü. Bu gruptaki herkes her lisede olması muhtemel klişe tiplerdi. Ayrıca hepsinin tarzı o kadar kötüydü ki Ekim, onları ne zaman görse bozulmuş bir etin kokusunu almış gibi burnunu buruştururdu. Birkaçıyla aynı sınıfta olması ne büyük şanssızlıktı.

Hızlı adımlarla okula girdi merdivenlerden çıkarken tek arkadaşının koşarak merdivenlerden indiğini gördü. Arkasından gidecekti ki başkaları ondan önce davranıp kıza sarılıp onu teselli etmeye başladı. Hiçbir şey anlamamıştı. Arkadaşını ilk kez bu kadar üzgün görüyordu. Yanına gitmeye ne olduğunu sormaya çekindi çünkü zaten ne olduğunu bilen birkaç kişi onunla konuşuyordu. Önüne bakarak merdivenlerden çıkmaya devam etti, sınıfa girdi, yanında kimse oturmuyordu. Yan sıraya çantasını koydu, küçük eskiz defterini çıkarıp arkadaşının merdivenlerden koşarken gördüğü halini

çizmeye başladı. Kulaklığını da çıkarıp mp3'ünden rastgele bir şarkıyı açtı. "Carmen, Act 1: No.5 Habanera: L'amoure est un oiseau rebelle".

SAHNE [G×G] [B×B]Where stories live. Discover now