-İlk Aşk, İlk Öpücük-

Start from the beginning
                                    

Büyüdükçe anladım bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu. Hayat her zaman adil davranmıyordu. Bazen hoşlanmadığımız insanlarla zorunluluktan da olsa aynı ortamda bulunmak zorunda kalabiliyorduk. İşte Gülce Öğretmen'in de bize öğretmek istediği şey tam da buydu.

Sıralarımız ayrıldı. O, Orhun'la bense Ezgi'yle sıra arkadaşı olmuştum. Bu elbette bize engel olmadı. Arka çaprazımda oturuyordu. Sürekli kâğıda bir şeyler yazıp birbirimize atıyorduk. Teneffüslerimiz de birlikte geçiyordu. Genelde erkekler ders aralarında bahçeye çıkıp futbol oynuyordu. Ancak Oğuz benimle birlikte bahçede yürümeyi tercih ediyordu.

Diğerlerine bu durum garip geliyordu elbette. Bir gün onu da futbol oynamak için çağırdıklarında oturduğu yerden kalkıp elini bana uzattı. "Sen de bizimle oynar mısın?"

Kabul etmemek ne mümkündü? Onunla ne yaptığım önemli değildi. Sadece beraber zaman geçirmek benim için yeterliydi. Kabul ettim. Belki de futbola diğer kızlardan daha ilgili olmamın en büyük nedeni buydu.

Bir de diyabet hastalığım vardı. Oğuz bunu öğrendiği gün nedense utanmıştım. Her yemekten önce kan şekerim ölçülüyor, insülin iğnem yapılıyordu. Paket gıdalar ya da doymuş yağda kızarmış yiyecekler tüketmem yasaktı. Bir gün yine öğle arasında Gülce Öğretmen beni yanına çağırdığında Oğuz, neden her öğle arasında ortadan kaybolduğumu sorgulamaya başladı. 

İlk zamanlar onu geçiştirsem de bu merakı her geçen gün arttı. Sanki saklanması gereken bir hastalığım varmış gibi öğrenmesini istememiştim. Çocuk aklı işte! Doğuştan diyabet hastası olduğumu öğrenince diğer arkadaşlarımın aksine bana çikolata yemeden nasıl yaşadığımı sormamıştı. Sadece durumu kabullenmiş ve o günden sonra her an benimle olmuştu.

Yanımda asla şekerli bir şey tüketmiyor, tıpkı benim gibi besleniyordu. Annem durumu fark edince beslenmemi iki katına çıkarmıştı. Oğuz tarafından böyle hayati bir konuda destek görmek ve bu desteğin hayatımda olduğu süre boyunca hiçbir zaman eksilmemesi kendimi çok değerli hissetmeme neden oluyordu.

☘️

Her insanın uğurlu sayısı, günü ya da bir kıyafeti vardır. Elbette her birinin de bir hikâyesi... Son derslerimizde günün yorgunluğunu atmamız için etkinlik yapıyor, oyunlar oynuyorduk.

Yine gün sonunda Gülce Öğretmen elinde bir sürü kâğıtla geldi. Bizim için bir oyun hazırlamıştı. Sınıfımız otuz üç kişiydi. Birden otuz üçe kadar sayıların yazılı olduğu kâğıtları bir kavanoza koyup hepimize çektirdi.

Bana gelen sayı üçtü. Öğretmenimiz oyunu başlattı. Rast gele bir sayı söyledi ve o sayı kimdeyse ayağa kalkıp başka bir sayı söyledi. Böylelikle birbirimizin elindeki sayıları tahmin ederek sona kalmaya çalışmaya başladık.

"On iki."

Herkes birbirine baktığında Ahmet ayağa kalktı. Elendiği için üzgün görünüyordu. Geriye sadece beş kişi kalmıştı. Hiç düşünmeden üç dediğinde yenilmiş bir ifadeyle ayağa kalktım.

Arkama baktığımda Oğuz'la göz göze geldim. Gülümseyip başını salladı. Sanki bakışlarıyla bendeki numarayı biliyorsun, hadi söyle diyordu. Ben de tıpkı onun gibi gülümsedim.

Gözlerimi gözlerinden ayırmadan, "Yedi." dedim.

Mağrur bir ifadeyle bakıp işte böyle dedi sessizce. Elindeki kâğıtta yedi yazıyordu. Bunu nasıl tahmin ettiğimi bilmiyorum ancak o günden sonra yedi benim uğurlu rakamım oldu.

Mayıs 2002

Dolu dolu iki senemiz böyle geçti. İkimizin babası da polis olduğu ve aynı karakolda görev yaptıkları için ailece de görüşmeye başlamamız uzun sürmemişti. Artık onunla görüşme alanım daha da genişti. Böylelikle hafta sonlarım da eziyet olmaktan çıkmıştı. Sadece babalarımız yıllık izin kullandığı zaman birbirimizi göremiyorduk.

Belki Bir Gün || Berna AslıhanWhere stories live. Discover now